Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Vehabbilik nedir (1 Kullanıcı)

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Vehhabiliği kuran, Mehmed bin Abdülvehhabdır. İngiliz casuslarından, Hempher’in tuzağına düşerek, ingilizlerin (İslamiyet’i imha) etmek çalışmalarına alet oldu.


İngiliz Casusunun İtirafları kitabında, Vehhabiliğin kuruluşu uzun anlatılmaktadır.

Eline geçirdiği, ibni Teymiye’nin Ehl-i sünnete uymayan kitaplarını okumuş, (Şeyh-i necdi) diye meşhur olmuştu. Düşünceleri, ingiliz paraları ve ingiliz silahları karşılığında, köylüler ve Deriyye ahalisi ile reisleri Muhammed bin Süud tarafından desteklendi. Sapık din adamı ibni Teymiye’nin fikirleri ile Hempher’in yalanlarının karışımına Vehhabilik denir.

Mirat-ül-Haremeyn kitabının basıldığı 1888 senesinde Necd emiri, Abdullah bin Faysal idi. Aşağıdaki bilgilerin çoğu Mirat-ül-Haremeyn’den alınmıştır:

Mehmed’in babası Abdülvehhab, iyi bir müslüman idi. Bu ve Medine’deki âlimler, Abdülvehhab oğlunun sözlerinden, yeni bir yol tutacağını anlamış, herkese, bununla konuşmamasını nasihat etmişlerdi. Fakat, Abdülvehhab oğlu, 1738 senesinde Vehhabiliği ilan etti. İngilizlerin siyasi ve askeri yardımları ile, Arabistan’a yayıldı.

Vehhabilere inanan Deriyye hakimi Abdülaziz bin Muhammed bin Süud ilk olarak 1791 senesinde, Mekke emiri şerif Galib efendi ile harp etti. Daha önce, vehhabiliği gizlice yaymışlardı. Sayısız müslümanları öldürüp, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını almışlar ve işkence etmişlerdi.

Abdülvehhab oğlu, Beni Temim kabilesindendir. 1699 senesinde Necd çölündeki Hureymile kasabasında, Uyeyne köyünde doğmuş, 1791’de Deriyye’de ölmüştü. Önceleri ticaret için Basra, Bağdat, İran, Şam ve Hind taraflarına gitmiş, çok zeki ve bozguncu sözleri ile (Şeyh-i Necdi) adını almıştı. Dolaştığı yerlerde çok şeyler görmüş, şef olmak düşüncesine kapılmıştı. 1713 senesinde, Basra’da tanıştığı ingiliz casusu Hempher, Abdülvehhab oğlunun devrim yapmak arzusunda olduğunu anladı. Bununla uzun zaman arkadaşlık yaptı. İngiliz Sömürgeler Bakanlığından aldığı hile ve yalanları buna telkin etti. Abdülvehhab oğlunun bu telkinlerden zevk aldığını görünce, yeni bir din kurmasını teklif etti. Bu yeni dinin esaslarını ona bildirdi. Casus da, Abdülvehhab oğlu da aradıklarına kavuşmuş oldular.

Yeni bir din kurmak için, önce Medine’de, sonra Şam’da, Hanbeli âlimlerinden okudu. Necde dönünce köylüler için küçük din kitapları yazdı. Bu kitaplara, ingiliz casusundan öğrendiklerini ve Mutezile ve başka bid’at fırkalarından aldığı bozuk düşünceleri de karıştırdı. Köylülerin çoğu buna tâbi oldular. İslamiyet’i içerden yıkmak için, İngiltere’de kurulmuş olan (Sömürgeler Bakanlığı), bu hâli, Necd şeyhi olan (Muhammed bin Süud)a bildirdi. Çok para vererek ve siyasi, askeri yardımlar vaat ederek, Abdülvehhab oğlu ile işbirliği yapmasını temin etti. Arabistan’da hasebe ve nesebe çok ehemmiyet verirlerdi. Kendisi ise, cahil olduğundan, Abdülvehhab oğlu Vehhabilik adını verdiği bu sapık inancı yaymak için, Muhammed bin Süudu maşa olarak kullandı. Kendisine (Kadı), Muhammed bin Süuda (Hakim) ismini taktı. Kendilerinden sonra da, çocuklarının bu makama geçmelerini temin eden bir anayasa yaptırdı.

Abdülvehhab oğlu, önceleri Medine’de okurken, Medine’nin salih, temiz âlimlerinden olan babası Abdülvehhab ve kardeşi Süleyman bin Abdülvehhab ve kendisine ders okutan hocaları, bunun sözlerinden ve davranışlarından ve sık sık söylediği düşüncelerinden bunun ileride İslam dinini içeriden yıkacak bir sapık olacağını anlamışlardı. Kendisine nasihat verirler ve müslümanlara, bundan sakınmalarını söylerlerdi. Fakat, korktukları çabuk meydana geldi. Düşüncelerini Vehhabilik adı ile açıkça yaymaya başladı. Cahilleri, ahmakları aldatmak için İslam âlimlerinin kitaplarına uymayan yeniliklerle, dinde reformculukla ortaya çıktı. (Ehl-i sünnet vel-cemaat) mezhebinde olan doğru müslümanlara kâfir diyecek kadar taşkınlık yaptı. Peygamberimizi ve başka Peygamberleri ve Evliyayı vesile ederek, Allahü teâlâdan bir şey istemeye ve bunların kabirlerini ziyaret etmeye şirk dedi.

Abdülvehhab oğlunun, ingiliz casusundan öğrendiğine göre, bir kabir başında dua ederken, meyyite karşı söyleyen, müşrik olurmuş. Allah’tan başka bir kimse veya bir şey için, yaptı demek, mesela, Falanca ilaçtan fayda oldu veya Peygamber efendimizi veya bir Veliyi vasıta yaparak istediğim oldu diyen müslümanlar müşrik olurmuş. Abdülvehhab oğlunun, bu sözlerine vesika olarak ortaya attığı şeyler, hep yalan ve iftira ise de, cahil halk, doğruyu eğriden ayıramadıkları için sözleri, işsizlerin, çapulcuların, bilhassa Deriyye hakimi Muhammed bin Süud’un hoşuna gitti. Cahiller ve vurguncular, taş yürekliler, Abdülvehhab oğlunun sözlerine hemen yanaştılar. Doğru yolda olan halis müslümanlara kâfir dediler.

Abdülvehhab oğlu, düşüncelerini kolayca yayabilmek için, Deriyye hakimine başvurunca, o da topraklarını genişletmek ve kuvvetlerini arttırmak için ve Londra’dan aldığı emirleri yaymak için, Abdülvehhab oğlu ile seve seve işbirliği yaptı. Onun fikirlerini her tarafa yaymakta bütün gücü ile uğraştı. İnanmayıp karşı duranlarla harp etti. Müslümanların mallarını yağma etmek, canlarına kıymak helal denilince, çöldeki vahşiler, soyguncular, Muhammed bin Süud’a asker olmak için yarış ettiler. Süud oğlu ile Abdülvehhab oğlu el ele vererek, vehhabiliği kabul etmeyenlerin kâfir ve müşrik olduklarına, kanlarını dökmek ve mallarını almak helal olduğuna 1730 senesinde karar verip, 1738 yılında vehhabiliği ilan ettiler. Buna göre, Abdülvehhab oğlu, otuziki yaşında bozuk fikirleri yaymaya başlamış, kırk yaşında ilan etmiştir.

Mekke-i mükerreme şafii müftüsü Esseyyid Ahmed bin Zeyni Dahlan, El-Fütuhat-ül-islamiyye kitabının 2.cüz 228.sayfasından başlayarak, Fitnet-ül-vehhabiyye başlığı altında bunların bozuk inançlarını ve müslümanlara yaptıkları işkenceleri anlatmaktadır. Bunun 234.sayfasında diyor ki:
(Mekke’deki ve Medine’deki Ehl-i sünnet âlimlerini aldatmak için, buralara kendi adamlarını gönderdiler. Bu adamlar, İslam âlimlerine cevap veremediler. Cahil ve sapık oldukları anlaşıldı. Kâfir olduklarını ispat eden bir karar yazılıp her tarafa gönderildi.)

Hicaz’da bulunan dört mezhep âlimleri ve bunların arasında Abdülvehhab oğlunun kardeşi Süleyman efendi ve kendisine ders okutmuş olan hocaları, Abdülvehhab oğlunun kitaplarını inceleyerek, İslam dinini yıkıcı, bozguncu yazılarına cevaplar hazırladılar, sapık yazılarını çürüten kuvvetli vesikalarla kitaplar yazarak, müslümanları uyandırmaya çalıştılar. Süleyman bin Abdülvehhab’ın, kardeşine karşı yazdığı kitabın ismi, Savaık-ul ilahiyye firreddi alel-vehhabiyye’dir.

Bu kitaplar onları gafletten uyandıramadı. Müslümanlara karşı olan düşmanlıklarını arttırdı ve Muhammed bin Süud’un müslümanlar üzerine saldırmasına, akıtılan kanların çoğalmasına sebep oldu. Bu adam, (Beni Hanife) kabilesinden olup, Müseyleme-tül Kezzabın peygamberliğine inanmış olan ahmakların soyundan idi. Muhammed bin Süud, 1765 senesinde ölünce, oğlu Abdülaziz yerine geçti. Abdülaziz bin Muhammed bin Süud, 1803 senesinde, Deriyye camiinde, bir Şii tarafından, karnına hançer sokularak öldürüldü. Bundan sonra, oğlu Süud bin Abdülaziz vehhabilerin şefi oldu. Arabları aldatmak, sapık inançlarını yaymak için müslümanların kanını dökmekte, üçü de, birbiri ile yarışırcasına çalıştılar.

[Vehhabilerin ve mal, mevki ele geçirmek için bunların arasına karışan cahil, vahşi kimselerin, Taif’de, Mekke ve Medine’de ve diğer yerlerdeki müslümanlara yaptıkları işkenceler ve kadınların, çocukların barbarca öldürülmeleri, Ahmed bin Zeyni Dahlan’ın Hulasat-ül-kelam kitabında ve Eyyub Sabri Paşanın 1879 senesinde basılmış olan Tarih-i Vehhabiyan ve Mirat-ül-Haremeyn kitaplarında uzun yazılıdır. Yüreği dayanabilenler oradan okuyabilirler. Bunların, Osmanlı devleti tarafından nasıl cezalandırıldıkları ve birinci cihan harbinden sonra, ingilizlerin bol para ve silah yardımı ile tekrar nasıl devlet kurdukları da yazılıdır.]

Abdülvehhab oğlunun bu düşüncelerini yayması, Allah’ı tevhidde halis olmak için ve müslümanları şirkten kurtarmak için imiş. Müslümanlar şirk üzere imişler. Yani müşriklermiş, yani puta tapan kâfirlermiş. Müslümanların dinini tazelemek için, dinde reform yapmak için, ortaya çıkmış.

(alıntı)
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Abdülvehab Isimli Bir Genci Gündüz Humpher Gece De Safiye Isimli Bir Yahudi Kadinla Ikna Edip Vehabbiliği Kurdurarak Islam çoğrafyasini Ehli Sünnet Hilafina Parçalayarak Osmanlinin Sonunu Hazirlamişlardi ..hz. Peygamber Hakikatini "şirktir" Diyerek Islam DİNİNDEN Koparan Bozguncu Zihniyet O Gün Bu Yöntemle Koca Bir Imparatorluğu Paramparça Edebilmişti ...bir Başka Ifadeyle ..cephEde Kaybeden Ingliz Osmanliyi Ayakta Tutan Sirri çözmüş Ve Islamin Gücünü Direncini Ayakta Tutan Hz. Peygambere Saldirarak Koca Bir ülkeyi Yok Etmeyi Başardi
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Vahabbi anlayışında "cihad" nedir : ehli Sünnet olup, vahabbi olmayan Müslümanları "kafir" ilan edip, Hacc için bile Mekkeye sokmamaktır...

Abdülvehhab oğlu, düşüncelerini kolayca yayabilmek için, Deriyye hakimine başvurunca, o da topraklarını genişletmek ve kuvvetlerini arttırmak için ve Londra’dan aldığı emirleri yaymak için, Abdülvehhab oğlu ile seve seve işbirliği yaptı. Onun fikirlerini her tarafa yaymakta bütün gücü ile uğraştı. İnanmayıp karşı duranlarla harp etti. Müslümanların mallarını yağma etmek, canlarına kıymak helal denilince, çöldeki vahşiler, soyguncular, Muhammed bin Süud’a asker olmak için yarış ettiler. Süud oğlu ile Abdülvehhab oğlu el ele vererek, vehhabiliği kabul etmeyenlerin kâfir ve müşrik olduklarına, kanlarını dökmek ve mallarını almak helal olduğuna 1730 senesinde karar verip, 1738 yılında vehhabiliği ilan ettiler. Buna göre, Abdülvehhab oğlu, otuziki yaşında bozuk fikirleri yaymaya başlamış, kırk yaşında ilan etmiştir.

Müslümanlara karşı savaş açmak....

"Süud oğlu ile Abdülvehhab oğlu el ele vererek, vehhabiliği kabul etmeyenlerin kâfir ve müşrik olduklarına, kanlarını dökmek ve mallarını almak helal olduğuna 1730 senesinde karar verip, 1738 yılında vehhabiliği ilan ettiler."
Osmanlı Türkleri arkadan vuran ,Peygamberin (sav) Sünnetine karşı çıkan vahabbiler...
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
KABİR TAHRİFATLARI


Bu noktada şu hakikati ifade etmek yerinde olacaktır. İngilizler kendi emelleri doğrultusunda yönlendirdikleri Muhammed Abdülvehhab ve onun kurduğu Vehhabilik mezhebi aracılığı ile toplumda İslam adına mevcut olan motifleri çökertmek ve yerine İslamî olmayan ve İslam’ın özünde bulunmayanları koyma hedeflerini gerçekleştirdiler. Kabir ve türbe ziyaretlerini şirk kabul eden Vehhabiliği resmî mezhepleri olarak benimsemiş bulunan Suud Hükümetinin, İslam büyüklerinin ve sahabelerin kabirlerini tahrif ederek, belirsizleştirmeleri bu hakikatin açık bir misalidir. Zira Müslümanların mukaddes türbeleri ziyaretten hangi şekilde olursa olsun alıkonulması düşüncesi bizzat Sömürgeler Bakanlığı’nın misyoner-ajanlarına dağıttıkları kitaplarda “Müslümanları güçlendiren faktörleri yok etmek için tavsiyeler” bölümünde yer almaktadır.

16. Madde: “Sorunlardan biri de Müslümanların mübarek ve mukaddes türbeleri ziyaret etmeleridir. Bu tür türbelere önem vermenin ve süslemenin bidat ve şeriata aykırı olduğunu, Peygamber döneminde bu teşrifatın bulunmadığını, ölülere ibadet yapılmadığını delilleri ile ispat etmeliyiz. Yavaş yavaş binaların yıkılmasıyla ve bu türbelerin izlerini ortadan kaldırmakla halk bu ziyaretlerden vazgeçirilmelidir...”[1]


Bu prensipler doğrultusunda Peygamberimizin anne ve babasının kabirleri başta olmak üzere pek çok büyük zâtın kabri belirsizleştirilmiş, Osmanlı’nın buralara yaptığı türbeler yıkılmıştır.


Peygamberimizin babası Hz. Abdullah’ın kabri Peygamberimiz doğmadan önce babası Hz. Abdullah 25 yaşındayken geldiği Medine’de vefat etti ve oraya defnedildi. Osmanlılar zamanında kabri Medine halkı tarafından “Tuval Sokağı” diye bilinen yerdeydi. Bugün mevcut değildir. Suud tarafından belirsiz hale getirilmiştir.


Peygamberimizin annesi Hz. Âmine’nin kabri Peygamberimizin annesi Hz. Âmine, oğlu Hz. Muhammed ve cariyesi Ümmü Eymen ile birlikte Medine’deki Neccaroğullarından Peygamberimizin dayıları olan akrabalarını ziyarete gitmişler, ancak Hz. Âmine Mekke’ye dönerken Ebva Köyü’nde miladi 577 yılında vefat etmişti. Hz. Âmine’nin kabri köyün dışında bulunan bir tepededir. Osmanlı devrinde kabir bir türbe içine alınmış, iki ucuna mezar taşları dikilmişti. Burası daha sonra Suud Hükümeti tarafından yıktırılmış, ziyaretler de yasaklanmıştır. Şu anda kabrin yeri köylülerin yeşil yağlı boya ile boyayıp dizdikleri taşlardan anlaşılmaktadır.


Ebu Said El- Hudri’nin Kabri Cennetü-l Baki’nin kuzeydoğu tarafındaydı. Osmanlılar zamanında kabri çevrili ve baş ucunda yazılı taşı vardı. Suud zamanında yıkılıp yola dahil edildi.


Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Ne hazin bir tecellidir ki, türbe ziyaretlerini, türbe, kabir ve mescidlerin süslenmesini, buralara isim ve yazı yazılmasını haram ve bidat kabul eden mantığın sahipleri, kendi isim ve nişanlarını bizzat Harem-i Şerif’in kapılarına yazdırmakta bir mahzur görmemektedirler. Bu duruma verilecek enteresan bir misal şudur: Suud Hükümeti muhtelif zamanlarda Ravza-i Mutahhara’da çeşitli genişletme çalışmaları yapmaktadırlar. Kapılarına Bâb-ı Selam esas alınarak çeşitli isim ve İngilizce numaralar verilmişti. Bu faaliyetleri gösterebilmek için Bâb-ı Selam tarafına bir tabela konmuş ve üzerine net ve okunaklı yazılarla şunlar yazılmıştır: “Haremeyn-i Şerifin’in hizmetçisi Kral Fahd b. Abdülaziz 2. Suud genişletmesi sırasında 6. 11. 1984 tarihinde, Cuma günü açılış için burayı şereflendirdi” Diğer yandan Osmanlılar tarafından inşâ edilmiş bulunan Mescid-i Nebi’de Osmanlı’ya ait izlerin silinmesi, yok olması için azami gayret sarf edildiği de gözden kaçmamaktadır. Peygamberimizin namaz kıldığı yerde ikinci bir mihrap yaptıran ve üzerine ismini yazdıran Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı bu mihrap yazılarıyla birlikte beyaza boyanmış ve bakımsızlıktan kirli beyaz halini almış vaziyettedir. Yazı da, mihrap da beyaz olduğundan yazı okunmamaktadır. Bakımsızlıktan yaldızları dökülmüş, yazıların bir kısmı silinmiştir.


Bunun yanı sıra koskoca Mescid-i Nebi’de yalnızca üç adet Osmanlı tuğrası kalmış, diğer hepsi yerlerinden sökülmüştür.


Osmanlı eserleri bu şekilde yok edilir, çürümeye terk edilir, mescid ve türbe süslemeleri bidat telakki edilirken aynı zihniyetin sahipleri kendi isimlerini abideleştirmekten çekinmemektedirler. Demek ki asıl mesele haram veya bidatlerden sakınmak meselesi değil, başka maksatlara hizmet etmek meselesidir. Bütün bu hakikatler ışığında varılan netice maalesef budur.

Misyonerlik.com

[1]: Hatırat-ı Humpher, s. 55
 

sudelet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Ara 2007
Mesajlar
236
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
selam-ün aleyküm gerçektende dört dörtlük bir konu emeğine sağlık ALLAH razı olsun 2 gün önce abimden bu konu hakında bilgi edinmiştim ..abimde bizim sitemize yeni üye oldu ..selametle
 

yagci58

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Nis 2008
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
58
Vermis Oldugunuz Bilgiler Icin Allah Razi Olsun Iste Benim Aradigim Ortam Bu
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
selam-ün aleyküm gerçektende dört dörtlük bir konu emeğine sağlık ALLAH razı olsun 2 gün önce abimden bu konu hakında bilgi edinmiştim ..abimde bizim sitemize yeni üye oldu ..selametle

ve aleyküm selam ,teşekkürler :) Senden de Allah razı olsun...
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Medine'nin Osmanli'dan çikişi

Medine'nin Osmanli'dan çikişi

MEDİNE'NİN OSMANLI'DAN ÇIKIŞI


İsyan başladığı sırada Medine’nin muhafızı Fahrettin Paşa idi. Aslen Rusçuklu olan Fahrettin Paşa 1877-78 Osmanlı-Rus harbinde ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etmişti.

Fahrettin Paşa her sabah kefene bürünerek ve başına beyaz sarık sararak Allah Resulünün kabrini kendi elleriyle siler, süpürürdü. I. Dünya Savaşı’nın bütün imkansızlıklarına rağmen Medine’yi müdafaa ediyordu. İstanbul’dan gelen “Medine’yi boşaltın” emrine direniyor, kendini mücavir olarak görüyordu. Hem Filistin’i müdafaa, hem Medine’yi muhafaza o günün şartları müsait olmadığından Mondros Mütarekesi ile Medine’nin boşaltılmasına karar verilmişti. Haşimî Hükümeti adına emir Ali bin Hüseyin ve İngiltere adına Müttefik Devletleri Mutemedi sıfatını kullanan Capilan Corland mütarekenin 16. maddesiyle Medine’nin boşaltılmasını karar altına almışlardı. Şerif Hüseyin veda ziyareti için Harem-i Şerif’de bulunan Fahrettin Paşa’nın mücavirliğini kabul etmiyor ve bir an evvel Harem’den çıkıp Medine’yi terk etmesini istiyordu. Osmanlı subayları da Şerif Hüseyin’in işbirliği yaptığı silahlı bedevileri şehre saldırtmasından korkuyorlardı. Fahrettin Paşa’yı ikna ederek Harem-i Şerif’den çıkmaya razı ettiler. Sıra Türk askerlerinin Medine’yi terk etmelerine gelmişti. Yerli halk, Ravza-i Mutahhara’ya veda ziyaretinde bulunan Osmanlı askerleri ile birlikte ağlıyor, Harem-i Şerif’e hizmet eden harem ağaları (ağavatlar) Mehmetçiklerin boynuna sarılıyorlardı. Bu noktada yerli halk ile Osmanlı’yı arkadan vuran grubu birbirinden ayırmak lazımdır. Osmanlı Devleti’ne ihanet eden ve İngilizlerle işbirliği yapanlar Şerif Hüseyin gibi makam hırsıyla dolu bazı kimseler ve İngiliz ajanı Lawrence’in kışkırttığı urbanlar yani çöl bedevileridir. Yerli halk ise Osmanlı idaresinden son derece memnundu. Osmanlı askerleri buralardan ayrılırken halkın arkalarından ağlaması bu hakikatin en güzel ifadesidir.


Esasen Osmanlı Devleti böyle hazin bir yenilgi ve ihaneti hak etmemişti. Zira başta Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere olmak üzere bütün Hicaz Bölgesi Osmanlılar zamanında iktisadî ve sosyal yönden son derece gelişti, mimarî açıdan güzelleşti. Osmanlı asker ve yetkilileri Medine halkına son derece itibarlı davranırlardı. Medineliler vergi ödemez, askere alınmazlardı. Osmanlı buralara hâkim olduktan sonra kimsenin elindeki mülke dokunmadı. Allah Resulü’ne saygısızlık olur düşüncesiyle, inşâ edilen hiçbir bina Kubbetü-l Hadra’dan yüksek tutulmadı. Osmanlılar Allah Resulü’ne saygı ve hürmette o dereceye varmışlardı ki, bir kilometrelik mesafeden Peygamber rahatsız olmasın diye tren raylarının altına keçe döşemişlerdi. Mescid-i Nebi inşâ edilirken kırılan taşlar kırıldıkları yerde şekillendirilir, yeşil ipekler içinde ve salat-ü selamlarla getirilip duvardaki yerlerine konurdu. Peygamber soyuna yük taşımak yaraşmaz diyen Osmanlı askerleri Medine halkının ununu, şekerini, yağını evlerine kadar taşırlardı.


Harem-i Şerif’in hizmetkârı olan harem ağaları küçük yaşta Osmanlı saraylarında terbiye edilip yetiştirilir, tam bir İstanbul beyefendisi haline geldiklerinde Harem-i Şerif hizmeti için gönderilir ve ömürlerinin sonuna kadar bu mübarek vazifeyi îfâ ederlerdi. Harem’in her türlü temizlik, kapılarını açıp, kapatma işlerini yürütürler, Kabr-i Şerif’i her Cuma silip süpürürlerdi. Oradan alınan tozlar çuvallara doldurulup, daha sonra da küçük keselere konularak hacılara dağıtılırdı. Her sene değiştirilen Kâbe örtüleri de hatimlerle indirilip, tekbirler getirilerek küçük parçalar halinde kesilir ve hacılara dağıtılırdı.

Misyonerlik.com
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
65
"Osmanlılar Allah Resulü’ne saygı ve hürmette o dereceye varmışlardı ki, bir kilometrelik mesafeden Peygamber rahatsız olmasın diye tren raylarının altına keçe döşemişlerdi."​


EsSelamuAleyküm Kardeşim..

Vahdet bilincini örseleyerek gayelerine ulaşılacağını..direkt olarak dine değil de..ona bağlıları bölüp parçalama ameliyesinin en güzel örneklemesidir VAHHABİ lik..Tümden Arab milliyetçiliğinin..kabile.. soy-neseb önceliğine kadar diri tutulması da bunlara temel teşkil etmiştir.."Ulus devlet" sınırlarıyla biribirine uzak tutulması da eklenince..tek tek kolay lokmalar haline getirilmiş..başlarına kendi çıkarlarına hizmet edecekleri oturtunca da uzaktan kumanda ile gayelerine ulaştıklarını görmekteyiz..FİLİSTİN meselesi halen kanamaya devam ederken onlar saltanatlarını düşünerek nasıl da sessiz kalmaktadırlar..
Güzel bir çalışmayı takdim etmişsiniz..istifadeli olur umarım..
MEDİNE de hala TREN GARI durmakta mıdır acaba ?..

Selam ve dualarım ile Allah(CC)'a emanet olunuz..
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
"Osmanlılar Allah Resulü’ne saygı ve hürmette o dereceye varmışlardı ki, bir kilometrelik mesafeden Peygamber rahatsız olmasın diye tren raylarının altına keçe döşemişlerdi."​


EsSelamuAleyküm Kardeşim..

Vahdet bilincini örseleyerek gayelerine ulaşılacağını..direkt olarak dine değil de..ona bağlıları bölüp parçalama ameliyesinin en güzel örneklemesidir VAHHABİ lik..Tümden Arab milliyetçiliğinin..kabile.. soy-neseb önceliğine kadar diri tutulması da bunlara temel teşkil etmiştir.."Ulus devlet" sınırlarıyla biribirine uzak tutulması da eklenince..tek tek kolay lokmalar haline getirilmiş..başlarına kendi çıkarlarına hizmet edecekleri oturtunca da uzaktan kumanda ile gayelerine ulaştıklarını görmekteyiz..FİLİSTİN meselesi halen kanamaya devam ederken onlar saltanatlarını düşünerek nasıl da sessiz kalmaktadırlar..
Güzel bir çalışmayı takdim etmişsiniz..istifadeli olur umarım..
MEDİNE de hala TREN GARI durmakta mıdır acaba ?..

Selam ve dualarım ile Allah(CC)'a emanet olunuz..

ve aleyküm selam..
vahabbilik İslam manasını, özünü boşaltılıp , aynı kavramların inglitere sömürgecilik bakanlığı istekleri doğrultusunda kurulmuş bir ideolojiye canlı örnektir...

bu bir ideolojidir. bu ideolojiyi kuranlar baştan beri tek amaçla ortaya çıkardılar : OSMANLI İMPARATORLUĞUNU YOK ETMEK amacıyla..
bu ideolojinin bügün zenginleştirilmiş versyonları mevcuttur amacı ise aynıdır : İslamın özünü oluşturan kavramların içini boşaltıp Yeni Haçlı seferlerine, Büyük Ortadoğu Projesine zemin hazırlayabilecek bir mana yüklemektir ve cepheyi yine içerden teslim almaktır, içten kazanmaktır...artık ayak sesleri de yakından duyuluyor...
Bu yolda , vahabbilikte de olduğu gibi , en büyük engel İslamın , imanın özü olan, Müslümanları bir birine kardeş yapan, direncimizi ayakta tutan..Yaşayan Kuran olan Allah Resulunun Sünnetidir.
Alemlere Rahmet olarak gönderilmiş Peygamberimizi (sav) kelimeyi şehadetten silmeye, insanların gönüllerinden silmeye çalışıyorlar..
tıpkı Osmanlı zamanında olduğu gibi..millenyüm şifreli mesajlar, dinlerarası diyaloglar aynı zihniyetin uzantısından başka birşey değildir.
Peygamberimizin (sav) hadislerini yalanlıyorlar.."Vatan sevgisi imandandır" bügün Vatanımıza gözdikenler, dün Osmanlıyı yıktılar...
Hedef : Türkiye toprakları...çünkü Türkiye Ortadoğunun kilididir ..bunun için herşeyi yapıyorlar.. günümüz Arab hükümetlerin dünkü Suudtan hüç bir farkı yoktur..!
Önümüzde ibretler dolu bir tarih var..Milletin geçmişi o milletin geleceğidir...
İslamda İmanda Hz. Muhammedi candan çok sevmektir ve Onun Sünnetine uymaktır...
Allah Peygamberimizin yolundan ayırmasın, bol bol salavat okuyup Sünnetini yaşayanlardan eylesin...


Tren rayları hala duruyor diye biliyorum, bakımsız kalmış ,garib kimsesiz, yaban ellerde.. Sahabenin ve Ehli Beytin (ranhum ecmain) ,hatta Sevgili Peygamberimizin Cennet Makamlarını talan etmekten çekinmeyen yaban ellerde pasla otla kaplanmış duruyor Şanlı Tarihin hatırası..
 

fidanras

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
126
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
s.a
Mekke'nin Ecyad Kalesi'nin (Şehri savunan kale Ecyad saniyorum.) düşmesi sirasinda yaşananlar çok aciklidir.

İngilizler ve Vahhabi Araplar kaleye girdiklerinde yüzleri duvara dönük hareket etmeksizin duran Osmanli askerlerini görürler.Gördükleri manzara karşisinda şaşirirlar.

Çünkü biraz sonra yanlarina yaklaştiklarinda bakarlar ki askerler ölüdür!

Osmanli ecdadimizin askerleri cephanesiz erzaksiz kalipta şehrin savunamadiklarini ve düşeceğini anladiklarinda geri çekilme emrini dinlemeyip yüzleri duvara dönük ölüm orucuyla -utanc içinde- ölmüşler...

Kolay mi?Müslümanin Mekke'yi İngilizlere teslim etmesi,savunamamak?Kolay mı terk edip gitmek?

Bunu ilk duydugumda çok üzülmüştüm.
 

sudelet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Ara 2007
Mesajlar
236
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
selam-ün aleyküm çok güzel açıklarmısınız.ALLAH (c.c.)razı olsun,hepinizden
 

fidanras

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
126
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
"Peygamber soyuna yük taşımak yaraşmaz diyen Osmanlı askerleri Medine halkının ununu, şekerini, yağını evlerine kadar taşırlardı."

Biz de bir zamanlar ne milletmişiz.Öyle bir milletmişiz.
 

hacer oguz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Kas 2007
Mesajlar
22
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Necip Fazıl'ın Vehabilik Değerlendirmesi

ASLINDA VEHABILIK

Hac idaresi işinde, mevcut bütün İslâm ülkelerinin üstünde gördüğümüz ve dolayısıyle Mukaddes mahalleri elinde tutmakta tercihliliğini teslim etmek zorunda bulunduğumuz Suudî Arabistan ile İslâm dünyası arasında tek mesele, tek ukde, tek ayrılık, onun itikat cephesi... Yani Vehabîlik dâvası...

Şu dillere destan Vehabîlik de nedir ve bugün ne durumdadır?

En kısa hatlarla işin tam hakikatini bildirelim:

Vehabîlik, bundan iki buçuk asır kadar önce Muhammed İbn-i Abdülvahhab isimli, Necid taraflarından ve Banî Temim kabilesinden biri eli ve diliyle neşredilmeye başlamış itikadî bir mezhep... Harekete geçişi de iki asra yakın bir zaman evvel Mekke Emîri Şerif Galib ile cenge tutuşmak ve bir süre boğuşmakla...

Muhammed İbn-i Abdülvahhab, fikirlerini yaydığı muhit içinde dâvasına yardımcı ve nüfuzlu bir aksiyon adamı olarak Der'iyye Şeyhi Muhammed İbn-i Suûd ile anlaşmış, onu vasıta diye kullanıp, soy adı olan babasının ismi altında Vahabîliği kurmuş ve işin kuru akla hitap edici ve cahilleri kolayca avlayıcı karakteri sayesinde peşine takılacak yığınlar bulmakta zorluk çekmemiştir.

İlk davranışları üzerine Mısır valisi meşhur Mehmed Ali Paşa tasfiyelerine memur ediliyor (İkinci Mahmut devri) yayılmalarını ve nazik noktaları ellerinde tutmalarını önlüyor, hattâ şefleri İbn-i Suûd'u esir ediyor, fakat Vehabîliği kabuğu içine çekilmek ve arada zuhur fırsatı kollamaya bırakmaktan öteye geçemiyor, yani dışı temizleyip içi kendi haline terketmek zorunda kalıyor.

İkinci Sultan Mahmud emriyle Mısır'dan yedikleri bu darbe üzerine Vehabîler kendi topraklarına çekilip yavaş yavaş gelişmeye başladılar ve kendi öz çevrelerini içten ve dıştan kuşatmakta gecikmediler. İkinci Abdülhamîd Han zamanında bile (1890), Muhammed bin Faysal adlı İbn-i Süûd neslinden şeflerini muhafaza ettiler; ve iç-dış, bin belâ içindeki Osmanlı İmparatorluğunun bu kadar uzaklara ulaşmayı imkânsız kılan zaafından faydalandılar.

Bugünkü Melik ailesi işte bu İbn-i Suûd soyundan..

Vahabîliğin, Arabistan merkezi ve islâm kaynağı Mukaddes sahaya tam yerleşmesi (daha evvel bir sürü giriş-çıkış) Birinci Dünya Harbinden 6 yıl sonra (1924) ve İngilizlerin yardımıyledir.

Vahabîlik nazariyelerinin başı Muhammed İbn-i Abdülvahhab, ne gariptir ki, mesleğine adını koyduğu babası ve öz kardeşi Süleyman tarafından şiddetle suçlandırılmış bir kimse... Kendisine bizzat babası ve kardeşi aykırı...

İlk kanaatlerinin vardığı hüküm, şu:

- Vahabîlere gelinceye kadar hiçbir fert müslüman değildir, olamamıştır!

Yani o tarihe göre 1200 yıl içinde kim gelmiş ve geçmişse müslüman değil!

Böylece mecnunlara hâs bir anlayış sahibi Muhammed Bin Abdülvahhab, sahabîlerden başlayarak bütün Sünnet ve Cemaat ehlini küfürle itham ederken bu ithamın bizzat Allah Resulüne kadar varabileceğini düşünemiyor muydu? Belki de asıl onu düşünüyor; Kâinatın Efendisinden aldığı dini, kurucusunu dışarıda bırakarak kendi hükmüne bağlamak istiyor, yani peygamberliğe özeniyor, fakat bunu birdenbire belirtmeye cesaret edemiyordu. Cinneti, hesaplı cinsten..

Tek kelimeyle Vahabîlik, İslâm içinde bir nevi (Materyalizm - Maddecilik) görüşüdür ve gözüyle görmediği, eliyle dokunmadığı halde Allahı nasıl kabullendiği hayrete şayan olan bu maddeci yalçın görüş, Allah'ın bütün esrar tecellilerini inkâr makamındadır.

"- Allah vardır, gerisi yoktur ve bütün ruhanî bağlılık ve alâkalar şirktir!"

Diyen bir mezhep...

Buradaki "gerisi yoktur!" hükmü, Tasavvufun.

"- Mutlak varlık Alllahındır ve gerisi gölge varlıklardan ibarettir."

Hikmetiyle alâkasız... Hattâ ona ters... Bu hüküm, yüzdeyüz maddeci ve yavan bir akıl göziyle; ve ruhu , ruhaniyeti, evliyayı, Allah katında şefaat ve delâlet makamlarını, Peygamber bâtınını reddedici mahiyette...

Onlarca, bir kabrin başına geçip, (Peygamber dahil) orada yatanın ruhaniyetinden imdat ve delâlet istemek, ona tevessül etmek (vesile göziyle bakmak) küfürdür. Bütün tasavvuf büyükleri (İmam-ı Rabbani dahil) kâfirdir, keramet diye bir şey yoktur, mübarek şahıs veya eşya diye bir şey mevcut değildir, her ölü İaşedir ve neticede ne ruh, ne his, ne bir şey, bütün iç âlem hayâl!...

Vehhabîlik, aslında bir kısır, bir dış perde görüşüdür; ve onların düğüm noktası ruhu, âlemi tanımaz.

(Hac'dan Çizgiler, Renkler Ve Sesler'den)
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Bir zamanlar biz de millet hem de ne milletmişiz
Gelmişiz dünyaya insanlık nedir öğretmişiz
Bir taraftan dinimiz, ahlâkımız, irfanımız;
Bir taraftan kılıçla desteklenen adaletimiz, cömertliğimiz;
Yükselip akın akın gelen kavimleri kucaklamış;

**********

Mâdâm ki alçaklığı bir, ye's ile sirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel'un daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev'ûd-u Hudâ'dan,
Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!

Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş...
Sesler de: 'Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş! '
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar...
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me'mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
'İş bitti... Sebâtın sonu yoktur! ' deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye'se kapılma.
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
herkese selamün aleyküm, teşekkür ederim
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
s.a
Mekke'nin Ecyad Kalesi'nin (Şehri savunan kale Ecyad saniyorum.) düşmesi sirasinda yaşananlar çok aciklidir.

İngilizler ve Vahhabi Araplar kaleye girdiklerinde yüzleri duvara dönük hareket etmeksizin duran Osmanli askerlerini görürler.Gördükleri manzara karşisinda şaşirirlar.

Çünkü biraz sonra yanlarina yaklaştiklarinda bakarlar ki askerler ölüdür!

Osmanli ecdadimizin askerleri cephanesiz erzaksiz kalipta şehrin savunamadiklarini ve düşeceğini anladiklarinda geri çekilme emrini dinlemeyip yüzleri duvara dönük ölüm orucuyla -utanc içinde- ölmüşler...

Kolay mi?Müslümanin Mekke'yi İngilizlere teslim etmesi,savunamamak?Kolay mı terk edip gitmek?

Bunu ilk duydugumda çok üzülmüştüm.

aleyküm selam
evet çok acı hatıralar bunlar..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt