Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Asr suresi (2 Kullanıcı)

aldemira

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Kas 2011
Mesajlar
85
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
68
ASR SURESİ


Asr’ı, sıkıp suyunu çıkarmayı, özüne ulaşmayı düşün. Kuranı asr yapmayı, okumayı, anlamayı, ilkelerini kavramayı aklet. İnsana verilen özellikleri, melekeleri, imkanları, zamanı, gelip geçiciliği düşün. Nerden gelip nereye gittiğini, ne için geldiğini anla.
Aksi halde insan hasar içerisindedir. Hüsrana uğramaktadır. İnsanın yaratılışını, tüm melekelerin insana itaatini, ayartıcı melekenin yani Şeytanın ayartısını ve insanın geçici hayatın süsleri karşısındaki zaafını, çoğaltma tutkusunu, geçimlikleri amaç edinerek azmasını düşün. Allahın vaadi gereği insanlığa lütfettiği Kuranın rehberliğine olan ihtiyacını idrak et. Ancak, Kuranı asr edip, suyunu sıkanlar, özüne manasına, ilkelerine, amacına ulaşanlar hüsrandan, hasardan kurtulabilir.
Bunun için, Kuranı özüne, ilkelerine ulaşacak şekilde asr edip okuyanlar, gereğince alaka gösterenler, önem ve öncelik verenler de bu sonuçlara teslim olur, inanır, güvenir, emin olur, yaşarsa kurtulabilir. Kuranın rehberliğine, Allah’a ve öğretisine güvenmek, yaşama geçirmek, tercihlerde bulunurken uygulamakla olur. Her ne olursa olsun bu güvende zaafa uğramamalı, endişe etmemeli ve ümidini yitirmemelidir. Kuran ölçülerini görmezden gelmemelidir.
Kuran ve rehberliği doğrultusunda kendisinden başlayarak, kurbiyet kurarak, ilişki, bağ, tanışıklık, dostluk, sevgi, iletişim köprüsü ve diyalog kanalları oluşturarak tüm insanlığı, güzellikle, en uygun zaman, yer, ortam, söz, tavır ve yöntemle ıslah, değiştirme ve dönüştürme çalışmasında sürekli bulunmalıdır. Hasenat olan, yani kendi dışındakilere yansımayan, hasene olan işleri çok yapmak, gece gündüz hatta devamlı, namaz, oruç vb işleri çokca yapmak değildir. Hasenat olarak anılan bu ve benzeri, insanı kötülükten alıkoyan ve manevi yapısını güçlendiren güzel işlerin yanı sıra, esas rolünün, kulluğun ve ibadetin, ameli salihatta bulunmak, yani tüm insanlığı, düzenleri ve sistemleri değiştirmek, gerçek barışa, kainattaki teslimiyete ulaştırmaktır. Değişim, dönüşüm için Kuranla tanışmaya, ikra yapmaya vesile olmaktır. Kuran terbiyesine ulaştırmaktır. Kuran halkaları oluşturarak bu değişimi ve dönüşümü sürekli hale getirmektir. Gündemi Kuran yapmaktır. Kuranı amaç yapıp, araçları, mal vb her şeyi bu yolda seferber etmektir.
Bu yolda, hep Haktan, gerçekten, adaletten, güzellikten, doğruluktan, Kitaptan yana olmalıdır. Bunları savunmalıdır. Bu değerlerin yanında yer almalıdır. Davasında, yönteminde, usulünde, aracında, bu değerleri gözetmelidir. Hikmetli davranmalıdır.
Bu davada, karşılaşacağı zorluklara, sıkıntılara, engellere, dünyanın cazibeliği geçimliklerine, çekiciliğine, ayartısına, tüm insanlığı peşinden sürükleyip köleleştirmesine, zorbalıklara, tehditlere, baskı ve işkencelere karşı sabırlı olmalıdır. Tahammül göstermeli, dayanmalı, göğüs germeli ve direnmelidir. Mücadelesine devam ederek tüm zorlukları aşmaya ve amaçlarına ulaşmaya çalışmalıdır.
Kuranı sıkıp suyunu çıkaran, özüne ulaşan, bunlara iman eden, bu ilkelere güvenen, bu uğurda tüm insanlığı ıslah ve değiştirmeye çalışan, ameli salihat için uğraşan, bunu yaparken haktan, doğruluktan, güzellikten ayrılmayan ve tüm zorluklara tahammül ederek davasına devam eden, direnen insanlar kurtuluşa, felaha ermektedir.
İnsanlık tarihi, bu surede açıklanan Sünnetullaha uyan örneklerle doludur.
Bu tabloda yer almak isteyenler için buyurun asr’a ve Kuran sürelerine.
Ahmet Aldemir


***


ASR SURESİ ÇALIŞMA NOTLARI

وَالْعَصْرِ
103.1 - Vel asr.
SA - Asr'a andolsun ki,
ASara :Sıkmak, suyunu özünü çıkarmak, hapsetmek, menetmek, vergi vermek yağmurun yağması, usare, öz, asır, yüzyıl, zaman, devir, kasırga,
Bu kelimenin geçtiği 2/266 12/36, 12/49, 78/14 ayetlerde asr sıkmak, suyunu çıkarmak, yağdırmak anlamında yer almıştır.

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفٖى خُسْرٍ
103.2 - İnnel insâne lefî husr.
SA - İnsan ziyandadır.
Hısira:Hasar, zarar, zayi etmek, eksilmek, helak olma

اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
103.3 - İllellezîne âmenû ve amilus sâlihâti ve tevâsav bil haggı ve tevâsav bis sabr.
SA - Ancak inanıp iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler ziyânda değillerdir.
Amene: Güvenmek, emin olma, korkmama, emanet, inanma, iman, inanç

Hakaka: Sabitleme, ispat, gerçekleştirme, hak kazanma, layık olma, uygun olma, denk olma, hak, gerçek, adalet, doğruluk, şeriat, tam, mükemmel, caiz, hikmetli, aşikar, diriliş, hakkıyla, gerçek ilimle, kitap, Allah, hukuk, hırslı, düşkün,
SaleHa: Doğru, salih, sulh, barış, anlaşma, ıslah etme, düzeltme,
SÂLİHÂTI İŞLEMEK: “عملواالصّلحات - amilu’s-sâlihâtı” Sâlihâtı işleyenler” olarak çevirdiğimiz ifade kalıbı Kur’ân’da toplam 62 âyette yer almıştır. Bu kalıbın pek çok meal ve tefsirde olduğu gibi “amel-i salih işleyenler” şeklinde çevrilmesi yanlıştır. “اصلاح - Islâh” sözcüğünden türemiş olan “sâlihât” düzeltmek demektir. “Sâlihâtı işlemek” ise bozuk olan şeyi düzeltmek, düzelticilik yapmak, düzeltmeye yönelik işler yapmak anlamlarına gelir. Diğer taraftan da Kur’ân, bu âyette geçen “hakkı ve sabrı tavsiyeleşme”yi, Bakara Sûresinin 277. âyetinde geçen “namaz kılma ve zekât verme”yi, Hud Sûresinin 23. âyetinde geçen “edep ve gönülden Allah’a boyun eğme”yi belirtilen âyetler içinde ayrı ayrı zikretmek sûretiyle “sâlihât”tan ayırmıştır. Yani “hakkı ve sabrı tavsiyeleşme”, “namaz kılma ve zekât verme”, “edep ve gönülden Allah’a boyun eğme” gibi hasenat, Kur’ân’a göre “sâlihât”tan” sayılmamaktadır. Kur’ân’daki bu hususlar dikkate alınarak “sâlihât” konusunda şunları söylemek mümkündür: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek sâlihâtı işlemek değildir. Ama öğüt verme yolu ile namaz kılmayanı namaz kılar hale getirmek, zekât vermeyeni zekât verir hale getirmek, oruç tutmayanı da oruç tutar hale getirmek, sâlihâtı işlemektir. Bu kavramı toplumsal boyuta taşıdığımızda, bulunduğumuz zaman ve zeminde adlî, idarî, siyasî, iktisadî ve benzeri alanlarda her türlü bozukluğun düzeltilmesi için gösterilecek çaba, yapılacak uygulama, sâlihâtı işlemektir. Bu konuda, “dışa yansımayan işler” demek olan hasenat ile sâlihât arasındaki fark iyi anlaşılmalıdır. Rabbimiz de bu iki konu arasındaki farkı, her bir haseneye on karşılık verirken (En’âm 160) sâlihât karşılığında cenneti vaat etmek sûretiyle çok açık bir şekilde belirlemiştir. (Bakara 25, 82; Nisa 57, 122, 124; Hud 23, İbrahîm 23, Kehf 107 ve daha birçok âyet)HY

Sabera: Sabır, oruç, bekleme, cüret, beka, tahammül, kendini tutma.
SABRI TASVİYELEŞMEK: “صبر - sabr” en geniş anlamıyla aklın ve dinin gösterdiği yolda azimle yapılan mücadele demek olduğu, “katlanmak”, “ses çıkarmamak” gibi pasif eylemlerle herhangi bir ilgisinin olmadığı unutulmamalıdır. Bu konuda gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta, sabrın kesinlikle atalet değil, bir hareketlilik içerdiğidir. Miskin ve uyuşuk bir halde eylemsiz kalarak payına düşen rezillikleri “kader böyle imiş, tahammül etmeli” mantığıyla kabullenmek, M. Akif Ersoy’un da çok yerinde olarak saptadığı gibi asla Kur’ân’da geçen “sabr” sözcüğü ile açıklanamaz: “Aman yarabbi! Kur’ân ne söylüyor, biz ne anlıyoruz! Sabır ‘katlanmak’ değil, ‘göğüs germek’ demektir. Neye göğüs germek? Evet, sonunda katlanılamayacak acılara katlanma ıstırabına mahkûm olmamak için, önceden her türlü şedaide [sertliklere, çetinliklere], her türlü mezalime [zulümlere] mertçesine, insancasına göğüs germek… Fedakârlıkların semtine uğramayarak miskin miskin oturmak, sonra da hissesine düşecek rüsvalığı [rezilliği, kepazeliği] ‘kader böyle imiş, tahammül etmeli’ diye hazma [sindirmeye] çalışmak, hiçbir zaman ’sabır’ sözcüğü ile telif olunamaz [bağdaştırılamaz].” (Doç. Dr. Abdülkerim Abdülkadiroğlu, Nuran Abdülkadiroğlu,Mehmet Akif’in Kur’ân-ı Kerim’i Tefsiri, Mev’ıza ve Hutbeleri , Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları) Gerçekten de Kur’ân “sabr” sözcüğü ile katlanmayı değil, göğüs germeyi kastetmektedir. Göğüs germek ise, içinde bulunulan zorlukların verdiği acılara katlanmak ama aynı zamanda o zorluğu yenmek için onunla mücadele etmek demektir. Dolayısıyla “sabr” sözcüğü, tam bir aktivite, tam bir canlılık ihtiva etmektedir.HY
 

aldemira

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Kas 2011
Mesajlar
85
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
68
sıkıp suyunu özünü çıkarmadıkça
hayatlaşması,
hayat kitabı olması, mümkün mü.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Kimi zaman düşünmeden bilinçsizce söyleniyor da olsa dine tamamen aykırı olan onlarca söz yerleşmiş toplumda. Duyduğunuzda bir anda irkilmenize yol açan, Kuran'a ve dine karşı saygısız üslup içeren sözleri söyleyen kişiyi kesinlikle uyarmak gerekir. Neden yanlış olduğu açıklanmalı ve kişi Kuran'la uyarılmalıdır.

İnsanların en fazla düştükleri hata, yaşamın en ciddi konusu olduğu halde dinin hafife alınması. Din ve dini kavramlar konusunda espri yapmak, fıkra anlatmak ve bu konudaki espri, fıkra ve karikatürlere gülmek çok normal davranışlar gibi görülür. İnternette cennet, cehennem, şeytan kelimelerini arattığınızda karşınıza sayfalarca karikatür ve fıkra çıkar. Dahası muhafazakar olarak bilinen web sitelerinde bile dini öğeler üzerine karikatür ve fıkralar görebilirsiniz. Allah, dini eğlence edinenleri azapla müjdelediği halde, bu tehlikeyi birçok insanın rahatlıkla göz ardı edebiliyor olması hayret vericidir.

[h=2][/h][h=2]Toplumda Yerleşik Kuran Dışı Sözler[/h]İnsanlar arasında ağız alışkanlığı haline gelmiş sözlerden bir kısmını aşağıdaki satırlarda bulacaksınız. Tümü için Rabbimi tenzih eder, yüceltirim.

Bazı kişilerden, "Kuran bugüne cevap vermiyor, geçmişte kaldı" -haşa- sözlerini duyarız. “Kuran’ı çağa uydurma” isteği, gerçekte insanların, Kuran’ı kendi cahiliye sistemlerine uydurma çabasıdır. Kuran bugünle iç içedir; anlatılan her olay karşılaşılacak bir olaydır. O dönemde yaşanmış bitmiş demek Kuran’ın ruhuna aykırıdır.

"Din ve bilim ayrıdır" demek ise tam bir cehalettir. Bilim, üstün güç sahibi Allah’ın yarattıklarını incelemek için vardır. Kuran, insanları bilimsel araştırmalar yapmaları yönünde teşvik eder, pek çok ayetle gökler, yer ve yarattığı her şey üzerinde derin düşünmeye, ‘alim’ olmaya yönlendirir. Allah’ın yarattığı her şey, Allah’ın yüceliğinin ve büyüklüğünün kanıtıdır.

Yukarıdaki çarpık görüşün bir sonraki aşaması bilim ve dinin çatıştığı düşüncesidir. Bilim, evreni ve içindeki varlıkları incelemenin ve Allah'ın yaratışındaki üstünlüğü keşfederek insanlığa açıklamanın yoludur. Dolayısıyla sıklıkla gündeme getirilen bu gibi iddiaların anlamsızlığı da çok açıktır. Dinin, Allah'ın yaratmasındaki detaylara ulaşma yolu olarak benimsediği bilimle çelişebileceği düşüncesi yanılgıdır.

“İslam yüzünden ülkeler bu kadar geri kaldılar" inanışı da son derece cahilcedir. Asr-ı Saadetten bu güne geçen 14 yüzyılın ilk 12'sinde, Müslüman devletler, dünyanın en büyük güçleri arasında yer almıştır. Müslümanların siyasi, askeri, bilimsel, kültürel anlamda geri kalması, geçtiğimiz iki yüzyıla has, "olağandışı" bir durumdur. İslam dünyası bilim, teknoloji, kültür, sanat, düşünce gibi alanlarda, çok uzun süre dünyanın öncüsü olmasına rağmen diğer medeniyetlerden geri duruma düşmüştür. Öte yandan diğer medeniyetlerde üretilen birtakım yanlış felsefe ve ideolojiler de, 19. yüzyıldan itibaren bazı Müslümanları etkisi altına almıştır. İslam'ı temsil etme iddiasıyla ortaya çıkan, ama gerçekte İslam ahlakına tamamen aykırı vahşetler uygulayanlar ise İslam dışı radikallerdir.

Toplum genelinde, "din belli bir yere kadar yaşanır, aşırıya kaçmamak gerekir" gibi Kuran dışı bir mantık yerleşiktir. Allah, “Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.” (İnşirah Suresi, 7) buyururken, "aşırı"dan kastedilen ne kadarıdır ve bunun kıstasını insan mı koyacaktır? Kuran'da tarif edilen mümin modeli, Allah'ın hoşnutluğunu ve sevgisini bütün kişisel çıkarların üzerinde tutan, ahretine yönelik ciddi bir çaba içinde olan samimi ve dürüst insan karakteridir.

"Din başka, dünya işleri başka" diyerek günün 23 saatini Allah'tan uzak yaşayan kimi insan, 1 saatten az bir vaktini namaz kılmaya ayırır ve bununla kendini yeterli görür. Oysa insanın ibadetleri, hayatı ve ölümü, tümü Allah içindir.

"Bu yaşta din yaşanır mı? Yaşlanınca nasılsa köşene çekilir, ibadetini yaparsın, hacca gidersin" gibi sözler de Kuran'a terstir. Kuran yalnızca yaşlıları değil, iyi ve kötüyü ayırt edebildiği, aklı olgunlaştığı ve şuuru açıldığı yaştan itibaren her insanı muhatap alır. Ve her insan ölene kadar Kuran'dan sorumludur. Dahası yaşlıkta acz vardır. İbadete yönelme vakti gençliktir.

"Allah neden kötü ve zarar veren şeyler yaratıyor?" diye sorar birçok insan. Kuşkusuz en önemli sebeplerden biri, insanın dünya hayatında zorluk ve sıkıntıyla eğitilmesidir. Allah merhamet edenlerin en merhametlisidir ve dünya hayatındaki eksiklikleri göstererek, insanları ahiretteki sonsuz azaba karşı uyarıp korkutur. İnsan böylece aczini ve Allah'ın yardımına ne denli muhtaç olduğunu daha iyi kavrar, verilen nimetlerin önemini daha iyi takdir eder. İmtihan anında ise iman eden ve etmeyen insanlar birbirinden ayrılır. Zorluk yaşayan kişi samimi iman sahibiyse sıkıntı duymaz, sabreder, tevekkül eder. Sıkıntısını giderecek olan Allah'tır; O'ndan yardım diler. Bu, iman sahibinin eğitim sürecidir.

Dini tam olarak yaşamayan birçok aile çocuklarına Allah'ı -haşa- “Allah Baba” olarak tanıtır. Adeta Hıristiyanlıktaki teslis (üçleme) inancına benzeyen bu ifade, Kuran ve İslam dışıdır; dine uygun olmayan bir üsluptur. Çocuk bu şekilde yanlış olarak yönlendirilmiş olur.

"Her şeyi Allah yarattı, peki -haşa- Allah'ı kim yarattı" gibi çarpık mantık ürünü sorularla ise bir yere varılamayacağı açıktır. Çünkü bu soruların sonu gelmez. Allah yaratır, yaratılmaz.

Allah'tan çok uzak yaşadığı halde kimi insan "Allah nasılsa bağışlar" diyerek hata ve günahlarına devam eder. "Allah, yarattığı kuluna azap etmez" düşüncesindeki bu kimse, "Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım." (Kehf Suresi, 36) ayetinde söz edilen kişi gibi ahirette iyi bir yerde yaşayacağını zanneder.

Bir soruya verilen "İnşaAllah" cevabı genellikle olumsuz anlamda anlaşılır. Karşılığında "İnşaAllahı, maşaAllahı yok" der kimi insan. Oysa inşaAllah, Allah dilerse anlamındadır ve Rabbimiz bir iş yapılmadan önce bu kelimenin söylenmesini emreder.

Birçok insan da, "cehennemde biraz yanıp cennete girerim" diyerek cehennemi hafife alır, günah işlemeyi kendine meşru görür. Oysa "... kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.” (Bakara Suresi, 81) Parmağının ucu yandığında bile acı duyarken, insanın, cehennem konusunda bu denli çirkin cesaret sergilemesinin asıl nedeni ahrete kesin bilgiyle iman etmiyor olmasıdır.

"Bu kadar günah işleyen insan var, cehennemde bana yer kalmaz" diyerek kendini rahatlatan kişilerin ise bilmedikleri bir şey vardır: "O gün cehenneme diyeceğiz: "doldun mu?" O da: "Daha fazlası var mı?" diyecek. (Kaf Suresi, 30) İlginç olan, kendince dar bir mekan olduğu için cehenneme girmeyeceği tahmininde bulunan kişinin, aynı şeyi cennet konusunda düşünmemesidir.


FUAT TURKER
 

aldemira

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Kas 2011
Mesajlar
85
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
68
asr, kuranı içselleştirmektir.

elmalılı!nın dediği gibi sıkıp suyuna ulaşmaktır.
ilkelerini hayatlaştırmaktır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt