RE: Risale-i Nur’un Büyük Cümleleri
RE: Risale-i Nur’un Büyük Cümleleri
RİSALE-İ NUR’A MUHATAP olan herkesin hafızasında, ondan alınan kısa ama özlü sözler mevcuttur. Risale-i Nur’u okuyup da zihnine hiçbir söz nakşetmeden duran birileri olduğunu sanmıyorum. Bu, Risale-i Nur’un kâinata ve fıtrata gereğince muhatap olan ve daima ‘hayatın içinden’ konuşan müellifinin güçlü tefekkürü ve samimî üslubu ile de kesinlikle ilgili bir vâkıadır.
Gelin görün ki, Risale-i Nur’dan hafızaya nakşolunan sözler ile Risale-i Nur’un özünün özü, temelinin temeli olan sözler arasında bir karşılaştırma yaptığımda, maalesef birebir eşleşmeler de göremiyorum. Zihinlere kazınan ve dillerde dolaşan sözler elbette haklı ve hakikatlı olmakla birlikte, bu sözlerin pek çoğu, hakikatın özü ve kökünden ziyade, dalı ve budağı mahiyetinde gözüküyor. Risale-i Nur’un, bütün bu hakikatlı sözlerin özünü ve kökünü teşkil eden büyük cümleleri ise, nedense, nazarlardan gizli kalıyor. Dahası, dillerde dolaşan o güzel sözlerin, bu büyük cümleler ile rabıtası hakkıyla kurulamıyor.
Meramımı biraz daha açayım. Meselâ, Risale-i Nur’un "Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır" cümlesi dilden dile dolaşmakla birlikte, bu ‘güzel görme’nin temelini ve altyapısını oluşturan şu büyük cümle nazarlardan gizli kalıyor: "Madem hayat esma-i hüsnanın nukuşunu gösterir. Hayatın başına gelen herşey hasendir." Bu sözün de daha gerisinde ise, özün özü, temelin temeli olan şu cümle, belki üzerinde hiç çalışılmamış olarak, keşfedilmeyi bekliyor: "Hakikî hakâik-ı eşya, esmâ-i ilahiyedir."
Velhasıl, Risale-i Nur’un insanı cennet-misal bir iklime sürükleyen imanî tahlillerinden ve sözlerinden hepimiz kabiliyetimiz nisbetinde istifade ediyoruz; ama bu tahlillerin temeline inme, hakikat çekirdeklerini yakalama, yediğimiz meyvelerin hangi gövdeden, hangi kökten ve hangi çekirdekten geldiğini keşfetme noktasında yeterince dikkatli değiliz.
Bunu, biraz da işim icabı, İslâm düşünce tarihinin ve de genel olarak düşünce tarihinin temel meselelerine dair kitapları okurken; ve buralarda ele alınan konuları Risale-i Nur’la karşılaştırırken daha bir rahatlıkla görüyorum. Meselâ Haşir Risalesi’ndeki bir söz, genel olarak düşünce tarihinin, hususan İslâm düşünce tarihinin çok problemli bir konusunu, haşrin isbatı konusunu bir cümleye sığdırıyor: "Madem dünya var, elbette ahiret var." Bu cümle, derinliğini henüz kavrayamadığımız, henüz hakkıyla dile getiremediğimiz muazzam bir muhakemeyi dile getiriyor. Yine böyle büyük bir cümle daha: "Zerre kimin ise, gezdiği bütün yerler O’nundur." Dili biraz ağır, ama hayli letafetli olan ve de rasyonalizmin en kısa, net ve dengeli bir reddiyesi: "Ger fikret-i beyzada süveyda-i kalb olmazsa halita-i dimağî ilim ve marifet olmaz. Kalbsiz akıl olamaz."
Risale-i Nur’da, her biri meyveli bir ağaca dönüşen böylesi birçok hakikat çekirdeği; çok hakikatın özü, temeli ve özeti olan birçok büyük cümle mevcut. Fakat, bu cümlelerin ne hangi ağaçtan beslendiğini hakkıyla ortaya koyabilmiş durumdayız; ne de hangi ağaçların bu çekirdeklerden çıktığını. O yüzden, Risale-i Nur’dan gene de istifade ediliyor, ama yeterince istifade edilmiyor. İki açıdan yeterince istifade edilmiyor: (1) Onu zaten okuyor olanlar yeterince istifade edemiyor. (2) Onun böylesi temel konularda nasıl net, öz ve özlü hükümler sergilediğini göremeyenlerin istifadesi olmuyor.
Sözün kısası, Risale-i Nur gerçekte bir uçak ya da füze mesabesinde iken, onu bir araba yerine kullandığımız kanaatindeyim. Evet, araba da bir taşıma aracıdır; o yüzden, böyle bir kullanımla da bir yerlere gidilir. Ama, bir uçağı araba niyetine kullanmak, ciddi bir zaman ve emek israfıdır; ve Risale uçağını bekleyen birçok uyanık dimağı, başkalarının dolmuşuna binmeye zorlamaktadır.