Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

“Benim kalbim temiz!” demek yeterli mi? (1 Kullanıcı)

Hasan011974

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Haz 2009
Mesajlar
289
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
BAZILARI, kalp temizliğini sadece, insanlar hakkında bir kötülük düşünmemek, yahut yardımsever olmak gibi çok basit bir mânâda anlıyorlar.

Bununla da kalmayıp, insanlara iyi davranmakla, Allah’a ibadet mükellefiyetinden kurtulduklarını zannediyorlar. Bu, şeytanın bir desisesi, nefsin bir oyunudur.

Bu kişiler namaz kılan, ibadet eden bir mü’minin günlük hayatında İslâm’ın ruhuna ters düşen ve diğer insanlara zarar veren bir takım noktalar tespit ediyorlar.

Bunları öne sürüyor ve “Bu adam namaz kılıyor ama, şu hataları da işliyor, ben ise, onun düştüğü hatalara düşmüyorum. çünkü benim kalbim temiz!” diyerek kendi ibadetsizliklerine, onun kusurlarında bir özür kapısı bulmaya çalışıyorlar.

Bu tip yanlış değerlendirmeler sadece namaz kılmayanlara mahsus değil. Namaz kılan bir mü’min de İslâm’ın diğer emirlerini kendisinden daha iyi yerine getiren bir kardeşi hakkında benzer şeyler söyleyebiliyor.

Hidayet rehberimiz, Peygamber Efendimiz’den (asm) bir Hadis-i Şerif:

“İlk kez bir günah işlendiği zaman kalpte bir kara leke hâsıl olur. Eğer sahibi pişman olur tövbe, istiğfar ederse kalp yine parlar.”

Bu Hadis-i Şerif’den temiz ve selim kalbin, ancak günahlardan salim olan ve isyanlarla kararmamış bir kalp olabileceğini öğreniyoruz.

Farzlar te’vil kaldırmaz. Onlarda yanlış yorum yapmaya ve hakikatı saptırmaya kimsenin hakkı yoktur. Allah emretmiş, Resulûllah (asm) da bu emrin nasıl yerine getirileceğini bir ömür boyu mü’minlere öğretmiş, tâlim etmiş.

Asr-ı Saadeti takip eden bütün asırlarda bu emirler aynen tatbik edilmiş. Her taraf câmilerle, mescidlerle, medreselerle, tekkelerle dolup taşmış. Derken âhirzamana gelinmiş.

Dünyaya dalma, dinden uzaklaşma, sefahatta boğulma, menfaat peşinde koşma devri gelip çatmış. İbadet terkedilmiş, ilim bir yana atılmış, irfandan uzaklaşılmış. Bu bozuk atmosferde, nasıl olmuşsa olmuş, yeni bir grup çıkmış ortaya: Kalbi Temizler Ekolü.

Bunlar ondört asrın bütün mü’minlerine ters bir caddede yürümeye başlamışlar. Bu ekolün mensupları, kendi haklarında, tevbe kapısını âdetâ kapamışlar. Ben senin kalbine nasıl bakayım? Kalp manevî olduğu gibi, onun hassaları, lâtifeleri de manevî. Bunlar tezahür olmadan, açığa vurulmadan nasıl bilinebilir!?

Karşınızda açlıktan inleyen bir zavallı. Ve yanıbaşında para küpü denecek kadar zengin biri. Niçin bu adama yardım etmiyorsun diyecek oluyorsunuz:

“Yardım etmediğime bakma, benim kalbim şefkat dolu, merhamet dolu…” diye karşılık veriyor size.

Şefkat ve merhamet, kalbe ait güzellikler. Ama onlar, fukaraya serilen sofrada, yahut verilen sadakada kendini gösterir.

Takva, kalbe ait bir başka güzellik, bir başka kemâl. O da, günahlardan uzak kalmakla ortaya çıkar, bilinir.

İmanın da bir tezahürü vardır. Kişinin kalbindeki imanını diliyle de ifade etmesi gerekir. İman ancak böylece sahih olur. Dilden şehadet olarak dökülmeyen bir imanın varlığına nasıl hükmedilebilir?

Kalbin, Allah’ın emirlerine karşı itaatkâr olması da bir başka güzelliktir. Bu güzelliğin tezahürü, belirtisi, nişanesi, ispatı ise ibadettir.

Bir insan, namaz kıldığı halde nefsini yenememişse, işlerini Rabbinin emirlerine göre tanzim etmiyorsa, bu adam namazın hakikatına erememiştir. Ama o kul, bu hatasını namazı terkederek tedavi edecek değildir. Bunun yolu yine namazdan geçer.

Mizanda, zerre kadar iyilik de kötülük de tartılacak. Biz, “kalbimiz temiz” diyerek nefsimizi baş köşeye oturtup başkalarının günahlarına bakacağımıza, kendi noksanlarımızla ilgilensek ve onları tamamlamaya gayret göstersek o gün daha kârlı çıkarız.

Biz o âlemde, başkalarının hatası nispetinde değil, kendi sevabımız miktarınca derece alacağız. Başkasının noksanlığı bizi yükseltmeyecek. Bu dünyada bile onun misâllerini yaşamıyor muyuz!?..

Bir meyveye elimiz erişmediği zaman, ayağımızın altına birşeyler koyuyor ve ona ulaşıyoruz. Yoksa, boyu bizden daha kısa olanlara bakmakla midemize birşeyler gitmiyor.


SELAM VE DUA İLE...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt