Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah C:C: nun KUL'u olmak... (1 Kullanıcı)

yakais

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
3,363
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
67
Haydi buyurun Allah C.C. nun Kul'u olmaya adım atalım.Öncelikle...''Allah'ım C.C. Af edicisin ,af etmeyi seversin o halde beni de af et'' diyerek başlayalım konumuza...
Buyurun suyun temizleme gücünün üstünlüğü ve temizlenme ihtiyacının sebepleri ile devam edelim...
Allah C.C. temizlenmeye çok önem vermiştir...
Gerek Ruh'en ...
Gerekse bedenen...
Sıfırlama yapmış bir iNSAN' a nur gibi ışıldayan fanus misali...
Abdest ve dua ile...
Selamlar...
 

melissa26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,857
Tepki puanı
18
Puanları
36
Yaş
51
Göz yaşı neden?, Ya kalbe atılan hançerler kimden?
Ya Rahman, Ya Rahim sensin herşeyi veren...
Daha güzel olman için yazılıyor hanen, teşekkür ederim, biraz daha kor lütfen (hay , hay)
Rabbe kul olmak, kendini tanımaktan geçer, birer birer, imtihandan geçer
Demek ki temizlenmek, sıfıra yakın insan... yani hiç
Rabbim senden başka var mı? yok, hiç
Aynaya baktım, iki tane , ayna kalktı kaldı BİR TANE
Harikasın Rabbim, Teşekkürler kul olarak yarattın, (söyle ) nefsim mi? kendini birşey sanır, kaşarlandı az kaldı kötekle uslanır
Az ye , az uyu gecer onun huyu sonra der ki Rabbim biraz rahat ver,
Kul olmaya geldim, yarenlerle sohbete doymaya geldim
Söyle Yunus azarlandım, seni senin için sevmeye geldim
(ne demek o) bilmem...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
"O sizin Rabbiniz olduğu için."

Kulluk, kulun görevidir. İnsan, kendisini bir damla sudan bugünkü mükemmel hale getiren, gözünü görecek, kulağını işitecek, ağzını konuşacak… şekilde terbiye eden Rabbine şükürle, ibadetle mükelleftir.

Ayetin devamında bu fıtri görevi yerine getirenlerin mükâfatı,"takva mertebesine nail olmak" şeklinde belirlenir.

Takva üçe ayrılıyor:

-Şirkten takva: Allah'a ortak koşmaktan sakınmak.

-Masiyetten takva: Günahlardan kaçınmak.

-Masivadan takva: Allah'tan gayrı her şeyi kalbinden uzak tutmak. (Sevgisini de korkusunu da Allah'a has kılmak. Mahlukları ancak O'nun namına sevmek.)

Takva konusu Fatiha'yı hemen takip eden Bakara Suresinin ikinci ayetinde şöyle nazara verilir:

"Kendisinde hiçbir şekilde şüphe olmayan o kitap (Kur'an), muttakiler (takva sahipleri) için bir hidayet kaynağı ve yol göstericidir."

Bir sonraki ayette takva sahiplerinin sıfatları şöylece sıralanır:

-Onlar gabya inanırlar,
-Namaz kılarlar,
-Kendilerine verdiğimiz mallardan zekât verirler.


Takva mertebesine ermek, imanın kuvvetlenmesini, namaz ve zekât gibi ibadetlerin daha mükemmel şekilde yerine getirilmesini netice veriyor. Böyle bir mümin, "Allah'ın kendisinden razı olduğu kul" olma mertebesine erişir. Rıza mertebesi ise bütün derecelerin üstündedir.

Bu şerefe nail olmak, başlı başına bir mükâfattır. Ama iş bununla kalmaz. Allah, razı olduğu bu kullarını ebedî saadet diyarında, sonsuz nimetlerine kavuşturur.

Takva sahipleriyle ilgili bir başka ayet-i kerimede bu bahtiyar zatların sıfatları şöylece sıralanır:

-Onlar bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar,
-(Kızdıkları zaman) öfkelerini tutarlar ve insanları affederler….
-Bir kötülük işlediklerinde, yahut nefislerine zulmettiklerinde hemen Allah'ı hatırlarlar ve günahlarına tövbe ederler….
-İşledikleri kötülüklerinde bilerek ısrar etmezler.
(Âl-i İmrân, 134-5)

Bütün bunlar kâmil müminin vasıflarıdır. Demek oluyor ki, ibadetin meyvesi takva, takvanın karşılığı da böyle üstün bir mertebeye erişmektir.

Bir kulun takva ile manen yükselmesi ve yücelmesi Rabbini razı eder. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, Allah her şeyden müstağnidir, hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. İnsanın bu yükselişi kendisi için bir kemaldir, bir menfaattir. Allah, onun yükselmesine muhtaç olmadığı gibi alçalmasından da, (hâşâ), bir zarar görecek değildir. Her iki halde de sonuç kula aittir; zarar da menfaat de onun içindir.

"Herkesin kazandığı ya kendi lehine, yahut kendi aleyhinedir." (Bakara, 286)

Bu nokta üzerinde biraz durmak gerekiyor. Bir hadis-i kutsîde şöyle buyrulur:
"Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim (bilinmek istedim) ve mahlukatı yarattım." (Acluni, II, 132)

Allah vardı ve hiçbir şey yoktu. Allah'ın bir ismi Samed, yani her şey O'na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değil.

Bugün gördüğümüz her şey, yıldızından güneşine, dağından denizine kadar hep yoklukta idiler. Onları Allah var etti.

Ve Allah, onların var olmalarına muhtaç değil.

Daha sonra canlıları yarattı. Onlara göz verdi, kulak verdi.

Ve Allah, onların görmelerine ve işitmelerine muhtaç değil.

Sonra insanları yarattı, onlara akıl verdi, kalp verdi. Bu varlık alemindeki harikaları düşünme ve onları yaratana iman etme kabiliyeti lütfetti.

Ve Allah, aklın anlamasına da kalbin inanmasına da muhtaç değil.

Kısacası, Allah, yarattığı mahlukların ne kendilerine ne de yaptıkları işlere muhtaç değildir. Çünkü, onları da yaratan O, işlerini de.

Konuyu bazı örneklerle biraz daha açalım:

Güneşi o yarattığı gibi ışığı da O yaratmıştır. O halde, Allah ne güneşe muhtaçtır, ne de onun ışık vermesine.

Ağacı o yarattığı gibi meyveyi de O yaratmıştır. O halde, Allah ne ağaca muhtaçtır, ne de onun meyvesine.

Mideyi O yarattığı gibi ondaki hazım faaliyetini de O yaratmıştır. O halde, Allah ne mideye muhtaçtır, ne de onun hazmetmesine.

Madde alemindeki bu üç örneği, ruh ve mana iklimine de taşıyabiliriz.

Aklı Allah yarattığı gibi anlamayı da o yaratmıştır. O halde, Allah ne aklın varlığına muhtaçtır, ne de onun anlamasına.

Kalbi Allah yarattığı gibi ondaki inanma kabiliyetini de O yaratmıştır. O halde, Allah ne kalbin varlığına muhtaçtır, ne de onun inanmasına.

Allah kalbin inanmasına muhtaç olmadığı gibi o inancın amel alemine dökülmesi demek olan ibadete de muhtaç değildir.

Allah'ın kemali sonsuzdur. Sonsuz için ne artış düşünülebilir, ne de azalış. Bütün insanlar kâmil müminler olsalar Allah'ın kemalinde bir artış olmayacağı gibi, bütün insanlar birer Firavun kesilseler Onun kemalinde bir azalma düşünülemez.

Kazanan da insandır, kaybeden de. Allah hakkında bu kelimeler konuşulamaz.

Düşünme ve iman etme, insan ruhunun en büyük ihtiyaçlarıdır. İnsan, bunlarla gerçek insan oluyor ve kemalini buluyor. Aksi halde, bitkiler ve hayvanlarla ortak bir hayat sürüyor. O büyük sermayesini bu küçük işlere harcamakla nefsine zulmediyor, zarar ediyor, küçülüyor ve Kur'anın ifadesiyle "hayvan gibi, hatta ondan daha aşağı" bir dereceye iniyor.

Allah, onun bu düşüşünden bir zarar görmediği gibi, onun yükselişine de muhtaç değil; her ikisi de kulun kendisi için.
 

hayri07

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Şub 2009
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
emeğinize sağlık kardeşim ..
 

yakais

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
3,363
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
67
Kul olmak Abdestli olmanın yani daima abdestli bulunmanın işareti gibidir...Bir büyüğümüzün buyurduğu gibi...Muhammed Mustafa A.S. mın yüzünün suyu hürmetine ne olur daima ABDESTLİ olun...
 

melissa26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,857
Tepki puanı
18
Puanları
36
Yaş
51
Allah razı olsun, bu tavsiye hikmetle dolu desene...nedenini bilmem ama faydasını gördüm
Birçok beladan kurtardı bizi, suyun ayrışması gibi yanlıştan ayırdı bizi...
Rabbim sana şükürler olsun...
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
İnsan isterse huzur bulur emrine uyarsa RAB'binin, İsterse bataklığa gömülür hayatı karartmak için, Kimine ne dersem anlamaz, kulak duymaz, göz görmez, dil söylemez, Gönülden bağlanmışım ben RAB'bime bedenmi O nedir ben yok olmuşum......
 

melissa26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,857
Tepki puanı
18
Puanları
36
Yaş
51
Kimileri bizi birşeyler bilmez zannedir, oysa alim olmak değildir niyetim
Bilmektir yüreğe neler girdi? neler giremedi? İrdelemek kendi kendimi , neleri hayatımda uygulamaya başladım, sevdim?Yaşıyorum...
Gonglu amca sağolsun ne sorsam binlerce cevap hazırlar
Bir izin verseler de , kendimi bulsam
Yunus'u da mektep medrese okumadı diye eleştirirler, oysa yüreğindekiler Rabbe ulaştı
Ne garip , Bu ümmetin Resulu (s.a.v) ümmî idi okuma ,yazma bilmez idi ama okudu...
Bizi sebeple temizleyen Rabbe şükürler olsun...
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Yaradılışın gayesidir kul olmak emrine uymak ve O'nun sevgisinde erimek. Onun içinde yanmak gerekir.
 

melissa26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,857
Tepki puanı
18
Puanları
36
Yaş
51
İnsan isterse huzur bulur emrine uyarsa RAB'binin, İsterse bataklığa gömülür hayatı karartmak için, Kimine ne dersem anlamaz, kulak duymaz, göz görmez, dil söylemez, Gönülden bağlanmışım ben RAB'bime bedenmi O nedir ben yok olmuşum......

Allah razı olsun, bu ne güzellik:a03:
Hikmetleri merak etsekse, uydum emrine Rahmanın
Beden olmayınca ? yoklukta kayboldun?
Olur mu hiç? Damla düşerde okyanusa yok olur mu?
İşte burdan sonrasına dayanamam ve de anlamam
Rabbim kolaylaştır, seni bilmek için, seni anlamak için, sevi çok sevmek için, sende kaybolup, sende doğmak için..
Ne dedim??? Rabbim olabilir mi? Sen öldürdün, sende dirildim
Sen, sen harikasın Rabbimm...
Ben mi? ben yok, hiçim..
 

yakais

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
3,363
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
67
Eger size söylese idim suyun hikmetini çıldırırdınız...
Elinizde ibrikle gezerdiniz sokakta...
Deli deseler dahi ...
Derdi bir büyüğümüz...
İşte bu söylese idinin bir sırrı ifşası...
Muhammed Mustafa A.S. yüzünün suyu hürmetine ne olur ABDEST 'li olundur...
Allah C.C. nun KUL'um emrine mazhar olmanın temelinde....;
ABDEST vardır...
 

yakais

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
3,363
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
67
Ümmi olmak... Allah C.C. tarafından İNSAN'a lutfedilmiş bir bağıştır ki ana kaynaktan içe aşk şerbetini...
Murşid ola....; İNSAN'a ...;Allah C.C.
 

yakais

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
3,363
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
67
Okyanusa düşüpte onda yok olan damla olmak lazım....
Allah C.C.diye sarılıp onda yok olmak lazım...
Şah damarımdan yakın olana kendini koy verip teslim etmek lazım...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
“İnsan niçin yaratılmış?” sorusuna sıkça muhatap oluruz. Böyle bir soruyu kendimize yahut bir başkasına sormamız, bizim için büyük bir İlâhî ihsandır. Şöyle ki: Bu soruyu güneş kendisine soramadığı gibi, bir başka yıldız da güneşe sorabilmiş değil. Yine bu soruyu bir arı bir başka arıya, yahut bir koyun berikine sormaktan aciz. Demek oluyor ki, bu sorunun cevabını arayan insanoğlu, kendi varlığını istediği sahada kullanma konusunda serbest bırakılmış; bir arayış içinde ve bu konuda bir imtihana tabi tutulmuş.

Bu imtihanı kazanmanın tek yolu, sorunun cevabını bizi yaratandan öğrenmemizdir. Bu noktaya varan insanlar gerçeğin kapısını çalmış olurlar. Ve kendilerine Kur’an lisanıyla, Peygamber diliyle cevapları verilir.

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet -kulluk- etsinler diye yarattım.” ( Zâriyât Sûresi, 56)

Nur Küllîyatında ibadete “marifet” manası veriliyor. Bu mana üzerinde çoğu tefsir alimlerimiz ittifak etmişler. Namaz, oruç gibi ibadetler ise bu marifetin neticesidir. Yani, insan nimetin şükür gerektirdiğini idrak edecektir ki, sonra bu şükür ve hamd vazifeni yerine getirsin.

İnsan, bu kâinatı dolduran İlahi mucizelerin tefekkür ve hayreti icap ettirdiklerini bilecektir ki, tespih ve tekbir vazifesini ifa etsin.

İnsan, başka insanlara merhamet etmesi gerektiğinin şuuruna erecektir ki zekât ve sadaka verme yolunu tutsun.

Bütün bunlar imanın ve marifetin, yani Allah’a inanmanın ve onu tanımanın meyveleridir.

Nur Külliyatından bir marifet dersi: “Şu kâinattan maksad-ı âlâ, tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet-i küllîye-i insaniyedir.” ( Sözler, 264 .)

Rububiyet, terbiye edicilik manasına geliyor. Bütün alemlerin her birinde bu fiil bir başka şekilde, bir başka güzellikte, bir başka mükemmellikte kendini gösteriyor. Ve biz her namazda Fatiha Sûresini okurken alemlerin Rabbine hamd etmekle bu farklı terbiyelerin şuurunda olduğumuzu ilan etmiş oluruz.

Işıklar alemini de Allah terbiye ediyor, gözler alemini de. Ve biz, güneşin ışık verecek şekilde, gözümüzün de ondan faydalanacak biçimde terbiye edildiklerini düşünerek Rabbimize şükretmekle “tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet” vazifemizi yerine getiririz.

Gıda maddelerinin yenilecek şekilde, ağzımızın, dilimizin, midemizin de onlardan faydalanacak tarzda terbiye edildiklerini nazara alarak Rabbimizin bu sonsuz ihsanlarını hayret ve teşekkürle karşıladığımızda, yine o rububiyete karşı ubudiyetle mukabele etmiş oluruz.

Kâinatın yaratılması insan için, insanın yaratılması ise ubudiyet içindir. Burada dikkatimizi iki kelime çekiyor; âlâ ve küllîye kelimeleri. Bu iki kelime bize bu vazifeyi yapan daha başka varlıklar da olduğunu haber veriyorlar. Şu var ki, insan ubudiyet vazifeni onlardan daha üstün ve daha küllî bir derecede yapabilecek bir istidada sahip. Sözünü etmek istediğimiz bu varlıklar, meleklerle cinlerdir.

Bir melek, bir meyveyi tefekkür ederken, dünün şekilsiz, renksiz elementlerinin bugün güzel bir varlık haline gelmelerini, sert ağaçtan bu yumuşak meyvelerin çıkmasını hayretle seyreder. Ama o meyvenin tadını, vitaminini, kalorisini düşünemez, tefekkür edemez. Zira, istidadı buna müsait değildir.

İnsana bu noktada bambaşka bir kabiliyet verilmiştir. O, aklıyla, hayaliyle sadece hazır eşyayı değil, o anda görmediği nice şeyleri hatta geçmişi ve geleceği düşünebilir. Böylece fikri, düşüncesi, anlayışı ve feyzi küllîleşir. Eline aldığı bir meyveyi yerken, o anda bir milyonu aşkın canlı türünün sonsuz denecek kadar çok fertlerinin rızklandıklarını, kendisinin de bu İlâhî sofradan faydalanan bir fert olduğunu düşünebilir ve böylece Allah’ın Rezzak ismini küllî manada tefekkür etme imkanına kavuşur.

Dilerse, düşüncesini geçmiş ve gelecek zamanlara da götürür. Bütün zamanlarda ve mekânlardaki her türlü nimeti ve onlardan istifade edenleri, hayalinin yardımıyla, birlikte düşünür ve tefekkürü daha da küllîleşir.

Bütün İlâhî isimlerin tecellileri için benzer şeyler söylenebilir.

Nur Küllîyatında, “İyyake na’büdü” “Biz ancak sana ibadet ederiz.” ayetinin açıklaması yapılırken, ayet-i kerimede niçin ben değil de biz denildiğine dikkat çekilir ve böyle denilmekle üç ayrı cemaatin kastedildiği ders verilir. Bunlardan birisi bütün müminler, diğeri vücudumuzda vazife gören ve her biri kendine mahsus bir ibadetle meşgul olan bütün organlar, hücreler, duygular,.., üçüncüsü ise bütün bir varlık âlemi.

Demek oluyor ki insan, bütün varlık alemi namına “İyyake na’budü” diyebilecek bir kabiliyettedir. İşte tek başına da namaz kılsa, ferdiyetten kurtulup bu üç cemaatin ibadetlerini Rabbine takdim eden insan küllî bir ibadet yapmış demektir.

İnsanın bu kâinata meyve olması da böyle bir neticeyi doğurmaktadır. Bir ağacın bütün birimlerini şuurlu farz verseniz, en küllî tefekkürü meyve yapacaktır. Çünkü meyvenin içindeki çekirdek bütün ağaçtan süzüldüğü için o meyvede ağacın tümünün ibadetlerini temsil etme, tefekkür etme kabiliyeti bulunacaktır.

Bu küllî ubudiyeti en ileri derecede yapanlar kâinat ağacının en mükemmel meyveleri olan peygamberler ve özellikle Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’dir(asm.).

“Maksad-ı âlâ ve ubudiyet-i küllîye” manalarıyla şu kutsî hadis arasında yakın bir ilgi vardır: “Sen olmasaydın ben felekleri yaratmazdım.”

Nur Küllîyatında insanın vazifesiyle ilgili birçok bahis mevcut. Bunların bir özeti olarak birkaç maddeyi takdim etmek isterim:

- Ruhuna bir İlâhî ikram olarak takılan, ilim, irade, görme, işitme gibi sıfatlarını Allah’ın sıfatlarını bilmeye bir vasıta olarak kullanmak. Kendi ruhundan İlahi sıfatları bilmek için açılan bu marifet pencerelerini iyi değerlendirmek.

- Akıl kuvvetini hikmet dairesinde, şehvet kuvvetini iffet dairesinde, gazap kuvvetini şecaat dairesinde kullanmak.

- Muhabbetini ancak Allah’a vermek ve mahlukatı da yine Onun namına, Onun isimlerine ayna olmaları, kemaline işaret etmeleri, cemalinden haber vermeleri cihetiyle sevmek.

- “İbadatın bütün enva’ına müstaid bir fıtratta” yaratıldığının şuurunda olup bütün ibadet çeşitlerinin ayrı ayrı feyizlerinden azami ölçüde nasiplenmeye çalışmak.

- Kendisine verilen “kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirmek.” Böylece bunların her birini kendine mahsus ibadetiyle meşgul etmek.

- Duygularının her biriyle Allah’ın rahmet hazinelerinden birini açmak, ondan güzelce faydalanmak ve küllî şükretmek.

- Aczini ölçü alarak Allah’ın kudretini, fakrına bakaran Onun rahmetini, noksanlıklarını düşünerek Onun kemalini tefekkür etmek. Rabbini sonsuz kemal, rahmet ve kudret sahibi, kendi nefsini ise yine sonsuz aciz, fakir ve noksan bilmek.

- Ruhunu günahlardan, bedenini de her tüllü kirlerden, pisliklerden uzak tutarak İlahi huzura çıkmak.

- Kendini Allah’ın en mükemmel eseri olma cihetiyle meleklerin, ruhanilerin seyrine, temaşasına güzelce sunmak.

İşte insan bu gibi ulvî gayeler için yaratılmıştır. Ama ne yazık ki, bir çok insan, kendini unutmuş ve bu gayelerden gafil olarak sadece dünya hayatını rahat bir şekilde geçirmek için çabalar. Bütün kâinatın ibadetlerini temsil etme kabiliyetine sahip olduğu halde, sadece çevresindeki bir gurup insanın teveccühlerini kazanmayı ve kendisini onlara beğendirmeyi hayatına gaye edinir.

Bir süre sonra kendisi de, o insanlar da dünyadan göçüp gitmekte ve bütün bu gayeler de onun bedeniyle birlikte adeta toprağa gömülüp kaybolmaktalar.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bir doktor, bir hastaya bazı ilaçları mutlaka kullanması gerektiğini söylese, hasta da o doktora: Bu ilaçları benim kullanmama senin ne ihtiyacın var diyebilir mi? Hayır. Çünkü o ilaçlara doktorun değil hastanın ihtiyacı vardır. Bunun gibi ibadetlere de haşa Allah'ın değil bizim ihtiyacımız vardır.

Yeryüzünün tamamını küçücük aynalardan oluşmuş farz edelim. Bu aynaların ışık ve sıcaklığı gökteki güneşten alacakları apaçık bir gerçektir. Gökteki güneşin aynalarda yansımasında, onları ışıklandırmasında bir ihtiyacı olduğu düşünülemez. Yani güneşin aynalarda yansıyıp yansımaması bir ihtiyaçtan dolayı değildir. Yansıma hadisesi olmasa da onun ışığından, sıcaklığından, yedi renginden hiçbir şey eksilmez. Güneş, ışığı ve kütlesi ile ne ise yine odur. Yansıma olayındaki bütün fayda ve menfaat, ancak aynalara aittir. Onlar, karanlıktan kurtulup, ışığa kavuşma hususunda güneşe muhtaçtırlar. Yoksa güneş, onların aydınlığa çıkmalarına muhtaç değildir.

Şimdi yukarıdaki örneği biraz daha geliştirerek güneşi ilim, irade, kuvvet ve hayat sahibi; aynaları da akıl ve şuur sahibi olarak kabul edelim. Şimdi tekrar düşünelim, akıl ve şuur sahibi aynalar, güneşi sevmeleriyle güneşin mükemmelliğine, muhteşemliğine ne katabilirler? Yahut ona isyan ederek onun yüce şanından ne eksiltebilirler? Mesela güneşin bitki ve hayvanlara ışık vermesinde ne faydası olabilir? Yahut vermemesinde, onun için ne eksiklik düşünülebilir? Elbette hem fayda hem de zarar onlara aittir.

Aynen yukarıdaki misaller gibi, Allahın varlık âlemini yaratmasında Onun sonsuz kemalinde bir fazlalık olduğu düşünülemez. Mevcudatı yaratmasaydı yine onun kemalinden hiçbir şey eksik olmazdı. Mesela hadsiz yıldızlarla yaldızlanmış şu gök kubbenin, üzerimizde bir çadır gibi çatılmasında ve yeryüzünün rengârenk çiçeklerle süslenmiş bir halı gibi ayağımızın altına serilmesindeki bütün faydalar bize aittir.

Hak Teâlâ, ne varlıkların yokluktan varlık âlemine çıkmalarına, ne meleklerin onu sena ve methetmelerine, ne de insanların ibadet ve itaatlerine muhtaçtır. Bunlar olsun ya da olmasın, O, zatında hamd ve senaya lâyık, eşi, misali, dengi olmayan bir Allahtır. Sonsuz zenginlik sahibi, her şey kendisine muhtaç ve o hiçbir şeye muhtaç olmayan Allahın ihtiyaçtan münezzeh olduğunu böylece tespit ettikten sonra, kâinatı niçin yarattığı hususuna bakalım.

Kâinatın yaratılmasındaki en önemli cihet, Allahın kendi manevi cemal ve kemalini, yani ilminin eserlerini, kudretinin harikalarını, isimlerinin tecellilerini, zenginliğinin genişliğini, ihsan, şefkat ve merhametinin yansımalarını, varlık aynalarında bizzat kendisinin müşahede etmesidir.

Kâinatın yaratılmasının ikinci ciheti Allahın rahmetidir. Rahman ve Rahim olan Allah, insanları ve diğer canlıları yokluk karanlığında bırakmayı dileyebilirdi. Ama Onun o sonsuz rahmeti buna müsaade etmemiş ve bu varlık alemi ve ondaki bu sonsuz canlı alemler varlık sahasına çıkmışlardır.

Kâinatın yaratılışının üçüncü ciheti ise ahiret alemine bakmaktadır. Hadis-i Şerifte bildirildiği gibi “Dünya ahiretin tarlasıdır.” Tarlanın yaratılması mahsulleri içindir. Bu fani dünyanın mahsulü ebedi ahiret alemleridir.

Bu üçüncü gayede en büyük pay insan nevine ve o nevin temsilcileri olan peygamberler taifesine ve onların reisi olan ahir zaman peygamberi, bizim peygamberimiz Hz. Muhammede (asm.) aittir. Yani alemler Onun için ve onun tebliğ arkadaşları olan diğer peygamberler için ve bu irşat ve ikaz kafilesinin izinde giden salih ümmetler için yaratılmıştır.
 

melissa26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ara 2011
Mesajlar
1,857
Tepki puanı
18
Puanları
36
Yaş
51
Eger size söylese idim suyun hikmetini çıldırırdınız...
Elinizde ibrikle gezerdiniz sokakta...
Deli deseler dahi ...
Derdi bir büyüğümüz...
İşte bu söylese idinin bir sırrı ifşası...
Muhammed Mustafa A.S. yüzünün suyu hürmetine ne olur ABDEST 'li olundur...
Allah C.C. nun KUL'um emrine mazhar olmanın temelinde....;
ABDEST vardır...

Sineği görünce özelliklerini okuyunca çok şaşırmıştım.
Sokak ta sinek görünce bağırdım' Sinek' diye Allah'tan kimse yoktu, ne güzeldir onu yaratan, ne güzel düşünmüş, o ne güzel tasarım,
o ne güzel dizayn...evet deli dediler, şükür, şeytandan ilham alan şair, akılsız... çok hakaret aldım ama vazgecmedim sevdam bu...
Oysa yıllardır bildiğim birşeydi, gördüğüm birşeydi ama şimdi harika bir eser seyrederim , bakışım değişti...
Suya seslendim, zemzemim olurmusun? hay hay , ne düşünsem olurmusun?
Aman demeyin, zamanı gelince oluşur, erken verince aklım sonsuzlukta buluştu
Adım, adım giderim, dur iteklemeyin, kendi başıma olsamda Rabbimle beraberim
Ne güzeldir O'na kul olmak, yok idin değer verdi , var etti, teşekküre yetmez senelerim
Birde üstüne cenneti vaat etti, yetmez mi dedim? Hayır , cennetten güzel O'NU seyretmeyi istedim
Bir kere seyretsem? bilirim yetmeyecek, birkez daha diyeceğim...
 

yakais

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
3,363
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
67
Tabi ki seyredilebilir o Azimu Şan Allah C.C. Ama haddi bilinerek...Nasib içilerek...İzin verilerek....Görme aleti takılarak...
Ama öncelikle öğretilerek....Kendisi tarafından bizzat...
Ancak her şeyin başında ...
O na ...
Ummi varmak gerek...
Şimdilik bu kadar sırrı ifşa yeter...Süzün bir bakalım demi...
Oldumu uygun dem ....
Birde biline ki Ümmiye Murşid sadece Allah C.C. gerek...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bu dünyaya gelişimizin sebebinin sınanmak olduğuna, sınanırken de sevdiğimiz ve arzuduyduğumuz şeylerden fedakarlık etmeden bunu başaramayacağımıza inanıyorsak; iyi birmüminin Allah’ın seçkin kullarından olabilmek için karşısına çıkabilecek tüm sınavlara veentrikalara hazır olması gerekmektedir.
İnsan yaşı ilerledikçe, gerek ölüme yaklaştığı için gerek ise kısmen olgunlaştığı ve fiziksel olarakartık eskİsi kadar güçlü ve dinamik olmadığı için bazı günahlardan uzak durması göreceli olarakdaha kolay olabiliyor. Genelde 65 yaşındaki bir insanın 18 yaşındaki bir gençten belli konulardaölçülü davranabilmesi daha kolay oluyor. İşte tam da bu yüzden gençlikte, yani yaşanacak olanyılların en verimli, duyguların en çoskun olunan döneminde, insanın içinin kıpıpr kıpır olduğuo dönemlerde; Allah yolunda olabilmek, Allah için fedakarlıklarda bulunabilmek, günahlardansakınıp sevaplara yönelebilmek daha zor -Allah daha iyisini bilir- ama daha da kıymetli ve anlamlı oluyor.
Ama unutmayalım ki hayat bir süreç. Çocuklukla başlıyor, kimi insanın hayatı çok uzunsürerken kimininki de daha kısa olabiliyor. Kimin ne kadar ve nasıl yaşayacağı ancak Allahtarafından bilinen bir olay. Bu yüzden gençlerin “Daha yaşımız genç, ilerleyen yıllarda diningereklerini yaparız” gibi ileri sürdükleri mazeretler aslında tamamen bir faraziyeden ibaret. Zira,acaba yaşlanmak nasip olabilecek mi? Ya da gençlikte elde olan nimetler halen daha elimizdeolabilecek mi? Nimetlerden bahsederken sadece maddi olanaklardan bahsetmiyorum. Genç,güzel ve dinamik bir insanın Allahı’ı anlatıp, dini tebliğ etmesiyle artık yaşlanmış, doğru dürüstyürüyemeyen bir insanın Allah’ı anlatmasındaki etki bile aynı değildir. (Doğrusunu Allah bilir)
Bu yüzden imkanlar elimizdeyken onları sonuna kadar kullanmalı, bize verilen nimetlerinhesabını vereceğimizi unutmadan gereğince kullanmalı ve Allah’ın seçkin kulları olabilmek için;bu hayatın yegane anlamlı amacı için kıyasıya yarışmalıyız. Unutmayalım ki Hz. Yusuf’u Zelihaile sınayan Allah hepimizi başka tür Zelihalarla sınayacak. Önemli olan nokta, insanın canınınçekmesine rağmen belli olaylardan Allah rızası için fedakarlıkta bulunmasıdır. Allah hepimizeihlas ve kulluk nasib etsin.

Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş olanların karşılaştıklarının benzeri başınıza gelmedencennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara şiddetler, belalar ve zorluklar gelip çattı;sarsıldılar, öyle ki, elçi ve onunla birlikte inananlar “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyeyakarıyordu. Haberiniz olsun ki, Allah’ın yardımı çok yakındır.
(Bakara Suresi, 214)

Yoksa siz, Allah içinizden uğraşıp didinenleri seçmeden, sabredenleri seçmeden cennetegireceğinizi mi sandınız?
(Ali İmran Suresi, 142)
 

yakais

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
3,363
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
67
Bu dünyaya gelişimizin sebebinin sınanmak olduğuna, sınanırken de sevdiğimiz ve arzuduyduğumuz şeylerden fedakarlık etmeden bunu başaramayacağımıza inanıyorsak; iyi birmüminin Allah’ın seçkin kullarından olabilmek için karşısına çıkabilecek tüm sınavlara veentrikalara hazır olması gerekmektedir.
İnsan yaşı ilerledikçe, gerek ölüme yaklaştığı için gerek ise kısmen olgunlaştığı ve fiziksel olarakartık eskİsi kadar güçlü ve dinamik olmadığı için bazı günahlardan uzak durması göreceli olarakdaha kolay olabiliyor. Genelde 65 yaşındaki bir insanın 18 yaşındaki bir gençten belli konulardaölçülü davranabilmesi daha kolay oluyor. İşte tam da bu yüzden gençlikte, yani yaşanacak olanyılların en verimli, duyguların en çoskun olunan döneminde, insanın içinin kıpıpr kıpır olduğuo dönemlerde; Allah yolunda olabilmek, Allah için fedakarlıklarda bulunabilmek, günahlardansakınıp sevaplara yönelebilmek daha zor -Allah daha iyisini bilir- ama daha da kıymetli ve anlamlı oluyor.
Ama unutmayalım ki hayat bir süreç. Çocuklukla başlıyor, kimi insanın hayatı çok uzunsürerken kimininki de daha kısa olabiliyor. Kimin ne kadar ve nasıl yaşayacağı ancak Allahtarafından bilinen bir olay. Bu yüzden gençlerin “Daha yaşımız genç, ilerleyen yıllarda diningereklerini yaparız” gibi ileri sürdükleri mazeretler aslında tamamen bir faraziyeden ibaret. Zira,acaba yaşlanmak nasip olabilecek mi? Ya da gençlikte elde olan nimetler halen daha elimizdeolabilecek mi? Nimetlerden bahsederken sadece maddi olanaklardan bahsetmiyorum. Genç,güzel ve dinamik bir insanın Allahı’ı anlatıp, dini tebliğ etmesiyle artık yaşlanmış, doğru dürüstyürüyemeyen bir insanın Allah’ı anlatmasındaki etki bile aynı değildir. (Doğrusunu Allah bilir)
Bu yüzden imkanlar elimizdeyken onları sonuna kadar kullanmalı, bize verilen nimetlerinhesabını vereceğimizi unutmadan gereğince kullanmalı ve Allah’ın seçkin kulları olabilmek için;bu hayatın yegane anlamlı amacı için kıyasıya yarışmalıyız. Unutmayalım ki Hz. Yusuf’u Zelihaile sınayan Allah hepimizi başka tür Zelihalarla sınayacak. Önemli olan nokta, insanın canınınçekmesine rağmen belli olaylardan Allah rızası için fedakarlıkta bulunmasıdır. Allah hepimizeihlas ve kulluk nasib etsin.

Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş olanların karşılaştıklarının benzeri başınıza gelmedencennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara şiddetler, belalar ve zorluklar gelip çattı;sarsıldılar, öyle ki, elçi ve onunla birlikte inananlar “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyeyakarıyordu. Haberiniz olsun ki, Allah’ın yardımı çok yakındır.
(Bakara Suresi, 214)

Yoksa siz, Allah içinizden uğraşıp didinenleri seçmeden, sabredenleri seçmeden cennetegireceğinizi mi sandınız?
(Ali İmran Suresi, 142)

Bize ışık tutan güzel yazılarınız için teşekkürler...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt