Aleni Oruç Yiyenlere Ne Demeli ?
İmanın bir şubesi de hayâdır, utanmaktır.
Bütün Müslümanların gözleri önünde alenen oruç yeyip, sigara tüttürmek ise hayânın yokluğuna, yâni, imanî hasletin zayıfladığına delildir.
Alenî Oruç Yiyenlerin çoğaldığı söyleniyor.
İnşaallah böyle değildir.
Muğlalı okuyucum, Orucunu alenen yiyen fâsık-ı mütecâhire keffaret cezası gerekmez mi? diye soruyor.
Bir ata sözümüz vardır. Derler ki:
– İbâdet de gizli, kabahat de…
Bu söz hakikatin ta kendisini ifâde etmektedir…
Gerçekten de ibâdetin gizlisinde riyâ olmaz.
Rabbimiz ise, riyâsız ameli kabûl eder.
Kabahatin gizlisinde de başkalarını teşvik olmaz.
Günahı şahsî kalır, çevreye sirâyet etmez.
Diyelim ki, imanıyla birlikte iradesi de zayıflamış bir Müslüman oruç tutmuyor, bu mecburî mükellefiyetini yerine getirmiyor.
Ancak, bunu gizli yaparsa ayrı bir netice var, alenî yaparsa ayrı bir durum bahis mevzuu olur.
Bu günahı gizlice irtikâp ederse, vebâli Allah?ı ile kendisi arasında kalır.
Belki günün birinde samimî şekilde tevbe, istiğfar eder; İlâhî afva nâil de olabilir.
Ama alenî yaparsa, yâni, bütün Müslümanların gözleri önünde sıkıntı duymadan yer, içer, üstelik sigarasını da tüttüre tüttüre yoluna devam ederse; artık bu adamın ilâhî afva nâiliyeti imkânsızlaşmazsa da zorlaşır.
Çünkü, imanın bir şubesi de hayâdır, utanmaktır.
Bütün Müslümanların gözleri önünde alenen oruç yeyip, sigara tüttürmek ise hayânın yokluğuna, yâni, imanî hasletin zayıfladığına delildir.
Artık bu adam imanın bir şubesi olan hayâdan mahrum bir fâsık-ı mütecâhirdir. Fâsık-ı mütecâhirin durumunu ise Hz. Resûlüllah açıkça anlatmıştır.
Bakın, günah ve kusurları gizli işlemekle iktifa etmeyip de aleniyete dökmekten utanmayan adam için Resûlüllah Hazretleri ne buyurmaktadır:
– Küllü ümmetî muâfen illel-mütecâhirîn!..
Yâni, ümmetimin hepsi de ilâhî afva nâil olabilir. Ancak, alenî günahkârlar bundan müstesna…
Demek, günahını alenîleştirmekten çekinmeyecek kadar hayâdan mahrum kalan kimsenin aftan nasîbi zordur.
Yâni, herkes ilâhî afva nâil ve lâyık olabilir.
Ama bu mütecâhirlerin durumu müstesna. Rabbimiz, rahatsız ettikleri Müslümanların hepsinin de haklarını almak için bunları aftan istisna etmektedir.
Herhalde azâbın en şiddetlisini tattıktan sonra kurtuluş bahis mevzuu olacaktır.
İslâm hukukunda böylelerine, yâni, günahını gizli işlemekle iktifa etmeyip aleniyete dökenlere verilen mâruf bir isim ‘fâsık-ı mütecâhir’dir.
Yâni resmen günahkâr. Günâhını açıkça irtikâp etmekten çekinmeyecek kadar cür’etkâr..
İslâm hâkimi huzurunda fâsık-ı mütecâhirin şehâdeti mualleldir.
… Muğlalı okuyucum, ‘Orucunu alenen yiyen fâsık-ı mütecâhire keffaret cezası gerekmez mi?’ diye soruyor.
Fâsık-ı mütecâhir, huzur-ı İlâhî’de öyle bir cezaya uğrayacak ki, dünyadaki keffaret cezası onun için çok hafif kalacak…
Bununla beraber sözü buraya getirmişken okuyucumun sualini de cevaplandırayım.
Özürsüz orucunu yiyen adam, ya hiç niyetlenmeden yer, ya da niyetlenip tuttuktan sonra yer.
Niyetlenmeden yiyene sâdece kazâ lâzım gelir, keffaret gerekmez.
Ama niyetlenip de (imsâk-iftar arasında) bozan kimseye hem kazâ, hem de keffaret lâzım gelir.
Başka bir ifâde ile, keffaret, oruca niyet etmeyişin değil, niyet edip de bozuşun cezasıdır. Bunu daha önce yazmıştım.
… Evet, Allah rahmet eylesin aziz geçmişlerimize. Ne güzel söylemişler:
İbâdet de gizli, kabahat de. Kabahati alenî işlemek ise fâsık-ı mütecâhirliktir.
Allah kimseyi böyle yapmasın… ….
Alıntı: Ahmet ŞAHİN
İmanın bir şubesi de hayâdır, utanmaktır.
Bütün Müslümanların gözleri önünde alenen oruç yeyip, sigara tüttürmek ise hayânın yokluğuna, yâni, imanî hasletin zayıfladığına delildir.
Alenî Oruç Yiyenlerin çoğaldığı söyleniyor.
İnşaallah böyle değildir.
Muğlalı okuyucum, Orucunu alenen yiyen fâsık-ı mütecâhire keffaret cezası gerekmez mi? diye soruyor.
Bir ata sözümüz vardır. Derler ki:
– İbâdet de gizli, kabahat de…
Bu söz hakikatin ta kendisini ifâde etmektedir…
Gerçekten de ibâdetin gizlisinde riyâ olmaz.
Rabbimiz ise, riyâsız ameli kabûl eder.
Kabahatin gizlisinde de başkalarını teşvik olmaz.
Günahı şahsî kalır, çevreye sirâyet etmez.
Diyelim ki, imanıyla birlikte iradesi de zayıflamış bir Müslüman oruç tutmuyor, bu mecburî mükellefiyetini yerine getirmiyor.
Ancak, bunu gizli yaparsa ayrı bir netice var, alenî yaparsa ayrı bir durum bahis mevzuu olur.
Bu günahı gizlice irtikâp ederse, vebâli Allah?ı ile kendisi arasında kalır.
Belki günün birinde samimî şekilde tevbe, istiğfar eder; İlâhî afva nâil de olabilir.
Ama alenî yaparsa, yâni, bütün Müslümanların gözleri önünde sıkıntı duymadan yer, içer, üstelik sigarasını da tüttüre tüttüre yoluna devam ederse; artık bu adamın ilâhî afva nâiliyeti imkânsızlaşmazsa da zorlaşır.
Çünkü, imanın bir şubesi de hayâdır, utanmaktır.
Bütün Müslümanların gözleri önünde alenen oruç yeyip, sigara tüttürmek ise hayânın yokluğuna, yâni, imanî hasletin zayıfladığına delildir.
Artık bu adam imanın bir şubesi olan hayâdan mahrum bir fâsık-ı mütecâhirdir. Fâsık-ı mütecâhirin durumunu ise Hz. Resûlüllah açıkça anlatmıştır.
Bakın, günah ve kusurları gizli işlemekle iktifa etmeyip de aleniyete dökmekten utanmayan adam için Resûlüllah Hazretleri ne buyurmaktadır:
– Küllü ümmetî muâfen illel-mütecâhirîn!..
Yâni, ümmetimin hepsi de ilâhî afva nâil olabilir. Ancak, alenî günahkârlar bundan müstesna…
Demek, günahını alenîleştirmekten çekinmeyecek kadar hayâdan mahrum kalan kimsenin aftan nasîbi zordur.
Yâni, herkes ilâhî afva nâil ve lâyık olabilir.
Ama bu mütecâhirlerin durumu müstesna. Rabbimiz, rahatsız ettikleri Müslümanların hepsinin de haklarını almak için bunları aftan istisna etmektedir.
Herhalde azâbın en şiddetlisini tattıktan sonra kurtuluş bahis mevzuu olacaktır.
İslâm hukukunda böylelerine, yâni, günahını gizli işlemekle iktifa etmeyip aleniyete dökenlere verilen mâruf bir isim ‘fâsık-ı mütecâhir’dir.
Yâni resmen günahkâr. Günâhını açıkça irtikâp etmekten çekinmeyecek kadar cür’etkâr..
İslâm hâkimi huzurunda fâsık-ı mütecâhirin şehâdeti mualleldir.
… Muğlalı okuyucum, ‘Orucunu alenen yiyen fâsık-ı mütecâhire keffaret cezası gerekmez mi?’ diye soruyor.
Fâsık-ı mütecâhir, huzur-ı İlâhî’de öyle bir cezaya uğrayacak ki, dünyadaki keffaret cezası onun için çok hafif kalacak…
Bununla beraber sözü buraya getirmişken okuyucumun sualini de cevaplandırayım.
Özürsüz orucunu yiyen adam, ya hiç niyetlenmeden yer, ya da niyetlenip tuttuktan sonra yer.
Niyetlenmeden yiyene sâdece kazâ lâzım gelir, keffaret gerekmez.
Ama niyetlenip de (imsâk-iftar arasında) bozan kimseye hem kazâ, hem de keffaret lâzım gelir.
Başka bir ifâde ile, keffaret, oruca niyet etmeyişin değil, niyet edip de bozuşun cezasıdır. Bunu daha önce yazmıştım.
… Evet, Allah rahmet eylesin aziz geçmişlerimize. Ne güzel söylemişler:
İbâdet de gizli, kabahat de. Kabahati alenî işlemek ise fâsık-ı mütecâhirliktir.
Allah kimseyi böyle yapmasın… ….
Alıntı: Ahmet ŞAHİN