Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Aklım, Savaş Meydanı Gibi (1 Kullanıcı)

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
NOT: MÜKEMMEL BİR KİTAP
VE HARİKA ANLATIMLI BİR DİYALOG.
BUNUN KİTABINI OKUMUŞTUM .
LAKİN BİR BÖLÜMÜNÜ SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM.
ŞİDDETLE TAVSİYE EDERİM.BUYRUN




“AKLIM, SAVAŞ MEYDANI GİBİ” (
Alâaddin Başar)


Namaz kılıyorlardı. Yanındaki genç yer yer tiksinir gibi oluyor ve kafasını seri olarak birkaç kez sağa sola sallıyordu. Namazdan sonra dışarı çıktılar.

Yanına yaklaştı ve “Afedersiniz,” dedi,

“Bir rahatsızlığınız mı var?”

“Hayır” dedi genç,

“Ne bileyim, ben de hoşnut değilim bu halden.”

“Hangi halden? diye sordu adam:

“Önce bir tanışalım” dedi genç ve kendisini tanıttı:
“Ben Bilge Lisesi’ne Felsefe öğretmeni olarak tayin oldum. İsmim Erol. Ankaralıyım.

“Benim ismim de Hayatî. Edebiyat Fakültesi mezunuyum. Yayınevi işletiyorum. Mesleğimiz yakın sayılır.
İkimiz de kitap ve bilgi üzerini odaklanmışız.”

Sonra, eliyle caminin hemen yanındaki çay bahçesini işaret ederek:

“İsterseniz birkaç dakika birlikte olalım” dedi.

“Memnun kalırım” diye cevap verdi Erol.

Hayati bey,
“Oyun yine aynı oyun, düşman yine aynı düşman” diye geçirdi içinden. Daha önce birkaç gençte de aynı hali görmüş ve kendileriyle konuşmuştu.

Bunun da derdi aynı olsa gerekti.

Yanlarına gelen garsona,

“Bize iki çay” dedi ve genç öğretmene sordu:

“Namaza başlayalı ne kadar oldu?”

“Altı ay” dedi, Erol.

“Bu altı ay içerisinde kendinde ne gibi değişiklikler hissettin ve ediyorsun?”

“Her şeyden önce başıboş bir varlık olmadığımı unutmuyorum. Ezanlar bana bunu haykırıyorlar. Rabbime karşı görevimi yerine getirdikten sonra, işlerimi daha bir zevkle yapıyorum. Önüm artık kapalı değil. Yolculuğumun kabirle son bulmadığını biliyorum. Bu da benim için ayrı bir mutluluk kaynağı.”

“Çok güzel!” dedi Hayati bey, “Seni tebrik ederim.” “O zaman sana şöyle bir soru sorsam:

Çevrendeki bütün insanların iyi ve hayırlı kimseler olduğunu söylemek her halde çok zor. Her meslekte olduğu gibi öğretmenlikte de iyilerin yanında kötüler de var. Bunların sana karşı tepkileri nasıl oldu?”

Çaylar gelmişti.

Erol, derince bir nefes aldı.
Çay bardağını eline alarak, serinlemiş havanın üşütmeye başladığı o zayıf parmaklarını ısıtmak niyetiyle, bardağı sıkmaya başladı. Sonra çayından bir yudum alarak:


“Benim derdim çevre değil” dedi.

“Çevre şu serin havaya benzer. Sizi üşütmeye başladı mı, sıcak bir mekâna gider ve ondan kurtulursunuz.


Yahut şu anda yaptığım gibi sıcak bir çayla serinliğe karşı koyabilirsiziniz. Ama sıtma olmuşsanız, titremeniz içten geliyorsa bunun çaresi sıcak hava değildir. Ciddi bir tedavi görmeniz gerekir.”

Hayati beyin gözlerinde hayretle tebrik duyguları iç içeydi. Bu genç öncekilere hiç mi hiç benzemiyordu. Rahatsızlık aynı olsa bile bundaki fikir derinliği ve engin şuur, düşmanını ALLAH’ın izniyle alt edecek boyutlara varmıştı.

“Güzel konuşuyor ve meramınızı çok net ortaya koyabiliyorsunuz” dedi.”
Edebiyata özel bir ilginiz olsa gerek.”

“İyi tahmin ettiniz” diye karşılık verdi Erol.
“Boş vakitlerimde eskiden beri hep kitap okurum.
Arkadaş gibi kitabın da hem iyisi vardır, hem de fenası.
Ama çok şükür bir yıla yaklaştı ki hep iyileriyle arkadaş oldum.”

Bakışları bir süre Hayati beyin gözlerine çakıldı, sonra başını önüne eğerek:

“Onlar beni iyilerin yanına getirdi” dedi.



download.gif
 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
Hayati bey:

“İçinizde bir kavganın olduğu anlaşılıyor. Sizin bu mücadeleden zaferle çıkacağınıza şüphem yok. Ama yine de bazı iç problemlerinizi açığa vurmanızı isterim. Belki size faydam dokunabilir.”

Genç içini çekti. Biraz durdu. Bakışlarını karşıdaki çınar ağacında dondurarak:
“Kötü arkadaşlar, yanlarında kaldığınız süre size bazı yanlış şeyler söyleyebilir, sizi doğrudan saptırmaya çalışabilirler. Yahut, kendi yapamadıklarını sizin başarmanızı hazmedemeyerek, ruh dünyalarındaki açığı sizi hafife almakla kapatmak isteyebilirler. Siz bunun farkında iseniz onların sözlerine değer vermez, kendilerini de kırmayarak durumu idare edersiniz. Ama siz kendi öz varlığınızdan bir an olsun ayrı değilsiniz ki. Sizi yanıltmak isteyen ve doğrudan uzaklaşmaya çalışan düşman içinizde ise, kavganız sürekli demektir; işiniz de bir o kadar zordur.”

“Bilmem farkında mısınız?” diye araya girdi Hayati bey:

“Siz bu sözlerinizle ALLAH Resulünün (asm.) bir dersini tefsir etmiş oldunuz.

Erol soran gözlerle baktı:
“Bir seferden dönüşlerinde ALLAH Resulü (asm.), ashabına “Küçük cihattan büyük cihada döndük” buyurmuşlar ve nefisle cihadın düşmanla çarpışmaktan çok daha zor ve önemli olduğunu veciz bir şekilde ders vermişlerdi.”

O sırada garson geldi. Boş bardakları topladı. Hava biraz daha serinlemişti. Hayati bey, bu dolu gençle daha rahat bir ortamda konuşmak ve kendisine faydalı olmak istiyordu. Onu nice gençlere rehber olabilecek büyük bir kabiliyet olarak görmüştü. Açık yürekliliğini, mantıklı konuşmalarını ve ifade gücünü takdir etmiş ve onu candan sevmişti.

“Konuya henüz girmiş sayılmazsınız” dedi.

“İsterseniz devamını benim yazıhanede yapalım. Yayınevim buraya çok yakın.”

Erol,

“Size zahmet vermeyeyim” dediyse de Hayati bey pek oralı olmadı ve teklifini ısrarla yeniledi ve ayağa kalktı.
Zaten Erol da bu teklife “evet” demeye hazırdı. Hayati beyde aradığını bulacağı ümidi doğmuştu içinde. Kalktılar ve birlikte yola koyuldular.

Yolda giderlerken, Erol içini dökmeye başladı:

“Ben namaza başlayalı ruhumda büyük bir huzur hissetmekle birlikte, aklımda hiç de hoş olmayan bir hayli düşünce kaynaşmaya başladı. Birisini uzaklaştırayım derken bir başkası hücum ediyor ve onun yerini fazlasıyla dolduruyor. Bundan çok rahatsızım.”

Hayati Bey tahmininde yanılmamıştı. Bu genç öğretmen de namaza başlar başlamaz şeytanın hücumuna maruz kalmıştı. Âdemoğlunun o amansız düşmanı, vesvese denilen oklarını bu gencin de aklına ve kalbine aralıksız atmaya başlamıştı. Ona cevap vermekte acele etmedi. İçini iyice bir boşaltmasını bekleyecekti. Nasıl olsa biraz sonra yazıhanede uygun bir ortam oluşacaktı. Personeline içeriye kimseyi alamamalarını söyler, onunla baş başa her şeyi rahatça konuşabilirlerdi.



download.gif
 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
Devam etti Erol:

“Namaza durduğumda mukaddes mânâlara taban tabana zıt pis hayaller aklıma hücum ediyorlar. Onları uzaklaştırmak için aklımı farklı sahalara kaydırmaya çalışıyorum. Dolayısıyla ne okuduğumu, namazın neresinde olduğumu adeta unutuyorum. Kötü düşünceler, birbiri ardınca ruhumu kanatıyor ve ben onları kaçırmaya yarayacakmış gibi farkında olmadan kafamı sağa sola çeviriyorum. Siz de buna şahit oldunuz ve beni rahatsızlanmış sandınız. Rahatsız olduğum doğru ama, bu bedenimden gelen bir acı sebebiyle değil. İçim kan ağlıyor, aklım paramparça oluyor, kalbimin bozulduğu zannına kapılıyorum.”

Yayınevinin kapısına varmışlardı. Biraz durakladılar. Erol sözlerini şöyle tamamladı:

“Bunların şeytandan olduğunu biliyorum. Benim asıl çaresizliğim ona karşı bir şeyler yapamamak. Onu kahredememek, benden uzaklara gitmesini sağlayamamak. Bilmem ki ne yapayım?”

Hayati bey, elini Erol’un omuzuna şefkatle dokundurdu.

“Durum sandığın kadar vahim değil” dedi. “İçeri girelim. Sana yayınevini şöyle bir gezdireyim, sonra oturur bunları konuşuruz.”

İçeriye girdiler. Erol, yayınevinin zenginliğine hayran kalmıştı.
“Bunların ne kadarını inceleme fırsatı buldunuz.” diye sordu.
Hayati bey, gülümsedi.

“Kendi saham dışında kalan meslekî kitapların hiçbirini okumuş değilim. Ama fikrî eserlerin büyük çoğunluğuna en azından göz gezdirdim. Benim yazıhane bir sohbet meclisi, bir tartışma zeminidir. Çok gençlerle farklı konularda uzun tartışmalarımız olmuştur. Bu sohbetlerin bana çok faydası dokundu. Beni bu asrın ihtiyaçlarına göre okumaya yönlendirdi. Artık, hoşuma gidenden çok, faydalı olanı okuma alışkanlığı kazandım. Tartıştığımız konular içinde sizin sözünü ettiğiniz vesvese konusu da var. Bu konuda da bana sorulan sorulara rahat cevap verebilmek için yoğun bir çalışma yaptım. Ve çok şükür birçok gence faydalı oldum.”

Son cümle Erol’u çok rahatlatmıştı.
Tanıtım faslı tamamlanınca yazıhaneye geçtiler.
Hayati bey misafirine yeniden “Hoş geldiniz” dedikten sonra şöyle sürdürdü konuşmasını:

“Müslüman, İslâm’ı yaşamakla mükelleftir. Ben ‘kitapçıyım’ desem de kitabevi açmasam, yahut siz, ‘öğretmenim’ deseniz de hiç okula gitmeseniz ve öğrenciye muhatap olmasanız nasıl olur? İman esaslarına inanan bir insan da İslâm’ı yaşamaya aday olmuş demektir. Şu var ki, Rabbimiz kullarına o sonsuz rahmetiyle muamele ediyor ve amel etmeyen kullarını da imanlılar defterinden silmiyor. Onların günahlarına ceza tahakkuk ediyor, ama kendileri küfre girmiyorlar. Bununla birlikte büyük bir zarara uğradıkları da muhakkak.”

Derince bir nefes aldı.

“Her zarar eden iflasa gitmez”dedi. “Ama iflasın yolu da zarardan geçer. Nitekim ALLAH Resulü (asm.) bir hadis-i şeriflerinde, işlenen her günahın kalpte bir kara leke meydana getirdiğini haber verir. Bu lekeler arttıkça kalbin gitgide daha da kararması ve imanın tehlikeye girmesi söz konusu olabilir.
Sizi tebrik ediyorum. Kalbinizdeki lekeler büyümeden, İslâm’ı yaşamaya yönelmişsiniz. Geçmiş günahlarınıza tövbe etmiş ve sanırım geçmiş namazlarınızı da kaza etme yoluna girmişsiniz.”

Erol, “Teşekkür ederim” dedi. “ALLAH’ın izniyle elimden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyorum.”

Devam etti Hayati bey:

“Siz istikamet yoluna girince iki grup varlığı da rahatsız etmeye başlamış oldunuz. Bunlardan birisi insan türünden, diğeri ise cin türünden. Siz ibadet edince, bu iki tür dışındaki bütün varlıkları memnun ediyorsunuz. Görevlerini aksatmadan yerine getiren atomlardan, moleküllerden, hücrelere, bir milyonu aşkın canlı türüne, yıldızlara, meleklere varıncaya kadar sonsuz varlıklar sizden mânen memnun oluyorlar. İnsanların, inanan ve salih amel işleyen kısmı da sizi candan severler. İnanmayanlar ise sizden rahatsız olur ve size ilişirler. Bu ilişmeleri, sataşma, münakaşa etme, sizi hafife alma, sizdeki beşeri bir noksanlığı hemen İslâm’la ilişkilendirip dine karşı çıkma şeklinde kendini gösterir.”

Bir süre sustu. Erol’dan bir tepki yahut bir soru bekler gibiydi. Erol, sabit bir noktaya bakışlarını kilitlemiş, derin düşüncelere dalmıştı.



download.gif
 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
Hayati bey, şöyle sürdürdü konuşmasını:

“Bu varlık âleminde insanlar ve cinler imtihana tâbi tutulurlar, bunlar cennete yahut cehenneme adaydırlar. İnsanların inanmayan kısmı size tepkilerini açıkça gösterirlerken, cinlerin de inanmayan kısmı, size vesvese vermeye, sizi şüpheye düşürmeye çalışırlar. Onlar da sizinle konuşmakta, size bir şeyler söylemekte, inancınıza ve amelinize karşı çıkmaktadırlar. Şu var ki onların cesetleri olmadığı, ağızları dilleri, nefes boruları bulunmadığı için konuşmaları insanlarınkine benzemez. Onlar kelimesiz konuşurlar.”

Erol, irkilir gibi âniden bakışlarını Hayati beye çevirdi:

“Müsaade eder misiniz?” dedi. “Bu son cümleniz benim için çok önemli. Biraz açıklama rica edeceğim. Ancak, şu âna kadar söylediğiniz her söz benim için çok faydalı oldu. Ruhuma yeni ufuklar açtınız, çok teşekkür ederim.”

Hayati bey:

“Bu konuyu biraz ileri bırakıp size bu konuşmalarıma ilham kaynağı olan harika bir tespiti okumak isterim” dedi ve kalkarak yayınevinin dinî eserler bölümüne geçti. Bulduğu bir kitabı karıştırmaya başladı. Bir yandan kitabı karıştırıyor, bir yandan da yazıhaneye doğru ilerliyordu. Kapının önünde biraz durakladı. Aradığını bulmuştu. İçeri girdi ve kitabı masaya koyarak şu cümleyi okudu:

“İnsanlardan şeytan vazifesini gören cesetli ervah-ı habise bilmüşahede bulunduğu gibi cinnîden ervah-ı habise dahi bulunduğu, o kat’iyyettedir.”

Sonra,

“Lem’alar, seksen ikinci sayfa” diyerek kitabı kapadı.



download.gif
 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
Hayati bey, olup bitenlere bir türlü akıl erdiremiyordu. Bir ay gibi kısa bir zamanda vesvese konusunun kendi iç âleminde bu kadar yoğunluk kazanacağına hiç ihtimal vermezdi. Birileri ortalığı plânlı bir şekilde karıştırıyor olmalıydı. Bu bir köşe yazarı da olabilirdi, bir internet sitesi de.

“Her ne ise” dedi. “Hastalık nasıl yayılmışsa yayılmış. Bunları düşünmenin bir faydası yok. Ben çare üzerine kafa yormalı ve bu konuda geniş kitlelere ulaşmanın yollarını aramalıyım.

O sırada kapı çalındı. İçeriye fotokopici Dursun Bey girdi. Kapının hemen yanındaki koltuğa ilişerek:

“Fazla oturmayacağım,” dedi. “Size bir şey sormak istiyorum. Belli dönemlerde öğrencilerin ev ödevleri yoğunlaşıyor. Aklıma şöyle bir fikir geldi: Bu ödevler için bir yardımcı kitap çıkarılabilir. Ben tanıdığım öğretmen arkadaşlardan bir ekip kurup kitabı hazırlatabilirim. Basımını da siz üstlenir misiniz?

Hayati Bey’in kafasında şimşek gibi bir fikir çaktı.

“Ben vesvese konusunda daha geniş kitlelere nasıl ulaşabilirim?” diye düşünürken, komşum bana yol gösteriyor. ‘Bütün bu tartışmaları topla ve bir kitap hâline getir’ diyor.”

Dursun Bey sorusuna cevap bekleyedursun, Hayati Bey, başka iklimlerde dolaşıyordu. Kafasını hafifçe silkeleyerek Dursun Beyin konusuna döndü.

“Bence” dedi. “Bu, öğrenciyi tembelliğe itmek olur. Ama bu konuda ısrarlı iseniz size yardımcı olabilirim.”

Dursun Bey, teşekkür ederek ayrıldı.



download.gif
 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
Hayati Bey düşüncelerine kaldığı yerden devam etti.

“Niçin olmasın? Bu konuda o kadar çok soruyla karşılaştım ki! Bunların bir kısmı zaten not hâlinde mevcut. Yapacağım şey bu notları yazıya dökmekten ibaret.”

“Tamam” dedi. “Bunu mutlaka yapmalıyım. Ben yazar değilim, ama, her şeyin bir başlangıcı vardır. Her sona ilk adımla başlanır. Durarak hiç bir yere varılmaz. Yarından tezi yok, bu işe başlamalıyım.”

Biraz durakladı. “Hem eserin son şeklini benim vermem de gerekmez. Bu uzun bir zaman ister. Ben bilgileri elimden geldiğince düzenler, bir yazar arkadaşımdan bunları kitap hâline getirmesini pekâla isteyebilirim. Kitabı yayın hayatına sokar, internet siteleri yardımıyla da daha geniş kitlelere ulaştırabilirim.”

Yerinden kalktı, kapısını kapayarak yayınevinden ayrıldı. Akşamı ve gecesi bu düşüncelerle, bu hayallerle geçti. Ertesi gün işe gitmedi. Gün boyunca döküman topladı. Onları önem sırasına koydu. Son ayki tartışmalar, ilk sıraları almışlardı. Geri kalan konular içinde ise abdest konusu ilk sıradaydı.

Güngör’ü hatırladı. “Abi,” demişti. “Bir abdesti yirmi dakikada, bazen yarım saatte alıyorum.Yine de gönlüm tam rahat etmiyor. Acaba kuru bir yer kaldı mı diye defalarca abdesti tekrarlıyorum. Sanıyorum, üçten fazla yıkamanın mahsuru da var, ama ben beş kere de yıkıyorum, yedi kere de. Bu vesveseyi nasıl atlatabilirim?”


Güngör’ü hayalen karşısına koydu ve ona söylediklerini yazıya dökmeye başladı:





download.gif
 

Gülüşü Yaralı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
5,741
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Konum
ha bura :)
Web Sitesi
www.facebook.com
“Bak değerli kardeşim, abdest alırken çok acele etmek elbette doğru değil. Her organını rahatlıkla yıkamalısın. Bu ilk yıkayış farzdır. Ondan sonra iki kez de sünnet olarak yıkıyorsun. Fazla acele etmediğin taktirde bu üç yıkayışta zaten kuru yer kalmaz. Bundan sonraki hassasiyetler vesveseden başka bir şey değildir. Bundan kurtuluşun yolu da, ‘Abdestim tamamdır’ deyip namaza durmak olacaktır. Birkaç kez böyle yaptığında o hastalığın geçtiğini göreceksin.

Kaldı ki, sen bütün dikkatini sarf ettiğin halde, kuru bir yer kalsa bile abdestin geçerlidir. Bildiğin gibi, abdestin mânâsı, namaz ile İlahî huzura çıkmadan önce bir hazırlıkta bulunmaktır.

Bu hazırlığın nasıl yapılacağını Peygamber Efendimiz (asm.) bize bildirmiş, tarif etmiştir. Onun tarifinde bir uzvu üç kereden fazla yıkamak yoktur. Onun uygulamasında yarım saatlik abdest de yoktur. Bu hâl gösteriyor ki, senin yaptığın sünnete aykırıdır; takva değil vesvesedir.

Sana önemli bir ip ucu vereyim

Eğer abdest organlarının su ile yıkanması mutlak şart olsaydı teyemmüm edenin abdestinin sahih olmaması gerekirdi. Bir uzvu noksan olanın da abdesti geçerli olmazdı.

Bildiğin gibi, su bulunmayan yerde teyemmümle abdest alınır. Teyemmümde suyun yerini toprak almıştır. Bu şekilde alınan bir abdestle de namaz kılınır.

Su konusunda seni vesveseye düşüren, şeytana aldırış etme. Onun vesvesesine karşı teyemmümü hatırla ve bu konuya gereğinden çok fazla önem vererek abdestini sünnete aykırı biçimde alma, namazını geciktirme.

Bildiğin gibi, dinde zorlama yoktur. Sen aklını, iradeni, dikkatini yeterince yoğunlaştırdığın halde abdest organlarında senin bilemediğin bir kuru nokta kalmışsa, bunun bilinmesi senin için mümkün olmamış demektir. Bunu bilmeye zorlanmak doğru değildir, vesveseye yol açar. “Dinde zorlama olmadığı” hükmüne aykırı düşer.

“Dinde zorlama yoktur” meâlindeki âyet-i kerime daha çok şu mânâda yorumlanıyor:

“Bir kişiyi dine davette yahut ibadet konusunda zorlamak doğru değildir. Mü’mine düşen görev hakkı tebliğ etmek, gerçeği en güzel şekilde anlatmaktır. Kabûl etme yahut etmeme konusunda kişi zorlamaya tabi tutulmaz.”

Bu mânâ doğrudur. Ancak âyetin mânâsı sadece bu değildir. Nitekim bir tefsir âlimi âyete şu mânâyı vermektedir:

“Dinde zorlama yoktur demek, zorlama denen şey dinde yoktur” demektir.
Kendi ifadesiyle ‘Asl-ı ikrah dinde yoktur.’ Buna göre âyetin bir mânâsı da, “Zorlama, dinde yoktur” şeklinde olur.

Öyleyse değerli kardeşim, sen de kendini fazla zorlama. Abdestin için, yahut bir başka ibadet için kendine düşen görevi en iyi şekilde yapmaya çalış. Daha sonra, kendini zorlayarak şeytana fırsat verme, vesveseye düşme, kerahete yahut harama girme.”


Prf. Dr. Alaaddin Başar






 

ruyet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
58
Allah razı olsun ilk fırsatta bu kitabı okurum inşallah
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt