Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ABD İran’ı vakit kaybetmeden vurmak istiyor ama nasıl? (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Türkiye'deki İrancılara ithaf olunur

http://www.habervakti.com/?page=news_details&id=52243

21. yüzyılda ateist, diktatör, Nusayri Suriye rejimi katliam yapıyor, kan akıtıyor. Bir İslam Cumhuriyeti olma ve İslamı yayma iddiasındaki İran bu katliama aktif destek veriyor

Müslüman Katliamına Destek Olan “İran İslam Cumhuriyeti!”
(Türkiye’deki İran müdafilerine ithaf olunur!)

Türkiye’de İran İslam devriminden kalma, İran’ı hala doğru okuyamayan bir nesil var ve bunlar İslami duyarlılıkla İran’ı savunmaya devam ediyorlar.

DEVRİMİN İSLAM KISMI TEDAVÜLDEN KALDIRILDI

İran’daki devrimin İslam’la pek alakasının kalmadığının, devrimin “İslam” tarafının tedavülden kalkıp,“devrim” tarafının bizdeki Kemalizm’e benzer otoriter bir rejim olarak sürdürülmeye çalışıldığının farkında değiller.
"KEK MÜSLÜMANLAR"
İran’a dokunan yazı ve yorumlarda bazı “Kek Müslümanlar” ümmet bilincinden girip İslam birliğinden çıkıyorlar ve İran’ı müdafaa yarışına giriyorlar. İran destekli son Suriye katliamlarına rağmen hala İran’ı müdafaa edenler olacak mı bilmiyorum. Şia propagandasına maruz kalanlara ve Şiilik eğilimi taşıyanlara sözüm yok. Ama ortalama ve samimi Sünni Müslümanlardan da bu ağa takılanlar ve İslam adına İran’ı müdafaa edenler az çıkmıyor.

BABASINDAN SONRA OĞLU'DA HAMA'DA KATLİAM YAPTI
30 yıl sonra Suriye ordusu Hama’da ve yeni bir katliama daha imza atıyor. Aylardır zalim Baasçı, Nusayri rejimi tarafından kuşatma altında tutulan Hama’ya dün tam teçhizatlı ordular girdiler ve şehri tekrar kana buladılar. Tanklar rastgele evlere, mahallelere ateş etti. İnsanlar kan revan içinde kaldı; yüzlerce ölü var. 21. Yüzyılda dünya ve Türkiye bu manzarayı sadece seyrediyor.
ESAD NEDEN HAMA'DA KATLİAM YAPTI?
Hama kökenlerinde Türkmenlik olan Araplaşmış samimi, Sünni duyarlı Müslümanların yaşadığı, zulme başkaldıran bir kent. Hama’lıların tek suçu Müslüman olmak, İslam’ı yaşamak ve %10’la %90’a hükmeden Esad diktatörlüğüne boyun eğmemek. Tanklar Hama’ya bu nedenle girdi. Rejime, orduya, devlete hükmeden Nusayriler (Nusayri, Nasara’dan “Hristiyancık” anlamına gelir) bu insanları başka değil, Müslüman oldukları ve zulme diklendikleri için öldürüyor. İslamcı(!) İran, Baasçı (Arap milliyetçisi, pozitivist, ateist) Suriye rejiminin arkasında siyaseten durmakla kalmıyor. Katliam yapan Suriye ordusuna bizzat ve aktif destek de veriyor.

Peki, bu nasıl bir İslamcılıktır?

Bu nasıl Müslümanlıktır?

Nusayri, ırkçı, İslam’la alakası olmayan bir rejim hangi İslam, hangi Müslümanlık adına desteklenebilir?

İran’ın yaptığı nedir?

İran’ın yaptığı bir mezhep dayanışmasıdır. Suriye, Ortadoğu’da İran’ın müttefikidir. Nusayrilerin Şia ile hatta İslam’la uzak-yakın bir alakası olmamasına rağmen, Suriye yönetimi İran yanında ve Şia ekseninde yer aldığından dolayı “İran İslam Cumhuriyeti!” Suriye diktatörlüğünün Müslümanlara karşı işlediği katliamlara göz yummanın ötesinde destek vermekte, kana ortak olmaktadır.

Başka?

İran’ın yaptığı Türkiye karşıtlığıdır. Türkiye’deki “Kek Müslümanların” basireti bu konuda bağlanmış olabilir; ancak İran, Türkiye söz konusu olduğunda Müslümanlığı, İslam’ı bir yana bırakır ve Türkiye’ye verebileceği zararın azamisini vermeye çalışır. Tarih buna şahittir. Türkiye, Suriye konusunda biraz sesini yükseltince, geçen aylarda bunu bir defa daha yakından görmüş; İran’ın tehdidine maruz kalmıştır.
İran, Suriye rejimiyle işbirliği yaparak Türkiye’yi kuşatmaktadır. Zira Irak Şiileşmiştir ve şu anda İran’ın tabii müttefikidir. Suriye ve Lübnan’ı da bu pakta kattığınızda Türkiye’nin doğudan ve güneyden İran tarafından kuşatıldığını görürsünüz. Ama ne hükümet, ne de “kek Müslümanlar” bunu görmeye hazır değillerdir. Türkiye’yi kuşatmak ve Türkiye’ye zarar vermek İran’ın temel, tarihi politikasıdır. Bu politikasını takiyye ile iyi perdelediğinden, bizimkilerde kandırılmaya hazır ve yatkın olduklarından İran’ın gerçek niyetleri devletlûlarımızca sezilememekte, gerekli tedbirler alınamamaktadır.

İran’ın bir başka derdi de Sünni karşıtlığıdır. İran İslam coğrafyasında Şii bir eksen oluşturmakla ve kendisine paktlar kurmakla meşguldür. Bu konuda İran, ABD-İsrail’in desteğiyle ciddi mesafe almıştır; Irak Şiileşmiştir. Yüzde 90’ı Sünni olmasına rağmen Nusayri yönetimi sayesinde Suriye Şii eksende tutulmaktadır. İran Lübnan’da Hizbullah üzerinden etkinlik kurmaktadır. Pakistan ve Afganistan’da yine ABD-İsrail desteğiyle Şiiler ciddi mevzi ve üstünlük kazanmışlar, yönetimde etkin olmuşlardır.
İran, batılılara, ecnebilere değil ama Türkiye dâhil Müslümanlara Şii misyonerliği yapmaktadır.Batının tersinden katkısıyla İran, İslam dünyasında “batıya kafa tutan kahraman!” havasıyla sempati toplamakta, hızla (Müslümanlar arasında!) Şiiliği yaymaktadır.

Bugün İran’ın İslam tarafı kalmamıştır. İçi boş, kof bir hale gelmiştir. Bizde Kemalizm ne kadar toplumsal tabana, desteğe sahipse, ne kadar etkinse İran’da İslam devrimi o kadar etkindir.
Ama İran’ın yeni misyonu zaten İslam’ı yaymak filan değildir. İran’ın misyonu,“İslam” etiketini kullanarak Müslüman kitleler üzerindeki etkinliğini artırmak, Şiiliği yayarak siyasi güç ve hâkimiyet alanını genişletmektir.

İran’ın Suriye’de Müslüman kıyımına destek vermesini ancak bu pencereden bakarsanız anlamlandırabilirsiniz. İran, İslam rejimi deforme olduğu için bunu yapıyor değil. İran devrimi, başlangıcından itibaren sakat doğmuş, yukarıda saydığımız hedefler gözeterek yaptırılmış bir devrimdir. Zira daha devrimin 3. yılında, yani 1982 Hafız Esad’ın Hama-Humus’ta 60-80.000 Müslüman’ı katlettiği dönemde, İran, Suriye rejimine ses çıkarmamış, destek olmuştu. “İran sonradan değişti” argümanının altı boştur.

21. yüzyılda ateist, diktatör, Nusayri Suriye rejimi katliam yapıyor, kan akıtıyor. Bir İslam Cumhuriyeti olma ve İslam’ı yayma iddiasındaki İran bu katliama aktif destek veriyor. Bizim İran etkisinde kalmış, radikallik bulaşmış “İslamcı” aydınlar gözlerini yummayı, susmayı tercih ediyorlar.

Batının, miadı dolduğundan dolayı tedavülden kaldırdığı kuklası Kaddafi’ye “aslan” kesilen, İslamcı geçmişe sahip, dini duyarlılığı yüksek hükümetimiz, Başbakanımız, Esad’a karşı oldukça ılımlı ve olumlu yaklaşıyor.

İsrail’e kafa tutan AKP, Suriye’ye ve Suriye’deki katliama sırt dönüyor!….

Batı mı?

Onlar inançlı, Müslüman insanların kırılmasından, katledilmesinden ancak memnun olur. Sadece dünya kamuoyuna karşı bir şey yapıyor görünürler…

www.yusufgezgin.com
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Çılgın "Twit"lerin Efendisi!




-Şah İsmail’in Piçlerinin Hikâyesi-
Münir Oyunbozan
moyunbozan(x)yenifurkan.com​



"Bizi izleyen yetkili yetkisiz, her türlü mikrofona hitabımdır: "Suriye sınırına dayanma"nın kuvvetle muhtemel felaketine tedbir alın!"


Böyle yazmış muhterem...


Kastettiği olayın failleri 16 Temmuz'da Antep'den Suriye sınırına "dayanıp" protestolarını ileten "gençler"...


16 Temmuz’da, kendilerini "ülkücü" olarak tanıtan küçük bir grubun, gençlerin konvoyunu kesmeye çalışarak Esad ve Baas lehine attıkları sloganlar dışında bir şey olmadı. Yani o gün bir provokasyon olacaksa eğer, ki anladığımız kadarıyla "entellektüel faaliyet yürüten entellektüel"in kastettiği de bu idi, ne garibtir ki, izafi de olsa kendi tarafında olanlarca yapıldı.


Gençler ne sınırı geçmeye kalkıştı, ne polisle çatıştı ne şunu ne bunu yaptı, "entelektüel faaliyet yürüten entelektüel”in her dem söylediği üzere “demokratik protesto haklarını” kullandılar sadece.


Provokasyon yapmadılar.


Ama provokasyona getirilmeye çalışıldılar.


Bakın devamla ne diyor daha:



"Bir mümin olarak görevim, yeni bir Temmuz'da on yıllar boyunca silemeyeceğimiz yeni bir Madımak lekesine meydan vermemek."


Suriye meselesi üzerinden bunu söylüyor.


"Entelektüel faaliyet yürüten entelektüel”in kuruntusu bakın daha açık sözlerle neymiş, öğrenin:


"- Şİİ VE ALEVÎ DÜŞMANI LÜMPENLER. Suriye sınırına gidiyor, bacak kadar çocuklar, artık nasıl bir husumet ve nefret şartlandırmasına tabi tutuldularsa, sınıra gidip sesleri Nasrallah'a duyurmak istediklerini en saygısız ve argo laflarla dile getiriyor, ŞİİLERE SALDIRMAK istiyor."


Ortada bir "nefret şartlanması" yok aslında bilindiği üzere; ortada olan Esad rejiminin -muhteremin kafası çok daha iyi anlasın diye kendisinin de bildiği bir ibare ile söyleyelim- vahşete varan orantısız güç kullanımına olan bir tepki sadece...


Bakınız burada itiraz olursa makuldür, kabul edilir, "ne kadar masum olsa da, oradaki sertliği elbet biz de görüyoruz, itiraz ediyoruz, ama bu işin "kaymağını" yiyecek olan, bu eylemin üstüne konup siyasi atak gerçekleştirecek olan ABD'dir", bu makul bir itirazdır ama yine de bir "yorum"dur ve başkaları da başka bir "yorum" yaparsa buna da sabırla katlanmak, "oğlan... bacak kadar çocuk... meczub yazar" gibi sözlerle istihzalı cevab vermemek gerekir.


Nitekim, sadece "kendisinden ibaret" olduğunu söyleyen "entelektüel faaliyet yürüten entelektüel”in "yazı"da kalmış "eyleme" geçmemiş "kınamaları" da Esad'ın orantısız güç kullanımını kesmemesine vesile olur, denebilir.


Yazdıkları sadece bu değil "entelektüel faaliyet yürüten entelektüel”in; neredeyse 7/24 online ve facebook-twitter gibi "sosyal paylaşım siteleri"nin de bağımlısı birisi, isimsiz bir çok soruya cevab niyetiyle buraları çok faal bir şekilde kullanıyor, her an tek cümlelik ifadeler ile "propaganda" yapıyor.


"Entelektüel faaliyet yürüten entelektüel" dediğimiz kim?


Elbette Kenan Çamurcu!


"Oğlum yaşındakiler "oku lan" diyerek hitab ediyorlar" diyor kendisine yönelik bazı hakaret içeren "mesajlar"dan ötürü...


Doğrudur, yaparlar, ama bunun kabahatlisinin kim olduğunu iyicene düşünmesi gerekir.


"Hür düşünce" diye diye, buralara gelindi; facebook-twitter-internet bu işin cılkını çıkardı o kadar.


Bu işin "edeb/ahlâk" ile bir alâkası olsa da, "hür düşünce"nin bundaki payı olmadan, bunun ilk adım olduğunu görmeden ne desen boş! ("grublara değil, grubçuluğa karşıyız" dövizini hatırlamak gerek.)


Bakın, İslâmî cemaatler dediklerimiz, "tek el" olarak bir tepki verirler genellikle; doğru veya yanlış, baştaki kişinin tavrı önemlidir, ona göre de tavır alınır.


'80'ler, '90'lar boyunca SİZ bunu yıkmak için, "mezheb ve cemaat taassubu" diyerek "hür düşünceyi" ve onun kaleleri olan ÜÇ BEYİNSİZİ öne çıkarıcı yayınlar yaparsanız, "düşünce"nin niteliğinde çok "hür-serseri" olmasına önem verirseniz, olacak olan budur!


Buna kendi kazdığı kuyuya düşmek denir.


O tarihlerde böyle bir yayın yapmak mecburiyetindeydiler; ortada bir "Ehl-i Sünnet" vardı çünki ve bu "blok" da onların genişlemesine, yayılmasına engeldi, "Darut'takrib"leri, bunun için "mücadele veren" Şii ve Sünnî!! ulemayı dergilerine, makalelerine taşırlardı, nihayetinde de işte "oku lan!" diyen bir "gençlik"e çattılar!


Gerçi onlar için bunun pek bir ehemmiyeti olduğunu düşünmüyoruz; neticede "okunabilirliklerini" test ediyorlar ve "hâlâ okunuyoruz" da diyorlardır!


Aslında üzerinde fazlaca durmaya gerek olmayan birisidir Çamurcu; bahsetmemizin sebebi, kendisine yönelik hakaret ve iftira dediği bir uygulamasına denk gelmemiz ve bu maksatla da niye üzerinde durulmaması gerektiğini anlatmak; garib ama gerçek işte bu…


Neticede İT ÜRÜR KERVAN YÜRÜR; ‘80'lerden beri ÜRÜYEN İTLERE RAĞMEN YÜRÜYORUZ hamdolsun.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Kenan Çamurcu kim?


Anası şu, babası bu değil meselemiz, "kafası"...


Şuraya bakabiliriz; kendi yazdığı özgeçmişi ve faaliyetlerinin listesi...


Kenan amurcu


Rahmetli Erbakan'ın "klasiklere girmiş" bir sözüyle, Çamurcu'nun kelimenin tam anlamıyla RANTİYECİ olduğunu görmemek mümkün değil!


Dikkatle bakınız "özgeçmişe"...


Ne göreceksiniz?


Sadece "rant" etrafında dolaşmalar!


Yazı hayatına, "Dönüşüm" ile başlıyor, ardından da -yeni ismiyle- Girişim'de...


Girişim'e, 1990'da kapanana kadar, yazı veriyor.


Aynı zamanda, Girişim'in kapanmasındaki "tartışmalarda" hangi tarafda bulunduğunu ortaya koyarcasına -İstiklâl ve Şehadet diye öncülüğü bulunan- Tevhid Dergisi’ne geçiyor. Bu dergide kim yok ki!?


Derginin sahibi, geçen dönem AK milletvekili olan Süleyman Gündüz; bunun, Özal'ın "transformasyon çağı"na hemen inkilâb ettiği mâlûmdur, kurulan "Bosna Dayanışma Platformu" ile neler yapılmaya çalışıldığı da. (Bosna meselesine mim koyunuz.)


Nurettin Şirin de bu dergide...


Ardından Akademi yayınları, Yeni Zemin, Sözleşme, Bilgi ve Hikmet vs...


Her yerde yazmış, gibi değil mi?


Evet, ama "her yer" o kadar "farklı" ki!


Peki yukarıda bahsettiğimiz Girişim’in kapanmasındaki tartışmalar nedir ve Çamurcu nasıl bir taraf olmuştur?


Eğer bunları bilmezseniz, Çamurcu'nun kendi yazdığı "özyaşamı"nı yine onun istediği gibi anlamak hatasına düşer, onun "entelektüel faaliyet yürüten entelektüel" olduğunu zannedersiniz.


Bakın, -son sözüyle kendi durumunu da ortaya koyan- Hamza Türkmen bir sohbetinde Tevhid Dergisi’ni nasıl anlatıyor:


"- Türkiye'deki tevhidi uyanış sürecinin ürünü sayılacak kaygılarla yazılan yazılara ilk sayılarda yer verilmişti. Darultakrib çalışmalarının gündeme getirilmesi önemliydi. Cemil Aytekin'in "Yeni bir Batinilik Örneği", Serdan Üzmen'in "İslam'ın Sağcılaştırılması Çabalarına Katkı" başlığı ile Seyyid Hüseyin Nasr eleştirisi dikkat çeken bu türden yazılardı. Ayrıca usuli konuları önceleyen talebleri karşılamak için Farsça yazımlaş bazı önemli Kur'ani kavramların veya tefekkür ve fıkhetme konularındaki yazıların çevirileri de dikkat çekiyordu.


Ancak tüm bu aktarımlara rağmen, İmam Humeyni'nin SSCB Başkanı Gorbaçov'a yolladığı, materyalizmin çökmesi nedeniyle kendisini Kur'ani ölçülere değil de ruhçuluğa Muhiddin Arabi'ye, Suhreverdi'ye ve İRFAN HAVZALARINA çağırdığı 1988 tarihli mektubu derginin ilk sayısında yayınlanmıştı. Bu mektubun içeriği, geçmiş kültür metinleriyle sınırlamamaktan ve alaturka bir İslâmî ufku aşmaktan bahseden ilk tanıtım ve gündem yazısının muhtevası ile çelişiyordu. Bu söylemle tevhidi uyanış sürecinde elde edilen kazanımlar arasını bulmaya çalışanlar oldu, HUMEYNİ İDEALİZMİNİ SEÇENLER OLDU veya bu çizgiyi düşünsel olarak tamamen terk edenler oldu. Bu tartışmalar içinde İRAN İMAMI'NA BİAT VE VELAYET-İ FAKİH TARTIŞMALARI EĞRETİ BİR GÜNDEM OLARAK ÖNE çıktı. İRAN Şİİ HAVZALARININ İŞGÜZARLIĞI SONUCUNDA DA SİYASİ KONUDAKİ BİAT KÜLTÜRÜ İTİKADİ BİAT KÜLTÜRÜNE VE ŞİİLEŞTİRME ÇABALARINA TANIKLIK ETTİ. Tevhid dergisi son sayılarına doğru daha çok dünyadan ve Türkiye'den haber-yorum yazılarını ön plana çıkartmaya başladı. Bu içerik yönelimi ve ağırlığı Tevhid'i iki yıllık yayın hayatından sonra haftalık Selam gazetesine evirdi. Ama bu SEYİR KENDİ ÇİZGİSİ İÇİNDEKİ USULİ VE MEZHEBİ FARKLILAŞMA ÇABALARI, AYRIŞMA VE ÇÖZÜLME SÜRECİNİN farklı bir boyutunu oluşturdu."

http://www.ozgurder.org/v2/news_detail.php?id=1746


Girişim'in kapanmasının bir nedeni Mehmet Metiner'in, "İmam Humeyni", "İran İslâm Devrimi" lafazanlıklarını, bir Tahran ziyareti ile terketmesi, ardından Cevizli’de evinin önünde, Girişim'in en çok sattığı Batman'dan gelen (meşhur "Yeryüzü Dergisi"ni hemen ardından göreceğiz piyasada) "Hizbullahilerce" tekme tokat dövülmesidir.


Metiner, artık "İrancı" değildir, eskiden "İrancı" da olsa "bir şey"di ama o dayaktan sonra "hiç bir şey" oldu veya "her şey" oldu bilindiği üzere, bu da ayrı mesele!


Tevhid Dergisi'nin, Hamza Türkmen'in ağzından yayınlarındaki konuları işlemesinin ana sebebi işte buydu!


Peki, "Humeyni idealizmini seçenler" kimlerdi?


Peki, "İran İmamı'na biat ve Velayet-i Fakih tartışmaları"nı yapanlar kimlerdi?


Peki, "İran Şii havzalarının işgüzarlığı sonucunda da siyasi konudaki biat kültürü itikadi biat kültürüne ve Şiileştirme çabaları"nda bulunanlar kimlerdi?


Aslında o günleri bilenler veya bahsettiğimiz dergileri kütüphanelerde bulup okuyanlar veyahut Çamurcu, Şirin, Türkmen gibi o dergilerde çalışmış olanlara soranlara için çok açıktır bunun cevabı!


Kenan Çamurcu!


Neredeyse "şalvar kıvamında" bol ama çok bol pantolon ve yakasız gömlek giyip, olmayan sakallarını uzatarak İran konsolosluğundan -handiyse!- çıkmayan, İranlı "devrimci ulema!"nın kitab ve makalelerini tercüme edip yayınlatan Çamurcudur, bu sorunun cevabı!


"TAHRAN'A BİAT ETMEYEN İSLÂMÎ BİR HAREKET, NE KADAR İSLÂMÎ OLURSA OLSUN İSLÂMÎ DEĞİLDİR!" gibi garabet olmakla beraber, "siyasi konudaki biat kültürü"nün ürünü cümleler kurmakda mahirdi.



"Velayet-i Fakih tartışmaları"nı ülkemizin önüne koyan, bunun ne kadar devrimci!!! bir makam olduğunu söyleyen de oydu!


Humeyni'nin Gorboçov'a mektubu ortaya çıktığında, birdenbire "irfan" kavramını keşfedip, "irfani meseleleri" ele almaya, "velayeti fakih müessessini" apaçık bir şekilde "Şii mistisizmi"yle insanlarımıza "yedirmeye" çalışan da!


Hatta, o güne kadar ağızlarına geleni söyledikleri, mesela "tasavvufdaki biat kültürü ve şeyhe bağlılık" üzerine onca sözlerine rağmen, Şeyhül Ekber Hazretlerinden, Humeyni o mektubda bahsediyor diye, "acemi'ce" İbni Arabi araştırma ve savunmaları yapanların başında da o vardı!


(Burada dikkat edilmesi gereken, Şeyhül Ekber Hazretleri ile onun muhalifi İbni Teymiyye, oradan Vahhabilik, oradan Suudi Arabistan ile İran "çekişmesi"dir. Tamamen İran'ın "politik" işleridir aslında mesele.)


Fakat Humeyni’nin vefatı ile birlikte İran’da başlayan "yumuşama", "bizim İrancı"ları da etkiledi; hangi tarafda yeralacaklarını düşünüp durdular, yalpaladılar, kendilerini konumlandıramadılar, İran'in iç politikasındaki kavgaya tam olarak uyum sağlayamadılar ve doğal olarak da, dergilerin(in) yayın hayatlarına son vermeleri ve "değişim" sürecine girmiş, eski tip tamamenİRANCI POLİTİK "APARAT" olmaktan vazgeçmiş yeni yayınları ortaya çıkarmaya başladılar.


Özal'ın solun "dönekleri"ni toplamaya başlayıp "transformasyon çağı"nı ilan ettiği bu dönemde, bunlar da "sağ ve İslâmî dönekler" olarak "Bosna Dayanışma Platformu"nda yeraldılar!
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
"İSLÂMÎ HAREKETİN MERKEZİ, SOLUN MOSKOVA VE PEKİN'İ GİBİ TAHRAN'DIR"ahmaklığını telaffuz edenler için artık "yeni Merkez" "Bosna Dayanışma Platformu", yeni "Stalin-Mao" da Humeyni değil, Turgut Özal'dı!


Tevhid Dergisi, yani tarihte çıkmış "en İrancı" derginin, H. Türkmen'in yukarıda işaretlediği konuları gündeme sokmaya çalışan dergi neredeyse tam kadro olarak Özal'ın yanında "saf tuttular!"


O günlerde, İran seyehati notlarını kitablaştırmış Cengiz Çandar, bunların dergilerinden eksik olmazdı, bir Ruşen Çakır, en makbulleriydi, belki de "transformasyona" kolaylıkla adapte olmaları da bu iki Özal "hayranı"nın küçük iteklemeleri ile oldu, bilinmez.


Fakat, İran'a, "velayeti fakih"e "biat etmeyen"leri [garibtir, o günlerde kurulmuş bir şirket de var: BİAT A.Ş.] "İslâmcı" ve hatta "müslüman" bile saymayan Tevhid Dergisi, artık Özalcı olmuştu, bu gözle görülen bir şeydi!


Humeyni'nin ölümünden sonra yalpalayarak Özal'a sığınanlar, Özal'ın ani ve tuhaf ölümü ile neye uğradıklarını şaşırdılar!


Ama bu da fazla sürmedi.


Zaten fırlayıp İrancı oldukları yerolan "Milli Görüş" içerisinde, eli kalem tutan, ağzı laf yapan, "irfan"dan bahseden "entel" görünümlü olan bu tipler, İstanbul Belediyesi'nin RP tarafından kazanılması ile daha "şehirli... medeni..." bir görüntü verme niyetini açıkça ortaya koymuş RP idarecilerince kucaklandılar.


İki âyet, bir hadis ile "makale" yazdıklarını ve "problemlere çözüm ürettiklerini" sanan Milli Gazete yazarlarının yanında "okumuş çocuklar" görüntüsü veren ve Özal'ın "zehrini" de içmiş olan Tevhidçiler (genel olarak İrancılar) -keçi meselesindeki- "Abdurraaman Çelebi" idiler RP idarecilerin nazarında!


İstanbul Belediyesi’nin desteği ile bir anda etraf platform ve şirketden geçilmez oldu! Borsa aracılığı bile yaptılar!


Kimileri İstanbul Büyükşehir’in, kimileri ilçe belediyelerinin "danışmanlıkları" içinde "kadrolandılar"...


Metinerler, Çamurcular, Yalçın Akdoğanlar, Gündüzler, hepsi ama hepsi şimdi belediyenin "kültür işleri" ile ilgilenmeye, ne kadar "şehirli" olduklarını, ne kadar "uygar" olduklarını ve elbette RP'nin de "böyle" olduğunu anlatan seminerler, konferanslar, sempozyumlar tertiblemeye, kitablar çıkarmaya, belediyelerin "bülten"lerini hazırlamaya başladılar.


Şimdi AKP İstanbul milletvekili olan, dönemin Pendik Belediye Başkanı Erol Kaya konuşsa da bunların neler yaptıklarını, niye hepsini tek tek kovduğunu bir anlatsa!


Transformasyon durduğu yerde durmuyordu yani; sür-git bir haldi...


Tekrar Çamurcu'nun "özyaşam"ına dönersek, dikkatle bakmanızı tavsiye ettiğimiz yer de işte tam burasıdır ve dediklerimizin birebir delilidir:


Çamurcu'nun, bugüne kadar dolaşıp durduğu yer, Tevhid'den hemen sonra sadece Milli Görüş ve "Yenilikçiler"dir!


Ve hep bunların içinde "kültür işleri" ile ilgilenmiş, "bülten"ler çıkarmış, toplantılar tertiblemiş, (bu toplantılar da bile İran'daki politik oyunlarda taraf olduğunu ortaya koyarcasına belli kişileri çıkarmıştır), kimi zaman büyükşehir, kimi zaman ilçe belediyesinde "sürgünler" yaşamış, RP içinde ayrım kesinleşmeye başladığında ortaya çıkan isimlendirme ile Yenilikçiler ve "Aksaçlılar" arasında gidip gelmiştir.


Çamurcu'nun Yenilikçiler ile -kimbilir hangi sebebden!- arası açıldığında Milli Gazete dışında gittiği tek yer de Sky TV!


Hani şu Ergenekon operasyonlarında da ismi geçen, "Ergenenko’nun kasası" olarak da isimlendirilen Karamehmetlerin "ulusalcı kanalı"; Yalçın Küçük "kadrosunun" program yaptıkları tv...


O kadar sene Yenilikçilerin içinde bulunan biri olarak Ulusalcılar için "hint kumaşı" sayılsa yeridir elbette Çamurcu; ve orada "Ortadoğu" ile alakalı olarak bir program yaparsa ne konuşur?


Elbette, İran ve Rusya ile birlikte Avrasyacılık politikasını gütmeye çalışan Ulusalcıların, AKP'nin dış politikasına muhalif konular!


Bir de "İslâmcı entelektüel" olarak da tanıtılırsa Çamurcu, üstelik AKP ile şöyle böyle çalışmış biri, Ulusalcıların "Milli Cephe" anlayışının bir eksiğinin giderilmesine de imkân verir!


Çamurcu, şu yazdıklarımızı okursa (okur!) elbette itiraz edebilir, bütün bu "özyaşam"ının "dönüp durmalarını" kendince (ve Şii yüzsüzlüğünün iğrenç diliyle) makul cevablar verebilir, mümkündür; "Tahran İslâmî hareketin Merkezidir" noktasından, -haşa- "KUR'AN'IN BİR ÇOK ÂYETİ ÇÖPE!" deme noktasına gelen bir "entel"in elbette "makul" cevabları olacaktır, çünkü, artık onun hiçbir "kutsal"ı kalmamıştır, her şeyi ama herşeyi söyleyebilir! (Bu tiplerin "kutsal" kelimesine karşı oluşlarının arkaplanı!)


Bizim niyetimiz Çamurcu'yu anlatmak değil; facebook-twiter'da yazdığı birkaç cümleden ötürü cevap vermek de değil, böyle bir "değişime" uğramış birisine ne cevab vereceksiniz, onun gelmişini geçmişini kısa ve kaba olarak gösterip, hem o söyleyebileceğinin hem de şimdiye değin söylediklerinin geçirdiği bu "dönüşümler"le bir değeri olabilir mi veya onun etkisiyle mi söylenmiş, bunu kısaca ortaya koymak maksadını güttük sadece...


16 Temmuz Gençlik İnisiyatifinin Suriye sınırına yaptığı "seyahat", Çamurcu'yu fena hâlde telaşlandırdı.


"Twit" üstüne "twit"; mesaj üstüne mesaj yazdı... O mesajların siyasi tartışmasına girmeyeceğiz, hele ki döne döne bir haller olmuş birisinin sözlerini mihenk alıp da siyasî bir değerlendirme asla yapmayız...


Sizin yapacağınız her değerlendirme, döne döne bir haller olmuş Çamurcu’nun yeni bir “dönme”sine muhatab olabilir, bu da boşa gayretdir, o hâlde de lüzumsuzdur.


Çamurcu'nun "genel tezi" (diyelim de böbürlensin) Suriye’de olan şiddet kabul edilemez, kınar onu, ama ülke içindeki "isyancılara" destek vermek, ABD'nin ekmeğine yağ sürmektir, üstelik, "Arab Baharı"ndan PKK-BDP de "bahsettiğine" göre, yarın bizim kapımızda, Erdoğan’ın kapısında bunlar olursa halimiz nice olur, Erdoğan'a da bunları "söylemiş", o "biliyor"muş, "muhafazakâr lümpen sokak gücü" olarak isimlendirdiği 16 Temmuz İnisiyatifçilerinin yaptıkları da buymuş, hatta bunlar "Şii ve Alevi düşmanı" imişler, "yeni Madımaklar kapıda" imiş, IHH da AB(D) kıç suyunda ilerliyormuş, "lümpenlerin", "gürüh"un kontrolüne girmiş, bunu gösterdiği için kendisine yönelik "itibarsızlaştırma" kampanyası başlatmışlar vs.


["İtibarsızlaştırma" kelimesi ne garibtir ki "moda" oldu ve Ergenekoncuların, -avfola- "mert karı" denilen Nuray Mert'den ödünç aldıkları birşey; fakat Çamurcu için bunu yapmaya gerek yok ki, "öz yaşam"ı zaten "itibar durumunu" ortaya koyuyor!]


Çamurcu "çılgın twit"lerinden birisinde, "yeni Madımak-Şii/Alevi katliamı" yaygarasının en üst noktadan yaparken bakınız ne diyor:


"- 1993'te Bosna için Taksim'de düzenlenen yüzbinlik gösteride, BİR GRUB, kalabalığı The Marmara'ya saldırmaya yönlendirdi. POLİS ŞEFİNE KOŞTUM, UMURUNDA DEĞİLDİ. Rica ettim megafonla kalabalığı dağıtayım diye, boşver dediler! Nurettin'le (Şirin) birlikte bir grub barikat olduk, faciayı engelledik. Bu işler böyledir, 70'lerde sokaklardaydım, yıllarca her çatapatta kendimizi yere attık, DURUMLARI İYİ BİLİRİM." (14 Temmuz 2011 Perşembe, 11.41)


İyi, bravo; ama dikkat ediniz, "polis şefine" koşmasından birkaç sene önce, Tevhid Dergisi'nde "Hizbullahi ve inkilabi hareketden" bahsetmekteydi, "laik diktatörlük"den dem vurmaktaydı! (kendisini hâlâ "devrimci müslüman" olarak gördüğünü de söylüyor şu anda.)


O gün hatırlarımızdadır.


Geceyarısından itibaren TGRT'den yayınlanan "telsiz mesajları"nda Bosna'da çok büyük bir katliamın yaşanmaya başlandığı, insanların şimdiden Taksim’e doğru hareket etmeye başladığı söyleniyordu. İşin içinde TGRT varsa, orada bir "devlet tezgahı" olduğuna inanmamız için bir delil vardır, diyebiliriz.


Özal'ın sıkıştığı iç politikadan "milli hassasiyet" üzerinden kurtulmasına yönelik tarafı bir yana, kurdurduğu Bosna Dayanışma Platformunun da sınanmasıydı Taksim'deki "tiyatro gösterisi..."


Spontone olduğu söyleniyordu ama gidenler orada kocaman otobüsler ve ses sistemlerinin hazır olduğunu gördüler; otobüslerden birisi de "kürsü"ydü...


İnsanımızın "hassasiyeti"yle "oynanmış", Taksim tıkabasa doldurulmuş, "ABD VE NATO'NUN MÜDAHALESİ İSTENMİŞ", daha öğle olmadan da "konuşmacılar" konuşmuş, daha doğrusu "müdahale" istekleri dışında "mır mır mır" etmişler ve "protestomuzu gerçekleştirdik gönül rahatlığıyla dağılabiliriz, sessizce" diyerek alanı terketmeye başlamışlardı.


Şimdi ABD (o "AB(D)" diyor) ve NATO müdahalesine karşı "güruhlarla" mücadelede "twit"leyip duran Çamurcu, "NATO ve ABD'nin müdahalesini isteyip protestodan sonra sessizce dağılma" tarafında!


Ama birileri, Bosna'da can pazarı kurulmuşken "piknik yaparcasına lümpen kınama"nın hiçbir kıymeti olmadığını düşünüyorlar ki, nice şer odağının "merkez üssü" olmuş "The Marmara Oteli"ni "ziyaret" etmeyi, ardından çevredeki ABD ve İsrail kuruluşlarına "uğramayı", Sırplarla aynı dinden ve "nifak ocağı" olan Fener Patrikhanesi'nin de "hal ve hatrını" sormayı planlamış ki, kitleyi hepsinin önüne yürütmüştü! ABD konsoslosluğu önünde silahlı çatışma çıkmış, yaralananlar olmuştu.


İşte bütün bunlar olurken, "hizbullahi ve devrimci müslüman" Çamurcu, meğer Nurettin Şirin ile beraber POLİSE MUHBİRLİK YAPIYORLARMIŞ!


Demek ki, şimdi Suriye için sınıra giden gençleri, “Bizi izleyen yetkili yetkisiz, her türlü mikrofona hitabımdır” cümlesini MUHBİRLİK-İSPİYONCULUK olarak anlamamak için hiçbir sebeb yok!


Demek ki muhbirlik, Çamurcunun bir alışkanlığı!


İşin garib tarafı da şu ki, Taksim’de polis bile onları "iplememiş", bunlar ortada kalmışlar! Aynı, 16 Temmuz’da olduğu gibi!


O gün NATO saldırısı yapıldı; İtalya’dan havalanan uçaklar Sırpların üzerinden geçmeye başladı, bu ayrı, ama Bosnalı liderlerin, "o muazzam gösteri bize dayanma gücü verdi"sözleri her türlü "politik oyundan" azadedir ve MUHBİRLERİN SURATINA vurulmuş bir "Osmanlı tokadı"dır.


Bir muhbir olduğunu ("sayın Muhbir Vatandaş" veya!) itiraf eden Çamurcu, bakın 16 Temmuz gençleri üzerinden neler söylüyor:


"- Gençler bilmez, sokağa dökülmenin 90 başındaki sonucu, "ŞAH İSMAİL'İN PİÇLERİ" DİYE DİNDARLARA TAŞLI SOPALI SALDIRILMASIYDI. Bunun tekrarlanmayacağını kim garanti edebilir!” (Perşembe, 11:37)


Gördünüz mü, 16 Temmuz gençleri, IHH, Suriye konusundan nasıl da "mevzuya" giriverdi birdenbire Çamurcu!


Ama bir gerçeği ifade ediyor, "gençler bilmez" diyerek, evet, gerçekten de "twit"lediklerini okuyanların çoğunluğu veya belki de hepsi "genç"; 20 sene önce olanları nereden bilecekler, karşılarında ağzı laf yapan, upuzun lüleli saçlara, parlak bir "image"a sahib birisinin, 20 sene önce, "en koyu Stalinizm"i ("Tek ülke sosyalizmi") "tek ülke İslâmî/Tahran Merkezdir" diyerek savunan biri olduğunu nereden bilecekler!


Herşeylerini "Tahran"a göre ayarladıklarını, ülkemizdeki İslâmî grub ve şahısları Tahran’a göre "değerlendirdiklerini" nereden bilecekler!


"Şah İsmail'in piçleri" sloganının, MUHBİR olduğunu kendisinin itiraf ettiği bu kişinin yazdığı Tevhid'de, önce MİT, ardından Gayrettepe işkencehanesinde öldüresiye işkence edilen müslümanları, "İSLÂMCILARIN ARASINDAKİ FİTNE!" diyerek MUHBİRCE İSPİYON etmesi üzerine olduğunu nereden bilecekler!


Nereden bilecekler “saldırılan dindarlar” dediklerinin, Çamurcu gibileri tarafından BEYİNLERİNİN IRZINA GEÇİLİP “MERKEZ TAHRAN’DIR” diyerek “Şiileştirilmeye” çalışılan ve iki sene sonra dümeni Humeyni’den Özal’a kıran Çamurcu tarafından PİÇ GİBİ ortada bırakılanlar olduklarını!


Nereden bilecekler ki, Cağaloğlu’nun göbeğinde, Nuriosmaniye’ye giden yolun köşesindeki binada yapılan “kitab fuarı”nı, Anadolu’dan (Kamhi suikastinde içeriye girenlerden ve o gün orada bulunanlardan birisinin ifadesidir bu) “solcularla kavga edeceğiz” diyerek topladıkları –ırzına geçtikleri!- yüzlerce kişiyle basıp, (Cezeri Camiinin önü, Nuruosmaniye tarafı, Divanyolu tarafı adım atılamayacak kadar kalabalıktı), içeride bulunan İbda Yayınları standını dağıtma çabasına giren ama başaramayan, polisin de stand görevlilerini “içerde gürültü istemiyoruz” diyerek APAÇIK BİR ŞEKİLDE KUDURMUŞ KÖPEKLERİN ÖNÜNE ATMA POLİTİKASINI uygulamasına rağmen, topu topu 20 kişiden oluşan İbda bağlılarının, yüzlerce kişilik Şii ve Şiileştirilmeye çalışılan “güruha” Çemberlitaş’ın önünde “KÜÇÜK ÇALDIRAN”ı yaşatmış olduklarını nereden bileceklerdir!


Devam edelim muhbir Çamurcu’nun "twit"lerine...


"- TEMMUZ İŞİNİN BAŞINDAKİNİN ÜYESİ OLDUĞU ALEVİ DÜŞMANI NASYONALİST ÖRGÜT, geçmişte "Şah ismailin piçleri" diye dindarlara saldırmıştı.” (Perşembe, 11:37)


“- Şu Temmuz işinin başındaki oğlan, 1990 başlarında TEVHİD DERGİSİ STANDINA "Şah İsmail'in piçleri" diyerek saldıran grubun üyesiymiş bir zamanlar. O ZAMANKİ ALEVİ, Şİİ NEFRETİNİ ŞİMDİ IHH BÜNYESİNDE ORTALIĞA İFRAZAT OLARAK SAÇIYOR!”(Perşembe, 11:24)


Akılları "mezheb taassubu"nda olduklarından, herkesi, Mehmet Akif’in sözüyle "kendileri gibi" APTAL sanan muhbir Çamurcu, görüldüğü üzere, "Temmuz işinin başındaki" kişiyi "Alevi Şii düşmanı" olarak nitelemekden kaçınmıyor. (Üstelik hadiseyi de çarpıtıyor; saldırılan değil saldıran tarafda olduğunu gizliyor.)


Alevi-Şii inancına mensub olmamak başka, onlardaki hataları göstermek başka, siyasî bir hareketi değerlendirmek başkadır; üstelik yukarıdaki sözleri, "Şii Nasayri"lerin idaresindeki Baas'ın "katliamları" üzerine söylemek çok daha başkadır!


H. Türkmen'in, Tevhid Dergisi’ni anlatırken söylediği "İran Şii havzalarının işgüzarlığı sonucunda da siyasi konudaki biat kültürü itikadi biat kültürüne ve Şiileştirme çabaları" içinde "çılgınca" bulunan Çamurcu'nun başkalarını "alevi-Şii düşmanlığı" ile suçlaması kadar abes bir şey olamaz!


Üstelik şu anda kendisinin "alevi-şii" bile olmadığı, "Kur'anın yarısı çöpe!" küfrünü ettikten sonra, ortadayken, bu nedir o hâlde?


Bu, ancak ve ancak, bu "sayın muhbir vatandaşların" kıçlarındaki tekme izinin SAHİBİNE olan ezele kadar gideceği kesin nefretdir!


Dikkat ediniz, bir NATO-ABD-BM müdahalesine karşı mitingler tertib edilirken yapılan ve Mehmet Keçeciler'in ifadesiye "Ankara'nın da üstünde" bir yerden planlanan operasyonla S. Mirzabeyoğlu ve gönüldaşlarımız 1991'de işkenceye alındılar.

Tam bu noktada Tevhid'deki "sayın muhbir vatandaşlar", hem kendi sayfalarında hem de MİT'in elinde "aparat" hâline dönüşmüş Yeryüzü Dergisi’nde, tam sayfa ilan yayınlayarak, İslâmcı camiayı İbda’dan ayırabilmek için "İslâmcılar arasındaki fitne: İbdacılar" ilanını yayınladılar.


Ardından Özal'a kapılanıp, onun "aparatı" olup, Bosna mitingi yaptılar, muhbirliklerini "polis şeflerine" suçluları! tek tek göstererek ispatladılar ve İbdacılara tekrar operasyona sebeb oldular!


Susurluk'da bunların hangi safta ve kirli ilişkilerde oldukları ortaya çıktı, Malki cinayetinde ve öncesinde Kamhi suikastinde "aparatlık" yaptılar.


Ardından 28 Şubat gelince, bu "aparatlar"ın bazıları da içeriye konuldular; İslâmî faaliyetden değil, "aparatlık"larından!


"Değişim, dönüşüm" çığlıkları attılar, "irfani takıldılar", 28 Şubat'ın "tu kaka" gördüklerini onlar da "irfani" olarak eleştirdiler, kısaca "sayın muhbirler" yeniden kullanım için "özür dilemeye" başladılar.


Bir gecede de "Yenilikçi" olup, Edip Yüksel'in, Demirel'in, Kuran’ı Kerim'in bazı âyetlerinin "çağ dışı" kaldığını söylemesine, ki 28 Şubat'ın "hareket noktası"dır, "âyetler çöpe" selam çakmasına, biraz geç de olsa 2000'lerde "çöpe!" diyerek selam çaktılar!


Evet, "gençler bilmez" bunları; "Hür Düşünce" ile başlayan ve Abdulhamid Hana karşı İngiliz Fransız destekli "emperyalist saldırı"nın "din maskesi" takmış hali olan Efganî-Abduh-Rıza meddahlığından, "Daruttakrib"lere, Şiilerin tıpkı Vatikan'ın "dinlerarası dialog; ama Vatikan'ın emrinde!" stratejisi gibi, "Şii ve Sünni yakınlaşması"nı ülkemizin "Şiileştirilmesine", oradan "polis şeflerine muhbirliğe", oradan da "ulusalcılığa"...


Gençler bilmez bunu!


Ama bilenler var hep yüzüne vuracaklar Çamurcu!


Çünkü sizler aslında "Şah İsmail"in veya "Muta"nın piçleri kadar bile "ciddiyeti" olmayan, önüne gelene "muhbirlik" yapan ve her muhbir gibi de "basit" iki ayaklı yaratıklarsınız!


Kendi eliyle yazdığı “özyaşam”ı bile bunun şahidi!



20 Temmuz 2011


Not 1: Twiter’da yazılan mesajlara “tweet” denilmekte aslında; fakat genel kullanım ve içersindeki espiri nedeniyle “twet”dır. Espiri de şurada, “twit”, “aptal, budala” anlamına gelmektedir! Konumuza da münasibtir!


Not 2: “Temmuz işinin başındaki oğlan” diyerek ağzını bozarak bahsettiği Adem Özköse, 1999-2000 sürecinde Metris Cezaevi’ndeydi. “İrancı”ların “koğuşlarına” girip İbda bağlılarına saldırı gerçekleştiren EMASYA uygulayıcılarına karşı yiğitçe direnenler arasındaydı.


Not 3: Çamurcu’nun “twit”inde geçen “nasyonalist örgüt” nitelemesi duy da inanma noktasındadır! Bu ülkede, Çamurcu gibileri mesela “İran… velayeti fakih… merkez Tahran” salaklıkları ile uğraşırken, Necib Fazıl’a olan garazları nedeniyle “nasyonalist” nitelemesinde bulunulanların lideri hâlâ ortada tek sahici çözüm olarak duran önerisi ile Kürt Meselesine ışık tutmuştur. Çamurcu gibilerinin kapılandıkları Özal dahi, kekeme bir tarzda “federasyon” laflarını etmeye ondan sonra başlamıştır.


Not 4: Nasyonalist örgüt teması, rahmetli Üstadımızın “bayrak düştüğü yerden kalkacaktır!” işaretini vermesinden dolayıdır. Bunu, kuru bir “Türk övgüsü” ile yapmış olsa itirazın da makul bir tarafı olabilir, ama ortaya Büyük Doğu İdeolocyasını koymuştur. Üstelik bu bir tarafa, sadece pratik olarak, reel bir şekilde bakıldığında bile, şu yaşadığımız günlerde coğrafyamızın Anadoluya gözlerini dikmiş olması manidar değil midir? Çamurcu’nun tavrı sadece “Şii Münafık Ruhiyatı”yla anlaşılabilir!
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Suriye'den önce İran durdurulmalı!

suriye-den-once-iran-durdurulmali_m.jpg


Suriye'deki katliamın arkasında İran var. İran, durun dese, katliam duracak' diyen Yusuf Kaplan, İran'ın çok tehlikeli bir oyun oynadığına dikkat çekti. Kaplan, 'İran, Suriye'yi karıştırarak Türkiye'yi arkadan vurmakla Türkiye'nin büyümesini, önünün açılmasını istemeyen Amerika'yla ve İsrail'le aynı yerde konuşlanmış oluyor' dedi. İşte Kaplan'ın yazısı:

Yusuf Kaplan *

Türkiye, içeriden ve dışarından kıskaca alınarak kuşatılıyor. İçeride barış ve huzur mevsimi Ramazan'ı zehir eden stalinist, dinsiz, kitapsız, kutsalsız, vicdansız, kuralsız, kukla PKK'ya binlerce kez lanet olsun. Dışarıda, yanıbaşımızda, Suriye'de sahur vaktinde vicdansızca kendi insanlarını bombalayan sosyalist-totaliter Baas rejiminin son artığı Beşşar Esed'e ve terör şebekesine de binlerce kez lanet olsun. Suriye'deki katliamın arkasındaki pers ruhlu aktör İran'a da binlerce kez lanet olsun.

Evet, Türkiye kuşatılıyor yeniden, içeriden ve dışarıdan. Bu kuşatmayı yarmalı Türkiye. Başbakan Erdoğan Afrika'daki açlık sorunu dolayısıyla Somali'ye yapacağı ziyareti daha fazla ciddiye almalı şimdi.

***

Kuşatma psikolojisiyle hareket ettiğim için Türkiye'nin kuşatıldığını söylüyor değilim. Fiîlî kuşatmadan sözediyorum. Kaldı ki, bu kuşatmanın tarihi bir hayli uzundur; Türkiye'nin Batılılaşma / sekülerleşme projesi, Türkiye'nin içeriden ve dışarından durdurulması anlamında bir kuşatmaydı. Biz bu zokayı yuttuk uzunca bir süre. Ama bu tezgâh tutmadı; son çeyrek asırda toparlanmaya başladık: Son birkaç yıldır tam sonuç almaya başlamıştı ki, bir anda her şey alt üst oldu.

***

Türkiye'de güçlü bir tarih bilinci olmadığı için, biz "dayağı yemeden kendimize gelemiyoruz". Ama o zaman da iş işten çoktan geçmiş oluyor.

Batılılaşma, Batılılaşmanın hayata geçiriliş şekli olan sekülerleşme bir felâkettir. Bir köleleşme biçimidir. Bir yokoluş macerasıdır. Sekülerleşmenin bir felâket olduğunu anlayabilmemiz için 1956 yılından 2006 yılına kadar Türkiye'deki toplam boşanan insan sayısı 50 yılda 60 bin kişiyken, sadece son 5 yılda 50 bin kişi olarak gerçekleşmesi mi gerekiyordu? Dünyevîleşmek, tefessüh etmek, bencilleşmek, bananecilleşmek, benişimibilirimcileşmek demek olan sekülerleşmenin bir felâket, bir soysuzlaşma, bir yolsuzluk katlayıcısı, bir cinayet kaynağı olduğunu anlayabilmemiz için Türkiye'de de ille de Batı'daki cinayetleri aratmayacak ürperticilikte cinayetlerin işlenmesi mi gerekiyordu?

***

Evet "dayak yediğimiz zaman" kendimize geliyoruz ama iş işten geçmiş oluyor. Bunun son örneği, Arap Baharı denen tezgâh. Arap Baharı denen numaranın, daha ilk günlerden itibaren, medeniyet iddiasıyla donanarak yeniden tarihin yapılmasında kilit rol oynayacak "yeni Türkiye"nin önünü tıkamaya dönük bir tezgâh olduğunu yazdım. Ama kimselere anlatamadım. Ta ki, Suriye'deki felâket gelinceye kadar.

Bir insanın söylediklerinin felâket'le doğrulanması, felâket bir şey gerçekten! Ama yaptığımız şey, yaşadığımız felâketin nasıl bir şey olduğuna dikkat çekmek zaten.

Arap Baharı denen tezgâhta Türkiye'nin model alındığını söyleyen iktidara yakın çevreler, Arap Baharı denen şeyin asıl hedefinin Türkiye'yi kuşatmak, Türkiye'nin önünü tıkamak, Türkiye'nin başlattığı ve olağanüstü ilgi uyandıran yürüyüşü durdurmak olduğunu kesinlikle anlayamıyorlar.

***

Suriye'deki katliamın arkasında İran var. İran, durun dese, durdurulacak ve duracak katliam. Hama'da vurulan Türkiye'dir. Türkiye'deki beyinsizler anlayamıyor olabilirler ama Başbakan'ın bu konudaki feraseti her türlü takdirin üzerindedir. Anlaşılan, ille de dayak yememiz gerekiyor!

Bölgesel ve küresel gücü artan, sahici bir medeniyet fikrini dünyaya sunabilecek tek ülke olan Türkiye vuruluyor hem Hama da, hem de PKK teröristlerince.

İran, çok tehlikeli bir oyun oynuyor. Suriye'yi karıştırarak Türkiye'yi arkadan vurmakla Türkiye'nin büyümesini, önünün açılmasını istemeyen Amerika'yla ve İsrail'le aynı yerde konuşlanmış oluyor, Persleşen, vicdansızlaşan ve yüzlerce masum Suriyelinin katledilmesini "seyreden" (?) İran.

Birileri İran'ı durdurmalı artık. Suriye'yi değil, İran'ı. Suriye'yi ve bölgeyi karıştırarak, sömürgecilere bir kez daha peşkeş çekecek tehlikeli bir bölgesel savaşın tohumlarını ekiyor İran. O yüzden durdurulmalı.

Bir Türkiye'nin yaptığına bakın, bir de İran'ın yaptığına: Türkiye, İran da, Suriye de vurulmasın diye göğüs göğüse çarpıştı Batılılarla; ama İran ilk ele geçirdiği fırsatta vuruyor Türkiye'yi arkadan, Suriye'den.

İran'ın şu an tek derdi Türkiye'nin toparlanıp büyümemesi. Aynı dert Amerika'nın da, Avrupa'nın da, İsrail'in ve -sıkı durun- Türkiye'deki laikçi, ulusalcı, Kemalist ve Sabetaycıların da derdi değil mi?

* Yeni Şafak
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Türkiye'nin Doğusuna ABD Şİİ DUVARI Ördü

turkiyenin_dogusuna_sii_duvari_orduler_h4872.jpg


İran,Türkiye'nin Ortadogu ile bağlantısını kopardı!



Habertürk Gazetesi'nin dün “B Planına
Irak Darbesi” manşeti, ABD’nin Irak’ı terk etmesi sonrası Türkiye’nin doğusuna İran öncülüğünde kurulan Şİİ Duvarını gözler önüne serdi.

Analiz: Yetkin Yıldız/Aktifhaber

Habertürk Gazetesi'nin dün “B Planına
Irak Darbesi” manşeti, ABD’nin Irak’ı terk etmesi sonrası Türkiye’nin doğusuna İran öncülüğünde kurulan Şİİ Duvarını gözler önüne serdi.

Ankara’nın karayolu taşımacılığında yaklaşık bir yıldır halkına katliam yapan Esed Suriye’sini devre dışı bırakma planı, Irak’tan gelen bir haberle zora girdi. ABD’nin ülkeden ayrılması sonrası Irak’ta tüm yönetimi ele alan Irak’ın Şii Başbakanı Nuri El Maliki, Ürdün’den gelen ve Irak üzerinden geçmek isteyen TIR’ların Türkiye’ye geçişine izin vermedi.

TÜRKİYE’NİN SURİYE’Yİ BY-PASS PLANI ZORA GİRDİ

Ürdün’ün “Türkiye’ye giden kamyonlarımız Suriye yerine
Irak üzerinden transit geçsin” talebine olumsuz yanıt veren Bağdat Yönetimi, “Alternatif güzergah olmayız, çünkü Suriye bundan olumsuz etkilenir” diyerek Türkiye’nin aynı yöndeki talebini reddeceğinin mesajını verdi.

ABD’nin Irak’ı terk etmesiyle birlikte bir “mezhep kardeşliğinin” de etkisiyle İran’ın nüfuzu altına giren Irak’ın bu kararında her fırsatta Suriye yönetimine tam destek veren İran’ın olduğu iddia ediliyor.

ABD, ORTADOĞU’DA İRAN’IN ÖNÜNÜ AÇTI

2003 yılında Bush yönetimindeki
ABD, “kimyasal silah var” iddiasıyla Irak’ı işgal etmişti. 9 yıl süren işgal geçtiğimiz günlerde son ABD askerlerinin çekilmesiyle sona erdi. Ancak, ABD’nin Şii, Kürt, ve Sunni’lerden oluşan 3 parçalı bir ülke bırakması, Şii’lerin çoğunlukta olduğu Irak’ın İran’ın nufüzuna girmesine neden oldu.

ABD’DEN İRAN’A MÜTHİŞ KIYAK

ABD-İsrail ve İran. Bu üç ülke aslında birbirine düşman gibi gözükse de geriye dönüp baktığınızda birbirlerinin yollarını açtıkları görülüyor. ABD’nin Afganistan’ı ve Irak’ı işgali İran’a yaradı.

Nasıl mı?

ABD 2003 yılında Irak’ı işgal etti. Batıda Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak ile doğuda Taliban yönetimindeki Afganistan arasında sıkışan ve nüfuzunu yayamayan İran bir anda tarihi bir fırsat yakaladı ve bölgenin en etkin ülkesi haline geldi. ABD ile İran arasındaki 'tuhaf' bir işbirliği şeklinde yorumlanan bu işgal sonrası İran'ın nüfuzunu yaymasını engelleyen Afganistan, Pakistan ve Irak'taki geleneksel Sünni rejimler ya sona erdi ya da büyük bir etnik ve mezhepsel çatışmanın içine yuvarlandı.

ABD gibi stratejik öngörüleri olan bir ülkenin Ortadoğu'da yaptığı bazı işlerin İran'a fayda sağlayacağını düşünmesi, hesap etmesi gerekmez miydi?

ABD-İRAN

ABD ve İran’ın sözde çatışma olasılığı dünya medyası tarafından sürekli pompalanarak bir yandan ABD’nin bölgeye el atması ve müdahale etmesi için kamuoyu desteği sağlandı diğer taraftan da İran, ABD ile çatışan “Müslüman ülke” imajıyla bölge ülkeleri ve yönetimleri üzerinde nüfuzunu artırdı.

İRAN-İSRAİL

Yıllardır muhtemel çatışma olasılığı dünya kamuoyuna pompalanan diğer ikili İran ve İsrail. Özellikle son günlerde İsrail’in İran’ı vuracağı haberlerini kamuoyunda sıklıkla görmeye başladık. Ancak biraz dikkatli bakıldığında da bu iki ülke arasında da “tuhaf” bir ilişkinin olduğundan söz edilebilir. Çünkü her an birbirini vuracak gibi duran bu iki ülke arasında gizli bir alışveriş var.

Önceki gün iki kritik haber gazetelerde yer aldı. Bunlardan birisi İsrail’in Türkiye ile 140 milyon dolarlık bir askeri anlaşmayı, satacağı askeri ürünlerdeki teknolojinin İran’a geçme tehlikesi nedeniyle iptal ettiği yönündeydi. Ancak diğer bir haberde de aynı İsrail’in İran’a Danimarka üzerinden “
internet üzerinden kişilerin takip edilmesi” teknolojisinin sattığı ortaya çıktı. Bir yandan “aman Türkiye’ye bu askeri ürünleri satarsak bu teknoloji İran’ın da eline geçebilir” diye askeri anlaşma iptal edilirken diğer taraftan, Danimarka üzerinden İran’a teknoloji transferi yapılıyor. İlginç değil mi?

IRAK CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI TARIK HAŞİMİ’NİN ŞOK SÖZLERİ

Amerika’nın Irak’ı terk etmesinden 24 saat sonra Irak’ın Şii Başbakanı Nuri El Maliki,Irak’ın Sünni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi hakkında yakalama kararı çıkarttı.Irak’ın kuzeyindeki Kürtlere sığınan Haşimi’nin Maliki ile ilgili sözleri, İran’ın Iraküzerindeki etkisini açıkça ortaya koydu.

Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş’a konuşan Tarık Haşimi’nin İran gerçeğini deşifre ettiği o sözler:

Maliki neden Türkiye’yi
Irak’ın içişlerine karışmakla suçluyor?

Bu İran’ın gündemi. Gerçek şu ki, İran, İyyad Allawi gibi, ben gibi Türkiye’yle iyi geçinen siyasetçilere aynı suçlamayı getiriyor. Türkiye’yle iyi ilişkileri olanlar suçlanıyor. Maliki de gazetecilerin ‘
Irak’ta İran parmağıyla’ ilgili bir sorusuna ‘İran bize karışmıyor ama Türkiye’den kaygılıyım’ diye cevap veriyor.

Peki İran karışıyor mu?

Anladığım kadarıyla mevcut İran stratejisi şu: İran Suriye’yi kaybedecekse eğer,
Irak’ta kontrolü iyice eline almak istiyor. Kenarda izlemeyiz olanları diyorlar. Burada da bedel ödeyen Irak’taki Sünni Araplar olacak. Bu stratejiyi gizlemiyorlar. Açıkça Türkiye’ye de, Iraklılara da söylediler. Amerikalılar da biliyor. Suriye’deki kayıplarınıIrak’ta telafi edecekler..

Evet, Haşimi’nin de dediği gibi Şii İran, adım adım bölgede bir Şii duvarı örüyor ve Türkiye’nin Ortadoğu ile bağlantısını koparmak istiyor.
Irak ve Suriye’yi nüfuzu altına alarak da bunu bir bakıma gerçekleştirmiş gibi oluyor.

AHMEDİNEJAD’IN SÜPRİZ ERMENİSTAN ZİYARETİ

İran Devlet Başkanı Ahmedinejad geçtiğimiz günlerde Ermenistan’a sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaretin zamanlaması ise çok dikkat çekiciydi. Fransa’da Ermeni iddialarını reddedenlerin cezalandırılmasını öngören yasanın Fransa Meclisi’nde oylandığı gün Ahmedinejad Erivan’da sıcak bir ortamda kritik bir ziyaret gerçekleştiriyordu. O ziyarette Ermenistan’la ilgili önemli anlaşmalar da imzalandı. Her fırsatta Türkiye’nin “kardeşi” olduğunu söyleyen İran’ın bu ziyareti
Ankara’ya net bir mesaj olarak algılandı. Oysa daha bir sene önce Türkiye, Birleşmiş Milletler’de İran’ın “nükleer çalışmaları” için tüm dünyayı karşısına almıştı.

Ve aynı “kardeş ülke” geçtiğimiz günlerde “Türkiye’yi Vururu” diye açık açık tehdit etmişti.

Peki İran Türkiye’nin doğusunu çepeçevre Şii duvarı ile örerken
Ankara ne yapıyor?
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “bu sıralara en çok İranlı mevkidaşımla görüşüyorum, sorun yok derken” sosyal demokrat Kültür Bakanı ise bu kadar kazığa ve tehdite rağmen 2014 yılını “İran Yılı” ilan ediyor...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
emperyalist uşağı iran suriyede sünni katlediyor...
Ihanetleri ifşa oldu...
şükürler olsun..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt