Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah c.c mekandan münezzehtir (1 Kullanıcı)

bedr

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Nis 2010
Mesajlar
17
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Şüphecilerin heva-i nefislerine kaynak gördükleri Ayet

ŞÜPHECİ;أَأَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يَخْسِفَ بِكُمُ الأَرْضَ فَإِذَا هِيَ تَمُورُ“ Yoksa siz, gökte olanın sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin mi oldunuz. O zaman yer birden sallanmaya başlar. “أَمْ أَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء أَن يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذِيرِ“ Yoksa siz, gökte olanın üzerinize taş yağdıran bir rüzgâr göndermeyeceğinden emin mi oldunuz? O zaman tehdidim sanılmış göreceksiniz. “(Mülk: 16 ,17).Şüphesiz ki insanları yere batıracak olan Allah’u Azze ve Celle’dir... Birilerinin zannettiği gibi burada bahsi edilen melekler değildir… Bu Ayeti celilelerde gökte olanın kendisinin olduğunu anlatılıyor Rabbimiz…Ebetteki Melekler de göktedirler, ama Allah’u Teâlâ’nın burada haber verdiği şey; kendisinin meleklerinde üstünde olduğudur…

CEVAP Bu ayet kesinlikle “Allâh” lafzı diye geçmiyor. Niçin Allâh ile tefsir ediyorsun ki?Burada ayeti zahirine göre aldın ki, Allâh’ın göklerde olduğunu söylemen daha açık olsun diye. Hâlbuki müfessirlerin bir kısmı “Gökte olanın” yani “meleklerin” olduğunu, bazılarının da “ Mülkü ve kudreti göklerdedir” ve bazılarının da “Şanı yüksek veya Şanı en yüksek olan yerdedir”, yani göklerde olduğunu söylemişlerdir.”Hiçbir Ehlisünnet Vel Cemaat âlimi, Allâh’ın zatıyla göklerde olduğunu söylememiştir.Müfessirlerin bazılarının bu konudaki görüşleri şöyledir;
1- أَأَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء“Meleklerdir” demektir. İmam Beyzavi (Tefsiri Beyzavi)
2-أَأَمِنتُم مَّن فِي السَّمَاء“Kudreti ve Sultanı” demektir. (Celaleyn Tefsiri)
أأمِنتُم مَنْ في السماءِ3- “Melekler” demektir. İmam Maverdi (Tefsiri Maverdi)
4-من في السماءAnlamı: ”Bu mecazdır. Allâh’ın bir yönde bulunmaması akli delillerle sabittir. Bunun mecaz anlamı şöyledir: “O’nun Mülkü göklerdedir. O’nun Mülkü her şeydedir ama sema meleklerin yeri olduğu için sema zikredilmiştir.” Müfessir Ebu Heyyâ Endelusi (El-Bahrul Muhit Tefsiri)
ءامِنتم مَّن فِى السماء5- Bil ki Müşebbihe, bu ayeti delil getirerek, Allah'ın bir yeri olduğunu söylemiştir. Buna şu şekilde cevap veririz: "Bu ayetin, Müslümanların ittifakıyla, zahirî manasına alınması caiz değildir. Çünkü Hakk'ın gökte olması, göğün Allah'ı, her yanından kuşatmış olmasını gerektirir. Dolayısıyla da Allah, -hâşâ- gökten küçük olmuş olur. Hâlbuki Arş gök'ten çok daha çok büyüktür. Binaenaleyh Allah Teâlâ'nın Arş'a nispetle çok küçük olması gerekir. Hâlbuki bu, bütün Müslümanların ittifakıyla imkânsızdır. Bir de Allâh,
قُل لّمَن مَّا فِى السموات والأرض قُل لِلَّهِ"’Gökteki ve yerdeki şeyler kimindir?’ de. De ki: Allâh'ındır" (En’am, 12) buyurmuştur. Buna göre eğer Allâh-u Teâlâ, gökte olmuş olsaydı, kendi kendinin maliki olmuş olurdu ki, bu imkânsızdır. Böylece bu ayetin, zahirî manasına göre anlaşılmaması gerektiğini anlıyoruz. Bunun tevili ve tefsiri sadedinde şu izahlar yapılabilir:
1)Ayetin takdiri, "Göktekinden, yani Allâh'ın azabından emin mi oldunuz?" şeklinde niçin olmasın? Çünkü âdet, hep belaları, inkârcı ve isyankârlara gökten indirme şeklinde cereyan etmiştir. Dolayısıyla gök, Allâh'ın rahmet ve nimetinin iniş yeri olduğu gibi, azabının da iniş yeridir.
2) Ebu Müslim şöyle demiştir: "Araplar bir tanrının varlığını kabul ediyorlardı, fakat bu tanrının, tıpkı Müşebbihe'nin inandığı gibi, gökte olduğuna inanıyorlardı.
Buna göre Hak Teâlâ sanki onlara, "Gökte olduğuna inandığınız ve dilediği şeyi yapabileceğini kabul ettiğiniz o Zâtın, sizi yere batırmasından emin mi oldunuz?" demiştir."
3)Ayetin takdiri, "Gökteki olandan, yani Allâh'ın saltanatından, mülkünden ve kudretinden emin mi oldunuz?" şeklindedir. Fakat ayette "gök" sözünün yer alışı, Allah'ın saltanatını ululamak ve O'nun kudretini yüceltmek içindir. Bu tıpkı,
وَهُوَ الله فِى السموات وَفِى الأرض"O, yerde de, gökte de gerçek ilâhtır" (En'am, 3) ayeti gibidir. Çünkü tek bir şeyin aynı anda iki ayrı yerde olması mümkün değildir. Binaenaleyh Allâh'ın yerde ve gökte oluşundan maksat, O'nun emrinin, kudretinin ve iradesinin göklerde de, yerde de geçerli olduğunu anlatmaktır. (Veya semalarda ve yerde hakkıyla ibadet edilen Allâh’tır) İşte bu ayette de böyledir...
4) "Gökteki" ifadesi ile "azapla görevli meleğin" kastedilmiş olması niçin caiz olmasın. Bu melek de Cebrail'dir. Buna göre mana, "Cebrail'in, Allah'ın emri ve müsaadesi ile sizi yere batırmasından emin mi oldunuz?" şeklinde olur. İmam Razi (Tefsiri Kebir)
أأمِنتُم مَنْ في السماءِ6- “Melekler” demektir. İmam Kurtubi (Tefsiri Kurtubi)
أأمِنتُم مَنْ في السماءِ7- “Melekler” demektir. Haf‎z Iraki (el-Emâli)

Bu alimlerin kitaplar‎na da bakabilirsiniz:
1-İmam Kurtubi–el-Cami Li Ahkamil Kur’an
2-İmam Beyzavi–Ha‏iyetu‏ şehâb
3-Hafı‎z Suyuti ve Allame Mahelli-Tefsir el-Celâleyn
4-İmam Muhammed es-SebzevSari- el-Vedid Fi Tefsiril Kur’an-il Mecid
5-Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri
6-Elmal‎l‎ Hamdi Yaz‎r Tefsiri
7-İsmail Hakki Bursavi-Ruhul Beyân
8-Diyanetin Kur'an yolu Tefsiri
Arapça’da övmek için de ''gِökte'' denir:
1-İmam Suyuti–Ukud ez-Zeberced Ala Müsnedil İmam Ahmed
2-İmam Zebiydi–Tac el-Arus
3-Allame İbni Manzur–Lisanu Arap
4-İmam es-Semin el- Hanbelî- Umdetul Huffaz

Şüphecilerin bazı‎lar‎ı ''Biz Allah'u teala'n‎ın yukarı‎da olması‎ndan Allah'la beraber baş‏ka bir varl‎ığın bulunmad‎ığı alemin üstünü/fevkini kastederiz'' diyerek Allah'u teala'y‎ı mekandan,cihetten yani mahlukat‎ın içine girmekten tenzih etmeye çal‎‏‎ışırlar, ard‎ından yedinci kat semadan aşağıya diğer semaları (hulul,hudud ve intikal gibi mahzurlu şeyleri) geçmeden zat‎ıyla dünya seması‎na nas‎ıl gelinir? diye dü‏şünmeden tenakuza dü‏şüp - aşağıda nasıl anlaşılmasını aktaracağımız -nuzül hadisini delil getirirler. Lakin bazıları da ''Allah’u Azze ve Celle mahlukâtı yarattıktan sonra, yanında bulunan kitaba şöyle yazdı: rahmetim gadabımı geçmiştir. Bu kitap arşın üstünde Allah’ın yanındadır. '' (Buhari: 6.c.2985.S - 16.c.7425 - 7426.S - Ahmed: 2 / 258) hadisini naklederek.kitabı O'nun yanına yerleştirirler.Kendini Selefi olarak adlandıran ve '' zahiri açık anlamlarını alırız ''diyen şu şüphecilere bakınız!

İlk önce bu hadiste geçen عنده ( yanında) illa ki mekân manasında olmaz.Allâh-u Teâlâ şöyle buyurdu:ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْ(Bakara /54)Anlamı: ”Öyle yapmanız, Yaratıcınızın nezdinde sizin için daha hayırlıdır”Allâh-u Teâlâ şöyle buyurdu:فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ(Bakara / 62)Anlamı: ”Rableri nezdinde mükâfatları vardır.”Allâh-u Teâlâ şöyle buyurdu:مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ (Hud /83)Anlamı: “(O taşlar) Allâh’ın (ilmiyle) onlara yağdırıldı.” Herhangi bir akıllı, bu taşlar Arş’ın üzerinde Allâh’ın yanında olduğunu söyler mi?Allâh-u Teâlâ şöyle buyurdu:إِنَّ الَّذِينَ عِنْدَ رَبِّكَ لا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ(A’râf/206)Anlamı: ”Kuşkusuz Rabbin nezdindekiler O’na kulluk etmekten kibirlenmezler.”Gördüğünüz gibi bu “ عِنْدَ “ kelimesi sadece mekân için kullanılmamaktadır. Bundan anlaşılıyor ki, göstermiş olduğu hadisin anlamı şöyledir: “Bu kitap Allâh nezdinde değerli olan yerde bulunmaktadır.” Orası Allâh’a karşı günah işlenmediği bir yer olduğundan dolayı Allâh nezdinde değerlidir.İmam Hafız Veliyüddin El-İraki “Tarhu-t Tesrib” adlı kitabında şöyle diyor: ”Muhakkak ki, bu hadiste geçen “yanında” kelimesini zahirinden başka bir te’vil yapmamız gerekir. Çünkü zahiri manası bir yer demektir. Allâh ise yerleşmekten ve bir yerde veya bir yönde bulunmaktan münezzehtir.” Hâşâ, Allâh Teâlâ Arş’ın üzerinde olsaydı o zaman bu kitapla beraber aynı yerde olmuş olurdu. Çünkü bu hadise göre o kitap Arş’ın üzerindedir.
 

bedr

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Nis 2010
Mesajlar
17
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Şüphecilerin heva-i nefislerine kaynak gördükleri Hadis

ŞÜPHECİ;Rasulullâh ‏ِşöyle buyurmu‏ştur; Rabbimiz her gecenin son üçte birlik bölümü kald‎ığı zaman dünya göğüne iner ve ‏ِşöyle der: Yok mu bana dua eden? Duası‎nı‎ kabul edeyim. Yok mu benden bir ‏şey isteyen? istediğini ona vereyim. Yok mu benden bağışlanma dileyen onu bağışlayay‎m? İşte bu onun zat‎ıyla yukar‎ıda olduğunun delilidir?

CEVAP;Nüzul: Allâh hakk‎ında “dünya semas‎ına iner” ifadesiyle, Allâh’‎ın bir yerde bulunduğu veya yükseklerde olduğu anla‏‎şılı‎r ki, Allâh’‎ın mekân‎ı olduğu inancı‎ vurgulanmaktad‎ır. Böyle bir inanç Allâh-u Teâlâ'yı‎ yaratt‎ıklar‎ına muhtaç olduğunu, yaratm‎‏ış olduğu melekler, insanlar, cinler gibi varl‎ıklara benzetmek olur. Çünkü meleklerin mekân‎ı göklerdir, cinlerin ve insanlar‎ın mekânı‎ yerlerdir. Bu varl‎ıklar Allâh’ı‎n yaratm‎‏ış olduğu mekânlar aras‎ında, Allâh’‎ın dilediği kadar hareket etmektedirler. Allâh-u Teala, yaratt‎ıklar‎ına benzemez.Nüzulun, bizzat Allâh’ı‎n, zat‎ıyla yukar‎ıdan a‏şağıya indiği anlamı‎na geldiği kabul edilemez. Çünkü Allâh cisim değildir, mekân ve yönden münezzehtir. Ayr‎ca bizzat, Allâh’‎ın zat‎ıyla dünyan‎ın semas‎ına indiğini kabul etmek akla da ters gelir. Söz konusu olan nüzul hadisi, meleklerin inmeleri manas‎ında veya Allâh’‎ın rahmetinin inmesi manas‎ında anlaşı‏‎lmal‎ıd‎ır.Çünkü hadis-i ‏şerifte geçen nüzul, hâş‏â Allâh’‎ın bizzat kendisi dünyanı‎n semas‎ına indiği anlam‎ına geldiği kabul edilecek olursa o zaman hâ‏şâ “Allâh’‎ın inmekten ba‏şka bir ‏şey yapmadığı‎ً‎” inancı‎nı‎ ortaya çı‎kar‎ır. Çünkü hadis-i ‏şerifte geçen nüzulün, gecenin son üçte bir bölümünden itibaren sabaha kadar olduğu geçmektedir. Gece ve gündüz vaktinin dünyan‎ın her ülkesinde bir olmad‎ığı herkes taraf‎ndan malumdur.

Bu hadis ise dünyan‎n her bölgesi için geçerlidir. Yeryüzünün bir taraf‎ı gündüz iken diğer taraf‎ da gece olur. Bu itibarla gece ve gündüzler nispidir. Dünyan‎ın bir ucunda gündüz ise diğer ucunda da gecedir. Yani 24 saat bazı‎nda (tüm vakitlerde) yeryüzünün gece ve gündüzden hali olmadığını‎ bilmek lazı‎m. Durum böyle olunca Allâh, fiili olarak Arş'ı‏ üzerindedir diyenlere ne demeli..!? Çünkü bu gruba göre Allâh, gecenin bir bölümünde dünyan‎ın gökyüzüne iner. Yukar‎ıda izah edildiği gibi, gecenin o vaktine tevafuk etmeyen hiç bir yeryüzü yoktur. Gecenin tayin edilen o vakti her an ve her zaman yeryüzünün bir taraf‎ına isabet eder.Dolay‎ısı‎yla hem Ar‏ş'ı üzerinde hem de yerin gökyüzünde bulunmak, iki z‎ıtt‎ın bir arada bulunması‎ demektir..(Başka bir ifadeyle,iddia edildiği gibi nuzul esnasında Arş boşta kalmıyorsa Haşa ! Bir bölümünün Arş'ın üstünde bir bölümününde dünya semasına kadar uzanmış olması gerekir.) Bu safsatal‎ığada akli selim sahibi kimseler asla kabul etmezler.

Yine tenzihe yaklaşan bazıları, bu iddialara cevap verme telaşı ile ''Nüzül zatıyla hakiki bir iniştir'' dedikten sonra zahir anlamını ''Arş'ın yüce Allah'ın yukarısında kalmasını ve O'nunda Arş'ın altında olmasını gerektirmez'' diyerek bir çeşit tevil yaparlar.Ve nüzül ''hareket ve değişikliği gerektirmez'' derler .

Bizde Allah'u teala'nın mahlukatı yaratmadan önce nasıl idiyse şimdide öyledir.Hareket ve değişikliğe uğramamıştır.İstivası cihet ve mesafe anlamında yukarıya yükselmesini, yerleşmesini, sınırlı olmasını,oturmasını, mahlukatın içinde ve dışında olmasını gerektirmez diyoruz.O halde bizim bu dediğimiz nasıl sıfatları ''tahrif '' veya ''ta'til''olur? Bizim ki zahir anlamın içini boşaltmak ve tahrif ise, sizin bu düşünceniz nedir? Eğer cevap hudus alemeti taşımayacak ve şanına yakışacak,açık anlamı olan bir yerden bir yere intikal manasına gelmeyecek bir nuzül ise bizim de istiva dahil bütün sıfatlar hakkındaki görüşümüz budur.

Diğer taraftan bu çarpı‎k inancı‎ çürüten bir ba‏şka delilimiz ise, Ar‏ş’ı‎n göklerden çok daha büyük olduğunu belirten, s‎ıhhatinde ‏şek ve ‏şüphe olmayan kuvvetli hadis-i ‏şeriflerin olmas‎ıd‎ır. Peygamber efendimiz bu büyüklük orant‎ılar‎ını‎ anlatı‎rken gökler, kürsü'nün yan‎ında çölde bir halka gibi, Kürsü de Ar‏ş’ı‎n yan‎ında aynı‎ ‏şekildedir (yani çölde bir halka kadard‎ır). Her gِöğün bir alt‎ındaki göğe karşı‏‎ olan büyüklüğü de sabittir. Göklerin, birinci gökten yedinci göğe kadar müthi‏ş orant‎ılarla büyük oldukları‎na göre yukar‎ıdan a‏şağıya inecek bir kimse büyüklükten küçüklüğe, ‏şekilden ‏şekle ve hacimden hacme, durmadan bir halden diğer hale değişip duran bir cisim değil midir?Ak‎ıllar‎ına ‏şu soru da mı‎ gelmemi‏ştir;Gökler ve yer Kürsi'nin içinde ancak çöldeki bir yüzük kadar yer kapl‎ıyorsa ha‏şa göğe(ya da dünya semasına) nası‎l s‎ığmış‎‏tı‎r? Öte yandan, Ayete'l-Kürsî diye bildiğimiz ayette Allah Teala Celle Celalühü şöyle buyurmaktadır: "O'nun Kürsi'si gökleri ve yeri içine alır" Dolayısıyla "sonra göğü istiva etti" ayetinde geçen "istiva"yı "yerleşmek, mekân tutmak ve oturmak" anlamında almak mümkün değildir.

Bütün bunlarda bir mekandan diğerine hulul ve intikal da söz konusu olmaktadır. ''Allah'‎ın nuzülü bu dediklerimizi gerektirmez'' diyerek ‏‏yine şüpheciler itiraz edebilir.Cehmiyeden biriside ''Allah'‎ın maiyeti ile ilgi ayetler hululu gerektirmez mahlukat‎‎ın bereberliğine benzemez,bilmediğimiz ‏‏şekilde zat‎‎ıyla bizimle beraberdir, te‏‏şbih, tatil, temsil ve tevil yapmadan zat‎‎ıyla her yerde ve yِöndedir'' der ise ne diyecekler? Halbuki iki tarafta bu tür zahiri,açık,dilde bilinen anlamlarının aksine -tasvip etmedikleri halde-onlara yeni anlamlar yüklemektedirler. Artık öyle bir hale gelinmiştir ki,zahiri anlamlarını şüphecilerden başkaları bilememektedir.

Yine onlar '' «Selef mezhebi —O'nlara göre bu, aynı zamanda kendilerinin de mezhebidir— sıfatlan inkâr (ta'til) ile Allah'ı yaratılmışlara benzetme (temsil) arasında*dır. Selef Allah'ın sıfatlarını, yaratıklarının sıfatlarına benzetmezler. Nite*kim O'nun zatını da mahlukların zatına benzetmezler. Allah'ın ve Rasulü'-nün O'nun zatını vasıflandırdıkları ilâhî sıfatları inkâr edip de güzel isimlerini, yüce sıfatlarını reddetmezler. Böylece Nassı tahrif etmekten, Allah'ın isim ve âyetlerini inkâr etmekten uzak dururlar.» ''derler.Ne varki, mezhebinin selef mezhebi olduğunu açıklayan, teş*bih ve tecsimi reddeden bu kişiler ''Zatı ile Allah'ın cihet manasında herşeyin üstünde olduğunu, Arş'ın üstünde olduğunu ve semanın üstünde bulunduğunu bazı ayetlerin zahirinin bunu ihtiva etttiğini ve O'na parmak vs. ile işaret olunabileceğini ifade eden sözler söylemişlerdir Yükseklik ve yüceliği manevimidir? desek şidddetle karşı çıkmışlardır..

Burada itiraf edelim ki, Allah'a (c.c) parmakla işaret etme ile (ki bu yöndür), O'nun gökte ol*masını kabul etme(ki bu mekandır), O'nun Arş'ın üstüne yerleşme anlamında istiva etmesini kabul etme ve yaratıklara mahsus “üst-alt” gibi izafî sıfatlarla sonuçlanan (fevkıyyet) üstte oluşu kabul etmek ile ,cisim olma ve sonradan olanlara benzemekten mutlak olarak münezzeh olduğunu inanmak nasıl bağdaşır, aklımız almamaktadır.

Ancak biz biliyoruz ki, sahabe bu konuda susmuş, te'vile karşı bir söz söylememiştir. Her ne kadar rivayet olunan lâfızlar tefvide delâlet ediyorsa da, bunlar arasında Allah (c.c) için bir yönü ispat eden de mev*cut değildir.Art‎ık ‏şüphecilerin Allah Azze ve Celle'yi ‏şu söylediklerine rağmen insanlara benzetmekten tenzih etmesine gelince,onu Ha‏şviyye'de yapm‎‏ıştı‎r....

Hanbeli Alim İbnu'l Cevzi derki; Onlar demi‏şlerdir ki; Allah'‎ın gökten nuzulu hadisinin manas‎ı ,Allah bizatihi iner. Bir yerden yere naklonur.Sonrada Allah iner ama bizim dü‏şündüğümüz gibi değildir dediler .Böylece hadisi ‏şerifi i‏şiten kimseyi ‏şaşı‏‎rt‎ıp hisse ve akla zulmetmekle müte‏şabih hadisleri zahiri manalar‎ına hamletmi‏şlerdir... Bu görüş‏lerin İmam Ahmed'e isnad edilmemesi için onlar‎ın reddi laz‎ım geldiği kanaatindeyim..Sukut edip de reddetmezsem ,dediklerine benim de itikad etmi‏ş olduğumu söyleyecekler..(İbnul Cevzi Def-u Şübbetü't-Te‏bih'den naklen Bkz. Ebu Hamid bin Merzuk,Bera'atü'l-E‏'ariyyin, Bedir Yay‎ınevi,sh.43)

Oysa "hareket etmek" demek, bir evvelki durumda başka bir hâlde bulunmak, yani bir hâlden başka bir hale intikâl etmek demektir. Hareket etmeden önceki durumu değiştirip başka bir hale geçmek demek, sonradan olan (hâdis/muhdes) bir halin, hareket sahibine hulûlü demektir. Çünkü hareket eden varlık, hareket etmeden önce başka bir hâldedir.Hareketle birlikte bu halin değişmesi, önceden olmayan bir halin, o hareketle birlikte sonradan meydana gelmesi ve ona hulûlü demektir. Havadis'in (ezelî olmayan, sonradan olan şeylerin) Allah Tealâ' ya (Celle Celâlûh) hulûlüne inanmak ise haşâ Allah Tealâ'nın hâdis olduğunu iddia etmek demektir. İbn-i Cevzî de selefin bu konuda te*vakkuf ettiğini (durduğunu) nakletmiş, Ahmet b. Hanbel'i de böyle kabul etmiştir.

İbni Hacer derki;''İbnü’l Cevzî’nin haberî sıfatlardaki mezhebi tafviddir. Selefin çoğu bu tür sıfatları te’vilden kaçınmışlar, nasıl vârid oldular ise öylece kabul etmişlerdir. Vârid olduğu çerçevede kabul edilmesi Allah’ın sıfatlarının mahlûkâtın sıfatlarına benzemediğinin itikâd edilmesi sûretiyle olur. Yine Allah noksanlıklardan tenzih edilerek bu sıfatlardan muradın ne olduğunun bilinmediği ifade edilir.''(Fethu'l Bari)

İmam Âzam Ebû Hanîfe'den: “Allah Teâlâ gökten iner” şeklinde rivayet edilen hadîs-i şeriften sorulunca, “keyfiyetsin olarak iner” cevabını verdi..(Aliyyu'l Kari'den Fıkhu'l Ekber Şerhi)

Allâme Muhaddis Yûsûf el-Bennûrî, Tirmizî’deki bu Nüzûl Hadîsinin ‏‏şerhinde şöyle diyor: (Allah’a nisbet edilen) ‘inmek,’ ‘gelmek, ‘istivâ,’ ‘yed’/‘el’, ‘vech’ /‘yüz’, ’yemîn’/’sağ el’ ve ba‏‏şkaları‎‎ hakk‎‎ında Selef’in çoğundan ve dört imâmdan nakledilen, bunlar‎, Allah Teâlâ’yı‎‎ (yaratt‎kları‎‎na) benzetmekten tenzîh ederek/pâk tutarak, (Mevlâya nisbet edilen ‏‏şu fii‏‏lerin ve isimlerin) nası‎‎l olduğunu düş‏‏ünmeden ve söylemeden, (bunlar‎ı) inkâr ve te’vîl etmeden nası‎‎l geldilerse, icmâl yolu üzere îmân etmektir. Nitekim Bedr(uddîn el-‘Aynî) ve Şihâb (İbnü Hacer el-Askalânî) böyle dediler.

Hâf‎z İbni Hacer el-Askalânî rahimehullah, Fethu'l-Bari eserinin Kitabü't-Teheccüd bahsinde diyor ki:"Allah'a cihet isnad eden kimse, bu hadis-i ‏şerifle [hadis-i nüzul ile] istidlal ederek ‘'cihetten maksad yukar‎ı cihettir'’ demiş‏tir. Ama cumhûr-‎ ulemâya [alimlerin büyük çoğunluğuna] göre, bu görüşü kabul etmek, Allahü teâlâya tehayyüz [mekânda yerle‏miş‏ olma] mânâsı‎na gelir ki, Allahü teâlâ bu vas‎ıftan uzakt‎ır." (bkz. Ehl-i Sünnetin Müdafası‎, Bedir Yay., ist., 1994; s. 465; Şevahidü'l-Hakk, Fazilet Ne‏riyat, s.222)

Buhari şarihi İbn Hacer el-Askalânî mezkûr hadîsin ‏şerhinde der ki: "Nüzul" kelimesinin manası‎ üzerinde çe‏şitli görüş‏ler ileri sürülmü‏ştür;
(Bir):Bazı‎ları‎ kelimenin zahirî ve hakiki (teş‏bih çağr‎‏ışt‎racak) manas‎ını‎ kabul etmiş‏lerdir; bun*lar mü‏şebbihedir.
(İki): Baz‎ılar‎ı, bu mevzuda varid olan hadislerin sı‎hhatini inkâr etmi‏şlerdir; bun*lar havaric ve muteziledir.İşin garib taraf‎ı, buna benzer Kur'ân âyetlerini de tevil etmi‏*şlerdir. Fakat bu, gerçeği bildikleri halde s‎rf inatç‎ılı‎ktan ba‏şka bir ‏şey değildir. Yahutta cehalet*leri yüzünden bu hadîsleri inkar etmi‏şlerdir.
(Üç):Baz‎lar‎ı da Allah Ta'âlâyı‎, keyfiyet ve te‏şbihten tenzih ederek, hadîsin manas‎ını‎ icmâl yolu üzere/tafsîlâta girmeden kabul etmi‏şlerdir. Bunlar da sahabe ve tâbiûndan olan ekseri seleftir. el-Beyhakî ve diğerlerinin naklettiğine göre Dört imâm, Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiî ve Ahmed İbnü Hanbel, iki Süfyân (Süfyân-‎ Sevrî ve Süfyân ibnü ‘Uyeyne), iki Hammâd (Hammâd ibnü Süleymân (veya Zeyd) ve Hammâd ibnü Seleme), Evzâî, Leys ve diğer bir çok imam, bu görü‏şe sahiptir... (İşte bahsettiğimiz Selef'in görüşü)
(Dört): Kimileri lây‎ık olacak ve Arab dilinde kullan‎ılan bir ‏şekilde te’vîl etmi‏şlerdir...(Bu da bahsettiğimiz Halef'in görüş‏ü).(bak: Fethü'1-Bârî, III, 20-25)

Buhari şarihi Bedruddîn el-Aynî Umde(tü’l-Kârî)’de (3/623) ‏ِşöyle demi‏‏ştir: -''‏Şübhe yok ki, nüzûl /inmek (zahiri anlamı‎) cismin üstten alta intikâlidir ve Allah bundan münezzehdir. Nüzûl hakk‎ında gelen rivâyetler Müteş‏‏âbihât’tand‎‎ırlar. Onlar(ı‎‎n anla‏‎‏‎şılmas‎‎ı) husûsunda âlimler iki k‎‎ıs‎‎ımd‎‎ırlar:

Birincisi, Müfevv‎‎ıda/(ne demek olduğunu Allah’a) b‎‎ırakanlar. Onlara îmân eder, te’vîllerini Allah’a bı‎‎rak‎‎ırlar. Bununla beraber Allah’‎‎ı noksân s‎‎ıfatlardan kesin olarak tenzîh ederler.Hattâbî şöyle dedi: Bu hadîs S‎‎ıfât hadislerindendir. Selef’in bunun/bu hadîsin hakk‎ındaki Mezhebi /gittikleri yol, ona îmân etmek, onu zâhirleri üzere icrâ etmek ve keyfiyeti/nası‎l oluşu ondan nefyetmektir. Hiçbir ‏‏şey O’nun gibi değildir. Ve O, hakk‎‎ıyla i‏‏şiten ve hakk‎‎ıyla görendir.

İkincisi de Müevvile(te’vîl edenler)’dir. Onlar‎ yerler(in)e göre lây‎‎ık oldukları‎‎ ‏‏şekilde te’vîl ederler. Bu sebeble onlar “Allah’‎‎ın iner” (hadîsin)in manası‎‎n‎‎ın “Allah’‎‎ın emri iner,” yahut “melekleri (iner)”, veya bunun istiâre olduğunu ve ma’nâs‎‎ını‎‎n duâ edenlere bolca lütûfta bulunmak ve duâlar‎‎ını‎ kabûl etmek v.b. demek olduğunu söyemekle te’vîl ettiler.Kad‎‎ Beydâvî şöyle demi‏‏ştir: Kat’î olan aklî delîllerle O’nun cisim olmak ve bir mekânda bulunmaktan münezzeh olduğu sübût bulunca, O’na, “bir yerden daha a‏‏şağı bir yere intikal” ma’nâs‎‎ında olan “nüzûl” imkâns‎‎z olur. O halde (Nüzûl ile) murâd edilen rahmetinin nûrudur.''-(Umde(tü’l-Kârî)’de (3/623)

Umdetü’l-Kârî'de el-Aynî özetle şöyle diyor: Nuzûl, intikaal, i'lâm, kavi,ikbâl, teveccüh ve bir hükmün çıkması ‎‏‎ ma'nâlar‎ına kullan‎ılı‎r. Bu ma'nâlar‎ın hep*si lügatç‎ılar aras‎ında bilinen ‏şeylerdir. Madem ki nüzulün böyle mü‏şterek manâs‎ı vard‎ır; Allah'‎ın kendisiyle tavsîfi caiz olan bir ma'nâya hamledilmesi en doğru bir harekettir. Burada Allah'‎ın rahmetle dileklerini vermekle, mağfiret*ler etmek suretiyle teheccüd k‎ılanlara ikbâl ve teveccüh buyurmas‎ıdı‎r denilebilir.Bu (asl‎ında) bir te'vîl değil, fakat lâfız‎ı, medlulü olan müş‏terek ma'nâlarıdan birisine ham*letmektir kî, İmâm Mâlik gibi bâz‎ı selefin te'vîlleri de hep bu yolda bir te'vîldir (Umde III, 618-623).

İmam Zürkânî, Ebû Bekir İbnu’l-Arabî’den, O’nun (İmam Mâlik’in), ;ينْزِلُ رَبُّناَ=/‘Yenzilü Rabbuna’/‘Rabbimiz iner’ hadîsi hakk‎ında şöyle dediğini nakletti: Nüzûl/ini‏ş Allah Teâlâ’n‎ın Zatı‎na değil, fiillerine döner.. Hatta bu, O’nun emri ve nehyini indirecek olan meleğinin iniş‏inden ibarettir. Şu halde nüzûl/iniş‏ hissîdir/fizîkîdir ve de kendisiyle emrin gönderildiği meleğin sı‎fatı‎d‎ır. Veyâhud da ma’nevîdir; yani '‘önce yapmayı‎p da sonra yapt‎ı'’ ma’nâs‎ında, bunu, ‘nüzûl’, yani ‘bir mertebeden bir mertebeye inmek’' diye isimlendirmiş‏tir. Bu sahîh bir Arabça ifade tarz‎ıd‎ır.(Zürkânî, Şerhu’z-Zürkânî ale’l-Muvatta:2/35)

Nüzul hakkında İmam-ı Gazali'nin yazdıkları ise şöyledir: Bir kimsenin kulağına nüzûl (inme) kelimesi çalınınca, bunun müşterek isim olduğunu bilmelidir. (Allahü teâlâ her gece dünya semâsına iner) hadîs-i şerîfindeki inme (nüzûl), müteşâbih bir kelimedir. İnsanın hâtırına cismin inmesi gelebilir. Ba’zan nüzûl cisimler için kullanılır. O zamân nüzûl kelimesinin üç cisme ihtiyâcı vardır. Birincisi, sâkinine mekân olan yüksek cisimdir. İkincisi, yine sâkinine mekân olan alçak cismdir. Üçüncüsü, aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya intikâl eden cisimdir. Aşağıdan yukarıya çıkmağa su’ûd, urûc veyâ raky denir.

Yüksekden alçağa inmeğe de nüzûl ve hübût denir. Ba’zan da nüzûl lafzı cisimden başka ma’nâda kullanılır. O zamân cismin hareketi ve intikâlini düşünmeğe ihtiyâc kalmaz. Nitekim Allahü teâlâ, Zümer sûresi, altıncı âyetinde meâlen, (Sizin için [büyük baş] hayvanlardan sekiz çift indirdi وَأَنزَلَ) buyurmuşdur. Deve, sığır gibi hayvanların gökden intikâl ederek nüzûl etmeleri görülmemişdir. Bunların rahimlerde yaratıldığı bilinmekdedir. O hâlde bu inzâlde şübhesiz başka bir ma’nâ vardır. İmâm-ı Şâfi’î “radıyallahü anh” da, “Mısıra gitdiğimde, Mısır halkı sözümü anlamadılar. Ben de indim, sonra dahâ indim, sonra dahâ da indim” buyurmuşdur. İmâm-ı Şâfi’î bu inme ile, vücûdünün aşağıya indiğini kasd etmemişlerdir. [Halkın seviyesine indiklerini söylemişlerdir.] O hâlde her mü’min, Allahü teâlâ hakkında nüzûl, birinci ma’nâda olduğu gibi, bir şahsın cesedi ile yukarıdan aşağıya intikâli olmadığını kesin bilmelidir. Çünki şahs ve cesed cisimdir. Allahü teâlâ ise cisim değildir.

Eğer bu ma’nâ kasd edilmiyor ise, hangi ma’nâ kasd ediliyor, diye hâtırına bir düşünce gelirse, ona deriz ki: Semâdan devenin indirilmesini anlamakda âciz olan sen, Allahü teâlânın dünyâ semâsına nüzûlünü anlamakda dahâ da âcizsin. Bu konu seni ilgilendirmez. İbâdetin ile veyâ mesleğinle meşgûl ol. Dilini tut. Her ne kadar hakîkatini ve nasıl olduğunu bilmesen de arab lügatinde nüzûl kelimesinin, Allahü teâlânın azamet ve celâline yakışır bir ma’nâsının câiz olduğunu bilmelisin.'' (Gazzali'den nakil bitti) Hüccetü'l-İslam İmam Gazzali'nin şu veciz açıklamasından sonra Selef'in Bila-Keyf sıfatları kabulü umarım anlaşılmıştır.

Şeyhimiz Allâme Kevserî, Beyhakî’nin“el-Esmâ ve’s-S‎‎ıfât” isimli kitâbı‎‎na yazd‎ığı Ta’lîkât(450)’‎‎ında da şöyle dedi:- “ــÜstelik gecenin yar‎‎ısı‎‎ ve üçte birisi de güne‏‏şin doğduğu ve battığı yerlerin değişik olmas‎‎ıyla değild‏ir. Nitekim bunu, araş‏‏t‎‎ıracak olanlar zarûreten bileceklerdir. Sâbit olmu‏‏ştur ki bu, her ufuk sâhibine (duânı‎‎n) kabûlünün kap‎‎ıs‎‎ını‎‎n aç‎‎ılması‎‎d‎‎ır. Bunu/ini‏‏şi bir yerden bir yere intikal olarak kabûl eden kimse aklî bürhân’a ve ‏şer’î delîl’e ve de hissin zarûretine muhâlif davranm‎‏‎‏ıştı‎‎r. ''- Başka bir yerde ise'' Rivayetlerde zikredilen, Yüce Allah'‎ın gece dünya seması‎na inmesi, yukar‎dan aşağıya doğru bir ini‏ş olarak dü‏şünülmemelidir. Bunu böyle dü‏şünmek cehaletin ifadesidir. Dolayı‎sı ‎ ile buradaki "nüzul", ya mecazî bir anlat‎ımla Allahü teâlân‎ın, bahse konu hadisin kimi varyantları‎nda zikredilen nidayı‎ yapan bir melek göndermesi, ya da bu gece yap‎ılan dua ve istiğfarlar‎ı kabul etmesi olarak anla‏‎şılmal‎ıd‎ır. Bu kelimenin bu ‏şekilde kullan‎ılmas‎ı, Arap dili açı‎sı‎ndan da sahih bir kullan‎ımd‎ır."- (Makâlât, 62-63;)

İbni Hazm rahimehullah'da Nuzül etmek ve gelmek fiilierinin bir yerden bir yere nakil ve hereket anlam‎ında anla‏‎şılmayacağını‎,zira O'nun bir yerden bir yere inkikal ve hareketten münezzeh olduğunu söyler.(İbni Hazm sd-Durre sh.233 İbni Hazm kelami görşü‏leri tez.Murat Serdar) ve Kur’an ve Sünnet’te Allah’a nisbet edilen ‘’yed, vech, ayn, nefs, cenb'’ lafızları ile kastedilen zâtı ilâhî olup Müşebbihe ve Mücessime’nin iddia ettiği gibi bunlar Allah’a mahsus organlar değildir. Arşa ‘’istivâ'’ da Allah’ın arşta gerçekleştirdiği bir fiil olup yaratıklarının burada son bulması, onun ötesinde hiçbir yaratığın mevcut olmaması demektir. Hadislerde zât ı ilâhiyyeye nisbet edilen ‘’kadem'’ ilâhî ilimde mevcut olan ümmet, ‘’nüzûl'’ ise duaların kabul edilmesiyle ilgili bir fiildir, ‘’esâbi‘'’ de işleri yürütmek ve nimet vermek demektir (el-Fasl., II, 290-291, 347-358 Prof.Dr.Yusuf Şevki Yavuz).

İbni Hacer rahimehullah ''İbn Hazm ’ın nüzûl sıfatını te’vili, Allah bu fiili dünya semâsında yapar yaratır şeklindedir. Evlâ olan ise teslim etmektir''der.(Fethu'l Bari -13/468)

İmâm Ebu Bekîr İbnül-Arabî nüzûl hadisi hakk‎ında şöyle diyordu: "O rahmet ini‏şidir; yoksa bir yerden bir yere nakil ini‏şi değildir." diyerek Halefin Te’vîl-i Tafsîlî yolunu,İbni Hibban ise nüzül hadisi hakk‎ında;''Allah'‎ın s‎ıfatlar‎ı keyfiyetsizdir,keyfiyet verilemez.İnsanlar‎ın s‎ıfatları‎ ile k‎ıyaslanamaz.Allah di‏ş,dudak dil gibi alet (uzuv) ile konuş‏maz.İnsanlar ancak uzuv arac‎ ile konuş‏ur.Allah ise uzuva ihtiyaç duymaks‎ız‎ın ,aletsiz konu‏şur.Basar (görme) ve sem (i‏şitme) böyledir.Allah beyaz‎ siyah‎ olan ,etraf‎ı kapaklar ve kirpikler ile çevrili bir gözle görmez.Dilediği gibi ,bir alete (uzuva) ihtiyaç olmadan görür.İşte Allah'‎‎ın gece dünya semas‎ına nüzülüde böyledir.O bir alete ve vas‎ıtaya ihtiyaç duymadan iner.Allah'‎ın ini‏şini insanları‎n ini‏şine k‎ıyaslamamak gerekir.Allah dilediği gibi iner ve ini‏şi insanlara benzemez.İnsanlar aletle ve hareketle ve yer değiştirmek suretiyle inerler.Allah ise aletsiz,hareketsiz,bir yerden bir yere intikal etmeksizin dilediği gibi nüzül eder ''(Emir el-Farisi 2/195-196) diyerek Selefin Te’vîl-i icmâlî ile tenzîh yapan yolunu seçererek anlat‎ır.İki görüş‏te Allah'u teala'y‎ı zahiri manadan tenzih ederler.

Belki de Ebu Bekîr İbnü’l-Arabî ve İbni Hibban rad‎yallahu anhuma’ya ve diğerlerine bu ini‏şi açı‎klayan hadis ula‏şmam‎‏ış veyahut ulaş‏mış‎‏tı‎r da, o anda akı‎lları‎na gelmemi‏ştir. Veyahut kendine itimad edilmeyecek bir yolla ula‏şm‎‏ıştı‎r da ona itimad etmeden bu ‏şekilde söylemi‏şlerdir.Yoksa, Nesâî Sünen’inde ki sahih rivayetle artı‎k ortaya ç‎ıkmış‎‏tı‎r ki, Nüzûl’un Allah Teâlâ’ya isnâdı‎, yani “Allah indi” demek, mecâzî bir isnadd‎ır; “Allah'‎ın münadisi indi” manas‎ındad‎ır.Öyleyse, Mecâz isnaddad‎ır. Müsned veyahutta müsnedün ileyh’de değildir. İkisi de hakikattı‎r ama isnad mecazdad‎ır. Bu Kur'ân‎ Azîz'de garib bir ‏şey değildir."(Hüseyin Avni Kans‎ızoğlu .Darusselam)

Raviyetü'l Asr İmam Kevserî, “Tekmile-tü’r-Redd Alâ Nûniyyeti İbni’l-Kayyim(13,1321)”de şöyle demi‏ştir: -Meselâ nüzûl hadîslerini te‏şbîh /benzetme ve nakil manalar‎ından uzaklaş‏t‎ırmak Ehl-i Hakk’‎ın/Ehl-i Sünnet’in Selef ve Halef’i aras‎ında ittifak yeridir. Onlar‎/nüzûl hadîsle-rini tarafda mecâza veya isnâd-i Mecâzî’ye yorulmas‎ı sahîh bir Arabça kullanması‎d‎ır ve tenzîh’e uyan bir kullanmadı‎r. Kimisine göre birinci/tarafta mecâz, kimilerine göre de ikinci /isnâdda mecâz ağır gelmektedir.Fakat kat‎ında “inzâl” /indirmek” rivâyeti sahîh veya Sünenü’n-Nesâî’deki Ebû Hureyre hadîsinin sahîh olduğuna muttali olan kimse diğer rivâyetlerde isnâd-ı‎ Mecâzî murâd edildiğine kesin karar verir. Böylece nüzûl hadîsi onun nazar‎ında Müte‏şâbihâttan çı‎k‎ıp muhkem’e dâhil olur.Çünki onu bu Nesâî hadîsine çevirir.''
 

bedr

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Nis 2010
Mesajlar
17
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
Hadis haf‎ızı‎ El-Irâkî, hadis-i ş‏eriflerin hangi ‏şekilde en doğru bir biçimde tefsir edileceği hususunda şöyle demi‏ştir: “Hadisin en güzel açı‎klanması‎ yine hadisledir.” Bu nüzul hadisinde geçen nüzul’den, meleklerin indiği bir ba‏şka hadisten anla‏‎şılı‎r. Allâh’ı‎n emriyle bir melek iner. Bundan anlaşılı‏‎yor ki, bu konuda değişik ama sahih açı‎klamalar var ve bu aç‎ıklamalar‎ın hiç birinde Allâh, bizzat kendisi iner diye kabul olunmamış‎‏tı‎r.

İmam Ahmed b. Hanbel Müsned’inde, İmam Kurtubi Tefsirinde, Haf‎z İbni Hacer Askalani “Fethul Bari” adlı‎ kitabı‎nda ve Haf‎z İbnul Cevzi, “Zad el-Mesir” adlı‎ tefsirinde şöyle dediler: “İmam Nesâ’i Ebu Hureyre’den naklettiğine göre Peygamber efendimiz şöyle mealen buyurdu: “Gecenin üçte biri geçtiğinde Allâh, birine (bir meleğe) şöyle nida etmesini emreder:.........”. Öyle ki, bir baş‏ka hadis-i ‏şerifte de “Yunzilu Rabbuna ...” diye geçmektedir, yani “Rabbimiz indirir..” diye geçmektedir. Veyahut ( İmam El-İz b.Adusselem,İmam Dehlân'a göre) rahmeti iner manas‎ındadı‎r.

İmam-‎ Kurtubî, "nüzul hadisini" ‏şu ‏şekilde açı‎klı‎yor-:"Bu buyruğun te'vili hakk‎ında farkl‎ı göِrüş‏ler vard‎ır. Buna dair yapı‎lan aç‎ıklamalar‎ın en uygunu Nesâî'nin Kitab‎ında müfesser olarak gelen ‏şu rivayettir: Ebu Hureyre ile Ebu Said'den (Allah ikisinden de razı‎ olsun) rivayete göre şöyle demi‏şlerdir: Rasûlullah (aleyhisselam) buyurdu ki: "Şüphesiz aziz ve celil olan Allah gecenin ilk yar‎ısı‎ geçinceye kadar mühlet verir. Sonra bir münâdiye emrederek ‏ِşöyle der: Dua eden var m‎ı? Duas‎ı kabul olunacak. Mağfiret isteyen var mı‎? Ona mağfiret olunacak. İstekte bulunan var m‎ı? istediği ona verilecek." Ebu Muhammed Abdulhak bunun sahih olduğunu ifade etmiş‏tir. İş‏te bu hadisteki ifadeler bir önceki hadisteki mü‏şkilliği kald‎ırmakta ve her türlü ihtimali açı‎klamaktad‎ır. Birinci hadisteki ifadeler muzafı‎n hazfedilmesi kabilindendir. Yani Rabbimizin meleği iner ve der ki... anlamı‎ndad‎ır. Yine buradaki "iner" kelimesi "indirilir" ‏şeklinde de rivayet edilmi‏ştir ki, bu da bizim sözünü ettiğimiz hususa aç‎klı‎k getirmektedir. Ba‏şarı‎m‎ız Allah'tandı‎r."- (Al-i imran 17 tefsirinde)

Şüpheciler özellikle Ehl-i Hadisin aslında tafvid üzere olan ''Keyfiyetsiz sı‎fatlar‎ı kabulünü'' (İnsanların kullandığı lügavi manasında alıyorlar iddiasıyla) kendilerine çokça delil getirirler.Bu da ş‏üphecilerin yüzünden Ehl-i Hadisin bir tak‎ım suçlamalara maruz kalmas‎ına sebebiyet vermektedir. Halbuki İbni Hibban , yed ve kadem s‎ıfatı‎ndan bahsederken önemli bir konuya dikkat çeker;''Hadis sanat‎ına‎ tam olarak kavramamış‎‏ ki‏şiler, hadisçilerin bu tür rivayetleri naklettikleri için mü‏şebbiheden olduklar‎ına hükmetmiş‏lerdir.Hiç bir hadisçinin akl‎ına te‏şbih yapmak gelmemiş‏tir.Bundan Allah'a sığınırım.Bu tür laf‎ızlar temsili laf‎ızlard‎ır.İnsanları‎n daha iyi anlamalar‎ını‎ sağlamak için,keyfiyet kasdedilmeksizin bu tür temsili laf‎ızlar kullan‎ılmış‎‏t‎ır.Allah (c.c) hem zatı‎ hemde s‎ıfatları‎yla mahlukata benzemekten uzakt‎ır.(Emir el-Farisi 2/73-74-1/286 İbni Hibban ve Hadis ilmindeki yeri Yüksel Çelik sh.45) Şu hüsnü zanna rağmen azda olsa maalesef kimi a‏şağıda değineceğimiz eserlerde aç‎ıkça Allah'a mekan ,cihet, hareket ve uzuv isnad eden ki‏şilerden rivayetler mevcuttur.

Nitekim Günümüz fen ilmine rağmen Şüphecilerin hocaları Abdulaziz b. Baz, Salih el-Fevzan, Bekr Ebu Zeyd, İbn Kuud, Abdurrazzak Afifi, İbn Gudeyyan ve Abdulaziz Alu’ş-şeyh’in Fetava’l-Lecneti’d-Daime kararı olarak, dünyanın dönmediğine dair yayınladıkları fetvaları (fetva no: 9129) yine Muhammed Emin eş-Şankıtî gibi ''Dünyanın düz olduğunu'' görüşleri günümüz selefiyecilerin acaba bu akidelerini koruma çabasıyla bir alakası varmıdır?Allah bilir.


Vehhabilerin bu ve başka şüpheleri imamların sözleriyle cevabı AKİDET'ÜT TENZİH risaleyesinin tamamında olaşabilirsiniz..fırsat buldukça devamını yükleyeceğiz..Bu kitapçı‎‎kta geçen nakiller ve ifadeler kaynaklar‎‎ı gösterilmiş‏‏ (Ebubekir Sifil,Hüseyin Avni Kansızoğlu,Murat Yazıcı ve ismi geçen ) yazarlar‎‎ın kitaplar‎‎ından dergilerde ve internet sitelerinde yay‎‎ınlanmış‎‏‎‏ makalelerinden iktibasla,amacı‎‎na uygun bir tak‎‎ım küçük k‎‎ısaltma ve tasarruflarla konu bütünlüğünün korunması‎‎ adı‎‎na birle‏‏ştirilerek derlenmi‏‏ştir.Allah'u Teala kendi kitabından başkasını kusurdan korumuş değildir.Nihayetinde aynı İmam-ı Şafii Hz.leri gibi: Bu hataların biteceği yok. Ve olduğu kadar.. deyip, baskıya veren Tilmiz İbn-i Mevlüd el-Hanefi el-Eyyubi.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt