RE: anlayamadığım bir şey var
Kâinatta tesadüflere yer yoktur
Sual: Evrende her şeyin kendiliğinden, tesadüfen olması mümkün müdür?
CEVAP
Bu bilgileri şu anda bilgisayarla yazıyoruz. Bu aletin kendiliğinden olduğunu, bir ustasının olmadığını söylemek kadar anlamsız söz olmaz. Kâinattaki diğer şeyler de böyledir. Bu muazzam kâinat, tesadüfen olabilir mi? Basit bir örnek verelim. Bilgisayarın klavyesindeki tuşlara rastgele bassak, acaba anlamlı bir cümle meydana gelebilir mi? Peki bir sayfa yazacak kadar tuşlara rastgele vursak veya bir kitap olacak kadar tuşlara bassak, anlamlı, konusu olan bir kitap meydana gelebilir mi? Bunu biz yaparsak, anlamsız da olsa bir kitap dolusu yazı meydana gelir. Peki, klavye hiçbir etki olmadan kendi kendine çalışıp, anlamı ve konusu olan bir kitap yazabilir mi?
Bir kayık yapıp denize açılmak istesek, önce odun bulmamız, sonra bundan tahtalar çıkarmamız, bunları belli birer ölçüde keserek çivilerle çakmamız gerekir. Sonra küreklerle çekerek istediğimiz yere gidebiliriz. Acaba tahta, çivi, keser, usta gibi şeyler olmadan, kayık kendiliğinden meydana gelir mi? Kendiliğinden istenilen yere gider mi? Yani, bir ağaç kendiliğinden oldu, kendiliğinden kesildi, kalaslara bölündü. Bu kalaslar kendiliğinden çivilenip kayık oldu. Bu kayık, kendiliğinden bir deniz buldu. Kürekler kendi kendine çekiliyor, kayık kendi kendine yüzüyor, rotasını biliyor ve istenilen yere gidiyor. Bunun olması mümkün mü?
Bugün robotlar yapılıyor. Muazzam işler yapıyorlar. Bu kayık örneğini bir robot yapabilir. Ama bu robotu da bir yapanın olması gerekiyor. Yani kendiliğinden olması mümkün olmuyor.
Kitabın, kayığın, bilgisayarın tesadüfen meydana geleceğini kabul etmeyen kimse, baştan başa bir sanat eseri olan bu muazzam âleme tesadüfen yaratıldı diyebilir mi? Yahut şuursuz, cansız tabiat yaratmıştır diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına şeksiz, şüphesiz inanmaya mecbur kalır.
Bunların hangisi tesadüftür?
Kâinata bakılınca, her şeyin bir düzen içinde olduğu, hiçbir şeyin başıboş olmadığı görülür. İnsanların fezada saatte 1600 km. hızla dönmekte olan, içi ateş dolu bir gezegen olan dünyanın üzerinde, yalnız yer çekimi kuvveti ile kalarak yaşaması ne büyük bir harikadır. Bunu tesadüfe bağlamak ne kadar yanlıştır.
İnsan kendine baktığı zaman, bir damla sudan, göz, baş, kan, sinir gibi vücudunun bütün organlarının ve akıl ve ruhunun yaratılmış olduğunu görür. Bunu kendisinin yaratmadığını, bir yaratıcının bulunduğunu zaruri olarak bilir. Tesadüfen muazzam bir vücudun meydana geldiğini düşünmek akla uygun olmaz. Vücuttaki organların yerli yerinde yaratılışını, hiçbir uzuvda eksiklik ve fazlalığın bulunmayışını görür ve bunları yoktan yaratanın kudretini anlar.
Işık saçan Güneş, en uygun ısı ile bitkilerin yetişmesini, bazılarının içinde ise, kimyasal değişikler yaparak un, şeker ve daha nice gıda ve deva maddelerinin meydana gelmesini temin eder. Halbuki, dünya kâinat içinde ufacık bir varlıktır.
Güneş etrafında dönen gezegenlerden meydana gelen ve içinde dünyanın da bulunduğu güneş sistemi, kâinat içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek çok sistemlerden sadece biridir. Güneşin ışınlarının, 150 milyon km uzağındaki dünyaya ancak milyarda biri gelmektedir. Sadece bu kadar bile arz-atmosfer makinesini çalıştırmaya yetmektedir. Yani bütün canlıların hayatiyetlerini devam ettirebilmeleri mümkün olabilmektedir.
Güneşin sıcaklığı, sathında 5500, merkezinde ise 20 milyon dereceyi bulur. Dünyanın güneşe olan mesafesi, bizim ihtiyacımız olan sıcaklığı alacak kadar ayarlıdır. Eğer dünyanın güneşe olan uzaklığı daha fazla olsaydı, dünyaya daha az ışık gelir, soğuktan hiçbir canlı var olamazdı. Dünya, güneşe daha yakın olsaydı, bu sefer de sıcaklıktan hiçbir canlı var olamazdı. Buna tesadüf denebilir mi?
Atmosferde bulunan su buharı, radyasyon kaybından ötürü geceleri yeryüzünün aşırı soğumasını, sebze ve meyvelerin donmasını da önler. Gece ile gündüz arasında çok aşırı sıcaklık farkı da görülmez. Toprak üstündeki su, ya buharlaşarak havaya geçer, yahut toprak altına sızarak, yer altı sularını meydana getirir. Suyun en önemli kaynağı okyanuslardır. Dünyanın dörtte üçü su ile kaplıdır. Su bu kadar geniş alana yayılmakla kâfi buharlaşmayı sağlar, yağış rejimini düzenler. Eğer, okyanusların dağılımı şimdiki gibi yaygın olmasaydı, yağmurda önemli ölçüde bir azalma görülür, neticede, şiddetli bir kuraklık hüküm sürerdi. Okyanuslardan buharlaşan su, sadece okyanuslar üzerine düşmez. Su buharı olarak havaya karışır ve üst atmosferdeki kuvvetli rüzgarlarla dünya üzerine dağılır, böylece ihtiyaç duyulan nem, değişik bölgelere kadar ulaşır. Her bölge, az veya çok suya, rahmete kavuşur.
Her madde, ısınınca hacmi büyür, soğuyunca küçülür. Fakat su, +4°C den itibaren soğursa hacmi genişler. Suda bu özellik olmasaydı, deniz ve göllerde buz haline gelen su tabakası dibe çöker ve bu olay 0°C ve daha düşük sıcaklıkta tekrarlanarak neticede suların buz tabakaları yığını haline gelmesine sebep olur, böylece buradaki bütün canlılar ölürdü. Suyun böyle bir özelliğe sahip olması bir tesadüf müdür? Suyun bu özelliğinin de bir gaye için olduğu görülür. Bir gayeye hizmet eden sebep ise tesadüf olamaz.
En büyük iplik fabrikalarının, modern makinelerle yaptığı ipek, küçük bir ipek böceğinin yaptığı ipek randımanının çok altındadır. İpekböceği gibi hangi modern fabrika, ağaç yaprağından sağlam kumaş imal edebilir? İpekböceğine dut yaprağı yemesini, ondan ipek imal etmesini kim öğretmiştir?
Aynı toprakta yetişen limon ekşi, portakal tatlı olur. Topraktan aynı gıda ve aynı suyu aldığı halde soğan acı, karpuz tatlı oluyor. Rengarenk çiçeklere, mesela menekşeye bakılınca, çeşitli renklerin bir yaprak üzerine işlendiği görülür. Böyle akıl almaz derecede mükemmel ve muazzam eserleri hikmetli bir şekilde ancak sonsuz bir kudret sahibi yaratabilir. O da elbette Allahü teâlâdır.
Hayvanların özelliklerini hiç incelediniz mi?
Allahü teâlâ, sayısız hayvan yarattı. Bir kısmının zararından emin olmak, bir kısmının da insanlara itaat etmesi için, onlara akıl vermedi. Mesela bir çocuk, bir koyun sürüsünü güdebilir.
Et yiyen hayvanların kolay avlanabilmeleri için, onlara sıçrama kabiliyeti, parçalayıcı dişler ve pençe ihsan etti. Av veya polis köpeğini insanların menfaatine uygun kabiliyette yarattı. Bazı hayvanları binmeye ve yük taşımaya elverişli, bazılarının etinden, sütünden, derisinden, yününden, yumurtasından, kemiğinden, dişlerinden istifade edilecek özellikte yarattı. Nesillerini devam ettirebilmeleri için her hayvanın cinsine göre en uygun şekilde üreme organlarını da yarattı.
Fil, hortumu sayesinde yerden bir şey alıp ağzına ****ürür. Filin hortumu su içmeye mahsus bir kap, yiyeceklerini toplayıcı bir el, nefes alacak bir burun, sırtına yük yükleyecek bir kol, ağırlık kaldırıcı bir vinçtir. Allahü teâlâ, fili binicilerinin faydalanacağı bir vasıta olarak yaratmış, ayrıca özel anlayış kabiliyeti de vermiştir. Bu sayede ehlileştirilip yük taşır ve harpte kullanılır.
Zürefa, yüksek yaylalarda, kayalık, ağaçlık yerlerde yaşar. Cenab-ı Hakkın kendisine ihsan ettiği uzun boynu sayesinde diğer hayvanların yetişemediği, çıkamadığı yüksek yerlerdeki otlardan, ağaçların tepesinden rızkını temin eder.
Balık suda yaşar. Allahü teâlâ, balıkların suda kolayca gidebilmeleri için yüzgeçler yaratmıştır. Suda boğulup ölmemeleri için akciğer yaratmamıştır. Su içindeki oksijeni alabilecek solungaçlar yarattı. Balığın ayağı olmadığı halde suda çok süratli hareket edebiliyor. Deniz üzerinde uçan kanatlı balıklar da vardır. Mürekkep balığı tehlikeyi sezdiği zaman, derhal bir boya ifraz ederek görünmez olur, nereye gittiği anlaşılamaz.
Bukalemun, hareket kabiliyeti az olduğu için düşmanlarından kaçamaz. Fakat Allahü teâlâ buna renk değiştirme hususiyeti vermiştir. Çevreye kolaylıkla uyar. Kırmızı, yeşil veya sarı renge bürünebilir. Bulunduğu yerin rengine uyarak, kamufle olur, düşmanlarından korunabilir. Gözleri her tarafa dönebilecek şekilde yaratılmıştır. Bir gözüyle karşısına bakarken, öteki gözüyle de arkasını görebilir. Öyle ki, avını veya düşmanını başını çevirmeden görebilir. Vücudunun uzunluğu kadar dili vardır. Arkasındaki avına kolayca ulaşabilir, dilini bir ok gibi fırlatır. Dilinin ucu yapışkan olduğundan avını hemen yakalar. Dilin ucundaki yapışkan kısma isabet eden avın kurtulma ihtimali yoktur. Her hayvana rızkını ve düşmanı için silahını yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
Karınca, topladığı danelerin yerdeki nem sebebiyle yeşerip bitmemesi için daneleri parçalar. Islanan danelerin çürüyüp bozulmaması için de dışarı çıkarıp kurutur. Sellerin zarar vermemesi için yuvasını yüksek yere yapar. Allahü teâlâ, cemiyet halinde yaşamayı, yardımlaşmayı, kış için azık toplamayı karıncaya ilham etmiştir. Bu ilhamı veren cenab-ı Hakkın şanı çok yücedir.
Arı da cemiyet halinde yaşar. Her grup kendisine bir başkan seçer. Eğer ikinci bir başkan çıkarsa onu öldürürler. Arı dışkılarını balın içine koymaz. Dışarıya bırakır. Uzak yerlere gidip dolaştıktan sonra şaşırmadan kovanını bulur. Balın imalini, yapısını, faydalarını, bal mumunu, peteklerin altıgen şeklinde yapılışını anlatmak için kitap yazmak gerekir. Akılları durdurucu duyguları arıya ilham eden Allahü teâlânın hikmetlerini anlamak ve anlatmak mümkün müdür?
Karasinek, altı ayaklı olarak yaratılmıştır. Dördü ile yürür, ikisi yedektir. Yürüdüğü ayakları çamurlanırsa yedek ayakları ile bunları silip kurular.
Örümcek, yuvasını yapmak ve avına tuzak kurmak için ağ deposu ile yaratılmıştır. Kurduğu ağ, sineklerin ve bazı böceklerin ayaklarına takılır. Örümcek, tuzağa yakalanan haşereyi, sıvı bir madde ile etrafını sararak, her an taze yiyebilmek için onu konserve haline getirir. Acıkınca biraz yer, sonra yediği yeri mumyalar. Bütün bu işleri örümceğe ilham eden Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
İpekböceği gibi hangi modern fabrika, ağaç yaprağından sağlam kumaş imal edebilir? İpekböceğine dut yaprağı yemesini, ondan ipek imal etmesini ilham eden Allahü teâlâ, insanların istifadeleri için neler yaratıyor. İpekböceği, zamanla kelebek olur. Eğer kurt [larva] halinde kalsalardı, üremeleri mümkün olmazdı. Bunlar tesadüf mü?
Ayaksız yürüyen yılan, su içer, inek de su içer. Aynı su, birinde zehir, birinde süt olur. Kaplumbağa tehlike görünce büzülüp taş haline gelir, kirpi de keven dikeni gibi büzülür. Ateş böceği ışık saçar.
Tahtakurusu, kan emmek için duyargasının ısı ve koku alma yolu ile kan emeceği insanı tanır. Çünkü böceğin duyargası hassas bir antendir. Bununla, hafif bir ısının yol açtığı hava dalgasını fark eder. Kanını sevdiği bir insanın etrafına birkaç sıra kanını sevmediği kişilerden barikat kurulsa, tahtakurusu hepsini geçip kanını sevdiği insana gelir. Kiminden kaçar kimine koşar. Küçücük böceği böyle bir hisle yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
Çölün şartlarına en uygun hayvan
Her hayvan ve her vasıta çöldeki kuma batmadan kolaylıkla gidemez. Çölde her zaman su bulmak güçtür. Kavurucu sıcaklar su kaybına, terlemeye sebep olur. Allahü teâlâ, çölün şartlarına uygun bir hayvan yaratmıştır. Bu acaip hayvan devedir. Ayaklarının tabanı yastık gibi yumuşak olduğundan, diğer hayvanların aksine kuma batmaz.
Deve, uzun müddet yiyip içmeden yaşayabilen bir hayvandır. Çölde aç kalan deve, vücudundaki yağları yakarak lüzumlu gıdasını temin eder. Hörgücü yağ deposudur. Uzun çöl yolculuğunda yedek gıda deposu olan hörgücünün yavaş yavaş azaldığı görülür. Böylece kendi kendini besleyebildiği için açlık deve için bir mesele sayılmaz.
Devenin, ikinci mühim hususiyeti de susuz yaşayabilmesidir. Kızgın kumlar üzerinde ağır yükün altında bir hafta su içmeden yol alabilir. Bu şaşılacak bir özelliktir.
Devenin yağ deposu olan hörgücü aynı zamanda bir su kaynağıdır. Bilim adamlarının aklının alamadığı kimyevi hadiseler neticesinde, hörgüçteki yağ suya da dönmektedir. Yağ, hem gıda, hem de su ihtiyacını karşılamaktadır.
Nemli bir yere çöken deve, ihtiyacı olan suyu, yerin neminden alır. Tüyleri, güneşin sıcaklığını yansıtabildiğinden, sıcağın yakıcı tesirinden korunarak su ihtiyacı hissetmez. Devenin başka bir özelliği de, vücuttaki suyun kaybolmaması için hemen hemen hiç terlemeyecek şekilde, kum fırtınasında kumların burnuna kaçmaması için burnu hemen kapanacak şekilde yaratılmıştır.
Otlarken dilini çıkarmadığı için su kaybı daha az olur. Az idrar çıkarır. İdrardaki ürenin çoğu yeniden protein yapılarak hem gıda, hem de su kazanmak için karaciğerinden geçer. Bütün bunları yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
Kendilerine mahsus silahları var
Her hayvan neslini devam ettirecek şekilde yaratılmıştır. Düşmandan korunacak, avını yakalayacak silahı vardır. Mesela bir cins çekirge düşmanı saldırınca, çok kötü kokulu ve zehirli köpük fışkırtır. Düşmanı saldırmaktan vazgeçmek zorunda kalır. Bir cins hamamböceği de, düşmanına karşı çok sıcak bir sıvı fışkırtır.
Memeli hayvanlar içinde uçabilen tek hayvan yarasadır. Ses dalgalarına karşı muazzam hassastır. 200 bin frekanslı sesleri rahatlıkla duyar. Halbuki insan, azami 20 bin titreşimi ses olarak duyar. Karanlık gecede rahatlıkla bir yere çarpmadan uçar. Uçarken, kanat çırparken insanların duyamayacağı yüksek frekanslı sesler çıkarır. Bu sesler bir cisme çarpınca hemen yarasaya geri akseder. Yarasa bu cisimlerin hareketli veya sabit olduğunu anlar. Ona göre vaziyet alır. Bu sayede avını yakalar, düşmanından kaçar.
Yarasa, dinlenirken baş aşağı durur. Kanatları ile vücudunu öyle örter ki, yağan yağmurlar kanatları üzerinden aşağı akarak vücudu ıslatmaktan korur. Kapalı yerlerde de tavana yapışıp baş aşağı durur.
Yarasa, bazı hayvanlar gibi, kışlık yiyeceği koyacak yer bulamaz. Kışın aç kalmamak için Allahü teâlâ bu çeşit hayvanlara kış uykusu ihsan etmiştir. Yarasa, kış uykusu esnasında vücudundaki yağı azar azar tüketir. Yağ tabakası aynı zamanda hayvanın üşümemesini sağlar.
Yarasanın bir kısmı sivri sinek ve mahsule zarar veren böcekleri yer. Bir kısmının gübresinden istifade edilir. Gübresi ziraat dışında, barut yapmak için güherçile imalinde kullanılır. Her hayvanın yaşaması için çeşitli imkanlar yaratan ve hayvanlardan çeşitli şekilde istifade sağlayan hikmet sahibi Rabbimize hamd olsun!
Kuşlardaki ilginç özellikler
Allahü teâlâ, her kuşun kolayca uçabilmesi, gıdasını toplayabilmesi, soğuktan, sıcaktan korunması, kendini savunması ve üremesi için muhtaç olduğu her şeyi en uygun şekilde yaratmıştır. Mesela, yerde yürüyebilmesi, uçuş için yerden yukarıya yükselmesine ve yere konmasına yardımcı olması için kuşları iki ayaklı yaratmıştır.
Fazla soğuk ve sıcaktan etkilenmemesi için kuşun vücudunu tüylerle kaplı olarak, ayak derilerini de kalın ve dayanıklı olarak yaratmıştır. Kuşların ayak derileri de tüylü olarak yaratılsaydı, çamura girince çamur tüylere yapışıp uçuşa mani olurlardı. Uçuş esnasında tüylerin kolay kopup kuşların çıplak kalmamaları için deriye çok sağlam raptetmiştir. Bunun gibi, yağmurdan etkilenmeyecek biçimde tüyleri kaygan bir özellikte yaratmıştır.
Kuşlardaki kanatların hikmetini düşünmeye çalışmalıdır! Kalın tüyleri tutan kemiğimsi çubuk olmasaydı, tüyleri bütün vücutta kıl gibi bitseydi, rüzgara karşı mukabele edemezdi. Tüyleri tutan çubuk kalın olduğu halde içi boş olduğundan uçuşa mani değildir. İçi boş olduğu için de kolay kolay kırılmaz.
Leylek gibi uzun ayaklı kuşların suda kolayca gıdalarını almalarını sağlamak için boyun ve gagalarını da uzun yaratmıştır. Ayaklar uzun olduğu halde boynu kısa olsaydı veya ayakları kısa olduğu halde boynu uzun olsaydı gıdalanmaları mümkün olmayacak kadar zor olurdu. Mesela gagası kısa olsaydı, su içinde boğulabilirdi.
Allahü teâlâ, her cins kuşa, beslenmelerine uygun şekilde gaga yaratmıştır. Gaga, keskin olduğu için bıçak vazifesini görür. Gaga ile parçalanıp yenen şeyler, karındaki yüksek ısı sayesinde gayet ufak olarak öğütülür, böylece dişlere lüzum kalmaz.
Cenab-ı Hak, kuşların üremesini yumurta ile yarattı. Eğer yavrusunu karnında yaratmış olsaydı, bu hâl, kuşun uçmasına mani olurdu. Kuluçka müddeti boyunca yumurtaların üzerinde yatması kuşa ilham olunmuştur. Güvercinler, kuluçkadaki yumurtalar soğuyup bozulmasın diye biri çıktığı zaman diğeri ona vekalet ederek kuluçka müddetince nöbetleşe yumurtalar üzerinde yatıyorlar. Sanki bu tedbir kalkınca yumurtaların bozulacağı kendilerine öğretilmiştir. Kuşlara bunları kim öğretmiştir? Bütün bunlar tesadüfi şeyler değildir. Cenab-ı Hakkın kudretinin tezahürüdür.
Leylekler, Anadolu’dan kalkıp Afrika’ya göç ediyorlar. Göç sadece leylekler arasında değil, başka kuşlar arasında da meydana gelmektedir. Turna ve kırlangıç gibi Amerika’da ötleğen denilen kuşları, Kanada’daki yazlık yuvasını terk ederek, dağ, orman ve nehirler aşarak 4-5 bin km.lik bir seyahatten sonra Güney Amerika’daki kışlıklarına ulaşırlar. Üç gün, geceli gündüzlü hiç durmadan kafile halinde uçarlar.
Göçmen kuşlar, uygun rüzgarlar bulabilmek için yerden 6 km yukarılara kadar çıkarlar. Yiyecek bulmak ve soğuktan korunmak için göç ederler. Seyahate çıkmadan önce vücutlarına yağ depo ederler. Yağın, aynı miktardaki protein ve karbonhidrata göre iki misli enerjiye sahip olması, kuşlar için en iyi bir yakıt olmasına sebeptir. Kuşlar, eski yuvalarını bulmak için Güneşi pusula olarak kullanırlar. Sisli ve bulutlu havalarda ise, yerin manyetik sahasını, geceleri ise yıldızları pusula olarak kullanırlar. İnsanlar frekansı 16000den az olan sesleri işitemediği halde, kuşlar rahatça işitebildikleri için yollarını kolayca bulabiliyorlar.
İnsanlar, mevcut olan yerçekimi kanununu 17. asırda öğrenmişken, kuşların, asırlardan beri yerin manyetik alanıyla çekim gücü arasındaki açıyı ölçerek yönlerini tayin etmeleri bir tesadüf olamaz. Kâinatta tesadüflere yer yoktur. Her şey kudret sahibi Yüce Rabbimizin yaratmasıyla meydana gelmektedir.
Hayvanların yavru sevgisi
Yırtıcı kuşlar ve bazı hayvanlar yavrularına hiçbir zarar vermeden uzak yerlere ****ürürler. Yarasalar emin yer bulana kadar 2-3 gün yavrularını sırtlarında taşırlar. Aksilokop hayvanı yumurtladıktan hemen sonra ölür, yavrusunu hiç görmez buna rağmen yumurtadan çıkacak yavrusuna gösterdiği ihtimam dikkate şayandır. Yavrusu bir sene gıdasını temin etmeye muktedir değildir. Bundan dolayı anne, bir ağaç parçasında uzunca bir oyuk meydana getirir. Çiçek yapraklarını ve bazı yumuşak dalları buraya doldurmaya başlar ve oraya bir yumurta bırakır. Sonra ağaçtan çıkardığı tozları hamur haline getirip tavan yapar. Bundan sonra başka bir yuva yapmaya koyulur. Buraya bıraktığı yiyecekler, bu yavruya tam bir sene yeter.
Eşek arısı toprakta kazdığı çukura yumurtasını bırakmadan önce avladığı hayvanları da yumurtanın yanına bırakır. Sonra üstünü örter.
Yapılan araştırmalarda, bir serçenin yeni çıkmış bir yavrusu için günde 1217 kere gıda aramak için sefer yaptığı tespit edilmiştir.
Yavrularının kaybolması üzerine hayvanlardaki üzüntünün, araştırmalara göre insanlardan daha çok olduğu tahmin edilmektedir.
At, yavrusu öldüğünde acı acı kişner, gözlerinden yaşlar akar, ölüsünün başına kimseyi yaklaştırmaz. Gömdükten sonra başında bekler. Yemeden içmeden kesilir. Bazılarında bu üzüntü, ölümle neticelenir.
Tavuk, kaz, köpek gibi hayvanların yavrularını vermemek için insanlara saldırdığını, kedilerin, yavrularını ağızlarına alarak, onları incitmeden ****ürdüklerini görenler çoktur.
Yaban domuzu avında, domuzların, yavrularını bırakıp kaçmadığı, bilakis, yavrularını burunları ile iterek kaçmalarını sağladığı defalarca görülmüştür.
Kangurunun, tehlike görünce yavrularını karnındaki torbaya doldurup kaçtığı bilinmektedir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, yarattığı yüz rahmetten birini mahlukat arasında taksim etti. Bu sebeple anne evladına şefkat eder, hayvanlar yavrularını sever ve bütün mahlukat birbirine merhamet eder.) [Ebu Ya’la]
Nesillerini devam ettirebilmeleri için hayvanlara da bu sevgiyi veren Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
Su, ateş ve hava’nın önemini düşündünüz mü?
Her canlıyı sudan yaratan Allahü teâlâ hayatın devamı için suyu insanların istifadesine vermekle en büyük nimetlerden birini ihsan etmiştir. Susuz kalmayanın, suyun kıymetini bilmesi pek kolay olmaz. Ayrıca Allahü teâlâ, bol bol ihsan ettiği için kıymeti herkesçe bilinmemektedir.
Her meyve, sebze ve diğer bitkilerin ve her canlının varlığı suya bağlıdır. Yenilen gıdaları su ile sindirme zarureti vardır. Su olmasaydı, sindirim gerçekleşmez, yaşamak da mümkün olmazdı.
Suyun temizleyicilik özelliği bile ne büyük nimettir. Su ile yapılan ihtiyaç maddelerine bakmak, su ile pişirilen yemekleri düşünmek gerekir. Şiddetle muhtaç olduğumuz suyun kadrini biliyor muyuz? Su nimetindeki hikmetleri düşünebilen kimsenin, Yaradanına teslim olmaması mümkün müdür?
Allahü teâlâ, insanlar için en büyük nimetlerden biri olan ateşi bir lütuf ve ihsan olarak ihtiyaca yetecek kadar yarattı. Her canlıda ısı mevcuttur.
Ateş nimetinin de faydaları sayılamayacak kadar çoktur. Ateş sayesinde madenler eritilerek çeşitli sanayilerde kullanılmakta, yemekler pişirilmektedir. Kışın soğuktan ateş sayesinde korunulur. Bütün aydınlatma cihazları yine ateş sayesinde mümkün olmaktadır. Ateşi istediğimiz gibi çeşitli işlerde kullanmamızı ihsan eden cenab-ı Hakka ne kadar şükretsek azdır.
Eğer bir müddet hava nimeti yok olsa, bütün canlılar helak olur. Uçsuz bucaksız boşluk hava ile dolu olduğu için, bu büyük nimetten habersiz yaşanıyor. Birkaç dakika nefes alıp veremesek ölürüz. Hava olmasaydı, uçaklar uçamazdı. Gemiler ve diğer vasıtalar da havaya muhtaçtır. Yağmur bile hava sayesinde düzgün yağmaktadır. Çünkü hava olmasaydı, yağmur kütle halinde düşer, ondan istifade zorlaşır, hatta felaket olurdu. Hava ve rüzgar olmasaydı, yağmurlar hep belli yerlere düşer, birçok yerlere de yağmaz, böylece fayda yerine zararı olurdu. Bazı yerlerde kuraklık hüküm sürerken, bazı yerlerde devamlı seller meydana gelir, birçok şeyler harap olurdu.
Hava olmasaydı kuraklık hüküm süren yerlerde bitkiler kurur, pınarlarda su kalmazdı. Böylece havada istenilen nem bulunmayacağı için ziraat yapılamaz, hastalıklar baş gösterir, kıtlık ve felaket meydana gelirdi.
Allahü teâlâ, insanoğlu için bunlar gibi daha nice sayısız nimetler yaratmıştır. Bunları kullanabilmek için akıl ihsan etmiştir. Bu ihsanlara karşı kulluk vazifemizi yapmamız gerekmez mi?
Yeryüzünde toprak olmayıp hep kaya ve taş gibi sert maddeler bulunsaydı, ziraat yapılmaz, toprak nimetinden istifade edilemezdi.
Yer çekimi kuvvetinin yaratılması ne büyük nimettir. Yer çekimi olmasaydı yeryüzünde yaşamak mümkün olmazdı. Hiçbir şey konduğu yerde durmaz, hafif bir etki ile göklere yükselirdi.
Mevsimlerin meydana gelmesi için dünyanın oval yaratılıp güneş etrafında, gece ile gündüzün meydana gelmesi için de kendi etrafında dönmesinin sayısız faydaları vardır.
Denizdeki hayvanlar, karadaki hayvanlardan daha fazladır. Bütün bu hayvanların rızıklarını veren Allahü teâlâ, hayvanları su içinde nefes alacak şekilde yaratmıştır. Deniz içinde boyu 25 metreyi bulan Anber balıklarını yaratmış, istiridye cinsinin karnında yüksek değerli inciler ve kabuklarından düğme ve süs eşyası yapılan sedefler yaratmıştır.
Cenab-ı Hak, suya belli kaldırma kuvveti vermeseydi, denize giren suyun dibine batar, bir daha çıkamaz, gemiler yüzemez, balıklar yaşayamazdı.
Sel, deprem, kuraklık gibi felaketlerin ara sıra meydana gelmesi, Allahü teâlânın sonsuz nimetlerine, lütuf ve ihsanına karşı isyanda olanları ikaz mahiyetindedir. Hiçbir nimet ve felaket sebepsiz değildir. Düşünenler için sayısız hikmetleri vardır.
Kâinat ve düzenli hayat
Canlı cansız bütün varlıklar bir düzen içindedir. Her maddenin yapısında, her olayda, her reaksiyonda, hiç değişmeyen bir düzen, bir matematik bağlantı vardır. Bunlara fizik, kimya, astronomi ve biyoloji kanunları diyoruz. Bu değişmez düzenden faydalanarak, insanlar fabrikalar kuruyor, ilaçlar imal ediyor, radyolar, televizyonlar, elektronik beyinler yapıyor. Mahluklarda, bu düzen olmasaydı, her şey rastgele olsaydı, bunların hiçbiri yapılamazdı. Her şey bozulur, yok olurdu.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Gökleri yedi kat ve birbirine ahenkli şekilde yaratan Rahmanın yarattığı her şeyde bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü çevir de ibretle bak, bir aksaklık, bir eksiklik var mı? Bir aksaklık var mı diye gözünü tekrar çevir de bak, ama umduğunu bulamayıp bitkin düşersin.) [Mülk 3-4]
Varlıkların düzenli, bağlantılı, kanunlu olmaları; bunların kendiliklerinden, rastgele var olmadıklarını; her şeyin bilgili, kudretli, gören, işiten, dilediğini yapan bir yaratıcı tarafından var edildiğini göstermektedir. O, dilediğini var veya yok eder. Bir şeyi var etmeye ve yok etmeye, başka şeyleri sebep yapmıştır. Bu sebepleri yaratmasaydı, varlıkların arasında bu düzen olmazdı. Her şey karmakarışık olurdu. Fen, medeniyet hasıl olamazdı. Bir yaratıcının olduğu da bilinemezdi.
O, varlığını bu düzen ile belli ettiği gibi, insanlara çok acıyarak, var olduğunu da ayrıca bildirmiştir.
Âdem aleyhisselamdan başlayarak, her asırda, dünyanın her yerindeki insanlar arasından en iyi, en üstün olarak yarattığı birisine melek ile haber vererek, kendini bildirmiş ve insanların dünyada ve ahirette rahat etmeleri, iyi yaşamaları için, ne yapmaları ve nelerden sakınmaları gerektiğini açıklamıştır. Böyle üstün insanlara Peygamber, bildirdiklerine de Din denir. İnsanlar eski şeyleri unuttukları için ve her zaman bulunan kötü kimseler, peygamberlerin kitaplarını ve sözlerini değiştirdiklerinden, eski dinler unutulmuş, bozulmuştur. Kötü insanlar, uydurma dinler de meydana getirmişlerdir.
Her şeyi yaratan yüce Allah, insanlara çok acıdığı için, kullarına son bir peygamber ve yeni bir din yani Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselam ile İslam dinini göndermiştir. Bu dini, kıyamete kadar koruyacağını, kötü insanlar saldıracaklar, değiştirmeye, bozmaya kalkışacaklar ise de, kendisi bunu, bozulmamış olarak her yere yayacağını müjdelemiştir.
Tabiata yaratıcı denir mi?
Sual: Allah’a inanmayanlar, "Kâinattaki her şeyi tabiat yapıyor. Her şeyi tabiat kuvvetleri yaratıyor" diyorlar. Tabiata yaratıcı denir mi?
CEVAP
Bunlara sorulsa ki:
Bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir? Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların tesiri ile bir araya yığılan çöp yığını gibi mi bir araya gelmişlerdir? Otomobil, tabiat kuvvetlerinin çarpmaları ile mi hareket etmektedir?
Onlar buna cevap olarak, (Hiç böyle şey olur mu? Otomobil, akıl ile, hesap ile, plan ile, birçok kimsenin titizlikle çalışarak yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akıl, fikir yorarak, hem de trafik kaidelerine uyarak, şoför tarafından yürütülmektedir) derler.
Tabiattaki her mahluk da, böyle bir sanat eseridir. Bir yaprak parçası, muazzam bir fabrikadır. Bir kum tanesi, bir canlı hücre, fennin bugün biraz anlayabildiği ince sanatların birer sergisidir. Bugün fennin buluşları, başarıları diye öğündüklerimiz, tabiattaki bu güzel sanatlardan birkaçını görebilmek ve taklit edebilmektir. İslam düşmanlarının, kendilerine önder olarak gösterdikleri İngiliz tabibi Darwin bile (Gözün yapısındaki sanat inceliğini düşündükçe, hayretimden tepem atacak gibi oluyor) demiştir.
Bir otomobilin tabiat kuvvetleri ile, tesadüfen meydana geleceğini kabul etmeyen kimse, baştan başa bir sanat eseri olan bu muazzam âlemi, tabiat yaratmıştır diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına tereddütsüz inanmaya mecbur kalır.
İnsan, daha kendi vücudunun ne muazzam bir fabrika ve laboratuvar olduğunun farkında değildir. Halbuki, yalnız nefes alıp vermek bile muazzam bir kimya hadisesidir. Havadan alınan oksijen, vücutta yakıldıktan sonra, karbondioksit halinde dışarı çıkarılır.
Sindirim sistemi ise sanki bir fabrikadır. Ağızla alınan gıda maddeleri ve içecekler, mide ve bağırsaklarda parçalanıp öğütüldükten sonra, vücuda faydalı kısmı, ince bağırsaklarda süzülerek kana karışmakta ve posası dışarı atılmaktadır. Bu muazzam hadise, otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılmakta, vücut bir fabrika gibi işlemektedir.
İnsanın vücudunda türlü türlü ve çok karışık formüllü maddeler imal eden, türlü türlü kimya reaksiyonları meydana getiren, analiz yapan, tedavi eden, tasfiye eden ve zehirleri yok eden, yaraları tedavi eden, çeşitli maddeleri süzen, enerji veren sistem olduğu gibi, mükemmel bir elektrik şebekesi, manivela sistemi, elektronik bilgisayar, haber verme tesisatı, ışık, ses alma, basınç yapma ve ayarlama sistemi, mikroplarla mücadele ve onları yok etme sistemi de mevcuttur. Kalb ise, hiç durmadan işleyen muazzam bir pompadır.
Eskiden Avrupalılar, (Bir insanın vücudunda bol su, biraz kalsiyum, biraz fosfor ve biraz da inorganik ve organik maddeler vardır. Onun için bir insan vücudunun kıymeti beş-on liradan ibarettir) derlerdi.
Bugün, Amerika Üniversitelerinde yapılan hesaplar, insan vücudunda durmadan meydana gelen çeşitli kıymetli hormon ve enzimlerle birçok uzvi maddelerin en azından milyonlarca dolar kıymetinde olduğunu meydana koymuştur. Hele, bir Amerikan profesörünün dediği gibi, (Devamlı olarak, böyle kıymetli maddeleri muntazaman meydana getiren bir sistem yapmaya kalkacak olursak, dünyada bulunan bütün paralar, bunu yapmaya kâfi gelmez.)
Halbuki, insanda bütün bu maddi mükemmeliyet yanında, anlama, düşünme, ezberleme, hatırlama, hüküm ve karar verme gibi çok muazzam, manevi kudretler de bulunmaktadır. Bu kudretlerin kıymetini ölçmek, insanlar için imkansızdır. Demek ki, insanın bedeni yanında bir de ruhu mevcuttur. Beden ölür, ruh ölmez.
Böyle akıl almaz derecede mükemmel ve muazzam eserler karşısında hayran olmamak mümkün değildir. Bunlar Allahü teâlânın yüceliğini ve kudretini göstermeye yetmez mi?
Bir otomobilin tabiat kuvvetleri ile, tesadüfen meydana geleceğini kabul etmeyen, baştan başa bir sanat eseri olan bu âlemi tabiat yaratmış diyebilir mi? Elbette diyemez. Kâinat tesadüfi değilse, bir gaye için yaratılmıştır. İnsanın yaratılışındaki maksat, Allahü teâlâyı tanıyıp Ona ibadet etmesidir. (Ben kâinatı inceledim. Tesadüfi değildir. Bunun bir yaratıcısı vardır) demek insanı felaketten kurtaramaz. Çünkü aklı başında her insan da (Allah var) diyor. Doğru iman sahibi olabilmek için, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamın getirdiklerinin hepsine de inanmak, beğenmek gerekir.
İnsan niçin yaratıldı?
Allahü teâlâ, her şeyin sahibidir. Bütün insanlar, Onun kullarıdır. Kullarına verdiği her emri ve her şeyi istediği gibi kullanması, hep yerindedir ve faydalıdır.
Allahü teâlâ, bu dünyanın düzeni için ve bazı faydalara yol açması için, bunları bize mülk kılmış ise de, hakikatte hepsi Onundur. O halde, bizim bunları, asıl sahibinin izin verdiği kadar kullanmamız gerekir.
İnsan, eğlence için, oyun için, yiyip içmek, gezmek, yatmak zevk sürmek için yaratılmadı. Kulluk vazifelerini yapmak için, Rabbine itaat, kuvvetsizliğini, ihtiyacını göstermek, Ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldı. Peygamber efendimizin bildirdiği ibadetlerin hepsi, insanlara faydalı şeylerdir. İnsanlara yaradığı için emredilmiştir. Yoksa, hiçbir ibadetin Allahü teâlâya faydası yoktur.
Şükrederek ibadet yapmalı, tam teslim olarak emirleri yapmaya ve yasaklardan kaçınmaya çalışmalıdır.
Allahü teâlâ hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, kullarını, emir ve yasaklar vermekle şereflendirdi. Her şeye muhtaç olan biz kulların, bu büyük ihsana, bol bol şükretmemiz, bunun için de, emirleri yapmaya, yasaklardan da kaçmaya çalışmamız gerekir.
Başıboş mu yaratıldık?
Bir aletin, bir evin nasıl bir yapıcısı varsa, bu kâinatın da elbette bir yapıcısı, yaratıcısı vardır. Bu körükörüne bir inanış değil, aklı olan herkesin kabul edeceği bir gerçektir.
Bir insan bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına dair bir tarifnamesini de yanına koyar. Tarifname ile de anlaşılması zor ise, kullanması için kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan Cenab-ı Allah da, insan denilen bu muazzam makineyi yaratıp başıboş bırakmamıştır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) [Müminun 115]
Başıboş yaratılmayan insanın, ne yapması gerektiğini Peygamberleri vasıtası ile, kitaplar göndererek bildirmiştir. Peygamber efendimiz son peygamber, Kur’an-ı kerim de son kitaptır.
Kur'an-ı kerimde insanın niçin yaratıldığı açıkça bildirilmiştir:
(Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.) [Zariyat 56]
İbadetlerin faydası Allahü teâlâya değil, herkesin kendinedir. Maaşla çalışan bir doktor, bir hastaya ilaç verse, ilacın doktora faydası yok diye o ilacı kullanmamak akla uygun değildir. Zehir içsem doktora ne zararı olur diyerek zehir içmesi de ahmaklıktır. İşte, günahlarımın Allah’a bir zararı yok diyerek, her çeşit günahı işlemek akıllı insanın yapacağı iş değildir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Akıllı kimse, Allah’a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ.Muhber]
Öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyen kimse akıllı olabilir mi? Kendisini sonsuz tehlikeye atana akıllı denebilir mi? Kur'an-ı kerimde sık sık, (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Hadis-i şerifte, (Aklı olmayanın dini de yoktur) buyuruldu. (Tirmizi)
Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:
Bazıları, ibadetlerin Allahü teâlâya faydası olduğunu ve bunun için emrolunduklarını zannediyorlar. Böyle zannetmek çok yanlıştır. Her insanın yaptığı ibadetin faydası kendisinedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kim, [ibadetlerini yapar ve günahlarından] temizlenirse, faydası kendisinedir.) [Fatır 18]
(Benim ibadetime Allah’ın ihtiyacı yok) diye, yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastasına doktor, perhiz yani şu faydalı gıdaları, ilaçları al, şu faydalı hareketleri yap. Şu zararlı gıdaları yeme, şu zararlı hareketleri yapma diye tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor. Doktora zararı olmadığı doğrudur. Fakat kendine zarar vermektedir. Tabib, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa bulur. Uymazsa ölür gider. Tabibin bundan hiç zararı olmaz. Bunun gibi, (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadetten kaçanlar da, Cehenneme gider.
Varlıklardaki düzeni düşünerek
Tıp ve fen bilgilerini iyi bilen, mahluklardaki sanat inceliklerini, aralarındaki mükemmel bağlantıları gören ve anlayabilen aklı başında bir kimsenin, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, büyüklüğüne, ilmine, kudretine inanmaması mümkün değildir. İnanmayanın cahil olması, yahut inatçı olması gerekir. Peygamber efendimiz, (Varlıklardaki düzeni düşünerek Allahü teâlâya iman ediniz) buyurmaktadır. Astronomi okuyup da, yerküresinin, Ay’ın, Güneş’in ve bütün yıldızların boşlukta dönmelerinde ve birbirlerinden uzaklıklarında bulunan düzeni, hesapları anlayanın imanı kuvvetlenir.
Dağların, madenlerin, nehirlerin, denizlerin, hayvanların, bitkilerin, hatta mikropların yaratılmasında çeşitli faydalar vardır. Hiçbiri boş yere, lüzumsuz yaratılmamıştır.
Bulutlar, yağmurlar, şimşekler ve yıldırımlar, yer altındaki sular ve enerji maddeleri ve hava, kısaca her varlık, belirli hizmetler yapmaktadır. İnsanlar, bu sayısız mahlukların, sayılamayacak hizmetlerinden bugüne kadar pek azını anlayabilmiştir. Yaratıkları kavrayamayan insan aklı, bunların yaratanını nasıl kavrayabilir? Onun büyüklüğünü biraz anlayabilen İslam âlimleri, şaşkına dönüp, (Onu anlamak, anlaşılamayacağını anlamaktır) demişlerdir.
Dünyanın yaratılışı
Fen adamları diyor ki:
(Milyarlarca yıl önce, bütün kâinat [evren] bir tek parçadan ibaret idi. Bu tek parçanın ortasında birdenbire büyük bir infilak oldu ve bu tek parça birçok parçalara ayrıldı. Parçaların herbiri başka bir yöne doğru gidiyordu. Nihayet, bu parçaların bazıları birbirleriyle birleşerek muhtelif gezegenler ve ayrı ayrı galaksiler, güneşler ve peykler meydana getirdiler. Artık uzayda bir ilk patlamaya karşı bir mukavemet kalmadığı için, bu gezegenler, uydular ve bunların içinde bulundukları galaksiler uzayda kendi yörüngelerinde dönmeye ve yüzmeye devam ettiler. Dünya, içinde Güneşin de bulunduğu bir galaksidir. Kâinatta sayılamayacak kadar çok galaksi vardır. Kâinat, gittikçe genişleyen bir sistemdir. Galaksiler yavaş yavaş Dünyadan uzaklaşıyor. Bir kere, süratleri ışık hızına varırsa, artık öteki galaksileri görmeye imkan kalmayacaktır. Daha kuvvetli teleskoplar yapmaya mecburuz.)
Fen adamlarına, (Bu neticeye ne vakit ulaştınız?) denildiği zaman, (60 yıldan beri, bütün dünya fen adamları bu kanaatlerde birleşmiştir) diyorlar. 60 yıl, dünya hayatında çok kısa bir fasıladır. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(İnkârcılar, gökler ve arz küresi birbirlerine yapışıkken onları ayırdığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]
Demek ki, Allahü teâlâ, fen adamlarının ancak 60 yıl kadar önce meydana çıkarabildikleri Dünyanın yaratılışını, bundan 1400 yıl önce insanlara bildirmiştir.
Biyologlar, hayatın başlangıcını şöyle anlatıyorlar:
(Hayatın nasıl meydana geldiği bugün için şöyle açıklanıyor: Dünyanın ilk havasında amonyak, oksijen ve karbonik asit vardır. Yıldırımların etkileri ile bunlardan amino-asitler meydana geldi. Milyarlarca sene önce, ilk defa su içinde protoplazma husule geldi. Bunlardan ilk amibler meydana çıktı. Hayat suda başladı. Sudan karaya çıkan canlılar, havadan amino-asitleri alarak proteinli bünyeler meydana getirdiler. Bütün canlılar sudan gelmektedir ve ilk canlılar suda teşekkül etmiştir.)
Kısa bir zaman önce bulunan bu gerçek, Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(İnkâr edenler, bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]
(İnsanı sudan yaratarak erkek ve kadın akrabalar yapan Allah’tır.) [Furkan 54]
(Yerin yetiştirdiklerinden ve kendilerinden ve bilmedikleri birçok şeylerden çift çift yaratan Allahü teâlâ, her türlü ayıp ve noksandan münezzehtir.) [Yasin 36]
Burada, bitkileri ve hayvanları inceleyenlere ve bunların yanında (Bilmedikleri şeyleri) buyurarak, insanların ancak zamanla ve yavaş yavaş bulabildikleri, atom enerjisi gibi, yeni kaynakları inceleyen ilim adamlarına imalar vardır. Nitekim buyuruluyor ki:
(Gökleri ve yerleri yaratması, renklerinizin ve lisanlarınızın ayrı olması, Onun varlığının âyetlerinden [işaretlerinden]dir. Burada âlemler için ibret vardır.) [Rum 22]
Ölüler nasıl dirilir?
Kendilerine ateist denilen bazı kimseler, bütün kâinatın yoktan meydana geldiğini kabul ettiği halde, yok olanların, ölülerin tekrar dirileceğine akılları almıyor. Ateistlere eskiden müşrik deniyordu. Bir müşrik, eline bir insan kemiği alır, Resulullah efendimizin yanına gelir, kemiği ufalayıp üfledikten sonra, meydan okurcasına (Ölülerin, dirilip mahşere geleceğini söylüyorsun. Bu çürümüş kemik, nasıl dirilir?) diye sorar. Resulullah efendimiz, (Elbette, kâinatı yaratan Allahü teâlâ, onu canlandırır ve seni de öldürüp, diriltir ve Cehenneme sokar) buyurur. Sonra şu âyetler nazil olur:
(İnsan bilmez mi ki, biz onu bir damla nutfeden yarattık. O, apaçık düşman kesilip kendi yaratılışını düşünmeden bize karşı örnek getirmeye kalkışarak “şu çürümüş kemikleri kim diriltir” der. Ey Resulüm, de ki, o çürümüş kemikleri, hiç yokken var eden, onu diriltir.) [Yasin 77- 79]
Dirilişi bildiren üç âyet-i kerime meali:
(Öldükten sonra bizi kim diriltir derler. De ki, sizi ilk defa yaratan Allah, can verip, diriltir. Bunun üzerine onlar sana alaylı bir tarzda başlarını sallayıp “Ne zaman” derler. De ki, yakındır.) [İsra 51]
(Allah, ölüleri diriltir ve her şeye hakkıyla kadirdir. Kıyamet vakti de gelir; bunda elbette şüphe yoktur. Allah kabirlerdekileri diriltip kaldırır.) [Hac 7]
(O gün yer yarılıp, halk kabirlerinden süratle çıkar. Bunları diriltip haşretmek bizim için kolaydır.) [Kaf 44]
Doğuran kazan
Sual: Sitenizi inceledim. Evrende tesadüfe yer olmadığını, bunların bir yaratıcısının bulunduğunu iddia ediyorsunuz. Biz, Ay, Güneş, Dünya ve her şey kendiliğinden oldu diyoruz. Ölüp toprak olduktan sonra tekrar dirilme yok diyoruz. Bunun aksini ispat edebilir misiniz?
CEVAP
Sitemizi okumuşsanız, orada bütün akli ve nakli deliller var idi. İnanmayana neyi ispat edebiliriz ki? Size bir tek soru soracağız. Buna cevap verebilecek misiniz? Bu muazzam kâinatın tesadüfen olduğuna inancınızda samimi misiniz? Evet diyorsanız, sorumuz şu:
Bu insanlar madem tesadüfen var oldu, tesadüfen de dirilemez mi?
Tesadüfen doğan tesadüfen ölemez mi? Tesadüfen ölen, tesadüfen dirilemez mi?
Nasreddin Hocanın kazan olayı, ateistleri susturmak için mükemmel bir cevaptır. (Kazanın yoktan var olduğuna inanıyorsun da, tekrar yok olacağına, öleceğine niye inanmıyorsun) diyor.
Madem tesadüfle her şey yoktan var olabiliyor, o halde, yok olduktan sonra yine var olmasına imkansız demek çok yanlıştır, kendi kendini yalanlamak olur.
Bugün teknoloji zirvelere çıkmaya çalışıyor. Buna rağmen değil bir karıncayı, bir buğday tanesini, bile yapmaktan âciz kalıyor. Bırakın insan veya bir hayvan yapmayı, bir buğday yapılabilse, dünyada açlıktan ölen olmaz. Bir buğdayı yapmaktan aciz olan insanın, kendini ve bu muazzam kâinatı yoktan var edeni inkâr etmesi, akıl işi değildir; ahmaklığın daniskasıdır