Gerçek din, akıl sahiplerini, kendi hür iradeleriyle, en iyiye, en doğruya ve en güzele ulaştıran ilâhî kurallar bütünüdür. Dinin gayesi, insanları, dünya ve âhirette mutlu yapmaktır. Dinin kurucusu Allah, muhatabı akıl sahipleri, anlatanı da peygamberlerdir.
Kutsal bir değer olan din, insanla doğmuş ve tarih boyu onunla yaşamıştır. İlk insanın, aynı zamanda ilk peygamber olması, dinin, insanı tamamlayan bir unsur olduğunu ve ondan ayrı olamayacağını gösterir. İnsan, fert olarak da, toplum olarak da, dine muhtaçtır. Tarihin hiçbir döneminde, din duygusu taşımayan topluluğa rastlanmamış, tarih boyu bütün toplumlarda daima var olagelmiştir. Bundan böyle de var olacaktır. Zira insanın, din olmadan insanlığını tam olarak gerçekleştiremeyeceği, ilmî bir gerçektir. Bunun aksini düşünmek ise, insan gerçeğini göz ardı etmek demektir. Bunun sebebi, dinin fıtrî olmasıdır.
İlkel insandan çağımız insanına kadar, her devirde, insanın iç yapısını tanzim eden, onu sonsuza uzanan hayata bağlayan en önemli faktörün din duygusu olduğu bir gerçektir. Çünkü insan hayatı hep neşe, sevinç, başarı ve sağlıkla geçmemektedir. Sıkıntı, darlık, yokluk, başarısızlık, hastalık ve buna benzer çeşitli olumsuzluklar da kaçınılmazdır. İnsanın bu olumsuzlukları yenmesi, tevekkül ve sabır göstermesi, ancak kendinden daha güçlü bir varlığın olduğuna inanması, ona sığınması ve O’ndan yardım dilemesi ile olur. Böylece, ümitsizliğe ve karamsarlığa düşmez.
Din, insanın ahlâkîleşmesi, yani insanîleşmesi için vardır. Hedefi ise, insanı her yönüyle, “insân-ı kâmil” olgunluğuna ulaştırmaktır. Onun için din, insan içindir ve insanlık için vazgeçilmez bir unsurdur.
Dinin öncelikle düzenlediği ilk alan, insanın Allah ile kurduğu ilişkiler alanıdır. İnsanın bir de kendi cinsleri ve fiziki çevresiyle girdiği ilişkiler vardır; ve din, bu ilişkilerin de nasıl olacağını belirler. Çünkü insan, sosyal bir varlıktır. Karşılıklı birtakım kurallara uyma mecburiyeti vardır. İnsanlar arasında insanî bir hayatın tesisi için gerekli olan nizam ve düzen; din, ahlâk ve hukûkun koymuş olduğu değerler ile sağlanabilir. Günah, ayıp ve yasak gibi değerler, insan hayatını disipline ve sistematize eden önemli unsurlardır. Sosyal barış ve huzuru sağlamak, bu sayede mümkündür. Zira olgu ve hadiseler hakkındaki bilgileri, bilim; olması gereken veya değerler dünyasıyla ilgili ilk bilgi kaynağımız da, dindir.
Şunu açıkça söyleyebiliriz ki; din, lüzumlu bir müessesedir ve dinsiz insan olamaz. Her insan, mutlaka bir şeye inanmıştır ve her zaman bir arayış içerisinde olmuştur. Hak’tan uzaklaşmış olan insanlığı, tekrar Hakk’a yöneltmek için de, son din olan İslâm gönderilmiştir.
İnsanoğlu için, belki de; sevgisizlik, yalnızlık ve hiçlik duyguları kadar elem verici bir durum mevcut değildir ve ancak Allah inancı, din duygusu, ebediyet ümidi ve inananlarla beraber olmak bu durum için mutlak bir çare olur.
Esasen din, ruh sağlığı bakımından da önem taşıyan bir olgudur. Çünkü din, insanın sıkıntıları ve özellikle de modern dünyanın karşı karşıya bulunduğu önemli bir psikolojik problem olan strese karşı dikkate değer bir ruhsal huzur kaynağıdır. Ancak burada, baskılı ve ürkütücü din eğitiminin, şahsiyet gelişmesi ve ruh sağlığı yönünden olumsuz sonuçlar doğurduğunu da unutmamak gerekir. Bu bağlamda, aileden itibaren en yüksek kurumuna kadar, din eğitiminin, Kur’an’da zikri geçen sevgi, hikmet, güzel öğüt ve müjdeleyip nefret ettirmeme ilkelerine dayanması gerektiğini de önemle vurgulamak gerekir.
Dinî inanç ve uygulamaların, ibâdet ve dinî törenlerin toplum dayanışmasını güçlendirici rolleri bulunduğu gibi toplumsal düzenin korunmasını sağlayıcı, muhafazakar fonksiyonu da vardır. Bu yönü ile dinî değerler, toplumda en önemli bir sosyal kontrol görevini üstlenirler. Dindeki sevap-günah ve helal-haram gibi değerler, bir çok durumlarda toplumdaki ahlakî değerlerin temel ölçütlerini oluştururlar. Aynı şekilde din, kişi ve topluma, içinde yaşanan dünyaya ve hayata bir anlam kazandırma fonksiyonu da görür ve böylece, onların dünya görüşleri ve hayat anlayışlarının şekillenmesinde önemli görevler üstlenir.
Dinin ayrıca yaratıcı fonksiyonları da vardır. Bu nedenle, sosyal kurumlar arasında tamamlayıcı bir görev ifa ederler. Kişisel ve toplumsal kimliklerin korunmasına da büyük oranda katkı sağlar.
Dindışı yaşantıların hakim olduğu bir toplumda; cinayetler, gasp ve rüşvetler, hırsızlıklar, çeşit çeşit kötülükler yaygınlaşır. Her şeyi madde ile değerlendiren kişilerde, insanı insan yapan mânevî değerlerin, ahlâkî güzelliklerin hayat bulması düşünülemez. Böyle bir ortamda hoşgörü, karşılıklı sevgi, saygı, insanî ilişkiler ve kardeşlik duygularının serpilip gelişmesi hayal bile edilemez.
Az önce zikrettiğimiz tespitlerden de anlaşılacağı gibi, insanın fıtratında mevcut olan din duygusu, fert ve toplumların; barışık yaşamasını, karşılıklı yardımlaşmasını, hoşgörülü olmasını ve netice itibariyle aralarında menfaate değil, çok üstün değerlere dayanan bir kardeşliğin oluşmasını sağlar.
Bu konuda, İslam dini, çok mükemmel prensipler getirmiş, din kardeşliği bağını, en üstün seviyede kuvvetlendirmiştir. Din kardeşliği bağını, kan kardeşliği bağından daha öne çıkarmıştır. Kardeşler arasında, karşılıklı vazife ve sorumluluklar getirmiş, bu vazife ve sorumlulukların en iyi bir şekilde yapılmasını emretmiş, kardeşlik bağını gevşetecek veya koparacak tüm davranışlardan sakındırmıştır. Her sahada olduğu gibi, bu sahada da, karşılıklı hoşgörüyü, diğerkamlığı, külfetsizliği, yardımlaşmayı esas almıştır.
İslam kardeşliğinin temel anlayışı, din kardeşini, kendi nefsine tercih etmektir. İşte bu anlayış, asırlardır, İslam toplumunu canlı tutmuş, basit dünyevî çıkar ve menfaatler, makam-mevki, mal-mülk kavgaları, Müslümanların kulluk ve hizmet heyecanını, kardeşlik duygularını yok edememiş; kısmî yüzeysel çekişme ve didişmeler, genel yapıyı bozamamıştır. Çünkü yapılan hatalar, kardeşlik duygularını tahrip eden davranışlar, güvenilen toplum önderleri tarafından büyük ölçüde yok edilmiştir.
Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür: Fert ve toplumları birbirine bağlayan çok güçlü sebepler olmazsa, hak ve hukuka riayet ederek, huzur ve emniyet içerisinde, bir arada yaşamak mümkün değildir. Bağlayıcı, taşkınlıkları önleyici, haksızlıklara set çekici, güçlünün zayıfı ezmesine mâni olucu, hak ve hukuku hakim kılıcı, karşılıklı yardımlaşmayı sağlayıcı tek müessir güç, DİN’dir.