mürmüdük
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 7 Tem 2009
- Mesajlar
- 6,952
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 53
- Web Sitesi
- anadoluhaber.blogcu.com
“Tevessül” nedir, neyle ve kimle yapılır?
TEVESSÜL NE DEMEKTİR?
Tevessül; kişinin, kendisiyle başkasına yaklaştığı nesne, yol, vâsıta, sebep, bahâne, fırsat, elverişli vaziyet mânâlarına gelen “vesîle” masdarından meydana gelmiş bir kelimedir.
Vesîle’nin cem‘îsi (çoğulu), “veseyel” ve “vesâyil” olarak gelir. Tevessül de, vesîle edinerek ma’nen tutunmak, sarılmak demektir ki, meselâ, “Peygamber Efendimizin (s.a.v.), rûhâniyetine tevessül” gibi.(1)
Ayrıca yaklaşma, sebep tutma, başvurma ve girişimde bulunma gibi mânâlara da gelmektedir.
Tasavvuf ıstılâhında tevessül; Allah Teâlâ’ya yaklaşmak, nezd-i İlâhî’de mânevî derece ve mertebe sahibi olabilmek veya bir işin, bir arzu ve isteğin yerine gelebilmesi için güzel bir ameli ya da salih zatları (Allah dostlarını) vâsıta kılmak demektir.(2) Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Ali’ye (r.a.) buyurmuştur ki: “Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını (hoşnutluğunu) gözetirken sen Hakk’ın rızasını gözet; Hakk’a yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara.”(3)
***
NEYLE VE KİMLERLE TEVESSÜL EDİLEBİLİR?
Yukarıdaki tariflerden de anlaşılacağı üzere, tevessül iki kısımdır:
1. Amelle tevessül,
2. Şahısla tevessül.
Amel ile tevessül, kişinin, salih bir amelini ortaya koyarak bunu Allah Teâlâ nezdinde dilek ve arzusunun tahakkuku/gerçekleşmesi için vâsıta kılmasıdır.
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve ona (yaklaşmaya) vesîle arayın”(4) âyet-i kerimesi, gerek salih ameller ve gerekse Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve onun vârisleri olan hakikat âlimleri ve velilerle tevessülün olabileceğine delildir.(5)
Kısacası; insanı Allâh’a yaklaştıran her şey, âyette ifade edilen vesîle’ye dahildir. Peygamberleri ve evliyâullâhı sevmek, onların kabirlerini ziyaret etmek, Allah rızâsı için sadaka vermek ve infakta bulunmak, salavât-ı şerife okumak, duâ ve iltica etmek, akrabaları ziyaret etmek, Allâh’ı çokça zikretmek gibi amellerin hepsi de birer vesîledir; kişi, bunların her biri ile Allâh’a tevessül edebilir. Hepsi de kulu Allâh’a yaklaştıran vâsıtalardır.(6)
***
PEYGAMBERİMİZ İLE DÜNYAYA GELMEZDEN ÖNCE YAPILAN TEVESSÜL
Resûlüllah Efendimizle (s.a.v.) gerek dünyaya gelmezden önce, gerek hayatlarında ve gerekse vefatlarından sonra tevessül edildiği-edilebileceği gibi, yarın âhiret âleminde de onunla tevessüle ihtiyaç vardır ve yapılacaktır da.
Henüz dünyayı teşrif etmelerinden önceki tevessüle, atamız Âdem aleyhisselâmın tevbe ve bağışlanmasıyla alâkalı hâdise çok açık bir delildir.
Hz. Ömer’den (r.a.) rivâyet edilen hadîs-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
“Ne zaman ki Âdem (a.s.) hatâsını anlayıp,
– Yâ Rabbî, eğer beni (hâlen) mağfiret etmemiş isen, Muhammed (s.a.v.) hakkı için afvımı diliyorum, demişti.
Allah Teâlâ ona,
– Ey Âdem! Ben onu henüz yaratmadığım halde, sen Muhammed’i(n kadrini-kıymetini, nezdimizdeki şân ve şerefinin yüceliğini) nereden ve nasıl bildin? diye sordu.
O da,
– Yâ Rabbi, sen beni yed-i kudretinle yarattığın ve rûhundan bana nefhettiğin zaman, başımı kaldırıp baktığımda, Arş-ı A‘lâ’nın ayaklarında, ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlüllah’ yazılmış olduğunu gördüm... Zatının ismine, ancak yaratılmışların en sevimlisini izâfe edeceğini (düşündüm ve bu yolla) bildim, dedi. Cenâb-ı Hak ona,
– Ey Âdem, doğru söyledin. Hakîkaten o, benim nezdimde yaratılmışların en sevimlisidir. Onun hürmetine benden (afvını) dilediğinde, ben de seni affettim. Şayet Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım” buyurdu.(7)
İşte bu hadîs-i şerifte de açıkça görüldüğü üzere, dînimizde vesîle vardır... Ve bunlar da, başta Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere, onun vârisi olan hakîkat âlimleridir.
Yine bu cümleden olarak kaynaklar, Yahûdilerin müşrik Araplarla savaştıklarında, Tevrât’tan vasıflarını ve geleceğini öğrendikleri âhir zaman Peygamberi Resûl-i zîşân Efendimizle (s.a.v.), şu ifadelerle tevessülde bulunduklarını haber vermektedir:
“Allâh’ım! Kitâbımızda yazıldığını gördüğümüz Peygamberini gönder de, müşrikleri cezalandırıp öldürelim. Allâh’ım! Tevrât’ta tavsîfini bulduğumuz âhir zamanda gelecek Nebî’nle sana tevessül ediyoruz, bize yardım et. Allâh’ım! Ümmî olan Nebî’nle sana tevessülde bulunuyoruz, bize fetih ve zafer ihsân eyle.”(8)
Yahûdilerin, Resûlüllah Efendimizle (s.a.v.) tevessülde bulunduklarını anlatan bu rivâyetler, onun zatı ile –başka bir ifadeyle– onun Allah indindeki derece ve rütbesiyle tevessül ettiklerini gösteren gâyet açık delillerdir.(9)
***
PEYGAMBERİMİZ İLE HAYATLARINDA İKEN TEVESSÜL
Hayatları esnasında Peygamber Efendimizle sayılamayacak kadar çok tevessülde bulunulmuştur. Basit mânâda bir siyer okuyan kimse bile bunların birçoğuna şâhit olabilir.
Bununla birlikte biz, yine de bunlardan bir tanesini anlatmaya çalışalım. Şimdi nakledeceğimiz bu hâdise, Peygamber Efendimizle (s.a.v.) hem hayatlarında, hem de vefatlarından sonra yapılan tevessüle örnek ve delildir.
Ashâb-ı kiramdan Osman b. Huneyf (r.a.) anlatıyor:
“Bir adam vardı. Bir ihtiyacı sebebiyle Halîfe Osman b. Affân’a (r.a.) gidip gelirdi. Ancak Hz. Osman o adama iltifat etmez ve ihtiyacına bakmazdı. O kimse bir gün Osman b. Huneyf’e (bu hâdiseyi anlatan zata) rastladı ve ona bu durumdan yakındı. Osman b. Huneyf o adama şöyle dedi:
– İbriği getir, bir abdest al, mescide git, orada iki rek‘at namaz kıl. Namazdan sonra da şöyle duâ et:
‘Allâhümme innî es’elüke ve eteveccehü ileyke bi-Nebiyyinâ Muhammedin sallallâhü aleyhi ve selleme, Nebiyyi’r-rahmeti yâ Muhammedü innî eteveccehü bike ilâ Rabbike celle ve azze fe-yakzıy lî hâcetî.’
Mânâsı: ‘Allâh’ım, rahmet peygamberi Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) vesîle ederek senden istiyor ve sana yöneliyorum. Ey Muhammed (s.a.v.), seni vesîle ederek Rabbin celle ve azze’ye yöneliyorum ki, ihtiyacımı yerine getirsin.’
Bu duânın ardından ihtiyacın ne ise onu söyle. Sonra da bana gel, Osman b. Affân’a (r.a.) birlikte gidelim.”
Bundan sonra birbirlerinden ayrıldılar.
O zat Osman b. Huneyf’in (r.a.) dediğini yaptı ve (arkadaşını dahi beklemeden) Hz. Osman’ın (r.a.) kapısına gitti. Kendisini kapıcı karşıladı, elinden tuttu, Halîfenin yanına götürdü. Hz. Osman onunla beraber bir minderin üzerine oturdu ve “İhtiyâcın nedir?” diye sordu.
Adam ihtiyacını söyledi, o da derhal karşıladı.
Sonra da, “Senin, bana gelip giderken bir ihtiyacını söylediğini ancak şimdi hatırlıyorum. Bundan böyle her ne ihtiyacın olursa çekinme bize gel” dedi.
O zat oradan ayrıldı, Osman b. Huneyf hazretleri ile karşılaştı. Ona, “Allah seni mükâfatlandırsın. Sen ona benim hakkımda konuşuncaya kadar bana iltifat etmedi ve ihtiyacıma bakmadı” dedi.
Osman b. Huneyf hazretleri, “Vallâhi ben ona senin hakkında hiçbir şey söylemedim. Ancak ben, Resûlüllâh’ın (s.a.v.) huzurunda iken şöyle bir hâdiseye şâhit olmuştum:
Resûlüllah’a (s.a.v.) a‘mâ (gözleri görmeyen) bir adam geldi ve hâlinden yakındı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ona, “Sabretmez misin?” buyurdu. A‘mâ adam, “Yâ Resûlallah, bana yardımcı olacak kimse yoktur. Gözümün görmemesi bana zor geliyor” dedi. Resûlüllah (s.a.v.) da, “Git abdest al. Sonra iki rek‘at namaz kıl, ardından şu duâları (yukarıda geçen duâlar) oku” buyurdu.
Adam bizden ayrıldı. Sohbet uzadığından biz henüz dağılmamıştık. O kimse gözünde hiçbir a‘mâlık yokmuş gibi bizim yanımıza geldi.(10)
Gerek yukarıdaki hadîs-i şerifte, gerekse başka hadislerinde, Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.), gayet açık bir ifadeyle, Allah’tan veya bir insandan ihtiyacı olan birinin, iki rek‘at namaz kıldıktan sonra, zat-ı şeriflerini vesile/vasıta ederek ihtiyacını Allâh’a arz etmesini istemiştir.(11) Bunu da sadece hayatta olmaya bağlamamıştır. Binaenaleyh tevessül edilecek zatın hayatta veya vefat etmiş olması fark etmez. Çünkü mü’minler ölmez; onlar, sadece fâni olan bu âlemden ebedî olan âleme nakl-i mekân ederler.
***
PEYGAMBERİMİZİN DİĞER PEYGAMBERLERLE YAPTIĞI TEVESSÜL
Peygamberimizin (s.a.v.), diğer peygamberleri (aleyhimüsselâm) vesîle edindiğini gösteren bir vak‘a şöyledir:
Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor: Hz. Ali’nin (k.v.) annesi Fâtıma binti Esed vefat etmişti. Defnedilirken Nebî (s.a.v.), onun affı için Allâh’a yalvarmış ve duâsını şu cümlelerle bitirmişti: “Peygamberinin ve benden önceki peygamberlerin (aleyhimü’s-selâmü ve’t-tahiyye) hakkı için Annem Fâtıma b. Esed’i affet. Ona kelime-i şehâdeti telkîn et. Kendisine kabir rahatlığı ver. Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin.”(12)
Görüldüğü üzere burada Resûlüllah Efendimiz, hem kendisi, hem de kendisinden önce geçen peygamberlerle tevessül edip Allah Teâlâ’ya yönelmekte ve yalvarmaktadır. Demek ki, sadece peygamberimizle de değil, bütün peygamberlerle tevessül câizdir. Vefatlarından sonra da olsa... Bu hususta bunun benzeri daha pek çok deliller vardır.
***
RAVZA-İ MUTAHHARE’Yİ ZİYARET ÂDÂBI VE TEVESSÜL
Ravza-i Mutahhare, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) kabr-i şerifleridir. Kaadı İyâz hazretleri, Ravza-i Mutahhare’yi ziyâret âdâbı ile alâkalı olarak şöyle diyor:
“Resûl-i Ekrem Efendimiz’e (s.a.v.) sağlığında nasıl hürmet edilmişse, vefâtından sonra da öyle tâzimde bulunulur. Kabr-i saâdet ziyâret edilirken, huşû ve sükûn üzere derli-toplu ve şuurlu hareket edilir, ses yükseltilmez.” Bunları söyledikten sonra da şu hâdiseyi naklediyor:
“Emîru’l-mü’minîn Ebû Câfer el-Mansûr, Kabr-i Şerîf’i ziyâret esnâsında yüksek sesle konuşuyordu. Orada bulunan İmâm Mâlik (r.a.) hazretleri, îkaz mâhiyetinde şöyle dedi:
− Yâ emîre’l-mü’minîn! Mescitte ve bilhassa Kabr-i Şerîf’in yanında yüksek sesle konuşulmaz. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de, Resûlüllah (s.a.v.) ile sohbet âdâbını öğretmek üzere şöyle buyurmuştur:
«Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Onunla konuşurken, birbirinizle konuştuğunuz gibi yüksek sesle konuşmayın!»
Allah Teâlâ, bu edep emrine uyanları da, «Resûlüllâh’ın huzûrunda söz söylerken seslerini kısanlar, şüphesiz Allâh’ın kalplerini takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır» diye övmüş ve müjdelemiştir.
Aksine hareket edenleri ise, «(Habîbim!) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu, aklı ermez (senin yüce mertebeni anlamayan, yüksek dereceni kavrayamayan) kimselerdir»(13) buyurarak, azarlayıp kınamıştır.
Binâenaleyh Peygamber Efendimize sağlığında nasıl hürmet ve tâzim edilmişse, irtihâlinden sonra da öylece hürmet edilir.
Bu nasîhati dinleyen Halîfe Mansur, edep ve terbiyesini takınıp,
− Yâ İmam, nasıl edeyim; kıbleye karşı mı, kabr-i şerife karşı mı dönerek duâ edeyim? diye sordu.
İmam Mâlik de,
− Yüzünü ondan (başka yöne) çevirme. O senin vesîlen. Kıyâmet günü baban Âdem’e varıncaya kadar herkesin vesîlesidir. Ona teveccüh et, şefaat dile, diye cevap verdi.”(14)
Tevessül; bir zata yaklaşmak veya ondan bir şey istemek için bir başkasını vesîle edinmek, yani vâsıta kılmaktır. Meselâ, ihtiyacını doğrudan doğruya hükümdardan istemenin münâsip olmayacağını düşünen veya buna cesâret edemeyen bir kimsenin, önce hükümdârın vezirine başvurması, onu vesîle kılarak arzusunu onun vâsıtasıyla hükümdâra iletmesi gibi.
Tevessül eden mü’min de ihtiyacını yalnız Allah’tan diler, tevessül ettiklerinden değil. Tevessül ettiklerini sadece vâsıta, onun, Allah indindeki kıymet ve mertebesi itibariyle duâsının kabûlüne, dileğinin yerine getirilmesine vesîle olsun ister. Daha açık bir ifade ile; gâyesine ulaşmak için, vâsıta ve vesîle tedârik eder.(15)
Bu Mânâda mürşidler, Hak ile halk arasında vesîle olan kâmil ve mükemmil, yani hem kendileri kemâle ermiş, olgun, hem de başkalarını olgunlaştırabilecek mânevî güce sahip insanlardır.(16)
***
TEVESSÜL NE DEMEKTİR?
Tevessül; kişinin, kendisiyle başkasına yaklaştığı nesne, yol, vâsıta, sebep, bahâne, fırsat, elverişli vaziyet mânâlarına gelen “vesîle” masdarından meydana gelmiş bir kelimedir.
Vesîle’nin cem‘îsi (çoğulu), “veseyel” ve “vesâyil” olarak gelir. Tevessül de, vesîle edinerek ma’nen tutunmak, sarılmak demektir ki, meselâ, “Peygamber Efendimizin (s.a.v.), rûhâniyetine tevessül” gibi.(1)
Ayrıca yaklaşma, sebep tutma, başvurma ve girişimde bulunma gibi mânâlara da gelmektedir.
Tasavvuf ıstılâhında tevessül; Allah Teâlâ’ya yaklaşmak, nezd-i İlâhî’de mânevî derece ve mertebe sahibi olabilmek veya bir işin, bir arzu ve isteğin yerine gelebilmesi için güzel bir ameli ya da salih zatları (Allah dostlarını) vâsıta kılmak demektir.(2) Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Ali’ye (r.a.) buyurmuştur ki: “Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını (hoşnutluğunu) gözetirken sen Hakk’ın rızasını gözet; Hakk’a yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara.”(3)
***
NEYLE VE KİMLERLE TEVESSÜL EDİLEBİLİR?
Yukarıdaki tariflerden de anlaşılacağı üzere, tevessül iki kısımdır:
1. Amelle tevessül,
2. Şahısla tevessül.
Amel ile tevessül, kişinin, salih bir amelini ortaya koyarak bunu Allah Teâlâ nezdinde dilek ve arzusunun tahakkuku/gerçekleşmesi için vâsıta kılmasıdır.
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve ona (yaklaşmaya) vesîle arayın”(4) âyet-i kerimesi, gerek salih ameller ve gerekse Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve onun vârisleri olan hakikat âlimleri ve velilerle tevessülün olabileceğine delildir.(5)
Kısacası; insanı Allâh’a yaklaştıran her şey, âyette ifade edilen vesîle’ye dahildir. Peygamberleri ve evliyâullâhı sevmek, onların kabirlerini ziyaret etmek, Allah rızâsı için sadaka vermek ve infakta bulunmak, salavât-ı şerife okumak, duâ ve iltica etmek, akrabaları ziyaret etmek, Allâh’ı çokça zikretmek gibi amellerin hepsi de birer vesîledir; kişi, bunların her biri ile Allâh’a tevessül edebilir. Hepsi de kulu Allâh’a yaklaştıran vâsıtalardır.(6)
***
PEYGAMBERİMİZ İLE DÜNYAYA GELMEZDEN ÖNCE YAPILAN TEVESSÜL
Resûlüllah Efendimizle (s.a.v.) gerek dünyaya gelmezden önce, gerek hayatlarında ve gerekse vefatlarından sonra tevessül edildiği-edilebileceği gibi, yarın âhiret âleminde de onunla tevessüle ihtiyaç vardır ve yapılacaktır da.
Henüz dünyayı teşrif etmelerinden önceki tevessüle, atamız Âdem aleyhisselâmın tevbe ve bağışlanmasıyla alâkalı hâdise çok açık bir delildir.
Hz. Ömer’den (r.a.) rivâyet edilen hadîs-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
“Ne zaman ki Âdem (a.s.) hatâsını anlayıp,
– Yâ Rabbî, eğer beni (hâlen) mağfiret etmemiş isen, Muhammed (s.a.v.) hakkı için afvımı diliyorum, demişti.
Allah Teâlâ ona,
– Ey Âdem! Ben onu henüz yaratmadığım halde, sen Muhammed’i(n kadrini-kıymetini, nezdimizdeki şân ve şerefinin yüceliğini) nereden ve nasıl bildin? diye sordu.
O da,
– Yâ Rabbi, sen beni yed-i kudretinle yarattığın ve rûhundan bana nefhettiğin zaman, başımı kaldırıp baktığımda, Arş-ı A‘lâ’nın ayaklarında, ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlüllah’ yazılmış olduğunu gördüm... Zatının ismine, ancak yaratılmışların en sevimlisini izâfe edeceğini (düşündüm ve bu yolla) bildim, dedi. Cenâb-ı Hak ona,
– Ey Âdem, doğru söyledin. Hakîkaten o, benim nezdimde yaratılmışların en sevimlisidir. Onun hürmetine benden (afvını) dilediğinde, ben de seni affettim. Şayet Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım” buyurdu.(7)
İşte bu hadîs-i şerifte de açıkça görüldüğü üzere, dînimizde vesîle vardır... Ve bunlar da, başta Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere, onun vârisi olan hakîkat âlimleridir.
Yine bu cümleden olarak kaynaklar, Yahûdilerin müşrik Araplarla savaştıklarında, Tevrât’tan vasıflarını ve geleceğini öğrendikleri âhir zaman Peygamberi Resûl-i zîşân Efendimizle (s.a.v.), şu ifadelerle tevessülde bulunduklarını haber vermektedir:
“Allâh’ım! Kitâbımızda yazıldığını gördüğümüz Peygamberini gönder de, müşrikleri cezalandırıp öldürelim. Allâh’ım! Tevrât’ta tavsîfini bulduğumuz âhir zamanda gelecek Nebî’nle sana tevessül ediyoruz, bize yardım et. Allâh’ım! Ümmî olan Nebî’nle sana tevessülde bulunuyoruz, bize fetih ve zafer ihsân eyle.”(8)
Yahûdilerin, Resûlüllah Efendimizle (s.a.v.) tevessülde bulunduklarını anlatan bu rivâyetler, onun zatı ile –başka bir ifadeyle– onun Allah indindeki derece ve rütbesiyle tevessül ettiklerini gösteren gâyet açık delillerdir.(9)
***
PEYGAMBERİMİZ İLE HAYATLARINDA İKEN TEVESSÜL
Hayatları esnasında Peygamber Efendimizle sayılamayacak kadar çok tevessülde bulunulmuştur. Basit mânâda bir siyer okuyan kimse bile bunların birçoğuna şâhit olabilir.
Bununla birlikte biz, yine de bunlardan bir tanesini anlatmaya çalışalım. Şimdi nakledeceğimiz bu hâdise, Peygamber Efendimizle (s.a.v.) hem hayatlarında, hem de vefatlarından sonra yapılan tevessüle örnek ve delildir.
Ashâb-ı kiramdan Osman b. Huneyf (r.a.) anlatıyor:
“Bir adam vardı. Bir ihtiyacı sebebiyle Halîfe Osman b. Affân’a (r.a.) gidip gelirdi. Ancak Hz. Osman o adama iltifat etmez ve ihtiyacına bakmazdı. O kimse bir gün Osman b. Huneyf’e (bu hâdiseyi anlatan zata) rastladı ve ona bu durumdan yakındı. Osman b. Huneyf o adama şöyle dedi:
– İbriği getir, bir abdest al, mescide git, orada iki rek‘at namaz kıl. Namazdan sonra da şöyle duâ et:
‘Allâhümme innî es’elüke ve eteveccehü ileyke bi-Nebiyyinâ Muhammedin sallallâhü aleyhi ve selleme, Nebiyyi’r-rahmeti yâ Muhammedü innî eteveccehü bike ilâ Rabbike celle ve azze fe-yakzıy lî hâcetî.’
Mânâsı: ‘Allâh’ım, rahmet peygamberi Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) vesîle ederek senden istiyor ve sana yöneliyorum. Ey Muhammed (s.a.v.), seni vesîle ederek Rabbin celle ve azze’ye yöneliyorum ki, ihtiyacımı yerine getirsin.’
Bu duânın ardından ihtiyacın ne ise onu söyle. Sonra da bana gel, Osman b. Affân’a (r.a.) birlikte gidelim.”
Bundan sonra birbirlerinden ayrıldılar.
O zat Osman b. Huneyf’in (r.a.) dediğini yaptı ve (arkadaşını dahi beklemeden) Hz. Osman’ın (r.a.) kapısına gitti. Kendisini kapıcı karşıladı, elinden tuttu, Halîfenin yanına götürdü. Hz. Osman onunla beraber bir minderin üzerine oturdu ve “İhtiyâcın nedir?” diye sordu.
Adam ihtiyacını söyledi, o da derhal karşıladı.
Sonra da, “Senin, bana gelip giderken bir ihtiyacını söylediğini ancak şimdi hatırlıyorum. Bundan böyle her ne ihtiyacın olursa çekinme bize gel” dedi.
O zat oradan ayrıldı, Osman b. Huneyf hazretleri ile karşılaştı. Ona, “Allah seni mükâfatlandırsın. Sen ona benim hakkımda konuşuncaya kadar bana iltifat etmedi ve ihtiyacıma bakmadı” dedi.
Osman b. Huneyf hazretleri, “Vallâhi ben ona senin hakkında hiçbir şey söylemedim. Ancak ben, Resûlüllâh’ın (s.a.v.) huzurunda iken şöyle bir hâdiseye şâhit olmuştum:
Resûlüllah’a (s.a.v.) a‘mâ (gözleri görmeyen) bir adam geldi ve hâlinden yakındı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ona, “Sabretmez misin?” buyurdu. A‘mâ adam, “Yâ Resûlallah, bana yardımcı olacak kimse yoktur. Gözümün görmemesi bana zor geliyor” dedi. Resûlüllah (s.a.v.) da, “Git abdest al. Sonra iki rek‘at namaz kıl, ardından şu duâları (yukarıda geçen duâlar) oku” buyurdu.
Adam bizden ayrıldı. Sohbet uzadığından biz henüz dağılmamıştık. O kimse gözünde hiçbir a‘mâlık yokmuş gibi bizim yanımıza geldi.(10)
Gerek yukarıdaki hadîs-i şerifte, gerekse başka hadislerinde, Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.), gayet açık bir ifadeyle, Allah’tan veya bir insandan ihtiyacı olan birinin, iki rek‘at namaz kıldıktan sonra, zat-ı şeriflerini vesile/vasıta ederek ihtiyacını Allâh’a arz etmesini istemiştir.(11) Bunu da sadece hayatta olmaya bağlamamıştır. Binaenaleyh tevessül edilecek zatın hayatta veya vefat etmiş olması fark etmez. Çünkü mü’minler ölmez; onlar, sadece fâni olan bu âlemden ebedî olan âleme nakl-i mekân ederler.
***
PEYGAMBERİMİZİN DİĞER PEYGAMBERLERLE YAPTIĞI TEVESSÜL
Peygamberimizin (s.a.v.), diğer peygamberleri (aleyhimüsselâm) vesîle edindiğini gösteren bir vak‘a şöyledir:
Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor: Hz. Ali’nin (k.v.) annesi Fâtıma binti Esed vefat etmişti. Defnedilirken Nebî (s.a.v.), onun affı için Allâh’a yalvarmış ve duâsını şu cümlelerle bitirmişti: “Peygamberinin ve benden önceki peygamberlerin (aleyhimü’s-selâmü ve’t-tahiyye) hakkı için Annem Fâtıma b. Esed’i affet. Ona kelime-i şehâdeti telkîn et. Kendisine kabir rahatlığı ver. Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin.”(12)
Görüldüğü üzere burada Resûlüllah Efendimiz, hem kendisi, hem de kendisinden önce geçen peygamberlerle tevessül edip Allah Teâlâ’ya yönelmekte ve yalvarmaktadır. Demek ki, sadece peygamberimizle de değil, bütün peygamberlerle tevessül câizdir. Vefatlarından sonra da olsa... Bu hususta bunun benzeri daha pek çok deliller vardır.
***
RAVZA-İ MUTAHHARE’Yİ ZİYARET ÂDÂBI VE TEVESSÜL
Ravza-i Mutahhare, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) kabr-i şerifleridir. Kaadı İyâz hazretleri, Ravza-i Mutahhare’yi ziyâret âdâbı ile alâkalı olarak şöyle diyor:
“Resûl-i Ekrem Efendimiz’e (s.a.v.) sağlığında nasıl hürmet edilmişse, vefâtından sonra da öyle tâzimde bulunulur. Kabr-i saâdet ziyâret edilirken, huşû ve sükûn üzere derli-toplu ve şuurlu hareket edilir, ses yükseltilmez.” Bunları söyledikten sonra da şu hâdiseyi naklediyor:
“Emîru’l-mü’minîn Ebû Câfer el-Mansûr, Kabr-i Şerîf’i ziyâret esnâsında yüksek sesle konuşuyordu. Orada bulunan İmâm Mâlik (r.a.) hazretleri, îkaz mâhiyetinde şöyle dedi:
− Yâ emîre’l-mü’minîn! Mescitte ve bilhassa Kabr-i Şerîf’in yanında yüksek sesle konuşulmaz. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de, Resûlüllah (s.a.v.) ile sohbet âdâbını öğretmek üzere şöyle buyurmuştur:
«Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Onunla konuşurken, birbirinizle konuştuğunuz gibi yüksek sesle konuşmayın!»
Allah Teâlâ, bu edep emrine uyanları da, «Resûlüllâh’ın huzûrunda söz söylerken seslerini kısanlar, şüphesiz Allâh’ın kalplerini takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır» diye övmüş ve müjdelemiştir.
Aksine hareket edenleri ise, «(Habîbim!) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu, aklı ermez (senin yüce mertebeni anlamayan, yüksek dereceni kavrayamayan) kimselerdir»(13) buyurarak, azarlayıp kınamıştır.
Binâenaleyh Peygamber Efendimize sağlığında nasıl hürmet ve tâzim edilmişse, irtihâlinden sonra da öylece hürmet edilir.
Bu nasîhati dinleyen Halîfe Mansur, edep ve terbiyesini takınıp,
− Yâ İmam, nasıl edeyim; kıbleye karşı mı, kabr-i şerife karşı mı dönerek duâ edeyim? diye sordu.
İmam Mâlik de,
− Yüzünü ondan (başka yöne) çevirme. O senin vesîlen. Kıyâmet günü baban Âdem’e varıncaya kadar herkesin vesîlesidir. Ona teveccüh et, şefaat dile, diye cevap verdi.”(14)
Tevessül; bir zata yaklaşmak veya ondan bir şey istemek için bir başkasını vesîle edinmek, yani vâsıta kılmaktır. Meselâ, ihtiyacını doğrudan doğruya hükümdardan istemenin münâsip olmayacağını düşünen veya buna cesâret edemeyen bir kimsenin, önce hükümdârın vezirine başvurması, onu vesîle kılarak arzusunu onun vâsıtasıyla hükümdâra iletmesi gibi.
Tevessül eden mü’min de ihtiyacını yalnız Allah’tan diler, tevessül ettiklerinden değil. Tevessül ettiklerini sadece vâsıta, onun, Allah indindeki kıymet ve mertebesi itibariyle duâsının kabûlüne, dileğinin yerine getirilmesine vesîle olsun ister. Daha açık bir ifade ile; gâyesine ulaşmak için, vâsıta ve vesîle tedârik eder.(15)
Bu Mânâda mürşidler, Hak ile halk arasında vesîle olan kâmil ve mükemmil, yani hem kendileri kemâle ermiş, olgun, hem de başkalarını olgunlaştırabilecek mânevî güce sahip insanlardır.(16)
***