nakşibendi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 12 Mar 2006
- Mesajlar
- 1,946
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Tevhid mücadelesi esasen merhaleci bir yapı arzeder. Bu rabbani gerçeklik beşer fıtratı üzerinde adım adım uygulanır. Fıtratta bu merhaleci yönelişle mutmain olacaktır. Kolay, orijinal olanda budur zaten. Bu süreçte insan aklen kabullenilemeyecek tavırlarla karşılaşabilir.İslam tarihi bunun nice örneklilikleriyle doludur. Kendilerinden misli misli fazla düşman ordularıyla karşılaşan sahabe toplumunun düşmana galebe çalmalarından tutunda, tek başına muvahhid bir müslümanın kahramanlık ve başarıları bizler için bir ilham kaynağı olmakta; yeniden diriliş sürecindeki hareketlere örneklik arzetmektedir. Hani diyor ya Rasul (as);"Siz onları görseydiniz deli derdiniz!" Ama o güzide sahabe toplumunun fiillerindeki temel mihenk kur'an idi. Ve onların seslenişi aklın değil, ruhun seslenişiydi. İşte Bilal Habeşi (ra). Kızdırılmış demir gibi sıcak çöl kumları üzerine yatırılmış, gögsünde acılar, feryatlar içerisinde bırakacak büyüklükte bir kaya. Ve zamanın Lat, Menat'larına dönmesi, tevhidden, İslamdan yüzçevirmesi isteniyor. O ise aklını değil ruhunu seslendiriyor. "Ahad! Ahad!; o tektir,tektir"diyordu. Acılar, işkenceler arttıkça bu ses daha bir uçsuz bucaksız çöllerde gür yükseliyordu. Bu işkence dönemlerinden sonra Bilal (ra)'a sorulduğunda " Neden Ahad,Ahad" diyordun denildiğinde verilen cevap hayli düşündürücü:"Eğer müşrikleri daha fazla öfkelendirecek bir kelime bilseydim, gökyüzünü işaret eden bu parmağımla şehadet ederek onu derdim" İşte aklın değil ruhun seslenişi!. Akıl belki Bilal(ra)'e Umeyye Bin Halef'e boyun bükmesini, takiyye yapmasını emrederken o böylesi bir duruşu kendine meşru görmedi. Çünkü tevhidi duruş kıvırmalarla, gizlemelerle, aldatmacalarla yükselmez.Ve böylesi duruşları olan toplumların dirilmeleri, özgürleşmeleride mumkun değildir. Alimleri, Liderleri, yada konumu her ne olursa olsun islami hareketlerin önderleri konumundaki bireylerin muğlak duruşları,endişeleri yada içerisinde bulundukları sistemle gözlerden uzak kirli ilişkileri, bir şekildeki maddi manevi destekleri asla o toplumları diriltemez. Bu davayı yükseltecek, durgun olan fıtratı tekrar şahlandıracak dava uğrunda akacak, akıtılacak kanlarla mümkün olacaktır. Bizim medeniyetimiz (ki asıl medeniyet budur)bunun örneklerini herzaman vermiş ve her daimde verebilecek yegane medeniyettir. Unutmamalı ki her zaman ve şartta kendini güncelleyebilen medeniyet asıl medeniyettir. Seyyid Kutub'a " Hiç olmazsa idamının kalkması için gel özür dile" denildiğinde S.Kutub net bir şekilde, kıvırmadan, endişe etmeden, ardına bakmadan ki (ardına bakmaz dava adamına yakışmaz) "Namazda yüce Allah'ın vahdaniyetine şehadet eden bu parmağım, tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf dahi yazmayı reddetmektedir.Tağuttan neden af dileyeyim. Eğer ben hak ile mahkum edilmişsem, hakkın hükmüne razıyım. Yok eğer batıl ile mahkum edilmişsem, ben batıldan af dileyecek kadar alçalamam" Asırlar öncesinden çölün ortasından yükselen Bilal (ra) feryadı ile seyyid kutub'un tavırları ne kadar benzeşmekte. Akıl ne mazeretlere yönlendirebilirdiki bu insanları. Özür, af, bir mazeretin ardına yahut takiyyeye sığınabilirlerdi. O taktirde aklın yularını vahyin eline değil de nefislerinin eline vermiş olurlardı. Akıl değil ruh seslenmeli ve bu ruh ölümsüzleşmeliydi.Bizler tekrar dirilmek, örnek nesli tekrar hayata taşımak istiyorsak böylesi önderleri hayatımızın merkezine koymalıyız. Yoksa ne idüğü belirsiz, her gün farklı farklı renklere boyanan, önünü ardını ayırt edemeyen insanlar nasıl takip edilebilir ki yada böylesi insanların peşi sıra hangi akıl gidebilir ki? Mevcud cahili sistemleri bir şekilde onaylayan, yeri geldiğinde onlarla yan yana durmaktan çekinmeyen önderler islamın önderleri olamaz ve ümmetin yiğitleride asla bu kirli ilişkilerle harcanamaz. Seyyid Kutub idam sehpasına götürülürken kelime-i şehadet getirmesini telkin için ezherli bir alim görevlendirilir. "ey seyyid kutub! Eşhedü enlailahe illallah ve eşhedü enne muhammeden Rasulullah de der" Seyyid kutub ise o'na " Komediyi tamamlamak için mi geldin? Şüphesiz biz "Lailahe illallah dediğimiz için idam ediliyoruz. Siz ise karşılığında ekmek yemek için, lailaheillallah söylüyorsunuz" der.
İşte bu ve bunun gibi nice canlı tavırlar cahili sistemler karşısındaki direniş hareketlerine ilham verecek, islami hareket gerek lideriyle ve gerekse müntesipleriyle farkını ortaya koyabilecektir. İslami hareket ilmi söylemler peşinde koşan bir hareket olamaz. Entellektüel söylemlerle mustazaf halkların dillerinden, idrak seviyelerinden fersah fersah uzaklaşan bir hareketi islamla özdeştirmek zulümdur. Yine belli zaman dilimlerinde düzenlenen seminerler, paneller, konferanslar asla islami hareketin kendisi değildir ve olamazda. Olsa olsa bunlar birer mukaddimedir. Ne metoddur nede metodun ta kendisidir. Bu din vaaz ve irşad dini değildir!. Bu din bilgiyle, sözde takva adı altındaki münzevi yaşantıyla izah edilemez. Bu din aklın değil ruhun dirilişi, seslenişidir. Bilgi ruhun derinliklerine, fıtratın en ücra köşelerine nüfus etmeli ve önce bireyi kendi kendine kıyama kaldırmalı! Kendi kıyamını pratik hayatta teneffüs etmemeiş bireylerin, cemaatlerin toplumların şahlanması mümkün değildir.O halde aklın söylemleriyle değil de vahiyle boyanmış, ilhamını ondan alan ilkelerimizi, doğrularımıza ruh verip seslendirelim!Gündemlerimizi kendimiz oluşturalım. Dayatmacı gündemlere takılıp sakız gibi çiğnemeyelim.
İşte bu ve bunun gibi nice canlı tavırlar cahili sistemler karşısındaki direniş hareketlerine ilham verecek, islami hareket gerek lideriyle ve gerekse müntesipleriyle farkını ortaya koyabilecektir. İslami hareket ilmi söylemler peşinde koşan bir hareket olamaz. Entellektüel söylemlerle mustazaf halkların dillerinden, idrak seviyelerinden fersah fersah uzaklaşan bir hareketi islamla özdeştirmek zulümdur. Yine belli zaman dilimlerinde düzenlenen seminerler, paneller, konferanslar asla islami hareketin kendisi değildir ve olamazda. Olsa olsa bunlar birer mukaddimedir. Ne metoddur nede metodun ta kendisidir. Bu din vaaz ve irşad dini değildir!. Bu din bilgiyle, sözde takva adı altındaki münzevi yaşantıyla izah edilemez. Bu din aklın değil ruhun dirilişi, seslenişidir. Bilgi ruhun derinliklerine, fıtratın en ücra köşelerine nüfus etmeli ve önce bireyi kendi kendine kıyama kaldırmalı! Kendi kıyamını pratik hayatta teneffüs etmemeiş bireylerin, cemaatlerin toplumların şahlanması mümkün değildir.O halde aklın söylemleriyle değil de vahiyle boyanmış, ilhamını ondan alan ilkelerimizi, doğrularımıza ruh verip seslendirelim!Gündemlerimizi kendimiz oluşturalım. Dayatmacı gündemlere takılıp sakız gibi çiğnemeyelim.