RE: MEHMET'İM
RE: MEHMET'İM
Adı; Salih, Hasan, Şahin, Hüseyin, Ahmet, olup da Mehmet ismiyle bütünleşmiş olan şehidim…
Adettir bizde, asker uğurlarken gözyaşı dökmek. Gelenektir, görenektir ağlamak; vatana kurban diye gönderilen kınalı kuzuya.
Nice gözyaşı döktüm ardından Mehmetçiğim. Uykusuz gecelerin esiri oldum sen yokken. Hep geleceğin günün hasretiyle yandım tutuştum. Ve bir sabah bir feryat yankılandı sokaklarda ve bulunduğum odanın duvarlarına yığılıverdi acı bir yutkunma. Bir yangın körüklendi bağrımda. “ Öldü” dediler, Mehmetçiğim öldü. Bilemediler kınalı kuzum, bilemediler. Bilemediler askerlerin ölmediğini ve bilemediler şehitlerin cennetlere yol aldığını. Bir yanım katran acılığındaki yutkunmaların yanıklığıyla yanarken, bir yanım gül kokularının rayihaları içindeydi.
Ben sana öldü demem, diyemem şehidim. Bizler biliriz ki Allah yolunda ölenlere ölüler denmez. Vatan için, millet için göğsünü siper etmek Allah yolunun bir parçası. Bu sebeple sen bir yandan gözlerimiz önündeki manzarada kutsal bir anıt gibi canlanırken, diğer yandan bitimsiz bir bahar ülkesine doğru güvercinler misali kanatlanıverdin.
Gerçi vatana kurban olasın diye kınalamamış mıydık seni şehidim. Ama şunu bilsin ki âlem; ölürse ten ölür, canlar ölesi değil.
Şimdi, gönderdiğin son mektubunla yatıp, yeni gelivermiş gibi yine son mektubunla kalkıyorum. Hani demişsin ya mektubunun son satırında : “ Şehitlik kaderde varsa toprağımı çiçeksiz bırakma.” Senin mezarın yok ki toprağın olsun. Toprağın yok ki üstünde çiçekler tomurcuklansın. Senin yattığın yer kabir değil ki her geliş geçişte selamlayalım. Sen; görünen mezarların, toprakların, çiçeklerin çok ötesinde ancak benzetmelerle anlatabildiğimiz âlemlerin baş konuğusun. Bu yüzdendir; mezarını mezar, toprağını toprak, toprağının üstündeki çiçekleri çiçek olduğunu kabul etmeyişim. Sarıldığın bezler kefen değil şehidim; uğuruna can verdiğin, rengine vesile olup kan döktüğün bayrağındır senin.
Seni andıkça Sarıkamış şehitlerini düşünüyorum. Onlar kar altında kemikleri sızlatırcasına bir soğukla cedelleşirken, memleketleri kor altındaydı. Ardından Samsun' da kırgın, da rgın bir vapurun demir atışı takılıyor bakışlarıma. Sonra, sonra kız mı erkek mi olduğu tam olarak ayırt edilemeyen tiz bir sesle, belki on beşine basmamış bir Mehmetçiğin diliyle söylenen
“Hey on beşli on beşli” mırıltıları geliyor kulağıma. Ardından bir Anadolu ağıdının içli nağmeleri ile bir ses yayılıyor siperlere.
“Çanakkale içinde bir uzun çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı
Of ! Gençliğim eyvah! ”
Kolay değil elbet ömrün baharında “ of” çekmek. Bilirim ki senin of çekişlerin bir anlık bir sitemdir. Bilirim ki senin bakışların ötedeki âlemlerin manzaraları ile renklidir. Bilirim ki sen ölüm ile ölümsüzlüğe niyet etmiş bir askersin Mehmetçiğim. Senin üzüntün bahar misali gençliğinin bitmesinden değil, bir daha bu topraklar üstünde vatan, millet deyip seni soluklayacak bizim gibi gençlerin olmama ihtimalini düşünmendendir.
Dalıp gittiğim hayallerde çirkin bir gemi yanaşıyor Çanakkale' nin boğazına ve boğazım sıkılmış gibi nefessiz kalıyorum sanki. Hemen bunların ardından mavi göklerin özgürlüğünden daha geniş bir neşe ile mavi bir bakış ümit oldu ve sen bir güneş gibi doğdun her türlü çaresizlik surlarının üstüne.
Sen şimdi rahat uyu şehidim. Gözlerin arkada kalmasın sakın. Bir tereddüt duyup da için sızlamasın. Senin memleketin kor altında değil şimdi. Bu toprak, bu memleket senin yolundan gidildikçe hep korunacak. Allah sevgisi kalbimizde oldukça, kalbimiz vatan ve millet için çarptıkça, senin dev gibi duruşun her an karşımızda durdukça, Çanakkale' de kovulan ümitsizlik bize yaklaşmadıkça emin ol dünya yıkılsa vatan kalesi sarsılmaz. Senin memleketin daha nice şiirlere, kahramanlıklarınla örülmüş nice marşlara konu olacak. Yüreklerde yaşayan sen, bizi terk etmedikçe nice Hasanlar, Hüseyinler, nice Ahmetler, Mehmetler ve nice Şahinler, Kâmiller, Gaziantepliler her dizenin bir nağmesi olacak. Bir çağı kapatıp bir çağı açan İstanbul surlarında parlayan bir şehitlik destanı, bugün farklılaşan dünyada kalemlerin ucunda, defterlerin ciltlenmiş sayfalarında yine can bulacak seninle.
Sen şimdi rahat uyu şehidim. Her ağaç köklerinden alır can suyunu. Benim susuzluğum ancak seninle gider. Madem bir ağacın yağmur damlalarına yakın olması gibi yakınız biz birbirimize, o zaman tasa edip endişe duymak niye?
Sen şimdi rahat uyu şehidim ve korkma. Ne bu vatan başkasının olacak, ne de sizler unutulacaksınız. Sen en küçük tereddüdün ihtimalini dahi taşıma içinde. Bu yurt, bu toprak, bu memleket bizim. Bilmese söyler miydi hiç Mehmet Akif “ Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” diye. Söyler miydi hiç bir bildiği olmasa.
Şimdiye kadar dalgalanan bu al sancak nasıl vücut bulup dalgalandıysa nazlı nazlı, bundan sonra da dalgalanacaktır bakışları bulanık olanları kıskandırırcasına. Bilirim ki onun dalgalanışı senin gözüne görünmek içindir. Bilirim ki onun dalgalanışı bizlere sizi unutturmamak içindir. Bilirim ki onun dalgalanışı cennet esintilerini bizlere şehitlerden alarak cennet misali bu vatana taşımak içindir.
Bilirim, Allah için ölenler ölü değildir. Bilirim, ten ölür can ölesi değildir. Bilirim senin toprağından can suyunu aldıkça bu memleketin evlatları vefasızlık edecek değildir. Bilirim senin ruhun bir anıt gibi durdukça karşımda bu vatan sarsılacak değildir. Bilirim Sarıkamış' ın soğuğunu sarıp sarmalayarak ılıklaştıran, Kocatepe sırtlarına atılan şarapnellerin kor ateşini serinliklere çeviren bayrağımız dalgalandıkça vatan ihanet ve korkulara teslim edilecek değildir. Bilirim “ Türk evladı ecdadını tanıdıkça daha büyük işler başarmak için kendinde güç bulacaktır.”
Sen şimdi rahat uyu şehidim. Senin cesaretin, senin vakarın, senin ruhun, senin heybetin, senin bakışların, senin yiğitliğin hâlâ bizlerin içinde. Sen bizimle olduğun kadar biz de seninleyiz. Keşke sana “ ruhun şad, mekânın cennet olsun” diyebilseydim. Bu nu söyleyerek belki şanına küçük bir iltifat etmiş olurdum. Ama bu iltifat etme hakkı verilmemiş bana. Çünkü zaten şehitlerin ruhu şad yeri de cennettir.