Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Abdülkadir Geylani Hz. (1 Kullanıcı)

gönül saray

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2007
Mesajlar
52
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
56
GAVSUL AZAM. KUTUPLARIN BAŞI.BU MÜBAREK ZAT HAKKINDA BİLGİ EDİNMEK VE ONU DAHA İYİ TANIMAK İSTİYORUM.BANA YARDIMCI OLURMUSUNUZ BİR ARAŞTIRMAMI SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM-İslâm alimlerinin ve velilerinin büyüklerinden Hazreti Abdülkadir Geylani, 1078 yılında İran'ın Geylan şehrinde doğdu. Künyesi, Ebu Muhammed'dir. Muhyiddin, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbani, Sultan-ul-evliya, Kutb-i a'zam gibi lâkabları vardır. Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Hz. Hasanın oğlu Hasan-ı Müsenna'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır. Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir. Bunun için Abdülkadir Geylani, hem seyyid, hem şerifdir. Abdülkadir Geylani, 1166'da Bağdatta vefat etti. Türbesi Bağdattadır. Onun için şu ibare meşhur olmuştur: "Veliler Sultanı Abdülkadir Geylani, aşk ile doğdu, kemal ile ömür sürdü ve kemal-i aşk ile Rabb'ine vasıl oldu."

Bir gün Abdülkadir Geylani’ye, "Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?" diye sordular.

Buyurdu ki: "Temeli sıdk ve doğruluk üzerine attım. Asla yalan söylemedim. Yalanı kağıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim. İçim ile dışımı bir yaptım. Bunun için işlerim hep rast gitti. Çocuk iken maksadım, niyetim, ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı. Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve dönüp bana; "Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın" dedi. Korktum, geri döndüm. Evimizin damına çıktım. Gözüme, hacılar gözüktü. Arafat'ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip; "Beni Allahü teâlânın yolunda bulundur. İzin ver, Bağdat'a gidip ilim öğreneyim. Salih zatları ve evliyayı bulup ziyaret edeyim" dedim. Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım. Ağladı, kalkıp babamdan miras kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı. Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı. "Haydi Allah selamet versin oğlum. Allahü teâlâ için ayrıldım. Artık kıyamete kadar bir daha yüzünü göremem" dedi. Küçük bir kafile ile Bağdat'a gitmek üzere yola çıktım. Hemedan'ı geçince, altmış atlı eşkıya çıka geldi. Kafilemizi bastılar. Kervanı soydular. İçlerinden biri benim yanıma geldi. "Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?" diye sordu. "Kırk altınım var" dedim. "Nerededir?" dedi. "Koltuğumun altında dikili" dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni bırakıp gitti. Bir başkası geldi, o da sordu. Fakat, o da bırakıp gitti. İkisi birden reislerine gidip, bu durumu söylediler. Reisleri beni çağırttı. Bir yerde, kafileden aldıkları malları taksim ediyorlardı. Yanına gittim. "Altının var mı?" dedi. "Kırk altınım var" dedim. Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi. Söküp, altınları çıkardılar. "Neden bunu söyledin?" dediler. "Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih etti. Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. Verdiğim sözde durmam lazım" dedim. Eşkıya reisi, ağlamaya başladı ve; "Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum" dedi. Bu pişmanlığından sonra tövbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi. Yanındakiler de, "İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tövbe etmekte de reisimiz ol" dediler. Sonra, hepsi tövbe ettiler. Kafileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler. İlk defa benim vesilemle tövbe edenler, bu altmış kişidir."

Abdülkadir Geylani, Bağdat'a geldi ve buradaki meşhur alimlerden ders almak suretiyle hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetişti. İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaaz ve ders vermeye başladı. Hocası Ebu Said Mahzumi'nin medresesinde verdiği ders ve vaazlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı. Bu sebeple, çevresinde bulunan evler de ilave edilmek suretiyle medrese genişletildi. Bu iş için Bağdat halkı çok yardımcı oldu ve zenginler para vererek, fakirler çalışarak yardım ettiler. Derslerine devam edenler arasında pek çok alim yetişti.

Abdülkadir-i Geylani, bir müddet ders verip, hak ve hakikatı anlattıktan sonra, ders ve vaaz vermeyi bıraktı. İnzivaya çekilip, yalnızlığı seçti. Sonra sahralara çıktı. Bağdat'ın Kerh harabelerinde yaşamaya başladı. Bütün vaktini ibadet, riyazet ve mücahede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı.

Buyurdu ki: “Irak'ın sahra ve harabelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım. Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu. Bazen uzun müddet yemezdim ve "açım açım" diye içimin feryadını duyardım. Bazen üzerime öyle ağırlıklar gelirdi ki, bunlar bir dağın üstüne konsa, tahammül edemeyip, paramparça olurdu. Bu sırada; "Muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla beraber kolaylık vardır" mealindeki İnşirah sûresinin beşinci ve altıncı âyet-i kerimelerini okuduğumda üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi."

Devrinin ilim konusunda tek otoritesi olan Abdülkadir Geylani, tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu. Ders ve fetva vermeye yirmi sekiz yaşında başladı ve bu hal altmış yaşına kadar devam etti. Tasavvuftaki yoluna onun ismine izafeten "Kadiriyye" adı verildi ve O’ndan ilim ve feyz alan binlerce öğrencisi çeşitli memleketlere giderek İslamiyeti anlattılar. Maddi ve manevi ilimlerdeki derinliği ve üzerindeki manevi lütuf ve rahmetle dinin esaslarını yeniden dirilttiği için kendine "dinin dirilticisi" anlamında "Muhyiddin" denmiş, O da bu ismi Endülüs'te dünyaya gelen ve "Şeyhül Ekber" namıyla ün salan manevi evladı İbni Arabi'ye vermiştir.

Abdülkadir Geylani hazretlerinin insanları gafletten uyaran, kendilerine gelmesine vesile olan pek çok sözü vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

"İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz. Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misafirperver ve geceleri insanlar uyurken ibadet edici olması, âlim ve cesur olması."

"Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalp ile itiraf etmek ve dille söylemektir."

"Kalp dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkanı yok, ahireti sevmiş olamaz."

"Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. Dünya ve ahirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle uğraşmayı bırak. Kalbinden dünya düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin. Dünyada rahat ve hoş bir hayat arama. Hz. Muhammed (S.A.V.); "Hayat, ahiret hayatıdır" buyurdu."

"Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste. Sakın; "Ben istiyorum. Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim." deme. Duaya devam et. Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder. Eğer Allahü teâlâ senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allahü teâlâ sana razı ve memnun olacağın bir hal verir. Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vaz geçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir. Eğer dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir."

"Acele etme. Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur. Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isabet kaydeder veya isabet etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek Allahü teâlâdandır. Umumiyetle aceleye sebep, dünyalık toplama hırsıdır. Kanaat sahibi ol. Kanaat bitmeyen bir hazinedir."

"Halinizden şikayette bulunmayın. Sabredin, feryat etmeyin. Doğruluk üzere devam edin. İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin. İçinde bulunduğunuz istenmeyen hallerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Daima ümitli olun. Birbirinize düşman değil, kardeş olun. Birbirinize buğz etmeyin. Allahü teâlâya, rızası için yapılan sabırlar ve tahammüller, asla karşılıksız kalmaz. Onun için bir an olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükafatını görürsünüz. Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhur olan, bu lakabı, bir anlık cesareti neticesinde kazanmıştır. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen; "Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle beraberdir" buyuruyor (Bekara suresi: 153)

"Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyadan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganimet biliniz. Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkan varken bunu fırsat biliniz. Tövbe ediniz. Dua etmeye imkanınız varken, dua ediniz. Salih kimselerle beraber olmayı fırsat biliniz."

"Mümin kimse küçük günahları da büyük görür. Hz. Muhammed (S.A.V.); "Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar. Münafık ise, günahını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür" buyurdu."



NEDENİ BİLMİYORUM AMA ONU ÇOK SEVİYORUM. ALLAH ŞEFAATİNE NAİL EYLESİN HEPİMİZİ.AMİN AMİNAMİN
 

isranurr

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Ağu 2007
Mesajlar
814
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Selamün Aleyküm.çiktisini Aliyorum Allah Razi Olsun.a.e.o.hayirli Akşamlar
 

es'elüke

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2008
Mesajlar
4
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
"ALLAH ŞEFAATİNE NAİL EYLESİN HEPİMİZİ."AMİN kardeşim.

Gönülsaray, Yazını görünce Abdülkadir-i Geylani Hz leri hakkında yazılan diğer bir kaç yazıyı paylaşmak için üye oldum bu siteye. Bana da vesile olmuş oldun, Allah razı olsun.

Gavsul Azam Abdülkadir-i Geylani Hazretleri'nin eserlerini okumanı gönülden tavsiye ederim. Allah cc. feyizini arttırsın inşAllah.

"Ma'nâ ufkunda doğup gönül âlemlerini aydınlatarak, yine ma'nâ ufkunda gurûp eden bu zatları bilmek ve bildirmek, yine kendilerine hâs bir yetenek. Bizim onlar hakkında bildiklerimiz ise kendi kaderimizcedir. "
 

es'elüke

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2008
Mesajlar
4
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri

Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri

Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri'nin hayatı
Her iki Âlemin Sultanı Şah Abdulkadir
Evladı Âdemin Hakanı Şah Abdulkadir
Arşın Kursinin kalemin ayı, hem güneşi,
En büyük nurdan bir kalb nuru Şah Abdulkadir
(Bu Medhiye Şahı Nakşibent Hz.leri tarafından söylenmiştir.)

ŞEYH SEYYİD, ŞERİF ABDÜLKADİR GEYLANİ (KSA) HZ.LERİ'NİN BABA TARAFI SOY ŞECERESİ
01. Hz İmam-ı Ali [Necef]
02. Oğlu Seyyıd İmam-ı Hasan [Medine]
03. Oğlu Şerif Hasan-ül Müsenna (Şeyh Hasan Şazili ceddi)
04. Oğlu Şerif Abdullah Muhid
05. Oğlu Şerıf Musa El Cevni
06. Oğlu Şerif Abdullah Sani
07. Oğlu Musa Sani
08. Oğlu Şerif Davud
09. Oğlu Şerif Muhammed
10. Oğlu Şerif Yahya
11. Oğlu Şerif Ebu Salih Cengi
12. Oğlu Şerif Abdülkadir-i Geylani [Bağdat] (Kadriyye Tarikatı Piri)

ŞEYH SEYYİD, ŞERİF ABDÜLKADİR-İ GEYLANİ (KSA) HZ.LERİ'NİN ANNE TARAFI SOY ŞECERESİ
01. Hz İmam-ı Ali [Necef]
02. Oğlu Seyyid İmam-ı Hüseyin [Kerbela]
03. Oğlu Seyyid İmam-ı Zeynelabidin [Medine]
04. Oğlu Seyyid İmam-ı Muhammed Bakır [Medıne]
05. Oğlu Seyyid İmam-ı Cafer-i Sadık [Medine]
06. Oğlu Seyyid İmam-ı Musa-i Kazım [Bağdat]
07. Oğlu Seyyid İmam-ı Ali Rıza [Meşhed]
08. Oğlu Şeyh Seyyıd Ca’fer-i Sani
09. Oğlu Şeyh Seyyid Musa
10. Oğlu Şeyh Seyyid Kemaleddin
11. Oğlu Şeyh Seyyid Abdullah
12. Oğlu Şeyh Seyyid Mahmud
13. Oğlu Şeyh Seyyıd Cemaleddin
14. Oğlu Şeyh Şeyyid Abdullah
15. Kızı Seyyide Fatıma
16. Oğlu Şeyh Seyyid Abdülkadir-i Geylani [Bağdat] (Kadriyye Tarikatı Piri)
(Allah hepsinden razı ve memnun olsun.. Cümlesinin ruhuna FATİHA...)

Seyyid Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri kerametler sarayının eşsiz sultanı Zahir ve Batın ilimlerinin dipsiz denizi, gönlü eşsiz incilerle dolu hak kahramanı, iç gözlerine İlahi Nurun sürmesi çekilen Gavsu's Samedani, büyük İslam Âlimlerinden ve evliyanın en meşhurlarından. Asıl adı "Muhyiddin". Künyesi: "Ebu Muhammed"dir. "Gavsul Azam", "Kutb-i Rabbani", "Sultan-ül Evliya", "Kutb-i A'zam", "Baz-ül Eşheb" gibi lakabları vardır. Neseb yönünden de sonsuzluk nebisine ulaşan nur neslinden doğumu ve doğduğu mübarek yer Hazer denizinin güneyinde, İran'ın Geylan kasabasının (Nif isimli köyünde) Hicreti Nebeviyye'nin 470. (M. 1077) senesinde, dünya bahçesine teşrif ettiler.
"İnne Biiznil-lahi Sultan-ür-rical. Cae fi Aşkin, teveffa fi kemalin." "Şüphesiz ki, insanların sultanı "aşk" ile geldi. "Kemal" ile vefat etti" manasına gelen beyitte: "Aşk" kelimesi ile Ebced hesabına göre (470) doğum tarihi ve "Kemal" kelimesi İle de 91 sene olan ömrüne işaret edilmiştir. Doğumlarından önce nice harikulade haller meydana geldi. Nasıl mı? Şöyle...

Hicri 470.nci yılı Ramazan ayının birinci gecesiydi. Babası Seyyid Ebu Salih yatağına uzanmış yatıyordu. Bir müddet sonra rüya âleminin kapısı kendine açıldı. Önüne tarifi imkânsız bir yer çıktı. Orada Nebiler Nebisi (S.A.V), Sahabe-i Güzin ve bütün veliler toplanmıştı. Varlığın sebebi olan Cenabı Peygamber (S.A.V) Seyyid Salih'e: "Ya Ebu Salih! Ey benim evladım! Ne saadet sana ki, her şeye gücü yeten, her yerde hükmünü yürüten Yüce Allah (CC.) Hz.leri sana bu gece bir erkek evlad ihsan eyledi. Öyle bir evlad ki, müstesna bir varlık, rütbe ve derecesi bütün velilerin üstündedir. O benim evladımdır ve soyumdandır. O'nun derecesi ve şanı başkalarından çok üstün ve yüksek olacak" buyurarak müjdeledi.
Sabah olur olmaz Seyyid Salih yatağından fırladı. Gönlü gözü sevinç ve sürurla dolmuştu. İşte o gün Seyyid Abdülkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri dünyaya teşrif etmişlerdi. Seyyid Salih her tarafından nurlar ve ışıklar çağlayan bu müstesna bebeği kucağına alıp dakikalarca kokladı ve sevdi. Gerçekten de o aşk ile geldi ve aşk ile ömür sürdü. Ömür nefeslerinin incilerini gökyüzünün aydın güneşi gibi pırıldattı. 91 senelik ömründe hep ilahi aşk ile yandı. Gece gündüz Kâbe mumu gibi ışıklar saçtı. Annesi Fatıma binti Ebu Abdullah Seyyidedir. Geylan kasabasının büyük şeyh ve zahidlerinden biriydi.
Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.lerinin babası Hz. İmam-ı Hasan (ra.Hz.)leri'nin oğlu olan Hasen-i Müsenna'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır. Bu Abdullah'ın annesi, Hz, İmamı Hüseyin (ra.Hz.)leri'nin kızı Fatımadır.
Hem baba tarafından, hem de ana tarafından Peygamberimizin (SAV) Efendimizin soyundan olup, hem Şerif hem Seyyiddir. Annesi ve Babası evliya idiler.

Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri fıkıh ve hadis ilimlerinden müctehid idi. Tasavvufta ise yüksek bir evliya ve mürşidi kâmillerin en başta gelenlerindendir. Annesi şöyle anlatmıştır: "Oğlum Abdulkadir doğduğunda, Ramazanı Şerif başlamıştı. Birinci gün, imsak vaktinden güneş batıncaya kadar süt emmedi. Bu hali diğer günlerde de devam etti. Ramazanı Şerif boyunca gündüzleri hiç süt emmedi. Anladım ki, Ramazanı Şerife hürmet ediyor. Oruç tutuyordu." Ondan sonraki Ramazanın başlayıp başlamadığı keşfedilemeyince nur yumağı çocuğa dikkat ettiler. Güzeller güzeli bebek o gün yine süt emmedi. Tahkik edildi, anlaşıldı ki, o gün Ramazanın birinci günüymüş. Diğer Ramazan başlarında da halk hava bulut olduğundan dolayı Ramazanı tesbit edememişlerdi. Çocuğunun bu meziyetlerini bilenler "Ramazanı tesbit edemedik, Abdulkadir bu gün süt emdi mi?" diye sordular. "Ey Allah'ın (CC) Hz.leri'nin kulları. Size müjdeler olsun ki, oğulcuğum bugün süt emmedi"dedi.
Onun çocukluğu hiçbir çocuğun haline benzemiyordu. Dünya bahçesine gelir gelmez Hak yolunda yürümeye başlamıştı. Onun iç gözlerine Hikmet Sürmesi Hak eliyle çekilivermişti. Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri doğmadan önce, Bağdatta bulunan Âlim ve Evliya zatlar, onun doğacağını müjdelemişlerdir. Seyyid Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri, önce doğduğu yerde ilim öğrenmeye başladı. Daha küçük yaşta iken Kur'an-ı Kerim'i ezberledi.


Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri'nin Tarikatı Telkin Alması

Gönlü elmas renkli incilerle bezeli Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri, Bağdat'ta ilim ve irfan ufkunda o kadar süratle ilerledi ki, hiç kimse bu vadide ona denk olamadı. Tam 25 yıl ilim ve riyazat ve mücahede hali devam etti.

Tasavvuf (Tarikat) ilmini babası Seyyid Abu Salih (RA) Hz.leri’nden, Şeyh Ebu Said Al Mübarek (Mahzumi) (RA) Hz.leri'nden ve Şeyh Hammad-i Debbas (RA) Hz.leri'nden almıştır.
Ebu Said Al Mübarek (Mahzumi) (RA) Hz.leri der ki: “Abdulkadir (KSA) Hz.leri benden bir hırka alıp giymiştir. Ben de O’ndan hırka alıp giydim.”


Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri'nin Vasiyyeti

Oğlu Abdürrezzak (ra.Hz.) leri sual edince şöyle vasiyyet eyledi:
“Ey oğlum! Allah-ü Teala Hz.leri bize ve sana ve bütün Müslümanlara tevfik (muvaffakiyet) ihsan eylesin. Sana Allah (cc) Hz.leri'nden korkmanı ve O'na taat üzere olmanı, dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmeni ve hududunu gözetmeni vasiyyet ederim.

Ey oğlum! Sana vasiyyet ederim, dervişlerle beraber ol. Meşayiha hürmeti gözet. Din kardeşlerinle iyi geçin. Küçük ve büyüklere nasihat üzere ol. Dinden başka şey için kimseye düşmanlık etme.

Ey oğlum! Allah-ü Teala Hz.leri bize ve sana tevfik versin. Fakrın hakikati, senin gibi olana muhtaç olmaman, zenginliğin hakikati ise, senin gibi olandan bir şey istememendir. Tasavvuf haldir, söz değildir. Söz ile de ele geçmez. Dervişlerden, Allah (cc) Hz.leri'nden başkasına ihtiyaç duymayan birini görürsen, ona ilim ile değil, rıfk ile güler yüz, tatlı söz ve yumuşaklıkla muamele eyle. Zira ilim onu ürkütür, rıfk ise çeker ve yaklaştırır.

Ey oğlum! Allah-ü Teala Hz.leri bize sana ve Müslümanlara tevfik versin. Tasavvuf (tarikat) sekiz haslet üzerine kurulmuştur: 1- Cömertlik, 2- Rıza, 3- Sabır, 4- İşaret, 5- Gurbet, 6- Yün elbise giymek, 7- Seyahat, 8- Fakirlik.
Cömertlik İbrahim (as)'ın, rıza İshak (as)'ın, sabır Eyyüb (as)'ın, işaret Zekeriyya (as)'ın, gurbet Yusuf (as)'ın, yün giymek Yahya (as)'ın, seyahat İsa (as)'ın, fakirlik de Efendimiz ve Şefaatçimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) Hz.leri'nin hasletleridir.

Ey oğlum! Zenginlerle sohbetin, görüşmen izzet ile, onlara değer vermeyerek, fakirlerle görüşmen ise, kendine değer vermeyerek olsun. İhlâs üzere ol. İhlâs, insanların görmesini hatıra getirmeyip Yaradan’ın daima gördüğünü unutmamaktır.
Sebeplerde Allahü Teala Hz.lerine dil uzatma. Her halde Allah-ü Teala Hz.leri'nden gelene razı ve sükûn üzere ol. Allah (cc) Hz.leri'nin adamlarının (Evliya) huzurunda şu üç sıfat üzere bulun: Alçak gönüllülük, iyi geçinmek ve kötülüklerden arınmış bir kalb.
Hakiki yaşamak, nefsini öldürmenle olur.” (Nefsini öldürmek, nefsinin arzularını haram ve zararlı isteklerini yerine getirmemek demektir.)

Yüce Allah (cc) Hz.leri şefaatlerinden Ali Himmet Nazar ve Muhabbetlerinden, Feyiz ve Bereketlerinden hususi nazar ve sevgisinden bizi ve tüm Mü'minleri ve İhvanı dini ayırıp mahrum etmesin. (AMİN)


Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri'nin Vefatı


Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (KSA) Hz.leri vefat edeceği sırada, oğullarına: “Yanımdan ayrılın, çünkü zahirde sizinle, batında sizden başkasıyla (yani Allah-ü Teala (CC) Hz.leri ile beraberim)” buyurdu. Yine o esnada buyurdular: “Yanımda sizden başkaları da vardır. Onlara yer açın. Onlara edebi gözetin. Burada büyük rahmet vardır. Onları sıkıştırmayın.” Yine buyurdu: “Aleykümüsselam ve Rahmetullahi ve Berekatühü. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri beni ve sizi mağfiret etsin. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri benim ve sizin tevbelerimizi kabul etsin. (Bismillah Gayre Müveddedin)”
Bir gün bir gece hep böyle buyurdular. Oğlu Şeyh Abdürrezzak (RA) anlatır: “Gavs-ül Azam o esnada, ellerini kaldırıp uzattı ve ‘Ve Aleyküm Selam ve Rahmetüllahi ve Berekatühü, Tevbe ediniz ve size geliyorum denilenlerin safına giriniz’ buyurdu. Vefat ederken iki defa; ‘Allahümme Refikül A'la’ deyip: ‘Size geliyorum, size geliyorum’ buyurdu. Tekrar buyurdu ki: ‘Durun’ Bunun ardından ona ölüm ve sekerat hali geldi. Bu halde iken: ‘Bana kimse bir şey sormasın. Ben Allah-ü Teala (CC) Hz.leri'nin ilminde bir halden başka bir hale geçmekteyim’ buyurdu. Son anlarında oğlu Abdülcebbar: ‘Babacığım, bedenin acı duyuyor mu?’ diye arz edince: ‘Bütün uzuvlarım acı içindedir. Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok. O, Allah-ü Teala (CC) Hz.leri iledir.’ buyurdu. Oğlu Şeyh Abdülaziz: ‘Hastalığınız nasıldır?’ diye sorunca: ‘Benim hastalığımı, insan cin ve meleklerden hiçbiri bilmez ve anlayamaz. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri'nin ilmi, hükmü ile nakıs olmaz. Hüküm değişir, ilim değişmez. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, dilediğini siler, dilediğini yazar. Ümmü-l Kitab O'ndadır (CC). “O'na (CC) yaptığından sual olunmaz. Kullara ise, yaptıkları sorulur.” buyurdu.
Daha sonra, “Kudret ile hâkim kullarına ölüm ile galib olan Allah-ü Teala (CC) Hz.leri, her ayıp ve kusurdan münezzehidir. Lailahe illellah Muhammedün Resulüllah.”, sonra “Allah Allah Allah... (CC) ” deyip sonra sesini kesti, dilini damağına yapıştırıp, mükerrem ruhunu teslim eyledi. Vefatı büyük bir üzüntüyle karşılandı. Cenaze namazını kılmak üzere görülmemiş bir kalabalık toplandı. Cenaze namazını oğlu Abdülvehhab kıldırdı. O kadar insan toplanmıştı ki, kalabalık sebebiyle ancak gece defnedilebildi. İnsanlar, büyük kalabalıklar halinde ziyaretine geldiler. Bu ziyaretler günlerce devam etti.

Hz. Pir Abdulkadir-i Geylani (ksa) Hz.leri Hicreti Nebeviyyenin 561 (M.1166) senesinde 91 yaşında iken Bağdatta vefat etti. O gün bu gün mübarek türbesi ziyaret edilmektedir. Kıyamete kadar da kevni kerameti devam edecektir. Buyurmuştur ki: “Öncekilerin (Velilerin) güneşi battı. Bizim güneşimiz ufuk üzerinde sonsuz kalacak, hiç batmayacaktır.”

Cenab-ı Allah (CC) O'ndan (KSA) ve cümle Evliyaullah'tan razı ve memnun olsun. Rabbim bizleri, Onların şefaatlerınden, al-i himmet, nazar ve muhabbelerinden, nurlu yollarından ayırıp da mahrum etmesin. (AMİN)

MÜBAREK RUHANİYYETİNE FATİHA
 

es'elüke

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2008
Mesajlar
4
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
'Veliler Sultanı Abdülkadir Geylani, aşk ile doğdu, kemal ile ömür sürdü
Ve kemal-i aşk ile Rabb'ine vasıl oldu.'
Ruhuna El-fatiha


Hicri 471... Ramazanın son günleri... Geylân’a bir kara kış çöker ki sormayın.
Ortalık nasıl sis, nasıl duman?

Bırakın hilali, gök bulunmaz. İyi de Şevval girmiş midir acaba?
Öyle ya Ramazan oruçsuz olmaz, bayram oruçlu olmaz.
Ulema çare düşünürken biri durun der ben bu işi çözdüm galiba. Derhal hanımını Ümmül Hayr diye anılan Seyyide Fatımaya yollar. Seyyide Fatıma nurlu bebeğini emzirmeye yeltenir ama çocuk huzursuz olur, ağzını saklar. Fatıma Hatun Siz orucunuzu tutmaya devam edin der, eğer Ramazan çıkmış olaydı, Abdülkadir emmeye başlardı.

Biliyor musunuz, bazı çocuklar doğuştan şanslıdırlar. Abdülkadir-i Geylani babası ile şeriflere, annesi ile seyyidlere mensuptur ve doğmadan müjdelere kavuşur. Bir gün, babası rüyasında Efendimizi görür. Server-i âlem ona döner ve Ey Ebû Salih! der, Allahü teâlâ sana kâmil bir evlâd nasip eyledi. O benim oğlumdur. Evliya arasında derecesi çok yüksek olacak. On iki imam haricindeki bütün veliler ondan feyz alacak.

Geylanlı Abdülkadir de çocuktur ama çocukluk yapmaz. Koşmaz, kovalamaz, çelik çomak oynamaz. Öyle ya melekleri gören biri başka nasıl olabilir ki?
Bir arefe günü tarlayı sürerken öküzü durur, nelerle uğraşıyorsun gibilerden bakar ve sen bu iş için yaratılmadın diye mırıldanır. Olup biteni anlamaya çalışırken ufuklar açılır, Arafat ovası önüne yayılır. O sıra hacılar vakfeye durmuş dua yapmaktadırlar. Abdülkadir orada olamadığına çok yanar.
Evet, Geylân da güzel yerdir lâkin Abdülkadir, Bağdata gitmeli, âlimleri, velileri görmelidir. Annesi ona çok düşkündür ama söz ilimden açıldı mı boynunu büker. Rahmetli babasından kalan altınların yarısını kardeşine ayırır, yarısını cepkenin astarına diker. Ve ondan tek bir şey ister: Yalan söyleme!

Altının var mı?
Minik âşık ilk kafileye katılıp yola çıkar. Hemedan’ı geçince, altmış atlı çıka gelir, kervanı basarlar. Herkesi soyar ama onu ciddiye almazlar. Haydutlardan biri, laf ola beri gele cinsinden sorar.
-Senin de bir şeyin var mı?
-Var
-Hani şöyle çil çil altınlar
-Hem de kırk tane
-Astarına mı dikili?
-Evet
-Git işine, eğlenme benimle.
Olacak bu ya bir başka şaki de aynı soruları sorar. Aynı cevapları alır ama inanmaz. Eşkıyaların reisi haninin kurdudur. Abdülkadir’in tavrı gözünden kaçmaz. Bu kez o sorgular:
-Sahi altının var mı?
-Var.
-Kaç tane
-Kırk tane.
-Nerede?
-Elbisemin kolu içinde
-Göster bakayım
-İşte.
-İyi de bunu neden söylüyorsun?
-Anneme söz verdim. Üç beş altın için yalan konuşacak değilim ya.

Şahit olun ki...

Bir an göz göze gelirler. Küçük dervişin yüzü öyle temiz, çehresi öyle nurludur ki reisin içinde bir şeyler kıpırdar. Önce dudakları titrer, sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar halbuki ben der, Rabbime verdiğim sözleri bile tutmuyorum.
Sonra ani bir kararla denklerin üstüne çıkar ve duyduk duymadık demeyin diye haykırır: Bundan böyle eşkıyalık yapmayacağım... Önce açık açık tövbesini eder, sonra sebebini açıklar. Adamları bu konuşmadan çok etkilenir ve yol kesmede reisimiz idin, yol bulmamızda da reisimiz ol derler. Aldıkları malları iade eder, yolculardan yalvara yakara helallik dilerler.


Geylanlı Abdülkadir, Bağdatta nice sohbetlere katılır, nice âlimin önünde diz kırar. Kısa sürede fıkıh, hadis, öğrenir ve gün gelir hocası Ebû Sâid Mahzûmînin emriyle vaaza çıkar. Bağdatlılar bu kürsüde kimleri görmüşlerdir ama bu genç çok farklıdır. Zira o kulaklara değil, gönüllere hitap eder. Kalabalık sokaklara taşınca Abdülkadir-i Geylâninin sevenleri civar evleri satın alır, medreseye katarlar…


---​

ABDÜLKADİR GEYLANİ HAZRETLERİ (K.S) BUYURUYOR Kİ!
KALBÎNDEKİ PUTLARI KIR!​

Mü’min dünyada gariptir, yalnızdır. Zahid de âhiretle ilgili hususlarda gariptir. Arif ise Allah’dan başka her şey yanında gariptir, yalnızdır. Mü’min dünyada âdeta zindandadır. Bol rızık içinde bulunsa ve geniş evlerde otursa bile... Aile efrâdı; malında, mevkiinde istedikleri gibi tasarruf ederler. Neş’elenirler. Etrafında gülerler, oynarlar. O ise gizli bir zindan içindedir. Neş’esi yüzündedir. Kederi kalbindedir.
Dünya hayatının içyüzünü iyi bilir. Kalben onu terk eder, boşar. İlk boşayışı talâkdır, bir boşayışdır. Çünkü bütün dünyevî imkânlarının tamamen elden gitmesinden korkar. O, bu halet içindeyken bir de görür ki, ahiret kapısını açmış, güzel yüzü bütün parlaklığı ile karşısında duruyor. Onu görünce, dünyayı bir kere daha boşar. Fakat dünya (dünyevi zevkler, hazlar) gelir, kendisinin boynuna sarılır. Bunun üzerine o da onu üç talâkta birden boşar. Ve varır, ahiretin yanında durur. O orada dururken, birden şiddetli bir nur lemeân eder, parlar. Bu Aziz ve Celâl olan Hakk’ın nurudur. Onu görünce bir kere daha boşar. Bu sırada dünyâ kendisine sorar - Beni niçin boşadın?
O, cevaben der ki:
- Senden daha güzelini gördüm.
Başka bir zaman, dünya yine sorar:- Beni niçin boşadın?
O da der: - Çünkü sen, gelip-geçicisin. Aldatıcı türlü şekillerle ve kıyafetlerle bürünmüş birisisin.Aslın hâlen şu göründüğünden başkadır. Bu durumda seni nasıl boşamayayım?...
İşte o anda, artık o müminin, Rabbını tanımış olması tahakkuk eder. Böylece, mâsivâdan (Allah’dan gayrı her şeyin) karşısında hür duruma gelir. Dünya ile ahiret karşısında ise garip ve kimsesiz duruma düşer. Çünkü o dünyanın da ahiretin de uzaklarındadır. Onun nazarında, dünya da ahiret de namevcut (yok) mesâbsindedir.
İnsanlara güvenip bağlanma duygularının koptuğu, Allah’a olan sevgi bağlarının da sağlamlaştığı bir an, bil ki Allah seni kendisine dost olarak seçmiştir. O’nun bu seçişini garip bulma. Kim ki İzzet ve Celal sahibi Hakk’ın yolunda yürüme ve onunla birlikte bulunma hususunda sabır gösterirse, o, Allah’ın acâib ve hikmetli lütuflarını görür. Kim jki fakirliğe sabreder tahammül gösterirse peşinden zenginlik gelir.
Zîra şurası bir gerçekdir ki, kendilerine peygamberlik verilenlerin çoğu çobanlardan, velîlik verilenlerin ekserisi de kölelerle gariplerdendir.
Kul, her zaman Allah için tevazuu gösterirse O, onu, aziz eyler, efendi mertebesine yükseltir. Her ne zaman alçak gönüllü davranırsa Allah onu yüceltir. Aziz kılan odur. Muvaffakiyet veren O’dur. Kolaylık veren O’dur. Eğer o olmasaydı, O’nun lûtfu olmasaydı, biz O’nu tanıyamazdık.
Ey, amelleri ile övünenler! Ey amellerine mağrur olanlar! Ey, amelleri ile böbürlenenler! Ne de cahilsiniz! Ne de bilgisizsiniz! Eğer Allah’ın tevfîki olmasaydı ne namaz kılmağa muktedir olabilirsiniz ne oruç tutmağa ne sabırlı olmağa. Sizler övünme mevkiinde değil, bilakis şükretme durumundasınız. Övünmeğe hakkınız yok. Şükretme vazifeniz var...
EY OĞUL!
Haram yemek kâlbini öldürür. Helâl yemek ise onu ihya eder. Lokma vardır kalbini nurlandırır. Lokma vardır onu karartır. Lokma vardır seni dünya ile iştigal eder hale getirir. Lokma vardır, seni dünya ile ahiretin Yaradanı’na rağbet ettirir.
Haram yemek, seni sırf dünya ile iştigâle sürükler ve sana günahları hoş gösterir. Mubâh yiyecekler seni ahiret ile iştigale sevk eder ve sana tâatleri sevdirir. Helâl yiyecekler ise senin kalbini Allah’a yakınlaştırır.
Bu yiyecekler, ancak ma’rifetullah ile yâni Allah’ı tanımakla bilinir. Ma’rifetullah ise defterlerde ve kitaplarda değil kalblerde bulunur. Ma’rifetullah haktan gelir. O’nun mahlükatından gelmez. Aziz ve Celal olan Allah’ı tanımak, yani ma’rifetullah, Allah’ın ahkâmı tasdik edip sıdk ile tatbik ettikten ve yaşadıktan sonra hâsıl olur. Allah’ı tevhidden ve yalnız O’na güvenip dayandıktan sonra hâsıl olur. Yaratılanların sevgisinden ve onlara dayanıp güvenmekten bütünüyle sıyrıldıktan sonra hâsıl olur.
Sen Allah’ı nasıl tanıyor, nasıl biliyorsun ki? Sen ancak yemeyi, içmeyi giyinmeyi ve evlenmeyi biliyorsun. Üstelik bunlar nasıl olursa olsun, neredengelirse gelsin, hiç aldırışta etmiyorsun.
Sen, hiç, Nebî Sallâllahü Aleyhi Vesellem’in şu sözünü işitmedin mi?
- Bir kimse ki, yediğini-içtiğini nasıl ve nereden kazandığına aldırış etmezse Allah da onu cehennemin kapılarının hangisinden sokacağına aldırmaz .
İzzet ve celâl sahibi Hakk’ın evi olan kalbini tahliye et, boşalt. Orada Allah sevgisinden başka hiç bir şeye yer verme.
Melekler içinde suret bulunan bir eve girmezlerse, içinde bir sürü suretlerle putların bulunduğu senin kalbine nasıl girer?
Mâsivadan gayri her şey bir puttur. Allah’dan gayri her şey bir puttur. Öyleyse sen putları kır. Evi temizle. İşte o zaman evin sahibinin orada hazır olduğunu göreceksin.
Allah’ım, bizi, seni kendimizden razı edecek amelleri işlemeğe muvaffak eyle.
Ey Rabbımız! Bize dünyada iyilik ver. Ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!...


:]
 

pakizebölükbas

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Eki 2007
Mesajlar
230
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Allah razi olsun kardesim bende bi ciktisini aliyorum insallah.Rabbim gönlüne göre versin.tamda bu aralar üzerinde durdugum bi mübarekti tevavuk oldu.
 

firdes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 May 2007
Mesajlar
1,974
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
17
Konum
½ $@K@RY@'dannn:D *1984*
esselamunaleyküm verahmetullahi veberekatuhu..
buraya girdikçe,faydalanabileceğim paylaşımlarla dolu bu forum için RABBİM RAZI OLSUN İNŞALLAH..eklenecek olan bilgileri de sabırsızlıkla beklemekteyim inşallah..
BU GÜZELLİKLER İÇİN :T
selam ve dualarımla..:H
 

FATMA-ZEHRA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
486
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
s.a
allah razı olsun bilgilerimizi
tekrar ettik..
rabbim şefaatine nail eder inşaalh..
böye bir mübareğe sevgi duymanız enfes bir durum..
benimde öyle başlamıştı...
sevgi ve merak..
sonu güzel oldu rahman sizede yaşatır inşaallah..
s.a
 

gurakarcem

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Eki 2008
Mesajlar
210
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
48
• Ey Yücelerden Yüce Rabbim! Bütün mal ve mansıp sahipleri kapılarını sürmelediler. Sen’in yüce dergahının kapısı ise asla kapanmaz ve dilekte bulunanlara her zaman açıktır. Ya Rabbî, Ya İlahî! Yıldızlar gaybûbet âlemine, gözler de uykuya daldılar. Sen ise, ey Rabbim, Hayy’sın, Kayyûm’sun; uykudan, uyuklamadan sonsuz defa münezzeh ve müberrâsın. Ya Rab! Gece, karanlığıyla mevcûdâtın üzerini örtünce döşekler de seriliverdi ve sevenler sevdikleriyle başbaşa kaldılar. Sen, Sen’in yolunda, Sana ulaşma istikametinde cehd ü gayret içinde bulunanların biricik sevgilisi, (benim gibi) yalnızlık gurbetine maruz kalanların da yegane enîsisin!Ya İlâhî! Ulu dergâhına sığınan bu kimsesiz kulunu kapından kovacak olursan ben gidip hangi kapıya iltica edebilirim ki! İlâhî! Yakınlığından mahrum edersen beni, o zaman ben kimin yakınlığını umabilirim ki! İlâhî! Şayet Sen bana azap etmeyi murad buyurursan, ben biliyorum ki, cezalandırılmaya fazlasıyla müstehakım! Fakat affınla sarıp sarmalarsan, o da Sen’in lütfun ve keremindir. Ya Seyyidî, ya İlâhî! Marifet erbabı kulların Sen’i bulduklarında Sen’den başka ne varsa hepsinden yüz çevirmişlerdir. Salih kulların Sen’in fazlınla necâta ermişlerdir. Taksîratı pek çok günahkarlar da “Tevbe, ya Rabbi!” deyip yine Senin kapına yönelmişlerdir. Ey affı güzel Rabbim! Ne olur, affının serinliğini ve marifetinin halâvetini benim ruhuma da duyur ve beni onlarla doyur! Her ne kadar ben bunlara lâyık olmasam bile, haşyetle önünde iki büklüm olup ikâbından sakınılmaya lâyık olan da, mücrimlerin günahlarını bağışlama şanına yaraşan da yalnız Sen’sin!
 

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Yüce ALLAHUTEALA cc'nun kulu, Hz. Ahmed Muhammed Mustafa sav'in takipçisi, Hz. Geylani ks'in talebesi olmak ümidiyle...

Selam ve dua ile...
 

Leyla_Ebedi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2008
Mesajlar
331
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
17
Rabbim razı olsun kardeşim

bende bir araştırmamı eklemek istiyorum .

Hocam, siz hep yorum ve değerlendirmeleri mânâ ilimleri açısından anlatırsınız, Abdülkâdir Geylânî’nin mânâ hikmetleri içerisindeki özel sırrını nasıl kavrayabiliriz?…
- İşte buradan başlamak istiyorum. Hz Geylânî’nin mânâdaki sırrını anlayabilmek için, BU SEVDASI NASIL GELİYOR, dediğimiz zaman, bunu mânâ ilimlerinde aynen şöyle tarif ediyorlar.
Yüce Kitabımızda hem emrediliş şekliyle, hem hâdiselerle, hem de çeşitli velîlerin tanımlarıyla bir MİRAÇ HÂDİSESİ vardır. Efendimizin hiç tartışmasız bir tâbiri olarak ALLAH’A MÜLÂKİ OLDUĞU AN diye tanımlanan bir Miraç hâdisesi vardır ki, evrenin en büyük hâdisesidir. Allah’ın yarattığı ile KÂBE KAVSEYN Sırrı içerisinde bihâl olması, yani içiçe iki yay gibi yansıyacak hâle gelmesi, evrenin en büyük hâdisesidir. şüphesiz ki, Allah bunu, Fahr-i Kâinat Efendimize, onun çok özel İlâhî sevdası ve Allah’ında ona karşı olan muhabbeti dolayısıyla lütfetmiştir. Yoksa Miraç hâdisesini tasavvur bile etmek mümkün değildir.
Yaratılanların hepsi Cenâb-ı Hakk’tan belli bir mesafede, sıfat yansımalarının komposizyonuyla hâsıl olmuş, çokluk âlemi unsurlarıdır. Hepsinin vasıfları, özellikleri vardır. Bunların hepsi Cenâb-ı Hakk’ın takdiriyle tâyin olmuştur. Ama hiç birisi bu Kâbe Kavseyn sırrına gelemez. Bu Allah’ın kendi sevdasıdır. İşte bu Miraç günü mânâ âleminde fêvkalâde önemli bir gündür.
Mânâ âleminin saati, zaman birimi yoktur ama, kendi kafamızdan şöyle bir şey tâyin edelim. Miraç hâdisesi tahakkuk etmeden, beş dakika evvel, (bu bizim dünyamızda olan hâdise) hiç kimse bir şeyden haberdar değildi. Efendimiz en hüzünlü günlerindeydi ve o hüzünlü günlerinde en çok ibadet ettiği günlerden birindeydi. Miraç hâdisesinin takdir saatide yavaş, yavaş, yavaş… yaklaşıyordu. Mânâ âleminde sonradan gelecek varlıklarla, daha evvel yaşamış varlıkların hepsi bunu belli ölçülerde algıladılar. Miracın olacağını ve bunun nasıl olabileceğini, böyle müthiş bir hâdisenin evrende nasıl ceryan edebileceğini hepsi büyük bir zevkle, iştiyakla tasavvur etmeye başladılar.
İşte BURADA ÇOK BÜYÜK BİR İNCELİK, HZ GEYLÂNÎ, ÂLEM-İ ERVÂH’TA (Yani Ruhlar Âlemi’nde) an be an, âdeta Efendimizin yeryüzüne teşrif ettiği andan itibaren, Kur’an’ın inzâli hâdiseleri de olmak üzere bir gönül frekansıyla bunları hissediyordu. Bu hissiyat içerisinde ani olarak kalktı geldi Mescid-i Aksa’ya. (Ruhlar âlemindeki motivasyonla) Efendimizin ayağını basacağı ve Mirac’a hareket edeceği noktaya başını koydu. (Şimdi onun başı olur mu?… Olmaz, ama bu bir tanıtım, bir şeyi tarif edeceğiz, nasıl edeceğiz?… ) Ve Efendimiz o boyuna basarak BURAK’A BİNDİ. Bu hâdise basit bir hadise değildir. BU SEVDÂYI MUHAMMEDÎ’NİN, HZ GEYLÂNÎ’NİN GÖNLÜNE VE RUHUNA TECELLİ EDEN MÜTHİŞ BİR MÜJDESİ, YANSIMASIYDI O ANDA EFENDİMİZ DEDİ Kİ;
“VELÎLERİN BOYNU DA SENİN AYAĞININ ALTINDA OLSUN”… Ama bunu o anda söyledi, ondört asır önce…
Hz Geylânî, yeryüzüne teşrif edip kendi kader çizgisi işlemeye başladığı zaman, repertuarda böyle birşey yoktu. Bunlar tamamen mânâdaki olaylardı. Nitekim yıllardan sonra Hz Geylânî velîliği haketmiş, vaazlarında insanlar birbirlerine kıran kırana giriyor, camiler, avlular almıyor. Böyle bir zamanda, vaazında ani olarak Efendimizin sedasını duydu…
- BENİM SANA MİRAC’A GİDERKEN SÖYLEDİĞİM CÜMLEYİ HALKA TEKRAR ET… dedi.
Bir an hatırlamak için gayret sarfetti, mânâdan geldiği için, ancak oradan gelirse hatırlayabilecekti. Çünkü, o motif kendisine bildirildi. “BÜTÜN VELÎLERİN BOYNU AYAĞIMIN ALTINDADIR.” Bu dışardaki bir adamın anlayamayacağı bir sözdür. Ama bir velînin bunu söylemesi çok zordur. Böyle bir cümleyi nasıl söyleyecek, hepsi dostları, kardeşleri… Ama Efendimizin hoşuna gitmiş. Bazıları şöyle düşünebilir: Bir velîye niye bu söylensin ki?… Zaten velî demek mahviyetten geçmiş demektir. Efendimizin münasip gördüğü bir şeyde velî tereddüt etmez. Bu emir geldiği zaman velîlerin hepsi boynunu koymuştur aslında…
TİLLO’da Memduh Sultanın velî olan talebeleri, şeyhinin kapısından girerken boynuma bassınlar diye kapının dibine yatmıştır. Örnekleri vardır. bir velî için bu, mertebe eksikliği, mertebe çokluğu değildir. Bu mânânın bir zevki Muhammedî görünümüdür. Onun için böyle bir hâdiseyi meydana getiren hikmet Hz Geylânî’nin bu sırrında yatar. O sevdası var ya koşup başını koyabilmek, yani bu ayrı bir şey, tarif edilecek bir şey değil. Efendimize bu kadar âşık olduğu için, bu kadar büyük mertebeye gelmiştir Hz Geylânî. Onun içindir ki, tasarrufu çok uzun zaman dilimleri içerisinde yansımıştır ve yansıyacaktır da.
Bu hâdiselerde biz menkîbeleri anlatsakta olur, anlatmasakta olur dedik. Latîf bir menkîbe var bu hadiseyle ilgili onu da anlatayım.
O zamanda Abdürrezzak isminde bir velî daha vardı. O da Kuzey Anadolu’da, belkide İran ile Anadolu arasında bir yerde vazifeli bayağı ciddi bir şeyhdi. Onun da çok talebesi vardı.
Hz Geylânî’nin vaazını mânevî telefondan alır. Gönlünde; “Niye benim boynum senin ayağının altında olsun ki, ben de Rabbımın bir velîsiyim” diye bir cümle geçer.
Abdürezzak vaazından çıktıktan sonra evine doğru giderken, yolda o zamana kadar görmediği, ya da görüp de farkına varmadığı güzel bir kız görür. Kızcağıza bakar, hayret eder. İçine bir şey saplanmıştır, kurtulması mümkün değildir. Çobanlık yapan bir kıza âşık olur. Çünkü velînin gönlünde ceryan dozu yüksek olduğu için böyle bir parazit başka bir insanın aşkına benzemez.
Abdürrezzak, kızı sorar soruşturur. Madem ki âşık oldum, kolayı var der. Hamdüsenâlar olsun Müslümanız, istersin, nikâhlarsın, meseleyi halledersin diye düşünür. Kendisine derler ki, bu kız muhitin en kuvvetli papazının kızıdır… Abdürrezzak da ne olursa olsun onu bana isteyin der. Kızı isteme müdahalesi başladığından itibaren, kendi müridleri arasında fiskoslar başlar ve büyük bir kısmı dağılır. Papazın kızını istiyor bu nasıl şeyh, âşık olmuş, şeyhe bu yakışır mı?… derler.
Netice itibariyle kız istenir. Papaz “vermem, hele Müslüman şeyhine hiç vermem” der. Verirdin, vermezdin derken, sonunda “Hristiyan olursa veririm”der papaz. O andan itibaren gönlüne gelen baskıya dayanamaz, ne yapacağım çare yok, takdir gelmiş ağını papazın kızına atmış. Gider Hristiyan olur. O zaman talebelerinin hepsi ayrılır. Yalnız rivayete göre 70-80 kişi kalır. Bir hikmet, bir kader tecellisidir, “arkasında olalım” derler ama, iki üç gün içerisinde bu kalanlar da:
- Hayır, biz gidelim Bağdat’da büyük bir şeyh varmış onun tarikatına girelim. Şeyhimize de dua isteyelim, derler…
15-20 kişilik bir gurup Hz Geylânî’ye giderler. Hz Geylânî, “ne istiyorsunuz?…” buyurur. “Biz Abdürrezzak’ın talebeleriyiz, bizim şeyhimiz bir Rum kızına vuruldu, bu uğurda da dinini değiştirdi” derler.
- Evet, ne istiyorsunuz?…
- Bizi kabul et, talebe al…
- Mümkün değil, herkesi alırım sizi almam. Çünkü siz döneksiniz, ben dönekleri almam, kıpkızı kâfir olsun talebeliğe kabul ederim ama sizi almam. Yazık oldu size… Onun etrafında kalacaktınız, hatta hristiyan olacaktınız… diyor Hz Geylânî… İyice şaşırıyor onlar.
Abdürrezzak’ın çilesi bitmiyor bir türlü. Aşığı kız diyor ki:
- Sen hristiyan oldun ama, herkes bu yalandan Hristiyan oldu, üç gün sonra tekrar Müslüman olur diyorlar… Abdürrezzak:
- Peki ne yapayım?… diye sorar.
Abdürrezzak’a İslâmların hoşlanmadığı domuzlarını gütmesini söyler kız.
Domuzları güderken bir gün ayağı kayıyor ve düşüyor. Domuzların hepsi boynunun üzerinden geçiyor. İşte o zaman anlıyor yaptığı hatayı…
Sen Hz Geylânî’nin ayağı altından şikayet edersen, bak biz seni domuzların ayağı altında bırakırız. Çünkü bu emri İlâhî, buna karşı gelemezsin… O domuz sürüsü geçtikten sonra içerisi doluyor, Abdürrezzak’ın. Ondan sonra tekrar papazın yanına gidiyor, papaz “tamam kızımı veriyorum” diyor. Kız da Velîye âşık oluyor.
Hristiyanlar mâdem Hristiyan oldu bize bir vaaz etsin, çok üstün niteliklere sahip diyorlar. Abdürrezzak, dinini değiştirince adı Şahsenem oluyor. (Şahsenem “put” demektir) Şahsenem sıfatıyla vaaza çıkıyor. Bütün Hristiyanların önünde vaaz ederken Sûre-i Meryem’i okuyor ve başlıyor yorumlamaya… Halk isyan ediyor, bu Müslümanların tarifini yapıyor diye. Hani Hristiyan olduydu diye isyan ediyorlar.
Bu hâdiseler olurken, ayrılmayan 15-20 talebesi de kilisede bulunuyorlardı.
- Siz ne istiyorsunuz?… diyorlar halka.
Halk:
- Sen doğruyu söyle, diyorlar. O sırada Hz Meryem’in heykeli:
- Doğruyu, Abdürrezzak söylüyor, diyor, Hz İsa’nın Resmi de:
- Doğruyu, Abdürrezzak söylüyor, deyince, hepsi birden tövbe istiğfar edip Müslüman oluyorlar.
Ve böylece çile dolmuş oluyor. Bu hikâyeyi anlatmaktaki kastım, Hz Geylânî’nin mânâ âlemindeki saltanatına bir nebze olsun yaklaştırabilmekti sizleri…
Şimdi, Hz Geylânî’nin bu sevdayı Muhammedî’ye tutulmuş gönlünde, ondan taşıdığı bu EVVAB SIRRI’yla başkalarının doymasından zevk alan hikmetiyle bütün ömrünü yaşamıştır. Hatta Hz Geylânî’nin bu böreği dağıtması dolayısıyla Cenâb-ı Hakk kendisine mânâda o büyük saltanatı vermekle beraber, madde de büyük bir saltanat verdi. Hz Geylânî çok zengindi. Gelen giden tarlasını, bahçesini hediye ederdi. Öyle bir sistem kurmuştu ki, kendisine müracaat eden kimseleri talebeliğe kabul eder, dersi tamamlayıp gideceği zaman bir kesenin içerisine üç altın veya 18 altın gibi bir para kor verirdi. Bu helâldir, bunu al ömrünce bunu ye derdi. Hatta bu keselerdeki altınlar müridler arasında tartışmaya sebeb olurdu. Çok olursa ömrü çok olacak, demek ki ancak bitirecek gibi… Hz Geylânî bunu duyunca, böyle yapıyormuşsunuz, yapmayın, o nüfusun kesretine göre dağılmışır. Benim tayinim değil, Cenâb-ı Hakk’ın tayinidir derdi…
Hz Geylânî’ye Fahr-i Kâinat Efendimiz tarafından verilmiş olan bu sır devam etmiştir. (Sehavet Sırrı) Yani ben değil, başkaları mutlu olsun, başkaları yesin, içsin…. Bütün ömrü boyunca bu sırla yaşamıştır. Ondan dolayıdır ki, Hz Geylânî, Fahr-i Kâinat Efendimizden, çok özel bir ricasıyla bütün mü’minlerin yardımına koşma izni almıştır, hangi zaman diliminde olursa olsun. Yine Hz Geylânî’nin cümlelerindendir:
- EĞER BİR MÜ’MİN DARA DÜŞER VE DARDAN ÇIKAMAZSA, BENİ DE ÇAĞIRMAZSA KIYÂMETTE DAVACI OLACAĞIM. NİÇİN BENİ ÇAĞIRMADIN DİYE…
Bu kadar mü’minlerin zaman dilimleri ötesindeki dertleriyle meşgul olan, TAM BİR MUHAMMEDÎ AHLÂKA SAHİP, CİDDİ BİR YÜCEMİZDİR
 

hayri07

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Şub 2009
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
emeğine sağlık kardeşim
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Allahcc şefaatlerini üzerimizden eksik etmesin...
 

titretttinhoca

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2009
Mesajlar
298
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
87
Yüce ALLAHUTEALA cc'nun kulu, Hz. Ahmed Muhammed Mustafa sav'in takipçisi, Hz. Geylani ks'in talebesi olmak ümidiyle...

Selam ve dua ile...

insan hem Gavsul Azamin talebesi hem nurcu olamaz bunlar birbirine zit seyler cunku


Biz Abdürrezzak’ın talebeleriyiz, bizim şeyhimiz bir Rum kızına vuruldu, bu uğurda da dinini değiştirdi” derler.
- Evet, ne istiyorsunuz?…
- Bizi kabul et, talebe al…
- Mümkün değil, herkesi alırım sizi almam. Çünkü siz döneksiniz, ben dönekleri almam, kıpkızı kâfir olsun talebeliğe kabul ederim ama sizi almam. Yazık oldu size… Onun etrafında kalacaktınız, hatta hristiyan olacaktınız… diyor Hz Geylânî


tercih sizin ya Musluman olmak ya da nurcu

evet Abdulkadir Geylani kipkizil kafir olsa talebelige kabul ederim
ama papazlarla pazarlik yapanlari onlarla ittifaka giren donekleri kabul etmem diyor kendisi !

simdi Nursi ile kiyaslayin rum papazlarina duydugu efsanevi aski gayrimuslimlere bictigi makam `imanli gayri muslimler` ve saire

Gavsul Azam ne yapardi bunlari ?
 

titretttinhoca

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2009
Mesajlar
298
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
87
Abdürrezzak’a İslâmların hoşlanmadığı domuzlarını gütmesini söyler kız.
Domuzları güderken bir gün ayağı kayıyor ve düşüyor. Domuzların hepsi boynunun üzerinden geçiyor. İşte o zaman anlıyor yaptığı hatayı..

ibret alin ey Muslumanlari domuz surusune coban yapmak isteyenler ! kumari helal kilanlar ! illa uzerinizden domuz surusunun gecmesi mi lazim ayikmaniz icin ?
 

titretttinhoca

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2009
Mesajlar
298
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
87
Allah ruhunu sad eylesin Pirim Sultanim ...


Seyyâh olup şu âlemi ararsan
Abdulkâdir gibi bir er bulunmaz
Ceddi Muhammed'dir eğer sorarsan
Abdulkâdir gibi bir er bulunmaz.

Hak Teâlâ yeri-göğü güzeli
Hoş nazar eylemiş ona ezeli
Evliyâlar serçesmesi güzeli
Abdülkâdir gibi bir er bulunmaz.

Giderler kazaya çalarlar satır
Dâima yaparlar hoş gönül hatır
Bağdat'ta türbesi nur olmuş yatır
Abdülkâdir gibi bir er bulunmaz.

Cümle evladına yeşil yaraşır
Aşkı gelir bu çağa dolaşır
Ona derviş olan Hakka ulaşır
Abdulkâdir gibi bir er bulunmaz

Derviş Yunus, biz çekelim zahmeti
Üstümüzde hazır ola himmeti
Oğlum demiş ona Resul Hazreti
Abdulkâdir gibi bir er bulunmaz.


Yunus EMRE
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt