Bu taifenin inkârlarına delil olarak en çok ileri sürdükleri ayetlerden biri de Allahu Tealâ'nın şu mealdeki mübarek kelâmıdır:
“Dikkat edin, halis din Allah'ındır; O'nu bırakıp da putlardan dostlar (veliler) edinenler: ‘Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz' derler.” (Zümer, 3)
Yukarıdaki mana, tefsirlerin hemen tamamının üzerinde ittifak ettiği bir manadır. Diyanet Vakfı'nın çıkardığı mealde de böyle yazmaktadır. Fakat onlar ayette putlar için kullanılan “veli: dost” kelimesinin “Allah dostları” olarak bilinen “veliler” şeklinde anlaşılması için özel bir gayret sarf ederek şöyle mana vermişlerdir:
“İyi bil ki, halis din yalnız Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler: ‘Biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırmaları için tapıyoruz' derler.”
Bu manayı verdikten sonra işi daha da ileri götürmüşlerdir. Velileri seven ve onlarla Hakk'a tevessül edip şefaatlerini uman müminleri mürşidlerine ibadet ediyor gibi göstererek, onları ayette anılan müşriklere benzetmeye çalışmışlardır. Böylece Allah'a ortak koşulan cansız putlara secde edenlerle, Cenab-ı Hakk'a secde edenleri bir tutmuşlardır.
Ayetlerden cevaplar
Onların sakat anlayışını daha başından reddeden bir çok ayet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Her biri kâmil birer mümin olan velilerin yoluna uymamızı, onları dost edinmemizi emreden ayetlerden bazıları şunlardır:
“Bana yönelen kimsenin (kâmil müminin) yoluna uy.” (Lokman, 15)
“Sizin veliniz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan, zekât veren, rükû eden müminlerdir.” (Maide, 55)
“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin.” (Âl-i İmran, 28)
“Ey inananlar! Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe, 119)
Evet; Allahu Tealâ başta veliler olmak üzere bilumum kâmil müminlerle dost olmamızı emrediyor. Demek ki ayette zikredilen “Allah'tan başka veliler”den kasıt, müminler değildir. Putlar ve şirk koşulan diğer varlıklardır. Zaten ayet-i kerime de putperest müşrikler hakkında nazil olmuştur.
Mekkeli müşrikler, kendi elleriyle yaptıkları putlara ibadet ediyorlardı. Hatta peynir ve helva gibi yiyeceklerden yaptıkları putlara tapıyor, acıkınca da bunları yiyorlardı. Gerçi fıtratları gereği; yerleri, gökleri, kendilerini yaratan, öldüren, dirilten, rızık veren bir Allah'a inanıyorlardı. (Bakınız: Lokman, 25; Yunus, 31; Zuhruf, 9, 87) Fakat inandıkları bu yüce varlığa ortak koşmaktan da geri durmuyorlardı. Ayet-i kerimede belirtildiği üzere, Peygamber s.a.v. Efendimiz'i suçlayarak: “İşte tutmuş, bunca ilâhı tek bir ilâh yapmış. Bu gerçekten şaşılacak bir şey, çok tuhaf!” (Sa'd, 5) diyorlardı. Atalarından beri şirke alışmış olan cahiliye kafası, bunca insanın, çeşitli emel ve duygularını yalnız tek bir mabudun tatmin edebileceğini düşünemiyor, her şeyin hükümranlığının O'nun elinde (Yasin, 83) olduğunu anlayamıyor ve tevhide şaşıyorlardı. Ancak sorulduğu zaman bu müşrikâne hareketlerini doğru göstermek için, putlarla ilgili olarak “biz onlara ibadet etmeyiz. Sadece bizi Allah'a yaklaştırmaları için onlara ibadet ediyoruz” diyorlardı. İşte bu ayet-i kerimeyle Cenab-ı Hak, onların cahilce mazeretlerini yüzlerine vurarak ahirette hükmünü vereceğini beyan etmektedir.
Hıristiyanların İsa Aleyhisselam'ı, yahudilerin de Üzeyr Aleyhisselam'ı Allah'a ortak koşmaları da bu kabildendir. Bunlar, Hakk'ın dışında herhangi bir varlıkta güç ve kudret vehmettikleri için müşrik olmuşlardır. Yani İsa ve Üzeyr Aleyhisselam'da Allah'ın yarattığı bir kudret yerine, müstakil bir kudret vehmetmişlerdir.
Sûfiler, Ehl-i Sünnet itikadına sahiptir
Sûfiler, (fenâ fi'l-ef'âl, fenâ fi's-sıfat ve fenâ fi'z-zât mertebelerinde) Hakk'ın fiil, sıfat ve zatından başka bir şey müşahede etmezler. Ayrıca O'nun dışında herhangi bir mahlukta kudret tevehhüm edilmesine, Allah'tan başka hakiki bir fail kabul edilmesine şiddetle karşı çıkarlar. “Yardım etti, yedirdi, içirdi, oturdu, kalktı” gibi sözler de mecazidir. Gerçekte yardım eden, yediren, içiren, oturtan, kaldıran Allah'tan başka bir varlık yoktur. Ne bir peygamber, ne bir veli, ne de herhangi bir yaratık Allah'ın irade ve kudreti olmadan yerinden kımıldayamaz.
“De ki: Allah, her şeyi yaratandır. O, birdir. Her şeye üstün ve kahredicidir” (Ra'd, 16).
Şu halde salih amelinden dolayı kendisiyle tevessül edilen kâmil zatın fiilleri de Allah'a aittir. Ancak Allah dilediği zaman onlar için zor olan bir iş de yoktur. Tıpkı Hz . Peygamber s.a.v.'in Ay'ı iki parça etme mucizesi ve kuru bir ağacın yeşerip Hz. Meryem'e hurma vermesi, kerameti gibi. (Meryem, 24-25)
Kur'an ve hadislerde anlatılan çeşitli mucizeler, kerametler uydurma olmadığı gibi, diğer zaman ve mekânlarda yaşayan, milyonlarca insanın müşahede ettiği velilerin kerametleri de uydurma değildir.
Kâmil zatlarla tevessül
“Ey iman edenler, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın” (Maide, 35) ayetinde geçen tevessül, yakınlaşmak ve yakın olmaya yarayacak şeyleri aramaktır. Mesela herhangi bir isteği olan kişinin, “ ya Rabbî şu sıkıntımın giderilmesi için filan amelimi vesile ederek senden istiyorum” ya da “filan zatın hatırına senden istiyorum” demesi gibi. Hadis-i şeriflerde bunun çok örneği vardır. Ancak biz yerimizin darlığı sebebiyle bunlardan iki örnek vereceğiz. (Geniş bilgi için “Rabıta ve Tevessül” adlı esere bakınız.)
Hz. Peygamber s.a.v. gözlerinin açılmasını isteyen âmâ bir zata şu tavsiyede bulunur: “Güzel bir abdest al, sonra iki rekat namaz kıl, akabinde de şöyle dua et: Ya Rabbi ben senden istiyorum, rahmet peygamberi ile sana yöneliyorum. Ya Muhammed, şu ihtiyacımın görülmesi için seninle Allah'a yöneldim. Ya Rabbi, O'nu benim hakkımda şefaatçi kıl.”
Osman b. Huneyf r.a. diyor ki: “Bu zat gitti, biz daha Rasulullah s.a.v.'in huzurundan ayrılmamıştık, tekrar geldi. Baktık ki gözleri iyi olmuştu. (Tirmizî, İbn Mace, Ahmed bin Hanbel)
Hz. Ömer r.a.' ın hilafeti esnasında bir ara şiddetli bir kuraklık olmuştu. Efendimiz s.a.v.'in amcası Hz . Abbas r.a.'ı yanına alan Hz. Ömer, onu vesile kılarak şöyle dedi: “ Allahım, bizler daha önce peygamberimizi vesile edinerek sana niyazda bulunurduk, sen de bize yağmur verirdin. Şimdi ise peygamberimizin amcasını vesile kılıyor ve senden talep ediyoruz, bize yağmur ihsan et.” Bunun üzerine yağmur yağdı. (Buharî)
Görüldüğü gibi mübarek zatlarla tevessül edenlerin başında Hz . Peygamber s.a.v. ve Sahabe-i Kiram'ın büyükleri gelmektedir. Ayrıca diğer peygamberler, Tabiîn ve alimlerin yaptığı tevessül örnekleri sayılamayacak kadar çoktur. Bütün bu delillere rağmen müminlere kâfir diyen dalâlet ehlinin hidayeti için dua etmekten başka çare yoktur.
Yukarıda örneği görüldüğü gibi, yüzlerce bid'at sahibi ve dalâlet ehli, sapık bilgilerini, bozuk işlerini, Kur'an ve hadisten çıkardıklarını söylemektedirler. Biz de kendimizi müçtehit yerine koyup bu iki kaynaktan hüküm çıkarmaya kalktığımızda -Allah korusun- aynı duruma düşebiliriz. Öyleyse Kur'an ve Sünnet'e uygun itikat etmek için, İmam-ı Rabbanî Hazretleri'nin 157. mektubunda ısrarla üzerinde durduğu gibi, Ehl-i Sünnet alimlerinin anladıklarına uymak lazımdır.
Zira bizim anladığımız şeyler, Ehl-i Sünnet alimlerinin anladıklarına uymuyorsa hiçbir kıymeti yoktur.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de tasavvufî kavramlara şiddetle karşı çıkan Vahhabîler, gayet sert, katı ve sivri bir tutumla Allah'ın ayetlerini kendi düşünceleri doğrultusunda yorumlamışlardır. Yorumlarından elde ettikleri son derece yanlış şablonu Allah dostlarına ve müminlerin büyük çoğunluğuna tatbik etmişler, böylece onları müşrik saymakta sakınca görmemişlerdir.
Vahhabîlerin Kur'an ayetlerini kendilerine göre yorumlamalarının en çarpıcı örneklerinden biri, mübarek zatlar vesilesiyle Allah'tan yardım dileyenleri, onlardan himmet isteyenleri, -hâşâ- Allah'ı devre dışı bırakıp da O'nun dostlarından yardım istiyor gibi değerlendirmeleridir.
Bu değerlendirmeyi yaparken, Fâtiha Suresi'nde geçen “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” mealindeki mübarek ayeti de kafalarındaki şablona göre yorumlayarak, müminlere karşı sürekli bir balyoz gibi kullanmışlar ve kullanmaya da devam etmektedirler.
Yardım istemek şirk mi?
Halbuki bu ayet-i kerime maddi ve manevi konularda herhangi bir yaratıktan yardım istemeye mani değildir. Eğer öyle olacak olsaydı evliyadan yardım isteyen de, birinden para yardımı isteyen de, düştüğü kuyudan çıkmak için imdat isteyen de şirke düşmüş olurdu. Böylece dünyada hiçbir müslüman kalmazdı. Oysa müminlerin birbirleriyle yardımlaşmasını isteyen bizzat Allahu Tealâ Hazretleridir.
“İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın. Günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.” (Maide, 2)
Bu ayet-i kerimeyle yardımlaşmak Allah'ın emri olduğuna göre, yardım istemek de hiç şüphesiz caiz ve çoğu kere de zaruridir. Nitekim sahabenin hayatında bunun herkesçe bilinen sayısız örnekleri vardır.
Fakat önemli olan maddi ve manevi bütün konularda, gerçek yardım edenin Allah olduğuna itikat etmektir.
Zira kullar, melekler, cinler gibi canlı ve şuurlu varlıklar; hayvanlar gibi şuursuz varlıklar; madde gibi cansız varlıkların tamamı, söz konusu yardıma birer vesile ve vasıtadır. Hakiki fail değildir. Ancak Allah diler ve yaratır, yani onlara yardım etme kudreti ihsan ederse bunların bir yardımı olabilir. Çünkü hakiki manada O'ndan başka dileyen, yaratan, fayda ve zarar veren bir varlık yoktur. Kadir-i Mutlak Hazretleri dileyip yaratmadan kimsenin kimseyi kurtarması, yardım etmesi mevzu bahis olamaz. O yüzden evliyadan yardım isterken de, dünyevî konularda herhangi birinden yardım isterken de hakiki veren ve alanın Allah olduğuna itikat etmeli, bu niyetle nazarını O'na dikmelidir.