Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Abdulhakim Arvasi Hazretleri (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Kendilerinin “zamanın arifleri sırasında” diye kaydettikleri Hüseyin Vassaf Halvetî isimli bir zât, “Sefinetül-Evliya: Veliler Gemisi” adı altında bir eser yazmak istiyor ve eserine Abdülhakîm Efendiyi de almak dilediği için hâl tercümelerini öğrenme gayesiyle huzurlarına başvuruyor:
İlk sual:
- “İsimleri?”
- “İsmim ve alemim Abdülhakîm... Böyle nadir ve garip bir isimle adlandırılmama sebep, zâhirî ve bâtınî faziletleri seyyidlik şerefiyle birlikte evlâdında toplanmış görmek isteyen pederimin yüksek bir din âlimine ait ismi çocuğuna yakıştırmasıdır. Bu zât, Hindistan’ın Siyalkût şehrinden, telif ettiği eserlerle İslâm âlemini her yönüyle ışıklandırmış olan Abdülhakîm Siyalkûtî Hazretleridir.
Ayrıca bu isteği kamçılayan garip bir tesadüf de, dünyaya geldiğim gece, evimize Seyyid Abdülhakîm isimli bir zâtın misafir olmasıdır ki, kendisi Abdülkadîr Geylânî Hazretlerinin onikinci oğlu ve o vakitler Irak ve İslâm beldelerinin kemâl ve fazilet mihrakı Seyyid Tâhâ Hazretlerinin küçük biraderi... Pederim bu iki vesileli hayır yorumu, 1295 Hicri senesi Ramazanının onbeşinci salı gecesinde gördüğüm bir rüya ile tahakkuk edeceği ümidini verdi. Rüyamda Allah Resûlünün nur çağlayan güzellikleriyle karşılaşmış ve din meselelerinden en incelerinden birine ait bu suâle cevap vermeye davet edilmiştim. Rüyamı babama anlatınca, “Abdülhakîm” isminin seçilişindeki istek ve bu ismin belirttiği mânâya karşı ruhunda büyük bir ümit pırıldadı ve hem iç, hem dış kemâl yolunda gereği gibi yetiştirilmem için elinden geleni ardına koymadı.”
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
- “Mahlesleri?”
- “Bütün memleketçe, yüceltme vasıflarından olan efendi, hoca, şeyh gibi tâbirlerden ayrı olarak ailenin yaşça ve bilgice büyüğüne “Seyyid” denilmesi âdet olduğundan, âcizleri de bu kelimeyle anılıyordum.”
- “Lâkapları?”
- “Lâkap olarak kullanılan “manzur-u nazar-ı pîran-ı kiram: Keremli pîrlerin nazarlarına görünen” terkibidir. Lâkaplandırma sebebi; merhum şeyhin lütfen kalemleriyle yazdıkları mektubun tepesine kaydedilen teveccüh satırları olup dua telakki edilerek kullanılmıştı. Sonraları, Kaadirî tarikatından Bağdat Telgraf Başmüdürü, Abdülkadir-i Geylân-î âşıkı Şakir Efendi “Gavs-ı Âzam’ın nurlu kabrinde murakabeye dalmış otururken, size bir mühür hediye etmek ve mührün bir yüzüne o ibareyi yazmak emrini aldım!” diyerek, lâkaptaki esrar ve hikmeti teyid etmiştir. Oradan gelen mührü şimdi kullanıyorum. Mühür oldukça kıymetli Necef taşındandır ve üç yüzlüdür. Bir tarafında, lâkabım olan “manzur-u nazar-ı piran-ı kiram Esseyid Abdülhakîm likülli emrin fehîm”, daha öbür tarafında “Esseyid Abdülhakîm” yazılıdır. Mühür, Irak şeyh ve âlimlerinin kullandıkları mühürlerden daha büyükçedir. Onu hâlâ, iyiye ve hayra yorarak imza makamında kullanıyorum.”
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
- “Pederlerinin ismi ve kimliği?”
- “Pederim merhum Seyyid Mustafa Efendi... Kendisinin ilk çocuğum!.. Nakşî tarikati şeyhlerinden, din ve ilim neşri yolundaki gayretleri ve cömertlikleriyle maruf, şeriat ölçülerine bağlılıkta fevkalâde titiz, malını ve canını Kâinatın Efendisi uğrunda feda etmekten çekinmez bir zât...”
- “Aldığım ilk emir, tövbe ve istihâre oldu. İstihâre gecesi gördüğüm rüyâdan, mürşidleri tarafından kabul edildiğime ait mânâyı sezdim. İstihârede gördüğüm rüyâ: Seyyid Tâhâ Hazretleri, camide hâlifeleri Seyyid Fehim Hazretlerine şu emri veriyorlar: “Abdülhakîm’i al, 5 lâtifenin çeşmelerinde kendi elinle ve tamamıyla yıka! İkimize de imâm olsun!”... Seyyid Fehim Hazretleri beni alıyor, emir âlemine ait beş lâtifenin çeşmelerinde çıplak ayak yıkıyor. Ben de bir elimi onun omuzuna koyarak sağ ayağımı benim için serilmiş olan seccadeye bırakıyorum. Rüyânın tâbir ve tefsire muhtaç olmayan açıklığı, ayrı bir ilâhi lütûf ve nâmütenahî bir ihsandı?”
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Yemekten sonra çaylar içilmiş; Efendi Hazretlerinden, o muazzam temkin tavırları içinde binbir hikmet dinlenmiştir.
Şakir’e emir buyurup bana bir defter verdiler ve bana:
- “Oku; yüksek sesle oku!”
Bu, “hatarât”a dair, kalemlerinden çıkma bir risalecikti ve yüksek sesle okumaya başladım...
Tıs yok; yalnız bir duvar saatinin tıktıkları... Dinleyenler, mümkün olsa, kalblerini durduracaklar... Öyle dinliyorlar...
Risalede “hatarat”tan bahsediliyor; kaynağı, hikmeti, onları def ve nefyetme şekli... Bunun için tedbir şudur:
- “Celâl kelimesini, Allah ismini, medd ile çekerek kalbden geçirmek ve dimağa doğru yükseltmek...”
bahis bu noktaya gelince emir buyurdular:
- “Medd ile çek bakalım, Allah ismini!”
- “Allaaaaaah...”
Diye çektim.
O ânda olan şey...
Müthiş!..
Ayak uçlarında oturan yakınlarından biri, galiba Eyüpsultan’daki aktar dükkânının sahibi, o türlü sarsıldı ki, kopacak kadar sıkılmış bir çamaşır gibi kendi üstünde birkaç kere burkuldu, gözleri kaydı, ağzından köpüğe benzer bir şey çıktı; ve bir doktora teslim edilse birkaç günde ancak düzeltilecek bir hâle düştü.
Ben dondum, herkes sakin; kimse adamcağızın yüzüne bile bakmıyor, hepsi doktorlarından emin...
Efendi Hazretleri, herkesten daha sakin ve telâşsız, sadece adama ismiyle hitap ettiler:
- “Abidin!”
Ve adam; bir ânda çözülüp kendine geldi.
Bu manzara, etrafındakilerin en tabiî hadiselere mahsus kayıtsızlığı içinde seyredilirken, olmaz üstü olmazın ancak göziyle göreme tecelli edeceği çarpıcı mânâ, zaten tek keramet beklemek ve istemeksizin teslim olmuş bulunan bana nasıl tesir etti, hayal edin!..
Bir müddet sonra içimden düşünüyorum:
- “Şimdi ben, geceyarısı mezarların arasından nasıl inip de gidebileceğim?”
Derhal haşmetli başlarını Abidin’e çeviriyorlar ve diyorlar:
- “Necip Fazıl Beyi sen götürürsün! Beraber gidersiniz!”
Efendi Hazretlerini ilk arayışımda “köşedeki aktar!” diye gösterdikleri ve bana yolu gösteren Âbidin ile kol kola mezarlıktan iniyoruz.
- “Fâtiha okuyalım. Beklerler ve isterler!”
Diyor Abidin...
Okuyoruz.
Mezar taşlarında tebessüm...
Gökte ay bedr hâlinde...
Âbidin elini uzatmış Eyüp Camiine doğru bir noktayı gösteriyor!..
- “Bak, bak, şu ışık çizgisini görüyor musun?”
- “Evet, evet!.. Nedir o?”
- “Adi ışıktan başka bir şey...”
- “Yani?”
- “Nur!”
İleride, tabutu Efendi Hazretlerinin bulunduğu nur önünden geçerken ne hâller geçireceğini göreceğimiz Âbidin nur içinde yatmaktadır.
“Bize ilk gelişimizde yolu tarif eden aktar, Âbidin Bey, ölüyor. Tabutu, dik yokuştan çıkarılıyor, setin önünden geçirilerek biraz ilerideki kabrine götürülüyor.
Tabut tam evin önüne gelince, Efendi Hazretleri setin üstüne çıkıp bakmışlar...
Dört omuz üzerindeki tabut durmuş... Olduğu yerde mıhlanıp kalan, taşıyanlar değil, tabut...
Efendi Hazretleri, kısa ve belirsiz bir duadan sonra elleriyle “götürün!” diye işaret etmişler; tabut yoluna devam etmiş...
Bunu, yakınlarından, en emin ağızlardan dinledim...”
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Başın önünde vâki olan beyazlık...
Üstadım, Beylerbeyi’ndeki yalı arsasında, Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin huzurlarında kaldığı bütün bir günden sonra akşamüzeri eve dönünce, annesini evin taraçasında buluyor... O, bahçe kapısında; annesi ise taraçada... Eve doğru yürüyor.
Annesi sesleniyor:
- «Ne o başındaki şey?»
- «Ne var; başımda bir şey mi var?»
Ve karşılaşınca, eliyle saçlarını düzelterek mırıldanıyor.
- «Hayret!.. Saçlarında bembeyaz bir şey gördüm. Kar gibi bir şey... Ne garip!»
Anneye gösteriyor Allah... Üstadım, hayatının o mevsimini şöyle çerçeveliyor:
- «Bir devre ki, hayatımda 1940, fırının tâ yanına geldiğim hâlde kendimi o «nâr-ı beyzâ» girdabına atamıyorum; en küçük «cız» edişle irkilip arkamda bekleyen nefs zebellâhisinin kucağına düşüyorum. Ve boyuna gidip geliyorum, boyuna gidip geliyorum.»
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
- «Bir devre ki, hayatımda 1940, fırının tâ yanına geldiğim hâlde kendimi o «nâr-ı beyzâ» girdabına atamıyorum; en küçük «cız» edişle irkilip arkamda bekleyen nefs zebellâhisinin kucağına düşüyorum. Ve boyuna gidip geliyorum, boyuna gidip geliyorum.»
Başka bir sahne... Marazı, bir nimet olarak Efendi Hazretlerinden aldığını sezen o, şifayı da; tabiî nimeti hâlinde ondan, onun yolundan arıyor:
- «Birkaç ay içinde sadece kemiklerimin ağırlığına kadar düşmüş ve üzerimde bir et sikleti kalmamış olarak, kapısına dayandım... Artık feryadım şu: «Beni kurtarınız!»... Fakat ağzımdan hâlime ait tek kelime çıkmıyor. Kısa bir anlatış ve her şeyi kendisinden, Allah’ın lûtfiyle kendisinden bekleyiş... «Sık sık gelin, buyurdular; sohbet sizi açar. İnşallah feraha kavuşursunuz!»... Başka ne bir emir, ne bir öğüt, ne bir tedbir, ne bir tatbik...» (14)
- “O günden kısa bir müddet sonra, yahut biraz evvel, Beylerbeyi’ndeki süslü odamda bir rüyâ görmüştüm: Büyük, pek büyük bir anfî... Binlerce insanı alacak büyüklükte... Anfinin sedlerinde, bükük kavisli masaların gerisinde, nur yüzlü, binlerce, sarıklı insan... Beyaz gül dizileri hâlinde sayısız sarık... En önde ve merkezde yine sarıklı ve nur üstü nur yüzlü biri... Ben kürsüde konuşuyorum... Ne dediğimi, ne söylediğimi bilmiyorum. Kelime üstü bir ahenkle konuşuyorum. Ellerimle de fikirlerimi noktalayan işaretler veriyorum... Sözüm bitti. Merkezdeki nur üstü nur yüzlü zat yerinden kalktı, yanıma geldi ve başımı iki eliyle kavrayıp kendisine çekti, alnımdan öptü... Bu rüyadan, içimde, tatlı, bayıltıcı bir lezzet kalmıştı.”
Rüyayı Efendi Hazretlerine anlattığı zaman, şu karşılığı alıyor:
- “İnşaallah O’dur!”
Yani, Kâinatın Efendisi... Ve 30 küsur sene sonrası:
- “Hani Efendi Hazretlerini henüz tanımadan bir rüya görmüştüm ya; hani (anfi) gibi bir yerde, nur yüzlü ve bembeyaz sarıklı ulu kişilere hitap edişim; ve en öndeki yüce zatın yerlerinden kalkıp beni alnımdan öpüşleri?.. Ve Efendi Hazretlerinin “inşaallah O’dur!” buyurdukları rüyâ?.. İşte bu rüyânın hakikatine, aradan 30 küsur yıl geçtikten sonra, bir yaz günü Samsun’da erdim. Anfi şeklinde oturulan bir bahçe sinemasında ve onbini aşkın bir kalabalık huzurunda konuşurken, birden gözlerim kamaştı, herkesli sarıklı insanlar şeklinde görmeye başladım, âni olarak rüyayı hatırladım ve haşyetle gözlerimi uğdum... Aslında rüyanın hakikati konferanslarıma şâmildi.”
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Üstadım, benzerliklerimizden sözederken, mevzu biraz kıvrılıyor... Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin, torunlarından –birkaç kere ziyarete geldiği zaman gördüğüm- Tâhâ gibi topluca olduğunu söylüyor ve ekliyor:
- «Sırtında gri cübbe olurdu umumiyetle!»
Titriyorum!..
Seyyit Fehim Hazretlerini hatırlıyorum!..
- “Rabıta-i Şerife’nin sonundaki «Hatm-i Hâcegân» duasında «Altun Silsile»nin Seyyid Fehim Hazretlerine kadar, her biri ayrı vasıflarla anılan halkalarına baktıkça tüylerim ürperiyordu. Bunların arasında, bilhassa yolu şahsiyle isimlendirilmiş olan Şah-ı Nakşibend, «Nur Heykeli» diye anılan İmam-ı Rabbâni, kendisinden yıldız şuaları gibi veli fışkıran Mevlâna Halid, en sonra Efendimin Efendisi Seyid Fehim Hazretleri, isimlerini her anışımda, kalbime erimiş kurşun hâlinde, kızgın bir aşk sıvısı döküyorlardı.
Hayretler içindeydim. Haklarında hiçbir şey bilmediğim, hiçbir hususiyetlerini tanımadığım hâlde, Seyyid Fehim Hazretlerine karşı, büyük saygı bir tarafa, fakat bu çıldırtıcı aşk, bende nasıl doğuyordu?
Efendime anlattım. Bir doktorun, aldığı ilâçtan ne duyduğunu anlatan hastasını dinlemesi gibi, sakin ve emin, tabiî ve bedihî, dinlediler ve buyurdular:
- «Üzerinde yeşil bir cübbe vardı.»
Bu dışı kuru cevap beni büsbütün sarstı... Yoksa râbıta etmem için mi bu unsuru bildiriyorlardı? Muhakkak ki, üzerime yağan şimşeklerin, geliş ve gidiş bütün istikametlerini gözleriyle görüyorlardı.»
 
T

tevbekarım

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:


Fırsat ganimettir. Ömrün tamamını faydasız işlerle telef etmemeli, Hak teâlânın rızasına uygun şeylere harcamalı! Beş vakit namazı, tadil-i erkan ile ve cemaat ile kılmalı, teheccüd namazını elden kaçırmamalı, seher vakitlerini istiğfarsız geçirmemeli, gaflet uykusuna dalmamalı, ölümü düşünmeli, ahiret hallerini gözetmeli, fâni dünyanın haram olan işlerinden yüz çevirip, baki olan ahiret işlerine dönmeli. Dünya işleri ile zaruret miktarı uğraşmalı, diğer vakitlerde, ahireti imar etmekle meşgul olmalıdır.

Sözün kısası,Allah ;tan gayrı şeylerin sevgisinden korunmalı ve bedeni dinin hükümlerine uymakla süslemeli, onunla meşgul olmalıdır. İş budur, bundan gayrısı hiçtir.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:


Fırsat ganimettir. Ömrün tamamını faydasız işlerle telef etmemeli, Hak teâlânın rızasına uygun şeylere harcamalı! Beş vakit namazı, tadil-i erkan ile ve cemaat ile kılmalı, teheccüd namazını elden kaçırmamalı, seher vakitlerini istiğfarsız geçirmemeli, gaflet uykusuna dalmamalı, ölümü düşünmeli, ahiret hallerini gözetmeli, fâni dünyanın haram olan işlerinden yüz çevirip, baki olan ahiret işlerine dönmeli. Dünya işleri ile zaruret miktarı uğraşmalı, diğer vakitlerde, ahireti imar etmekle meşgul olmalıdır.

Sözün kısası,Allah ;tan gayrı şeylerin sevgisinden korunmalı ve bedeni dinin hükümlerine uymakla süslemeli, onunla meşgul olmalıdır. İş budur, bundan gayrısı hiçtir.
Allahcc razı olsun kardeşimiz...
Rabbimize emanetsin...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt