_YUSUF_
Yönetici
- Katılım
- 26 Haz 2008
- Mesajlar
- 4,070
- Tepki puanı
- 1,043
- Puanları
- 113
- Yaş
- 43
Bu mektûb, Kılınc Hâna yazılmısdır. Sofînin kâin ve bâin oldugu ve kalbin birden fazla seye baglanmıyacagı ve muhabbet-i zâtiyye hâsıl olunca sevgiliden gelen elemlerle ni’metlerin müsâvî oldugu ve mukarreblerle ebrârın ibâdetleri arasındaki baskalıgı ve kendini yok bilen Evliyâ ile insanları da’vet için geri dönmüs olan Evliyânın baskalıkları bildirilmekdedir:
Allahü teâlâ, Peygamberlerin en üstünü hurmetine “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât” size selâmet ve âfiyet versin! Hadîs-i serîfde, (Kisi,sevdigi ile birlikde olur) buyuruldu.
Kalbinde, Allahdan baska hiçbirseyin sevgisi kalmayan ve ancak Onu “teâlâ ve tekaddese” dileyen kimselere “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”müjdeler olsun. Bu hadîs-i serîfe göre, bu kimse, Allahü teâlâ ile berâber olur. Görünüsde insanlar ile birlikde ve onlarla alıs verisde ise de, hakîkatde Allahü teâlâ iledir. Kâin ve bâin olan sofînin hâli böyledir. Bu sofî,Allahü teâlâ ile (Kâin)dir. Ya’nî Allahü teâlâ ile bulunur ve insanlardan (Bâin)dir. Ya’nî ayrıdır. Yâhud, görünüsde insanlar ile kâindir. Hakîkatde ise insanlardan bâindir. Kalb, ya’nî gönül birden fazla seyi sevmez. Bu bir seye olan sevgisi kesilmedikçe baska seyi sevemez. Kalbin mal, evlâd,mevkı’, medh olunmak gibi çesidli arzûları ve baglantıları ve sevdikleri görülür ise de bu sevgilileri hakîkatde hep bir sevgilisi içindir. O biricik sevgilisi de, kendi nefsidir. Onların hepsini, kendi nefsi için sevmekdedir.Bunları, hep kendi nefsi için istemekdedir. Onların nefslerini düsünmemekdedir. Nefsine olan sevgisi kalmazsa, nefsi için onlara olan sevgisi de kalmaz.
Bunun içindir ki, kul ile Rabbi arasındaki perde, kulun kendi nefsidir. Çünki hiçbirseyi o sey için sevmemekdedir. Onun için hiçbirsey perde olmaz. Kul, hep nefsini düsünmekdedir. Bunun için perde, yalnız kendisidir.Baska hiçbir sey degildir. Kul, kendinin nefsini düsünmekden büsbütün kesilmedikçe Rabbini düsünemez. Allahü teâlânın sevgisi onun kalbine yerlesemez. Bu büyük ni’met, ancak tam fenâ hâsıl oldukdan sonra elde edilebilir. Mutlak olan Fenâ da, Tecellî-i zâtîye baglıdır. Çünki, ortalıkdan karanlıgın kalkması, ancak, parlak olan günesin dogması ile olur.(Muhabbet-i zâtiyye) denilen bu sevgi hâsıl olunca, sevgilinin ni’metleri ve elemleri, sevenin yanında esid olur. Bu zemân, ihlâs hâsıl olur. Rabbine ancak Onun için ibâdet eder. Kendi nefsi için degil. Ibâdeti, ni’metlere kavusmak için olmaz. Çünki, ona göre ni’metlerle azâblar arasında baskalık yokdur. Iste bu hâl mukarreblerin derecesidir.
Ebrâr böyle degildir. Bunlar, Allahü teâlâya ni’metlerine kavusmak için ve azâbından korkdukları için ibâdet ederler. Bu iki dilekleri ise, nefslerinin arzûlarıdır. Çünki bunlar, Allahü teâlânın zâtını sevmek se’âdetine kavusmamıslardır. Bunun için (Ebrârın hasenâtı, mukarreblerin seyyiâtı olmusdur). Çünki, ebrârın hasenâtı, bir bakımdan hasenâtdır. Baska bakımdan seyyiât olur. Mukarreblerin hasenâtı ise, her bakımdan hasenâtdır.Ya’nî iyilikdir. Evet, mukarreblerden, tam Bekâya kavusdukdan ve bu sebebler âlemine indikden sonra, Allahü teâlâya, korku ile ve ni’metlerine kavusmak için ibâdet eden de vardır. Fekat, bunların korkuları ve arzûları kendi nefsleri için degildir. Bunlar, Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavusmak için ve Onun gazabından, gücenmesinden korkdukları için ibâdet ederler. Bunlar Cenneti de isterler. Çünki, Cennet, Allahü teâlânın rızâsının, sevgisinin bulundugu yerdir. Yoksa Cenneti stemeleri, nefslerinin zevkleri için degildir. Bunlar Cehennemden korkar. Ondan koruması için duâ ederler. Çünki, Cehennem, Allahü teâlânın gazabının bulundugu yerdir. Yoksa, Cehennemden korkuları, nefslerini azâbdan kurtarmak için degildir.
Çünki, bu büyükler, nefslerine köle olmakdan kurtulmuslardır. Allahü teâlâ için hâlis kul olmuslardır. Bu mertebe, mukarreblerin en üstün derecesidir. Bu mertebeye kavusan, (Vilâyet-i hâssa) makâmına erdikden sonra (Peygamberlik) makâmının yüksekliklerinden bir seylere de kavusur.
Sebebler âlemine inmeyen ise, müstehlik olan, ya’nî kendini yok bilen Evliyâdan olur. Bunun Peygamberlik makâmının kemâlâtından haberi yokdur. Baskalarını kemâle getiremez. Yukarıda bildirdigimiz birinci sınıf Evliyâ “rahmetullahi aleyhim ecma’în” gibi degildirler. Allahü teâlâ, insanların en üstünü hürmetine “aleyhi ve alâ âlihi ve etbâ’ihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ” bizleri bu büyükleri sevmekle sereflendirsin.
Çünki, (Kisi, sevdigi ile berâber olur). Evvelimiz ve sonumuz selâmetde
olsun!
Kalbinde, Allahdan baska hiçbirseyin sevgisi kalmayan ve ancak Onu “teâlâ ve tekaddese” dileyen kimselere “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”müjdeler olsun. Bu hadîs-i serîfe göre, bu kimse, Allahü teâlâ ile berâber olur. Görünüsde insanlar ile birlikde ve onlarla alıs verisde ise de, hakîkatde Allahü teâlâ iledir. Kâin ve bâin olan sofînin hâli böyledir. Bu sofî,Allahü teâlâ ile (Kâin)dir. Ya’nî Allahü teâlâ ile bulunur ve insanlardan (Bâin)dir. Ya’nî ayrıdır. Yâhud, görünüsde insanlar ile kâindir. Hakîkatde ise insanlardan bâindir. Kalb, ya’nî gönül birden fazla seyi sevmez. Bu bir seye olan sevgisi kesilmedikçe baska seyi sevemez. Kalbin mal, evlâd,mevkı’, medh olunmak gibi çesidli arzûları ve baglantıları ve sevdikleri görülür ise de bu sevgilileri hakîkatde hep bir sevgilisi içindir. O biricik sevgilisi de, kendi nefsidir. Onların hepsini, kendi nefsi için sevmekdedir.Bunları, hep kendi nefsi için istemekdedir. Onların nefslerini düsünmemekdedir. Nefsine olan sevgisi kalmazsa, nefsi için onlara olan sevgisi de kalmaz.
Bunun içindir ki, kul ile Rabbi arasındaki perde, kulun kendi nefsidir. Çünki hiçbirseyi o sey için sevmemekdedir. Onun için hiçbirsey perde olmaz. Kul, hep nefsini düsünmekdedir. Bunun için perde, yalnız kendisidir.Baska hiçbir sey degildir. Kul, kendinin nefsini düsünmekden büsbütün kesilmedikçe Rabbini düsünemez. Allahü teâlânın sevgisi onun kalbine yerlesemez. Bu büyük ni’met, ancak tam fenâ hâsıl oldukdan sonra elde edilebilir. Mutlak olan Fenâ da, Tecellî-i zâtîye baglıdır. Çünki, ortalıkdan karanlıgın kalkması, ancak, parlak olan günesin dogması ile olur.(Muhabbet-i zâtiyye) denilen bu sevgi hâsıl olunca, sevgilinin ni’metleri ve elemleri, sevenin yanında esid olur. Bu zemân, ihlâs hâsıl olur. Rabbine ancak Onun için ibâdet eder. Kendi nefsi için degil. Ibâdeti, ni’metlere kavusmak için olmaz. Çünki, ona göre ni’metlerle azâblar arasında baskalık yokdur. Iste bu hâl mukarreblerin derecesidir.
Ebrâr böyle degildir. Bunlar, Allahü teâlâya ni’metlerine kavusmak için ve azâbından korkdukları için ibâdet ederler. Bu iki dilekleri ise, nefslerinin arzûlarıdır. Çünki bunlar, Allahü teâlânın zâtını sevmek se’âdetine kavusmamıslardır. Bunun için (Ebrârın hasenâtı, mukarreblerin seyyiâtı olmusdur). Çünki, ebrârın hasenâtı, bir bakımdan hasenâtdır. Baska bakımdan seyyiât olur. Mukarreblerin hasenâtı ise, her bakımdan hasenâtdır.Ya’nî iyilikdir. Evet, mukarreblerden, tam Bekâya kavusdukdan ve bu sebebler âlemine indikden sonra, Allahü teâlâya, korku ile ve ni’metlerine kavusmak için ibâdet eden de vardır. Fekat, bunların korkuları ve arzûları kendi nefsleri için degildir. Bunlar, Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavusmak için ve Onun gazabından, gücenmesinden korkdukları için ibâdet ederler. Bunlar Cenneti de isterler. Çünki, Cennet, Allahü teâlânın rızâsının, sevgisinin bulundugu yerdir. Yoksa Cenneti stemeleri, nefslerinin zevkleri için degildir. Bunlar Cehennemden korkar. Ondan koruması için duâ ederler. Çünki, Cehennem, Allahü teâlânın gazabının bulundugu yerdir. Yoksa, Cehennemden korkuları, nefslerini azâbdan kurtarmak için degildir.
Çünki, bu büyükler, nefslerine köle olmakdan kurtulmuslardır. Allahü teâlâ için hâlis kul olmuslardır. Bu mertebe, mukarreblerin en üstün derecesidir. Bu mertebeye kavusan, (Vilâyet-i hâssa) makâmına erdikden sonra (Peygamberlik) makâmının yüksekliklerinden bir seylere de kavusur.
Sebebler âlemine inmeyen ise, müstehlik olan, ya’nî kendini yok bilen Evliyâdan olur. Bunun Peygamberlik makâmının kemâlâtından haberi yokdur. Baskalarını kemâle getiremez. Yukarıda bildirdigimiz birinci sınıf Evliyâ “rahmetullahi aleyhim ecma’în” gibi degildirler. Allahü teâlâ, insanların en üstünü hürmetine “aleyhi ve alâ âlihi ve etbâ’ihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ” bizleri bu büyükleri sevmekle sereflendirsin.
Çünki, (Kisi, sevdigi ile berâber olur). Evvelimiz ve sonumuz selâmetde
olsun!