Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Unuttuk ey Rabbimiz; Bağışla bizi (1 Kullanıcı)

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
43
Unuttuk ey Rabbimiz; Bağışla bizi


Unuttuk ey Rabbimiz!
Er–Rahman: “Ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukata sayısız nimetler veren”
Er–Rahim: “Pek ziyade merhamet edici, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükafatlandırıcı”
El–Melik: “Bütün kainatın sahibi ve mutlak surette hükümdarı”
El–Kuddûs: “Hatadan, gafletten, acziyetten ve her türlü eksiklikten çok uzak, pek temiz”
El–Mü’min: “Gönüllerde iman ışığı uyandıran, kendine sığınanlara aman verip onları koruyan, rahatlandıran”
El–Azîz: “Mağlup edilmesi mümkün olmayan”
El–Khalik: “Her şeyin varlığını ve varlığı boyunca geçireceği halleri, hadiseleri tayin ve tespit eden, ona göre yaradan, yoktan var eden”
El–Kahhar: “Her şeye, her istediğini yapacak surette galip ve hakim”
El–Vahhâb: “Çeşit çeşit nimetleri hep bağışlayıp duran”
Er–Rezzâk: “Yaratılmışlara faydalanacakları şeyleri ihsan eden”
El–Fettâh: Her türlü müşkülleri aşan ve kolaylaştıran”
El–Alîm: “Her şeyi çok iyi bilen”
El–Kâbid: “Sıkan, daraltan”
El–Bâsıt: “Açan, genişleten”
El–Hafıd: “Alçaltan”
Er–Rafi’: “Yükselten”
El–Muiz: “İzzet veren, ağırlayan”
El–Müzil: “Zillete düşüren, hor ve hakir eden”
Es–Semî’: “İyi işiten”
El–Basîr: “İyi gören”
El–Hakem: “Hükmeden, hakkı yerine getiren”
El–Adl: “Çok adaletli”
El–Latîf: “En ince işlerin bütün inceliklerini bilen, ince ve sezilmez yollardan kullarına çeşitli faydalar ulaştıran”
El–Habir: “Her şeyin iç yüzünden, gizli tarafından haberdar”
El–Azîm: “Pek azametli”
El–Ğafûr: “Mağfireti çok”
Eş–Şekûr: “Kendi rızası için yapılan iyi işleri daha fazlasıyla karşılayan”
El–Aliy: “Pek yüksek”
El–Kebir: “Pek büyük”
El–Hafîz: “Yapılan işleri bütün tafsilatiyle tutan, her şeyi belli vaktine kadar afat ve beladan saklayan”
El–Mukît: “Her yaratılmışın azığını veren”
El–Hasib: “Muhasip: Herkesin hayatı boyunca yapıp ettiklerinin, bütün tafsilat ve teferruatıyla hesabını iyi bilen”
El–Celîl: “Celal ve ululuk sahibi”
El–Kerîm: “Keremi bol”
Er–Rakîb: “Bütün varlık üzerinde gözcü, bütün işler murakabesi altında bulunan”
El–Mucîb: “Kendine yalvaranların isteklerini veren”
El–Vasî’: “Geniş ve musaadekar”
El–Hakîm: “Emirleri ve bütün işleri hikmetli”
...ve daha bir çok “Esmâü’l Hüsnâ/güzel isimlerini”, o isimlerin sahibi olduğunu unuttuk, yani seni unuttuk ey Rabbim!
Bağışla bizi.
...Ve bizi “unutma!”
“Münafıkların erkekleri ve kadınları, birbirlerinin tıpkıdırlar. Kötülüğü emrederler iyiliği yasaklarlar. Ellerini sıkı tutarlar (hayır yapmazlar). Onlar Allah’ı unuttular; Allah da onları unuttu. Doğrusu münafıklar fâsıkların ta kendileridir” (Tevbe, 9/67).
“Ve o kimseler gibi olmayın ki, Allah’ı unutmuşlar, hem (Allah) da onlara kendilerini unutturmuştur. İşte bunlar fâsıkların ta kendileridir” (Haşr, 59/19).
“Onlara, “siz bu gününüze kavuşacağınızı unuttuysanız, biz de bugün sizi unutacağız. Sizin yeriniz ateştir ve size yardımcılardan hiç kimse yoktur. Bunun sebebi şu; Çünkü siz Allah’ın ayetlerini eğlenceye aldınız ve sizi dünya hayatı aldattı (denilecektir)” (Casiye, 45/34–35).


Ve...“Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk veya hata ettikse, bizi muaheze etme” (Bakara, 2/286).
Amin!



Amin..
Amin...
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38


Evet amin mir_erhan kardeşim. Teşekkür ederim.



Kur’an’da insanın Allah’la ilişkisinde “unutma” fiili üç biçimde geçiyor.


1) İnsan’ın Allah’ı unutması.


2) Allah’ın insanı unutması.


3) Allah’ın insana kendi kendini unutturması



Bu konuda şu iki ayeti okuyalım:

“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan (fasık) kimselerdir.” (Haşr Suresi 19)


“Münafık erkeklerle münafık kadınlar (sizden değil) birbirlerindendirler. Kötülüğü emrederler iyiliği yasaklarlar ve ellerini kapatırlar (cimrilik yaparlar.) Onlar Allah’ı unuttular Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar fasıkların taa kendileridir.” (Tevbe Suresi 67)

Kur’an açısından baktığımızda problemin “insanın Allah’ı unutması”nda toplandığı açıktır: İnsan Allah’ı unutunca Allah da insanı “unutuyor” veya Allah insana kendi kendisini unutturuyor.

Yine Kur’an açısından baktığımızda “Allah’ı unutan insanlar”ın “münafıklar” veya “fasıklar” olduğunu öğreniyoruz. Yani Kur’an bize “Allah’ı unutma” fiilinin ancak münafık ve fasıklara yakışacağını öğretmiş olmaktadır.

Kur’an’da insanla ilgili unutma fiilinin bir de “Hesap Gününü unutma” biçiminde zikredildiğine tanık olmaktayız. Casiye Suresi’nin 34’üncü ayeti şöyledir:


“O gün şöyle denilir: ‘Siz dünyada bugüne kavuşmayı nasıl unuttuysanız Biz de sizi öylece unutacağız. Yeriniz ateştir ve sizin için yardımcılardan hiç kimse de yoktur.’
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
43
düşünenler içi gerçekten her şey çok açık orta da
herşeyi açık belirtmiş yüce Allah...

Allahın kendini unutturmaması da biraz sıkıntı dertlerle olurkki
o aslında Allahın kuluna bir nimetidir..kendini hatırlatıyor..

şeytana ve nefse uymaktan Allaha sığınırım....


Ve...“Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk veya hata ettikse, bizi muaheze etme” (Bakara, 2/286).
Amin!


Ellerine sağlık Allah razı olsun ..düşünüp nasiplenenlerden oluruz inşallah.
selam ve dua ile
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
düşünenler içi gerçekten her şey çok açık orta da
herşeyi açık belirtmiş yüce Allah...

Allahın kendini unutturmaması da biraz sıkıntı dertlerle olurkki
o aslında Allahın kuluna bir nimetidir..kendini hatırlatıyor..

şeytana ve nefse uymaktan Allaha sığınırım....


Ve...“Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk veya hata ettikse, bizi muaheze etme” (Bakara, 2/286).
Amin!


Ellerine sağlık Allah razı olsun ..düşünüp nasiplenenlerden oluruz inşallah.
selam ve dua ile

Sizden de Allah razı olsun mir_erhan kardeşim, Duanıza yürekten amin kardeşim, cümlemize İnşaAllah.
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
«Hepiniz teker teker oraya (cehenneme) mutlaka gireceksiniz»

Mealindeki âyet-i kerime indiği zaman Peygamber'imizin ümmeti hesabına duyduğu korku artmış ve hüngür hüngür ağlamıştı.



Allah'ım, ey bağışlayıcıların ulusu! Rahmetin sayesinde bizi ateşten ve ateşe yaklaştıracak her türlü kötülükten koru, bizi iyilerle birlikte cennetine koy.

Allah'ım! Kusurlarımıza göz yum, başımızdakileri güvenilir kıl. Ayak sürçmelerimizden sonra dengeye kavuşmamızı nasib eyle ve huzurunda bizi rezil eyleme, ey merhametlilerin en merhametlisi.

Salât ve selâm Peygamber'imize, O'nun yakınları ile sahabîleri üzerine olsun.
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
“Rabbimiz, eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevla’mızsın, kafirlere karşı bize yardım et” (Bakara, 286).

“Rabbimiz bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın.” (Al–i İmran, 8).
Rasulullah Efendimiz (sas) “Ayakkabınızın bağı kopsa onu Allah’tan isteyiniz“ buyuruyor. Kulun her zaman Rabbi ile beraber olmaya çalışması, bunun için bazen şükretmesi, bazen dua etmesi, O’na sığınması, bazen O’ndan sabır istemesi ama mutlaka O’nunla bir bağlantı halinde olması gerekli.

Eğer insan Allah ile olan gönül bağını koruyabilirse o zaman “Ey Rabbim Senin bütün işlerin güzeldir, hikmetinden sual olunmaz” diyebiliyor. Eğer bu rabıtayı güzelce koruyamazsa sebeplere takılıyor: ”Bu neden böyle olmadı, şu şöyle olsaydı” diyerek kalbini boş yere üzüyor. Yani kesrette vahdeti bulamıyor. Allah’ı isimleri, sıfatları ve fiilleri ile tanıyamadığı için boş yere sıkıntı çekiyor.
Her ne halde olursak olalım, ister darlıkta, ister genişlikte her zaman Allah’ı anmamız gerekiyor. Enfal Suresi 64. ayette buyrulur ki: ”Ey Peygamber, Sana da Sana tâbi olan müminlere de Allah yeter”.

Allah’ın bize yeter oluşu çok önemli bir hakikattir. Bu hakikatin farkına varmak ve gerçek tevekküle erişmek mümini rahatlatır. Saffat Suresi 99. ayetinde “Ben Rabbime gidiciyim” buyruluyor. Bizler Allah’tan geldik yine O’na döneceğiz. Dünyadaki oyalanmanın içinden sıyrılıp bu büyük gerçeğin peşinden gitmemiz gerekiyor. Her iki cihan saadetine ulaşabilmek için Allah’ı bilme, tanıma yolunda küçük de olsa adımlar atmamız, Kur’an okuyarak, Allah’ı zikrederek ve kitap okuyarak Kainat’a bakışımızı geliştirmek zorundayız.

Rasulullah Efendimiz (sas) “Halkın derece itibarıyla en yücesi Allah’ı zikredenlerdir” ve “Sana Allah’ı zikretmeyi tavsiye ederim. Çünkü zikrullah dünyadan gelecek sıkıntılarda sana teselli verir” buyurmaktadır.
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
Ariflere göre Allah’ı, bize olan tecellileri ile biliriz, müşahade ederiz. Allah’ı çeşitli vesileler ile andığımızda –namazda, virdimizi çekerken ve ya Kur’an–ı Kerim tilavet ederken olduğu gibi– O’na olan yakınlığımız, O’nla olan tanışıklığımız artar. Yaşadığımız olaylarda Rabbimizin deyim yerindeyse izlerini, etkilerini görmeye başladığımızda, bir imtihan sürecinde olduğumuzu yeniden hatırlarız. Bir bakarsınız sizin olumsuz olarak değerlendirdiğiniz bir olay zaman içinde hayra dönüşüyor. O zaman “bekleyelim de görelim” diyorsunuz. Çoğu zaman acılar tatlıya bağlanıyor. Allah (cc) kendisini olayların ardında hatta insanların sözlerinin arkasında gizliyor. Allah’ı çok andığımızda gizlenen mutlak güzellik bir şekilde ortaya çıkıyor.

Elimize bir tespih alıp Allah’ı ve ya Rasulünü andığımızda anılan lafızlar zamanla hayatın içinde görülmeye başlıyor. O zaman Allah’ı her halukarda anmak istiyoruz. Kalpten bir vaiz lafızları hatırlatıyor, kimi zaman “Lailahe illallah Muhammedün Rasulullah” diyoruz, kimi zaman “La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyül azim”, bir şeylere kızdığımızda “Hasbünallah veni’ melvekil veni’men Mevla veni’men nasir”, kimi zaman Esma ül Hüsna’dan seçilmiş güzel isimlerle O’nu andığımızda Allah da tevfikini refik eyliyor. Yani Allah’ın yardımı size dost, arkadaş, yoldaş oluyor. Arkadaşımız Allah olunca bizlere de bir güven geliyor, gelmesi gerekli.

“Rasulullah Efendimiz(sav) şöyle buyurmuştur: “Allah–ü Teala bir kuluna hayır murad ederse, o kuluna kalbinden bir vaiz kılar.” Yine Rasulullah Efendimiz, “Her kime kalbinden vaiz olursa, o kimse üzerine Allah’tan bir bekçi olur. Ve bu kalpte zikir yerleşir kalır” buyurmuştur.

Kalbin cilası ve kalp gözünün açılması zikirle hasıl olur ve zikr–i daim’i ancak muttakiler meşgale haline getirirler. Binaenaleyh takva zikrin kapısıdır. Zikir de keşfin kapısıdır. Keşif de fevz–i ekber yani en büyük ve ebedi kurtuluş kapısıdır. Bu saadet, Hakk’a kavuşmak ve vuslat etmektir.” (İslam’da Zikir, Prof. Dr. Haydar Baş, s.200).

Merhaba sevgili okuyucular hatalar yapıyoruz, tevbe ediyoruz, şükretmek istiyoruz “Hamdü senalar olsun” diyoruz, Rasulullah Efendimize (sav) salavat getiriyoruz, tevhid ediyoruz, Allah diyoruz. Böylece gönüllerde huzur buluyor.

(Yazar: Kevser Doyurum)
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
Dua ve Zikir - İmamı Gazali


Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Her namazdan sonra otuzüç defa sübhanallah, otuzüç defa elhamdülillah ve otuzüç defa Allâhu Ekber deyip yüz sayısını da lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr ile tamamlayan kimsenin, deniz köpüğü kadar dahi olsa bütün günahları bağışlanır.31

Günde yüz defa sübhânallâhi ve bihamdihî diyen kimsenin deniz köpüğü kadar dahi olsa tüm günahları affolunur.32

Adamın biri Hz. Peygambere gelerek şu şikayette bulunur:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Dünya bana sırt çevirmiş ve elimdeki servet de azalmıştır. (Bu konuda ne buyuruyorsunuz?)
- Sen meleklerin namazı gibi namaz kılıp, mahlûkâtın tesbihî gibi tesbih etmez misin? Onlar bu namaz ve tesbih sayesinde rızıklanmaktadır?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Meleklerin namazı ile mahlûkatın tesbihi de nedir?
- Fecir ile sabah namazı arasında 'Sübhânallâhi ve bi hamdihî sübhânallâhil-azîm estağfirullah' (Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir. Bunu, kendisinin hamdiyle itiraf ediyorum. Azîm olan Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir. O'ndan af dilerim) kelimelerini yüz defa söyle! Bunu yaptığın takdirde dünya zelîl ve itaatkâr olarak sana gelecektir. Diğer taraftan Allah Teâlâ bu sözlerin herbir kelimesinden, kıyâmete kadar kendisini tesbih ede cek bir melek yaratır ki bu tesbihin sevabı da senin defterine yazılır.33

Kul elhamdülillâh dediğinde bu kelime (mânen) gök ile yer arasını, ikinci defa dediğinde ise tâ yedinci gökten yerin en alt tabakasına kadar doldurur. Üçüncü defa elhamdülillâh dediği zaman da Allah Teâlâ, ona 'Ey kulum! İste! İstediğin sana verilecektir' karşılığını verir. 34

Rıfâe ez-Zarkî (veya Zurkî)35 şöyle anlatır: Bir gün Hz. Peygamber'in ardında namaz kılıyorduk. Başını rükûdan kaldırıp da Semiallâhü limen hamideh dediğinde cemaatten birisi Rabbenâ lekel-hamd hamden kesîren tayyîben mübâreken fîh (Ey rabbimiz! Bol, güzel ve bereketli hamd sana mahsustur) dedi. Namazdan sonra Hz. Peygamber 'Demin konuşan kimdi?' diye sordu. O şahıs kalkarak 'Ey Allah'ın Rasûlü! Konuşan bendim' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Otuz küsûr meleğin, senin söy-lediğin kelimeleri yazmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm'.36

(Kur'an'da) el-Bâkıyâtu's sâlihât (diye tâbir edilen kelimeler) şunlardır: a) Lâ ilâhe illallah (Allah'tan başka hak ma'bud yoktur), b) Sübhânallah (Allah'ı her türlü eksiklikten ve noksanlıktan tenzih ederim), c) Elhamdülillâh (Hamd ancak Allah'a mahsustur), d) Allâhu Ekber (Allah herşeyden daha yücedir), e) Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh (Günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş ancak Allah'ın yardımıyladır).37

Yeryüzünde bulunup da 'Allah'tan başka ma'bud yoktur. O herşeyden daha yücedir. Allah'ı her noksanlıktan tenzih ederim. Hamd O'na mahsustur. Günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş ancak Allah'ın kudret ve kuvvetiyle olur' diyen hiç kimse yoktur ki deniz köpüğü kadar dahi günahı olsa bağışlanmış olmasın'.

Bu hadîs, İbn Ömer'den rivayet edilmiştir.38

Nu'man b. Beşir Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder:
Allah'ın celâlini zikrederek tesbih ve tekbirle hamdini yerine getirenlerin zikir, tesbih, tekbir ve tahmidleri Allah Teâlâ'nın arşını çepeçevre arı kovanı gibi vızıltıları olduğu halde- kuşatır ve böylece sahiplerini, yani dünyada kendilerini yapan kimseleri anarlar. Hanginiz Allah nezdinde kendisini devamlı olarak anan birşeyi olsun istemez.39
Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder:

'Allah'ı tenzih ederim. Hamd O'na mahsustur. O'ndan başka ma'bud yoktur. O herşeyden yücedir' demem, benim yanımda, üzerine doğan herşeyden daha sevimlidir.40
Hadîsin diğer bir rivayetinde lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh sözleri de vardır. Aynı rivayette Hz. Peygamber'in bu kelimenin dünyadan ve içindeki herşeyden daha hayırlı olduğunu da söy-lediği belirtilmektedir.
Semure b. Cündüb'ün rivayet etmiş olduğu başka bir hadîste de Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Allah katında en sevimli kelimeler şu dört kelimedir: a) Sübhânallah, b) Elhamdülillâh, c) Lâ ilâhe illallah, d) Allâhu Ekber. Bu kelimelerin herhangi birisinden başlamakta bir beis yoktur!41

Ebu Mâlik el-Eş'arî Rasûlullah'tan şu hadîsi rivayet etmiştir:
Temizlik imanın parçasıdır (veya yarısıdır). Elhamdülillâh sözü (kıyâmet gününde kişinin) mizânını doldurur. Sübhânallâhi vallâhu ekber sözü de (mânen) yer ile gök arasını doldurur. Namaz nûrdur. Sadaka (kıyâmet gününde sahibi için bir) burhan ve delildir. Sabır aydınlık ve ışıktır. Kur'an ise lehte veya aleyhte hüccettir. İnsanlar ya nefsini satıp onu felâkete düçâr veya nefsini satın alıp onu âzâd ettikleri halde sabahlarlar.42

Ebu Hüreyre Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: Söylenmeleri kolay olup mizanda ağır gelen iki kelime vardır ki bunlar, Rahmân olan Allah'ın nezdinde de sevimli kelimelerdir. Bu iki kelime, Sübhânallâhi ve bihamdihî (Kendisinin hamdiyle Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim) ile Sübhânallâhi'l-azîm (Azîm olan Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim) kelimeleridir.43

Ebu Zer el-Gıfârî (r.a) 'Allah nezdinde en makbûl ve en sevimli konuşma hangisidir?' diye sorduğunda, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: 'Allah Teâlâ'nın melekleri için konuşma olarak seçtiği şu cümlelerdir: Sübhânallâhi ve bihamdihî (Kendisinin hamdiyle Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim). Sübhânallâhi'l-azîm (Yüce olan Allah her çeşit eksiklik ve nok-sanlıktan münezzehtir)'.44

Ebu Hüreyre Rasûlullah'tan (s.a) şu hadîsi rivayet eder:
Allah Teâlâ konuşmalardan şu cümleleri seçmiştir: 'Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd O'na mahsustur. Allah'tan başka ma'bud yoktur. O herşeyden daha büyüktür'. Kul Sübhânallah dediği zaman kendisine yirmi hasene yazılır ve defterinden de yirmi seyyie silinir. Allâhu Ekber dediği zaman da aynı şey olur.45

Hz. Peygamber hadîste geçen diğer kelimeleri de aynı minvâl üzere değerlendirmiştir.

Câbir (r.a), Rasûlullah'tan (s.a) şu hadîsi rivayet eder:
Kim 'Sübhânallâhi ve bi hamdihî' derse onun için cennette bir hurma ağacı diktirilir.46

Ebu Zer el-Gıfârî (r.a) şöyle anlatır: Ashâb-ı kirâmın fakirleri Hz. Peygamber'e gelerek şöyle dert yandılar: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Zenginler bütün ecirleri elde etmektedirler. Bizim kıldığımız gibi namaz kılar, tuttuğumuz gibi oruç tutarlar; üstelik de mallarının fazlasını Allah yolunda sadaka olarak verirler. (Oysa biz bunlardan mahrumuz)'. Rasûlullah da şöyle cevap verdi: Allah Teâlâ'nın size, kendi yolunda sadaka olarak vereceğiniz birşey ihsân etmediğini mi sanıyorsunuz? Sizler için her tesbîhinize karşılık bir sadaka ecri olduğu gibi, her tahmid (hamd) ve tehlîlinize (Lâ ilâhe illâllah) karşılık da bir sadaka ecri vardır. Her getirdiğiniz tekbir bir sadaka sayılır. Yapacağınız emr-i bil-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münkeriniz de sadakadır. Herhangi birinizin hanımının ağzına koyduğu lokmalar da sadakadır. Hatta hanımınızla cimâ' etmeniz bile sadakadır.
Bu söz üzerine, gelenler Rasûlullah'a sordular:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Herhangi birimize, şehvetini dindirdiği cimâ'da da mı ecir vardır?
- Söyleyin bakalım kişi bu fiili helâliyle değil de, bir yabancıyla ve zinâ olarak yapsaydı günah olur muydu?
- Evet, yâ Rasûlullah! Günah olurdu.
- İşte zina yapmakta günah olduğu gibi, helâliyle cimâ' etmekte de ecir vardır.47

Ebu Zer el-Gıfârî (r.a) Hz. Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Servet sahipleri ecir hususunda bizi geçtiler. Bizim söylediklerimizi onlar da söylemekte ve üstelik de infakta bulunmaktadırlar. Bizse, malımız olmadığı için infakta bulunamıyoruz' der. Hz. Peygamber de ona şöyle cevap verir:

Ey Ebu Zer! Sana, yaptığın takdirde senden önce geçmiş olanlara yetişmeni ve senden sonra gelecek olanlardan da üstün olmanı sağlayacak bir ameli haber vereyim mi? Ancak bu ameli yapanlar seninle eşit olabilir. Bu amel de her namazdan sonra otuzüç defa sübhânallah, otuzüç defa elhamdülillâh ve otuzdört defa da Allâhu Ekber demendir.48

Buseyre adlı sahâbî kadın da Rasûlullah'tan şu hadîsi rivayet etmektedir: Ey kadınlar! Tesbih, tehlil ve takdisi çokça yapınız ve sakın gâfillerden olmayınız. Bunları yaparken de parmaklarınızla sayınız; çünkü parmaklar şahitlik yapacaklardır.49

Yani parmaklar kıyâmet gününde Allah'ın huzurunda, kendileriyle tesbih, tehlil ve takdis yaptığınıza dair şahidlik edeceklerdir.

İbn Ömer (r.a) şöyle diyor: 'Rasûlullah'ın tesbih sırasında parmaklarını kapattığını gördüm'.50

Ebu Hüreyre ve Ebu Said el-Hudrî'nin şehadetiyle Allah Rasûlü'nün (s.a) şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
Kul 'Lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber' dediği zaman, Allah Teâlâ karşılık olarak 'Kulum doğru söyledi. Benden başka ma'bud yoktur ve ben herşeyden daha yüceyim' buyurur. Kul 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh' dediği zaman Allah Teâlâ 'Kulum doğru söyledi. Benden başka mâ'bud yoktur' der. Kul 'Lâ ilâhe illallah ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâh' dediği zaman da "Kulum doğru söyledi. Günahtan vazgeçip ibadete yönelmek ancak benim kuvvetimle olur. Bu kelimeleri son nefesinde söyleyen kimseyi ateş yakmaz buyurur.51

Mus'ab b. Sa'd'ın babasından rivayet ettiğine göre Rasûlullah sahabîlerine şöyle der:
- Herhangi biriniz günde bin hasene kazanamaz mı?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bu nasıl olur?
- Günde Allah'ı yüz defa tesbih eden kimseye bin hasene
yazılır ve aynı zamanda bu kimseden bin seyyie düşürülür;
yani defterinden silinir.52

Hz.Peygamber (s.a),Abdullah b.Kays'a (Ebu Musa el-Eş'ârî'ye) şöyle der:
- Sana cennet hazinelerinden birini haber vereyim mi?
- Evet, ey Allah'ın Râsûlü!
- O halde lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh de!53

Başka bir rivayette Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sana arşın altındaki hazineden bir kelime öğreteyim mi? Bu kelime lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh'tır.

Ebu Hüreyre şöyle rivayet ediyor:
Sana arşın altındaki cennet hazinelerinden olan bir amel öğreteyim mi? Bu amel 'Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh' demektir. Kul böyle dediği zaman, Allah Teâlâ ona şu karşılığı verir: 'Kulum bana itaat etti ve teslim oldu'. 54

Bir başka hadîs de şöyledir:
Kim sabahladığı zaman, 'Rabb olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, imam olarak Kur'an'a, rasûl ve nebî olarak da
Muhammed Mustafâ'ya râzı oldum' derse, Allah Teâlâ'ya kıyâmet gününde o kulunu râzı etmek düşer.55

Başka bir rivayet de 'Kim böyle derse Allah ondan razı olur' şeklindedir.

Tâbiîn-i kirâmdan Mücâhid (r.a) şöyle buyurmaktadır "Kişi evinden çıktığı zaman Bismillah derse, beraberinde bulunan melek 'Sen hidayete erdin ve isabet ettin' der. Tevekkeltü alellah dediği zaman 'Sen bütün kötülüklerden emin oldun'; Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh dediği zaman 'Sen korundun' der. Bunun üzerine bütün şeytanlar o kişinin etrafından dağılıp kaçarlar ve bir birlerine 'Hidayete ermiş ve Allah'ın himâyesine girerek korunmuş bir kişiden ne istiyorsunuz? Çünkü böyle bir kişiyi saptırmanız mümkün değildir' derler".

Eğer 'Dile bu kadar hafif ve zahmeti bu kadar az olan Allah'ın zikri neden o kadar meşakkatli ve zahmetli olan diğer ibâdetlerden daha üstün ve faydalıdır?' diyecek olursan şöyle cevap veririz: Bu meseleyi derin bir şekilde tedkik etmek mükâşefe ilminin kapsamına girer.

Muamele ilminde söylenilmesine izin verilen miktarı şudur: Faydalı ve tesirli olan zikir, ancak huzur-u kalple ve daimî olarak yapılan zikirdir. Gafil bir kalple yapılan zikir ise, sadece lisan ile yapıldığı için pek büyük menfaatler sağlamaz. Bu keyfiyeti teyid eden nice haberler vardır. Kısa bir müddet huzur-u kalple zikir yapıp kalan zamanlarında Allah'tan gafil olarak dünya ile meşgul olunması menfaati az hareketlerdendir. En faydalısı devamlı olarak Allah'tan gafil kalmaksızın kalp huzurunu temin etmektir veya hiç olmazsa vaktin çoğunu bu şekilde geçirmektir. İşte böyle bir zikir, ibâdetlerden üstündür ve böyle bir zikirle diğer ibadetler de şereflenirler. Zaten amelî ibadetlerin semeresi ve gayesi böyle bir zikirdir.
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
Zikrin evveli ve âhiri vardır. Evveli, Allah ile ünsiyet ve muhabbeti gerektirir. Sonu ise, yine ünsiyet ve muhabbet gerektirmekte ve bu ünsiyet ve muhabbetten sudûr etmektedir. Zikirden gaye de bu ünsiyet ve muhabbeti elde etmektir. Mürid, işin başında kalbini ve lisanını vesveselerden zoraki olarak çevirip Allah'ın zikrine yöneltir. Eğer bu zikri devamlı bir şekilde yapmaya muvaffak olursa sonunda onunla ünsiyet kazanır ve va'dedilenin sevgisi kalbine yerleşir. Bu keyfiyet sana uzak ve garip görünmesin; çünkü sıradan işlerde de kaide şudur ki; hazır bulunmayan bir kimseyi, yanında devamlı olarak anmak sûretiyle hazırda bulunan bir kişinin kalbine yerleştirmek mümkündür.

Böylece kişi, huzurunda sık sık yâdedilen kimseyi sevmeye başlar. Hatta bazen vasıflarını çok işittiğinden ve yanında fazlasıyla yâdedilmesinden ona âşık bile olur. Böylece ilk önce zoraki olarak ve çokça yâdetmekle âşık olan kimse sonunda o mâşuku çokça yâdetmek durumunda kalır; öyle ki onu yâdetmeksizin duramaz olur.

Zira herhangi birşeyi seven kimse onu çokça yâdetmeye başlar. Tekellüf de olsa birşeyi çokça yâdeden kimse sonunda onu sevmeye başlar. İşte böylece zikrin evveli tekellüf ve zorluktur. Bu hal yâdedilenin sevgisinin ve ünsiyetinin yâdedenin kalbinde yerleşmesine kadar devam eder. Sonra yâdeden kalbine yerleşmiş olan şeyi veya kimseyi yâdetmekten kendisini alamaz. Bu bakımdan bu sefer icab ettiren icab olunan, meyve de meyve veren olur.

Âriflerden birinin 'Yirmi sene Kur'an'ın meşakkatini çektikten sonra yirmi sene de onunla nimettendim' sözünün mânâsı da bu olsa gerektir; zira nimetlenmek ancak ünsiyet ve muhabbetten sudûr eder. Ünsiyet ise ancak zorluklar tabiî hâle dönüşünceye kadar uzun süre meşakkatlere katlanmaktan sudûr eder. Bu bakımdan bu durum nasıl uzak ve garip olarak karşılanabilir? Oysa insanoğlu önceleri sevmediği bir yemeği kendisini zorlamak suretiyle yeyip meşakkatini çeker ve böyle devam ederse, sonunda sevmeye başlar. Hatta bazen öyle bir hale gelir ki, artık onsuz duramaz.

Nefis tekellüfle kendisine yükletilen şeyi, tahammül etmek sûretiyle âdet hâline getirir. (Nitekim, şâir bu hakikati şöyle ifade etmiştir 'Nefis, kendisine yüklenilen herhangi birşeyi âdet edi-nir'. Yani başta hoşlanmayıp zoraki bir şekilde kendisine yüklenen birşeye sonunda alışır ve o şey kendisi için tabiî olur.

Bu girişlerden sonra (bilmelisin ki) Allah'ın zikriyle ünsiyet kazanan kimse başkalarının zikrinden ayrılır. Başkalarından maksat ölümü anında insanoğlundan ayrılan şeylerdir. Kabirde insanoğluyla beraber ne ehli, ne malı, ne çocuğu ve ne de makam ve rütbesi kalır. Onunla beraber ancak Allah'ın zikri kalır. Eğer hayattayken bu zikir ile ünsiyet kazanmışsa kabirde ondan faydalanır. O anda dünyada iken kendisini Allah'ın zikrinden alıkoyan herşeyin sonu gelir ve böylece zikir ile başbaşa kalır. Bu zikirde lezzetin her çeşidini bulur; zira dünya hayatında zarurî ihtiyaçlar kendisini ister istemez Allah'ın zikrinden alıkoymuştur. Ölümden sonra ise, böyle birşey sözkonusu değildir.

Böylece kişi ölümden sonra, mahbubuyla başbaşa kalmış olur ve ona olan hayranlığı da artar. Kendisini mahbubundan alıkoyan hapishaneden de kurtulmuş olur. Bu sırra binâen Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ruh'ul-Kudüs (Cebrâil veya Allah'ın fermânı) kalbime şöyle üfledi: 'İstediğini sevebilirsin. (Nasıl olsa) ondan ayrılacaksın'.56

Hz. Peygamber burada dünya ile ilgili şeyleri kasdetmektedir; zira dünya ile ilgili herşey ölümle sona erer. Bu bakımdan yeryüzündeki her nesne fânidir; ancak celâl ve ikrâm sahibi olan rabbinin zâtı bâkîdir, ebedîdir. Kişinin ölümüyle dünya sona erer. Fakat dünyanın asıl sona erişi kendisi için tâyin edilen vakittedir. Kul öldükten sonra, Allah Teâlâ'nın huzuru manevîsine varıncaya kadar bu ünsiyetten faydalanır.

Kabirlerde haşrolunduktan sonra zikirden mülâkat mertebesine yükselmiş ve böylece göğüslerdeki hakîkat açığa çıkar. Sakın 'Ölümünden sonra insanın yanında Allah'ın zikri kalmaz' diye inkâra kalkışma ve 'İnsan yok oldu. Bu bakımdan Allah'ın zikri nasıl olur da onunla kalır?' deme. Zira insanoğlu, ölümle, yanında zikir kalmayacak şekilde yok olmaz. Aksine onun yokluğu dünya ve mülk ile şehâdet âlemindendir. Melekût aleminden ise yok olmuş değildir; bilakis o âlemde vardır.

Nitekim Hz. Peygamber şu hadîs-i şerîfleriyle bu hususa işaret etmiştir: Kabir, ya ateş (cehennem) çukurlarından bir çukur veya cennet bahçelerinden bir bahçedir.57

Şehidlerin ruhları yeşil kanatlı kuşların kursaklarındadır.58

Bedir'de öldürülen müşrikler hakkında vârid olan şu hadîs-i şerîf de aynı şekilde, bir işarettir:
Ya filân! Ya filân! Rabbinizin size va'dettiğini hak olarak buldunuz mu? Ben rabbimin bana va'dettiğini hak olarak buldum.
Resulullah'ın bu konuşmasını dinleyen Hz. Ömer (r.a) sorar: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ölüler nasıl duyup, sana nasıl cevap verebilirler ki?' Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurur: 'Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, onlar benim konuşmamı sizden daha iyi duyarlar. Fakat cevap vermeye muktedir değillerdir'. (Müslim)

Rasûlullah mü'minler ve şehidler hakkında şöyle buyurmuştur: 'Ruhları yeşil kanatlı kuşların kursağında olup Allah'ın arşının altında asılıdırlar'.59

Şu hâl ve bu kelimelerle işaret olunan durum, Allah Teâlâ'nın zikrine münâfi ve zıt düşmemektedir.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Sakın Allah yolunda öldürülenleri 'ölüler' sanma. Doğrusu onlar rableri katında diridirler. Cennet meyvelerinden rızıklanırlar. Onlar Allah'ın kendilerine verdiği ihsandan dolayı neşeli hâldedirler ve arkalarından kendilerine şehadet rütbesiyle katılamayan mücahidler hakkında şunu müjdelemek isterler. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır, (Âlu îmran/169-170)

Allah Teâlâ'nın zikr-i ilâhîsinin şerefi için şehadet mertebesi bu kadar yüceldi. Zira hedef hâtime ve sonuçtur. Hâtime ve sonuçtan gayemiz dünyaya vedâ edip kalbin Allah ile müstağrak olduğu hâlde onun huzuruna varmak ve ondan başka herşeyden bütün ilgileri kesmektir.

Bu bakımdan eğer bir kul himmetini tamamen Allah Teâlâ'ya hasredebiliyorsa, bilmiş olsun ki bu hâl üzere ölmeyi ancak muharebe saflarında elde edebilir. Zira bu saffa iştirâk eden bir kimse, canından, malından, ailesinden ve evlâdından vazgeçmiştir. Hatta bütün dünyadan vazgeçmiştir. Çünkü böyle bir kimse dünyayı ahiret için ister...

Böyle bir yere takılmakla Allah sevgisi yolunda hayatını hiçe saymış ve ancak onun rızasını taleb etmiştir. Allah Teâlâ için her şeyinden tecerrüd etmekten daha büyük birşey düşünülemez ve bundandır ki, şehidlik mertebesi Allah tarafından üstün kılınmıştır. Hakkında hadsiz hesapsız faziletler vârid olmuştur.

Nitekim Abdullah b. Amr el-Ensârî Uhud savaşında şehid düştüğü zaman Hz. Peygamber (s.a), oğlu Câbir'e şöyle demiştir:
- Ey Câbir! Sana müjde vereyim mi?
- Evet! Allah sana hayırlı müjdeyi versin yâ Rasûlullah, ver.
- Allah Teâlâ senin babanı diriltti ve huzurunda oturttu.
Onunla Allah arasında herhangi bir perde olmaksızın
Allah Teâlâ kendisine şöyle buyurdu: 'Dilediğini benden iste
ey kulum! Sana her istediğini vereyim. O da bu hitap
karşısında Allah Teâlâ'dan şöyle niyazda bulundu: 'Yârab!
Senden isteğim beni dünyaya göndermendir ki, senin ve rasûlü'nün uğrunda ikinci bir defa şehid olayım', Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyurdu: "Daha önce hükmüm 'ölümden sonra insanlar dünyaya gönderilmeyecektir' şeklinde karara bağlanmıştır".60

Bu hakikatlerden sonra Allah yolunda ölmek, böyle bir hâl üzere hayatın neticelenmesine sebeptir. Zira kişi eğer bu şekilde ölmeyip bir müddet daha yaşasaydı belki dünya şehvetleri kendisine dönüp kalbini kaplayan Allah zikrine galebe çalabilirdi! İşte bu sırra binaen ehl-i mârifetin son andan korkuları oldukça büyüktür. Zira kalp, her ne kadar Allah Teâlâ'nın zikrine yapışırsa da dönek olduğu için dünya şehvetlerine yeniden iltifat etmekten uzak değildir ve kendisinde herhangi bir gevşeme başgösterebilir.

Bu bakımdan kişinin bu hâl sonunda kalbinde dünya işi belirir ve dünya işi kendisine galip gelirse ve aynı hâl içinde dünyadan irtihâl ederse, bu istilânın tesirinde kalması yakın bir ihtimal olur. Bu bakımdan böyle bir durumda ölümden sonra inleyecek ve ikinci bir defa dünyaya dönüp bu durumunu düzeltmek için temennide bulunacaktır. Bu ikinci defa dünyaya dönüş arzusu ise âhiretteki nasibinin azlığından neş'et etmektedir. Zira kişi neyin üzerinde yaşıyorsa onun üzerinde ölmekte ve neyin üzerine ölüyorsa onun üzerine de haşrolunmaktadır. Bu bakımdan bu tehlikeden en uzak hâl neticenin şehitlikle sonuçlanmasıdır. Bu da şehidin dünyayı elde etmek veya 'kahramandı' desinler veya buna benzer fâsid ni-yetlerde bulunmamak kasdına bağlıdır.

Nitekim bu husus hadîste 'yücelmesi kastolunmalıdır' şeklindedir. İşte bu hâlden 'Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır' diye bahsedilmiştir. Böyle bir kişi dünyasını âhirete satmış ve dünya karşılığında âhireti satın almıştır. Şehidin hâli senin Lâ ilâhe illâllah sözünün mânâsına muvafık düşer.

Çünkü şehidin de Allah'tan başka maksudu yoktur. Zira insanın her maksudu mahbubudur. Her ma'bud da ilâhıdır. Bu bakımdan bu şehid hâl diliyle Lâ ilâhe illâllah der; zira Allah'tan başka onun maksudu yoktur. Kim diliyle Lâ ilâhe illâllah deyip hâli buna uygun değilse, onun işi Allah'ın meşiyetindedir ve böyle bir kimsenin hakkında tehlikeden emîn olmak sözkonusu değildir. İşte bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) Lâ ilâhe illallah demeyi diğer zikirlerden daha üstün saymıştır. Bunu birçok yerlerde tergib olarak, mutlak ve kayıtsız bir şekilde zikretmiştir. Sonra hakikî mânâsını belirtmek için bazı hadîslerde Sıdk ve İhlas ile kayıtlandırarak şöyle buyurmuştur: 'Kim ihlâs ile Lâ ilahe illâllah derse...' İhlâsın mânâsı; hâlin kâle yardımcı olmasıdır. (Yani kalbin dile muvafık ve mutabık bulunmasıdır).

Bizi son nefesimizde hâl ve kâl bakımından Lâ ilâhe illâllah ehlinden eylemesini Allah'tan dileriz. Bizi zâhir ve bâtında bu mübarek sözü söyleyenlerden kılmasını rahmetinden niyaz ederiz ve bizde bu hâlin dünyaya vedâ edinceye kadar devam edip dünyaya iştiyak gözüyle iltifat etmemeyi, aksine dünyadan kaçınıp Allah Teâlâ'nın mülâkatına lâyık bulunanlardan eylemesini Allah Teâlâ'dan talep ederiz. Çünkü Allah ile mülâkatı seven bir kimsenin mülâkatını Allah da sever. Kim Allah'ın huzuruna varmaktan hoşlanmazsa, Allah da onun kendisine gelmesinden hoşlanmaz.

İşte bütün bunlar zikir mânâlarına işaretlerdir. Muamele ilmi çerçevesinde bu işaretlerden daha fazlasını söylemek imkân dahilinde değildir.

31) Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
32) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
33) Müstağfirî (İbn Ömer'den garib olarak)
34) Irâkî bu hadisin bu ibare ile nakline tesadüf etmediğini kaydeder.
35) Rıfâe b. Râfî b. Mâlik. Bedir savaşına iştirâk eden ashâb-ı kiramdandır.
Muaviye b. Ebî Süfyan'ın iktidara geldiği döneme kadar
yaşamıştır.
36) Buhârî
37) Nesâî, İbn Hibban ve Hâkim, (Ebu Said'den)
38) Hâkim, (Abdullah b. Amr'dan)
39) İbn Mâce ve Hâkim
40) Müslim
41) Müslim
42) Müslim
43) Buhârî ve Müslim
44) Müslim
45) Nesâî
46) Tirmizi, Nesâî, İbn Hibban ve Hâkim
47) Müslim
48) İbn Mâce
49) Ebu Dâvud ve Tirmizî
50) Ebu Dâvud, Nesâî ve Tirmizî, (Abdullah b. Amr'dan)
51) Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim
52) Müslim
53) Buhârî ve Müslim
54) Nesâî ve Hâkim
55) Nesâî, Hâkim ve Tirmizî
56) Kitab'ul-İlim, yedinci bölümde geçmişti.
57) Tirmizî, (Ebu Said'den)
58) Müslim, (İbn Mes'ud'dan)
59) İbn Mâce, (Ka'b b. Mâlik' den)
60) Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim, (Câbir'den)

Kaynak : Mesaj Haber
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38

Dua ve Zikir - İmamı Gazali

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Ben de dahil bütün peygamberlerin söylemiş olduğu en faziletli söz 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh'tir. (Allah'tan başka ma'bud yoktur. Allah birdir; O'nun ortağı yoktur!).17

Kim 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh, leh'ül- mülkü ve leh'ül-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr' (Allah'tan başka ma'bud yoktur. Allah birdir; O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur ve hamd O'na mahsustur. O, herşeye kâdirdir) sözünü hergün yüz defa söylerse, bu kendisi için on köle âzâd etmeye denktir. Aynı zamanda kendisine yüz iyilik yazılır ve defterinden de yüz kötülük silinir. O gün akşama kadar şeytanın şerrinden korunur. Bu sözleri kendisinden daha fazla söyleyenler müstesna, hiç kimse de onun yaptığından daha üstün bir amel yapmış olmaz.18

Abdestini güzelce aldıktan sonra gözlerini göklere çevirerek 'Ben Allah'tan başka ma'bud olmadığına, O'nun bir olup ortağı olmadığına ve Hz. Muhammed'in de O'nun kulu ve de Rasûlü olduğuna şâhidlik ederim' diyen kul için cennetin bütün kapıları açılır. Böylece bu kişi cennete istediği kapıdan girebilir.19

Lâ ilâhe illallah diyenler için, ne kabirlerinde ve ne de mahşer gününde herhangi bir yalnızlık ve üzüntü yoktur. Sûr'un üfürülmesi ânında bu kişilerin başlarından topraklar saçıldığı halde kalkarak 'Hamd, bizden üzüntüyü uzaklaştıran Allah'a mahsustur. Rabbimiz affedici ve şükredenlerin şükrünü kabul edicidir' dediklerini şimdiden görür gibi oluyorum.20

Hz. Peygamber birgün Ebu Hüreyre'ye şunları söyler: 'Ey Ebu Hüreyre! Kıyamet gününde, işlediğin her hasene tartılır. (Yani tartıya dahildir) Ancak Allah'tan başka ma'bud olmadığına şâhidlik etmen bu hükmün dışındadır; bu şehâdet, teraziye konulmaz. Çünkü ihlâsla getirilen şehâdet terazinin bir kefesine yedi kat gök ve yedi kat arz da diğer kefesine konsa yine de lâ ilâhe illallah ağır basar'.21

Huzuruna, yer dolusu günah ile de gelse, Allah Teâlâ sıdk ile lâ ilâhe illallah diyen kimsenin bütün günahlarını affeder.22

Hz. Peygamber, Ebu Hüreyre'ye şöyle der: 'Ey Ebu Hüreyre! Can çekişen kimseye lâ ilâhe illallah'ı telkin et; zira lâ ilâhe illallah, günahlar yığınını yıkıp târûmâr eder'. Ebu Hüreyre'nin 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu ölüler için böyle...

Peki diriler için durum nasıldır?' diye sorması üzerine de şöyle buyurur: 'Diriler için, günahları daha fazla ortadan kaldırıcıdır'.23

İhlâsla lâ ilâhe illallah diyen kimse cennete girer.24

Hz. Peygamber birgün, 'Cennete girmekten imtinâ edip Allah'tan, ürken develerin sahiplerinden kaçışı gibi kaçan kimseler müstesna hepiniz (mü'min olduğunuz için) cennete gireceksiniz' buyurdu. Bunun üzerine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Cennete girmekten imtina ederek Allah'tan ürküp kaçanlar da kimlerdir?' diye soruldu. Rasûlullah buna şöyle cevap verdi: 'Kim lâ ilâhe illallah demezse işte o, cennete girmekten imtinâ etmiş ve Allah'tan ürkerek kaçmıştır.

Bu bakımdan onunla aranıza perdeler gerilmeden önce bu mübarek kelimeyi çokça söyleyin; çünkü tevhid ve ihlâs keli-mesi budur. Takvâ kelimesi ve kelime-i tayyibe budur. Bu kelime hakkın dâveti ve kopmaz kulpudur. Bu kelime aynı zamanda cennetin de bedelidir'.25

'İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir' (Rahmân/60) ayetinin tefsirinde şöyle denilmiştir: 'Dünyadaki iyilik lâ ilâhe illallah 'tır'. Ahirette verilecek olan iyilik ise cennettir'.

Şu ayet de aynı şekilde tefsir edilmiştir: 'Güzel davrananlara (iman edip güzel amel işleyenlere) daha güzel bir karşılık (cennet) ve fazlası vardır'. (Yûnus/26)

Berâ b. Âzib, Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder:
'Kim on defa 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadîr' (Allah'tan başka ilah yoktur. Allah tektir ve O'nun ortağı yoktur. Mülk ve hamd O'na aittir. O herşeye kâdirdir) derse, bir köle âzâd etmekten elde edilen ecre denk bir ecir elde etmiş olur.26

Bu hadîsin başka bir rivayetinde 'köle' tâbiri yerine 'nefis' mânasına gelen 'neseme' tâbiri yer almaktadır.

Amr b. Şuayb, babasından, o da kendi babasından Rasûlullah'ın (s.a) şu hadîsini rivayet etmektedir:
Kim günde ikiyüz defa 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr' derse kendisinden önce gelen hiçbir kimse onun önüne geçemediği gibi, kendisinden sonra gelen hiçbir kimse de ona yetişemez. Ancak onun bu amelinden daha faziletli bir amelde bulunan kimse müstesnadır.27

Kim (çarşıda veya) pazarda 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şey'in kadîr' (Allah'tan başka hak ma'bud yoktur. Allah birdir ortağı yoktur. Mülk ve hamd O'na aittir. Dirilten ve öldüren O'dur. O herşeye kâdirdir) derse, Allah Teâlâ ona bir milyon iyilik yazdığı gibi onun bir milyon kötülüğünü de defterinden siler ve kendisi için cennette bir köşk binâ eder.28

Bir rivayette; kul, lâ ilâhe illâllah dediği zaman, bu kelime o kulun defterine gelir, o defterdeki herhangi bir hatayı tedkik ânında görürse siler. Böylece kendisi gibi bir haseneyi görünceye kadar devam eder. Bu haseneyi gördükten sonra onun yanında karar kılar diye vârid olmuştur.

Sahih'de Ebu Eyyûb, Hz. Peygamber 'den şöyle rivayet eder:
'Allah'tan başka mâ'bud yoktur. Allah bir'dir. O'nun ortağı yoktur. Mülk ve hamd O'na aittir. O herşeye kâdirdir' meâlindeki kelimeleri on defa okuyan kimse, Hz. İsmail'in evlâtlarından esir düşen dört kişiyi azâd etmiş gibi olur.29

Yine Sahih'de Ubâde b. Sâmit tarafından Hz. Peygamber'den şöyle rivayet edilmiştir: Geceleyin uyanıp, 'Allah'tan başka ma'bud yoktur. Allah birdir. O'nun şeriki yok. Mülk ve hamd O'na mahsustur. O herşeye kâdirdir ve bütün noksanlıklardan münezzehtir. Hamd yalnızca O'na mahsustur. O'ndan başka ma'bud yoktur. O herşeyden daha yücedir. Günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş ancak yüce Allah'ın kuvvet ve kudretiyle olur' mealindeki kelimeleri okuyan bir kimse bundan sonra 'Ey Allahım! Beni affeyle derse, günahları affolunur; dua ederse duası kabul edilir; abdest alarak namaz kılarsa na-mazı kabul olunur.30

17) Kitab'ul-Hac, İkinci Bölüm'de geçmişti.
18) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
19) Ebu Dâvud, (Ukbe b. Âmir'den)
20) Ebu Ya'lâ, Taberânî ve Beyhakî, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle)
21) Irâkî, hadîsin uydurma olduğunu kaydetmektedir. Ancak hadîsin son
kısmı Müstağfirî tarafından rivayet edilmiştir.
22) Hadîsin bu ibaresinin garib olduğu belirtilmiştir. Tirmizî Enes'ten başka bir ibare ile nakletmektedir.
23) Deylemî, Müsned'ül-Firdevs, (Ebu Hüreyre'den)
24) Taberânî, (Zeyd b. Erkam'dan zayıf bir senedle)
25) Hâkim, Buhârî, İbn Adiy, Ebu Ya'lâ ve Taberânî, (değişik ibare ve ilâvelerle...)
26) Hâkim, Müstedrek; İmam Ahmed, Müsned, ('on defa' tabiri Müsned'de yoktur)
27) İmam Ahmed,(İkiyüz defa' yerine 'yüz defa' tâbiriyle); Hâkim, Müstedrek, (kuvvetli bir senedle)
28) Ebu Ya'lâ, (Enes'den zayıf bir senedle)


Kaynak : Mesaj Haber
 

ayşe.a

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Tem 2008
Mesajlar
3,140
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
emeğine sağlık kardeşim..
selam ve dua ile:a03:
 

kadriye26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ocak 2010
Mesajlar
43
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
78
Allahım hatalarımızı kusurlarımızı bağışla bizi af eyle amin
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
43
Unuttuk ey Rabbimiz; Bağışla bizi


Unuttuk ey Rabbimiz!
Er–Rahman: “Ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukata sayısız nimetler veren”
Er–Rahim: “Pek ziyade merhamet edici, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükafatlandırıcı”
El–Melik: “Bütün kainatın sahibi ve mutlak surette hükümdarı”
El–Kuddûs: “Hatadan, gafletten, acziyetten ve her türlü eksiklikten çok uzak, pek temiz”
El–Mü’min: “Gönüllerde iman ışığı uyandıran, kendine sığınanlara aman verip onları koruyan, rahatlandıran”
El–Azîz: “Mağlup edilmesi mümkün olmayan”
El–Khalik: “Her şeyin varlığını ve varlığı boyunca geçireceği halleri, hadiseleri tayin ve tespit eden, ona göre yaradan, yoktan var eden”
El–Kahhar: “Her şeye, her istediğini yapacak surette galip ve hakim”
El–Vahhâb: “Çeşit çeşit nimetleri hep bağışlayıp duran”
Er–Rezzâk: “Yaratılmışlara faydalanacakları şeyleri ihsan eden”
El–Fettâh: Her türlü müşkülleri aşan ve kolaylaştıran”
El–Alîm: “Her şeyi çok iyi bilen”
El–Kâbid: “Sıkan, daraltan”
El–Bâsıt: “Açan, genişleten”
El–Hafıd: “Alçaltan”
Er–Rafi’: “Yükselten”
El–Muiz: “İzzet veren, ağırlayan”
El–Müzil: “Zillete düşüren, hor ve hakir eden”
Es–Semî’: “İyi işiten”
El–Basîr: “İyi gören”
El–Hakem: “Hükmeden, hakkı yerine getiren”
El–Adl: “Çok adaletli”
El–Latîf: “En ince işlerin bütün inceliklerini bilen, ince ve sezilmez yollardan kullarına çeşitli faydalar ulaştıran”
El–Habir: “Her şeyin iç yüzünden, gizli tarafından haberdar”
El–Azîm: “Pek azametli”
El–Ğafûr: “Mağfireti çok”
Eş–Şekûr: “Kendi rızası için yapılan iyi işleri daha fazlasıyla karşılayan”
El–Aliy: “Pek yüksek”
El–Kebir: “Pek büyük”
El–Hafîz: “Yapılan işleri bütün tafsilatiyle tutan, her şeyi belli vaktine kadar afat ve beladan saklayan”
El–Mukît: “Her yaratılmışın azığını veren”
El–Hasib: “Muhasip: Herkesin hayatı boyunca yapıp ettiklerinin, bütün tafsilat ve teferruatıyla hesabını iyi bilen”
El–Celîl: “Celal ve ululuk sahibi”
El–Kerîm: “Keremi bol”
Er–Rakîb: “Bütün varlık üzerinde gözcü, bütün işler murakabesi altında bulunan”
El–Mucîb: “Kendine yalvaranların isteklerini veren”
El–Vasî’: “Geniş ve musaadekar”
El–Hakîm: “Emirleri ve bütün işleri hikmetli”
...ve daha bir çok “Esmâü’l Hüsnâ/güzel isimlerini”, o isimlerin sahibi olduğunu unuttuk, yani seni unuttuk ey Rabbim!
Bağışla bizi.
...Ve bizi “unutma!”
“Münafıkların erkekleri ve kadınları, birbirlerinin tıpkıdırlar. Kötülüğü emrederler iyiliği yasaklarlar. Ellerini sıkı tutarlar (hayır yapmazlar). Onlar Allah’ı unuttular; Allah da onları unuttu. Doğrusu münafıklar fâsıkların ta kendileridir” (Tevbe, 9/67).
“Ve o kimseler gibi olmayın ki, Allah’ı unutmuşlar, hem (Allah) da onlara kendilerini unutturmuştur. İşte bunlar fâsıkların ta kendileridir” (Haşr, 59/19).
“Onlara, “siz bu gününüze kavuşacağınızı unuttuysanız, biz de bugün sizi unutacağız. Sizin yeriniz ateştir ve size yardımcılardan hiç kimse yoktur. Bunun sebebi şu; Çünkü siz Allah’ın ayetlerini eğlenceye aldınız ve sizi dünya hayatı aldattı (denilecektir)” (Casiye, 45/34–35).

Ve...“Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk veya hata ettikse, bizi muaheze etme” (Bakara, 2/286).
Amin!

motor1hr9.gif
kuranpf3.gif
atlxi8.gif




gif078tw8jw5.gif


Kedi, Aslangiller familyasındandır. Ama 40 tane Kedi bir araya gelse, bir tane Aslan etmez.



Ve...“Ey Rabbimiz! Eğer unuttuk veya hata ettikse, bizi muaheze etme” (Bakara, 2/286).

Amin!

Allah celle celalüh razı olsun....

SELAM VE DUA İLE ..
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
İmamı Gazali



Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Her namazdan sonra otuzüç defa sübhanallah, otuzüç defa elhamdülillah ve otuzüç defa Allâhu Ekber deyip yüz sayısını da lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr ile tamamlayan kimsenin, deniz köpüğü kadar dahi olsa bütün günahları bağışlanır.31

Günde yüz defa sübhânallâhi ve bihamdihî diyen kimsenin deniz köpüğü kadar dahi olsa tüm günahları affolunur.32

Adamın biri Hz. Peygambere gelerek şu şikayette bulunur:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Dünya bana sırt çevirmiş ve elimdeki servet de azalmıştır. (Bu konuda ne buyuruyorsunuz?)
- Sen meleklerin namazı gibi namaz kılıp, mahlûkâtın tesbihî gibi tesbih etmez misin? Onlar bu namaz ve tesbih sayesinde rızıklanmaktadır?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Meleklerin namazı ile mahlûkatın tesbihi de nedir?
- Fecir ile sabah namazı arasında 'Sübhânallâhi ve bi hamdihî sübhânallâhil-azîm estağfirullah' (Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir. Bunu, kendisinin hamdiyle itiraf ediyorum. Azîm olan Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir. O'ndan af dilerim) kelimelerini yüz defa söyle! Bunu yaptığın takdirde dünya zelîl ve itaatkâr olarak sana gelecektir. Diğer taraftan Allah Teâlâ bu sözlerin herbir kelimesinden, kıyâmete kadar kendisini tesbih ede cek bir melek yaratır ki bu tesbihin sevabı da senin defterine yazılır.33

Kul elhamdülillâh dediğinde bu kelime (mânen) gök ile yer arasını, ikinci defa dediğinde ise tâ yedinci gökten yerin en alt tabakasına kadar doldurur. Üçüncü defa elhamdülillâh dediği zaman da Allah Teâlâ, ona 'Ey kulum! İste! İstediğin sana verilecektir' karşılığını verir. 34

Rıfâe ez-Zarkî (veya Zurkî)35 şöyle anlatır: Bir gün Hz. Peygamber'in ardında namaz kılıyorduk. Başını rükûdan kaldırıp da Semiallâhü limen hamideh dediğinde cemaatten birisi Rabbenâ lekel-hamd hamden kesîren tayyîben mübâreken fîh (Ey rabbimiz! Bol, güzel ve bereketli hamd sana mahsustur) dedi. Namazdan sonra Hz. Peygamber 'Demin konuşan kimdi?' diye sordu. O şahıs kalkarak 'Ey Allah'ın Rasûlü! Konuşan bendim' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Otuz küsûr meleğin, senin söy-lediğin kelimeleri yazmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm'.36

(Kur'an'da) el-Bâkıyâtu's sâlihât (diye tâbir edilen kelimeler) şunlardır: a) Lâ ilâhe illallah (Allah'tan başka hak ma'bud yoktur), b) Sübhânallah (Allah'ı her türlü eksiklikten ve noksanlıktan tenzih ederim), c) Elhamdülillâh (Hamd ancak Allah'a mahsustur), d) Allâhu Ekber (Allah herşeyden daha yücedir), e) Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh (Günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş ancak Allah'ın yardımıyladır).37

Yeryüzünde bulunup da 'Allah'tan başka ma'bud yoktur. O herşeyden daha yücedir. Allah'ı her noksanlıktan tenzih ederim. Hamd O'na mahsustur. Günahtan dönüş ve ibâdete yöneliş ancak Allah'ın kudret ve kuvvetiyle olur' diyen hiç kimse yoktur ki deniz köpüğü kadar dahi günahı olsa bağışlanmış olmasın'.

Bu hadîs, İbn Ömer'den rivayet edilmiştir.38

Nu'man b. Beşir Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder:
Allah'ın celâlini zikrederek tesbih ve tekbirle hamdini yerine getirenlerin zikir, tesbih, tekbir ve tahmidleri Allah Teâlâ'nın arşını çepeçevre arı kovanı gibi vızıltıları olduğu halde- kuşatır ve böylece sahiplerini, yani dünyada kendilerini yapan kimseleri anarlar. Hanginiz Allah nezdinde kendisini devamlı olarak anan birşeyi olsun istemez.39
Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder:

'Allah'ı tenzih ederim. Hamd O'na mahsustur. O'ndan başka ma'bud yoktur. O herşeyden yücedir' demem, benim yanımda, üzerine doğan herşeyden daha sevimlidir.40
Hadîsin diğer bir rivayetinde lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh sözleri de vardır. Aynı rivayette Hz. Peygamber'in bu kelimenin dünyadan ve içindeki herşeyden daha hayırlı olduğunu da söy-lediği belirtilmektedir.
Semure b. Cündüb'ün rivayet etmiş olduğu başka bir hadîste de Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Allah katında en sevimli kelimeler şu dört kelimedir: a) Sübhânallah, b) Elhamdülillâh, c) Lâ ilâhe illallah, d) Allâhu Ekber. Bu kelimelerin herhangi birisinden başlamakta bir beis yoktur!41

Ebu Mâlik el-Eş'arî Rasûlullah'tan şu hadîsi rivayet etmiştir:
Temizlik imanın parçasıdır (veya yarısıdır). Elhamdülillâh sözü (kıyâmet gününde kişinin) mizânını doldurur. Sübhânallâhi vallâhu ekber sözü de (mânen) yer ile gök arasını doldurur. Namaz nûrdur. Sadaka (kıyâmet gününde sahibi için bir) burhan ve delildir. Sabır aydınlık ve ışıktır. Kur'an ise lehte veya aleyhte hüccettir. İnsanlar ya nefsini satıp onu felâkete düçâr veya nefsini satın alıp onu âzâd ettikleri halde sabahlarlar.42

Ebu Hüreyre Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: Söylenmeleri kolay olup mizanda ağır gelen iki kelime vardır ki bunlar, Rahmân olan Allah'ın nezdinde de sevimli kelimelerdir. Bu iki kelime, Sübhânallâhi ve bihamdihî (Kendisinin hamdiyle Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim) ile Sübhânallâhi'l-azîm (Azîm olan Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim) kelimeleridir.43

Ebu Zer el-Gıfârî (r.a) 'Allah nezdinde en makbûl ve en sevimli konuşma hangisidir?' diye sorduğunda, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: 'Allah Teâlâ'nın melekleri için konuşma olarak seçtiği şu cümlelerdir: Sübhânallâhi ve bihamdihî (Kendisinin hamdiyle Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim). Sübhânallâhi'l-azîm (Yüce olan Allah her çeşit eksiklik ve nok-sanlıktan münezzehtir)'.44

Ebu Hüreyre Rasûlullah'tan (s.a) şu hadîsi rivayet eder:
Allah Teâlâ konuşmalardan şu cümleleri seçmiştir: 'Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd O'na mahsustur. Allah'tan başka ma'bud yoktur. O herşeyden daha büyüktür'. Kul Sübhânallah dediği zaman kendisine yirmi hasene yazılır ve defterinden de yirmi seyyie silinir. Allâhu Ekber dediği zaman da aynı şey olur.45

Hz. Peygamber hadîste geçen diğer kelimeleri de aynı minvâl üzere değerlendirmiştir.

Câbir (r.a), Rasûlullah'tan (s.a) şu hadîsi rivayet eder:
Kim 'Sübhânallâhi ve bi hamdihî' derse onun için cennette bir hurma ağacı diktirilir.46

Ebu Zer el-Gıfârî (r.a) şöyle anlatır: Ashâb-ı kirâmın fakirleri Hz. Peygamber'e gelerek şöyle dert yandılar: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Zenginler bütün ecirleri elde etmektedirler. Bizim kıldığımız gibi namaz kılar, tuttuğumuz gibi oruç tutarlar; üstelik de mallarının fazlasını Allah yolunda sadaka olarak verirler. (Oysa biz bunlardan mahrumuz)'. Rasûlullah da şöyle cevap verdi: Allah Teâlâ'nın size, kendi yolunda sadaka olarak vereceğiniz birşey ihsân etmediğini mi sanıyorsunuz? Sizler için her tesbîhinize karşılık bir sadaka ecri olduğu gibi, her tahmid (hamd) ve tehlîlinize (Lâ ilâhe illâllah) karşılık da bir sadaka ecri vardır. Her getirdiğiniz tekbir bir sadaka sayılır. Yapacağınız emr-i bil-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münkeriniz de sadakadır. Herhangi birinizin hanımının ağzına koyduğu lokmalar da sadakadır. Hatta hanımınızla cimâ' etmeniz bile sadakadır.
Bu söz üzerine, gelenler Rasûlullah'a sordular:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Herhangi birimize, şehvetini dindirdiği cimâ'da da mı ecir vardır?
- Söyleyin bakalım kişi bu fiili helâliyle değil de, bir yabancıyla ve zinâ olarak yapsaydı günah olur muydu?
- Evet, yâ Rasûlullah! Günah olurdu.
- İşte zina yapmakta günah olduğu gibi, helâliyle cimâ' etmekte de ecir vardır.47

Ebu Zer el-Gıfârî (r.a) Hz. Peygambere 'Ey Allah'ın Rasûlü! Servet sahipleri ecir hususunda bizi geçtiler. Bizim söylediklerimizi onlar da söylemekte ve üstelik de infakta bulunmaktadırlar. Bizse, malımız olmadığı için infakta bulunamıyoruz' der. Hz. Peygamber de ona şöyle cevap verir:

Ey Ebu Zer! Sana, yaptığın takdirde senden önce geçmiş olanlara yetişmeni ve senden sonra gelecek olanlardan da üstün olmanı sağlayacak bir ameli haber vereyim mi? Ancak bu ameli yapanlar seninle eşit olabilir. Bu amel de her namazdan sonra otuzüç defa sübhânallah, otuzüç defa elhamdülillâh ve otuzdört defa da Allâhu Ekber demendir.48

Buseyre adlı sahâbî kadın da Rasûlullah'tan şu hadîsi rivayet etmektedir: Ey kadınlar! Tesbih, tehlil ve takdisi çokça yapınız ve sakın gâfillerden olmayınız. Bunları yaparken de parmaklarınızla sayınız; çünkü parmaklar şahitlik yapacaklardır.49

Yani parmaklar kıyâmet gününde Allah'ın huzurunda, kendileriyle tesbih, tehlil ve takdis yaptığınıza dair şahidlik edeceklerdir.

İbn Ömer (r.a) şöyle diyor: 'Rasûlullah'ın tesbih sırasında parmaklarını kapattığını gördüm'.50

Ebu Hüreyre ve Ebu Said el-Hudrî'nin şehadetiyle Allah Rasûlü'nün (s.a) şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
Kul 'Lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber' dediği zaman, Allah Teâlâ karşılık olarak 'Kulum doğru söyledi. Benden başka ma'bud yoktur ve ben herşeyden daha yüceyim' buyurur. Kul 'Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh' dediği zaman Allah Teâlâ 'Kulum doğru söyledi. Benden başka mâ'bud yoktur' der. Kul 'Lâ ilâhe illallah ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâh' dediği zaman da "Kulum doğru söyledi. Günahtan vazgeçip ibadete yönelmek ancak benim kuvvetimle olur. Bu kelimeleri son nefesinde söyleyen kimseyi ateş yakmaz buyurur.51

Mus'ab b. Sa'd'ın babasından rivayet ettiğine göre Rasûlullah sahabîlerine şöyle der:
- Herhangi biriniz günde bin hasene kazanamaz mı?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bu nasıl olur?
- Günde Allah'ı yüz defa tesbih eden kimseye bin hasene
yazılır ve aynı zamanda bu kimseden bin seyyie düşürülür;
yani defterinden silinir.52

Hz.Peygamber (s.a),Abdullah b.Kays'a (Ebu Musa el-Eş'ârî'ye) şöyle der:
- Sana cennet hazinelerinden birini haber vereyim mi?
- Evet, ey Allah'ın Râsûlü!
- O halde lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh de!53

Başka bir rivayette Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sana arşın altındaki hazineden bir kelime öğreteyim mi? Bu kelime lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh'tır.

Ebu Hüreyre şöyle rivayet ediyor:
Sana arşın altındaki cennet hazinelerinden olan bir amel öğreteyim mi? Bu amel 'Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh' demektir. Kul böyle dediği zaman, Allah Teâlâ ona şu karşılığı verir: 'Kulum bana itaat etti ve teslim oldu'. 54

Bir başka hadîs de şöyledir:
Kim sabahladığı zaman, 'Rabb olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, imam olarak Kur'an'a, rasûl ve nebî olarak da
Muhammed Mustafâ'ya râzı oldum' derse, Allah Teâlâ'ya kıyâmet gününde o kulunu râzı etmek düşer.55

Başka bir rivayet de 'Kim böyle derse Allah ondan razı olur' şeklindedir.

Tâbiîn-i kirâmdan Mücâhid (r.a) şöyle buyurmaktadır "Kişi evinden çıktığı zaman Bismillah derse, beraberinde bulunan melek 'Sen hidayete erdin ve isabet ettin' der. Tevekkeltü alellah dediği zaman 'Sen bütün kötülüklerden emin oldun'; Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh dediği zaman 'Sen korundun' der. Bunun üzerine bütün şeytanlar o kişinin etrafından dağılıp kaçarlar ve bir birlerine 'Hidayete ermiş ve Allah'ın himâyesine girerek korunmuş bir kişiden ne istiyorsunuz? Çünkü böyle bir kişiyi saptırmanız mümkün değildir' derler".

Eğer 'Dile bu kadar hafif ve zahmeti bu kadar az olan Allah'ın zikri neden o kadar meşakkatli ve zahmetli olan diğer ibâdetlerden daha üstün ve faydalıdır?' diyecek olursan şöyle cevap veririz: Bu meseleyi derin bir şekilde tedkik etmek mükâşefe ilminin kapsamına girer.

Muamele ilminde söylenilmesine izin verilen miktarı şudur: Faydalı ve tesirli olan zikir, ancak huzur-u kalple ve daimî olarak yapılan zikirdir. Gafil bir kalple yapılan zikir ise, sadece lisan ile yapıldığı için pek büyük menfaatler sağlamaz. Bu keyfiyeti teyid eden nice haberler vardır. Kısa bir müddet huzur-u kalple zikir yapıp kalan zamanlarında Allah'tan gafil olarak dünya ile meşgul olunması menfaati az hareketlerdendir. En faydalısı devamlı olarak Allah'tan gafil kalmaksızın kalp huzurunu temin etmektir veya hiç olmazsa vaktin çoğunu bu şekilde geçirmektir. İşte böyle bir zikir, ibâdetlerden üstündür ve böyle bir zikirle diğer ibadetler de şereflenirler. Zaten amelî ibadetlerin semeresi ve gayesi böyle bir zikirdir.

Zikrin evveli ve âhiri vardır. Evveli, Allah ile ünsiyet ve muhabbeti gerektirir. Sonu ise, yine ünsiyet ve muhabbet gerektirmekte ve bu ünsiyet ve muhabbetten sudûr etmektedir. Zikirden gaye de bu ünsiyet ve muhabbeti elde etmektir. Mürid, işin başında kalbini ve lisanını vesveselerden zoraki olarak çevirip Allah'ın zikrine yöneltir. Eğer bu zikri devamlı bir şekilde yapmaya muvaffak olursa sonunda onunla ünsiyet kazanır ve va'dedilenin sevgisi kalbine yerleşir. Bu keyfiyet sana uzak ve garip görünmesin; çünkü sıradan işlerde de kaide şudur ki; hazır bulunmayan bir kimseyi, yanında devamlı olarak anmak sûretiyle hazırda bulunan bir kişinin kalbine yerleştirmek mümkündür.

Böylece kişi, huzurunda sık sık yâdedilen kimseyi sevmeye başlar. Hatta bazen vasıflarını çok işittiğinden ve yanında fazlasıyla yâdedilmesinden ona âşık bile olur. Böylece ilk önce zoraki olarak ve çokça yâdetmekle âşık olan kimse sonunda o mâşuku çokça yâdetmek durumunda kalır; öyle ki onu yâdetmeksizin duramaz olur.

Zira herhangi birşeyi seven kimse onu çokça yâdetmeye başlar. Tekellüf de olsa birşeyi çokça yâdeden kimse sonunda onu sevmeye başlar. İşte böylece zikrin evveli tekellüf ve zorluktur. Bu hal yâdedilenin sevgisinin ve ünsiyetinin yâdedenin kalbinde yerleşmesine kadar devam eder. Sonra yâdeden kalbine yerleşmiş olan şeyi veya kimseyi yâdetmekten kendisini alamaz. Bu bakımdan bu sefer icab ettiren icab olunan, meyve de meyve veren olur.

Âriflerden birinin 'Yirmi sene Kur'an'ın meşakkatini çektikten sonra yirmi sene de onunla nimettendim' sözünün mânâsı da bu olsa gerektir; zira nimetlenmek ancak ünsiyet ve muhabbetten sudûr eder. Ünsiyet ise ancak zorluklar tabiî hâle dönüşünceye kadar uzun süre meşakkatlere katlanmaktan sudûr eder. Bu bakımdan bu durum nasıl uzak ve garip olarak karşılanabilir? Oysa insanoğlu önceleri sevmediği bir yemeği kendisini zorlamak suretiyle yeyip meşakkatini çeker ve böyle devam ederse, sonunda sevmeye başlar. Hatta bazen öyle bir hale gelir ki, artık onsuz duramaz.
Nefis tekellüfle kendisine yükletilen şeyi, tahammül etmek sûretiyle âdet hâline getirir. (Nitekim, şâir bu hakikati şöyle ifade etmiştir:) 'Nefis, kendisine yüklenilen herhangi birşeyi âdet edi-nir'. Yani başta hoşlanmayıp zoraki bir şekilde kendisine yüklenen birşeye sonunda alışır ve o şey kendisi için tabiî olur.

Bu girişlerden sonra (bilmelisin ki) Allah'ın zikriyle ünsiyet kazanan kimse başkalarının zikrinden ayrılır. Başkalarından maksat ölümü anında insanoğlundan ayrılan şeylerdir. Kabirde insanoğluyla beraber ne ehli, ne malı, ne çocuğu ve ne de makam ve rütbesi kalır. Onunla beraber ancak Allah'ın zikri kalır. Eğer hayattayken bu zikir ile ünsiyet kazanmışsa kabirde ondan faydalanır. O anda dünyada iken kendisini Allah'ın zikrinden alıkoyan herşeyin sonu gelir ve böylece zikir ile başbaşa kalır. Bu zikirde lezzetin her çeşidini bulur; zira dünya hayatında zarurî ihtiyaçlar kendisini ister istemez Allah'ın zikrinden alıkoymuştur. Ölümden sonra ise, böyle birşey sözkonusu değildir.

Böylece kişi ölümden sonra, mahbubuyla başbaşa kalmış olur ve ona olan hayranlığı da artar. Kendisini mahbubundan alıkoyan hapishaneden de kurtulmuş olur. Bu sırra binâen Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ruh'ul-Kudüs (Cebrâil veya Allah'ın fermânı) kalbime şöyle üfledi: 'İstediğini sevebilirsin. (Nasıl olsa) ondan ayrılacaksın'.56

Hz. Peygamber burada dünya ile ilgili şeyleri kasdetmektedir; zira dünya ile ilgili herşey ölümle sona erer. Bu bakımdan yeryüzündeki her nesne fânidir; ancak celâl ve ikrâm sahibi olan rabbinin zâtı bâkîdir, ebedîdir. Kişinin ölümüyle dünya sona erer. Fakat dünyanın asıl sona erişi kendisi için tâyin edilen vakittedir. Kul öldükten sonra, Allah Teâlâ'nın huzuru manevîsine varıncaya kadar bu ünsiyetten faydalanır.

Kabirlerde haşrolunduktan sonra zikirden mülâkat mertebesine yükselmiş ve böylece göğüslerdeki hakîkat açığa çıkar. Sakın 'Ölümünden sonra insanın yanında Allah'ın zikri kalmaz' diye inkâra kalkışma ve 'İnsan yok oldu. Bu bakımdan Allah'ın zikri nasıl olur da onunla kalır?' deme. Zira insanoğlu, ölümle, yanında zikir kalmayacak şekilde yok olmaz. Aksine onun yokluğu dünya ve mülk ile şehâdet âlemindendir. Melekût aleminden ise yok olmuş değildir; bilakis o âlemde vardır.

Nitekim Hz. Peygamber şu hadîs-i şerîfleriyle bu hususa işaret etmiştir: Kabir, ya ateş (cehennem) çukurlarından bir çukur veya cennet bahçelerinden bir bahçedir.57

Şehidlerin ruhları yeşil kanatlı kuşların kursaklarındadır.58

Bedir'de öldürülen müşrikler hakkında vârid olan şu hadîs-i şerîf de aynı şekilde, bir işarettir:
Ya filân! Ya filân! Rabbinizin size va'dettiğini hak olarak buldunuz mu? Ben rabbimin bana va'dettiğini hak olarak buldum.
Resulullah'ın bu konuşmasını dinleyen Hz. Ömer (r.a) sorar: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ölüler nasıl duyup, sana nasıl cevap verebilirler ki?' Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurur: 'Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, onlar benim konuşmamı sizden daha iyi duyarlar. Fakat cevap vermeye muktedir değillerdir'. (Müslim)

Rasûlullah mü'minler ve şehidler hakkında şöyle buyurmuştur: 'Ruhları yeşil kanatlı kuşların kursağında olup Allah'ın arşının altında asılıdırlar'.59

Şu hâl ve bu kelimelerle işaret olunan durum, Allah Teâlâ'nın zikrine münâfi ve zıt düşmemektedir.

Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Sakın Allah yolunda öldürülenleri 'ölüler' sanma. Doğrusu onlar rableri katında diridirler. Cennet meyvelerinden rızıklanırlar. Onlar Allah'ın kendilerine verdiği ihsandan dolayı neşeli hâldedirler ve arkalarından kendilerine şehadet rütbesiyle katılamayan mücahidler hakkında şunu müjdelemek isterler. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır, (Âlu îmran/169-170)

Allah Teâlâ'nın zikr-i ilâhîsinin şerefi için şehadet mertebesi bu kadar yüceldi. Zira hedef hâtime ve sonuçtur. Hâtime ve sonuçtan gayemiz dünyaya vedâ edip kalbin Allah ile müstağrak olduğu hâlde onun huzuruna varmak ve ondan başka herşeyden bütün ilgileri kesmektir.

Bu bakımdan eğer bir kul himmetini tamamen Allah Teâlâ'ya hasredebiliyorsa, bilmiş olsun ki bu hâl üzere ölmeyi ancak muharebe saflarında elde edebilir. Zira bu saffa iştirâk eden bir kimse, canından, malından, ailesinden ve evlâdından vazgeçmiştir. Hatta bütün dünyadan vazgeçmiştir. Çünkü böyle bir kimse dünyayı ahiret için ister...

Böyle bir yere takılmakla Allah sevgisi yolunda hayatını hiçe saymış ve ancak onun rızasını taleb etmiştir. Allah Teâlâ için her şeyinden tecerrüd etmekten daha büyük birşey düşünülemez ve bundandır ki, şehidlik mertebesi Allah tarafından üstün kılınmıştır. Hakkında hadsiz hesapsız faziletler vârid olmuştur.

Nitekim Abdullah b. Amr el-Ensârî Uhud savaşında şehid düştüğü zaman Hz. Peygamber (s.a), oğlu Câbir'e şöyle demiştir:
- Ey Câbir! Sana müjde vereyim mi?
- Evet! Allah sana hayırlı müjdeyi versin yâ Rasûlullah, ver.
- Allah Teâlâ senin babanı diriltti ve huzurunda oturttu.
Onunla Allah arasında herhangi bir perde olmaksızın
Allah Teâlâ kendisine şöyle buyurdu: 'Dilediğini benden iste
ey kulum! Sana her istediğini vereyim. O da bu hitap
karşısında Allah Teâlâ'dan şöyle niyazda bulundu: 'Yârab!
Senden isteğim beni dünyaya göndermendir ki, senin ve rasûlü'nün uğrunda ikinci bir defa şehid olayım', Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyurdu: "Daha önce hükmüm 'ölümden sonra insanlar dünyaya gönderilmeyecektir' şeklinde karara bağlanmıştır".60

Bu hakikatlerden sonra Allah yolunda ölmek, böyle bir hâl üzere hayatın neticelenmesine sebeptir. Zira kişi eğer bu şekilde ölmeyip bir müddet daha yaşasaydı belki dünya şehvetleri kendisine dönüp kalbini kaplayan Allah zikrine galebe çalabilirdi! İşte bu sırra binaen ehl-i mârifetin son andan korkuları oldukça büyüktür. Zira kalp, her ne kadar Allah Teâlâ'nın zikrine yapışırsa da dönek olduğu için dünya şehvetlerine yeniden iltifat etmekten uzak değildir ve kendisinde herhangi bir gevşeme başgösterebilir.

Bu bakımdan kişinin bu hâl sonunda kalbinde dünya işi belirir ve dünya işi kendisine galip gelirse ve aynı hâl içinde dünyadan irtihâl ederse, bu istilânın tesirinde kalması yakın bir ihtimal olur. Bu bakımdan böyle bir durumda ölümden sonra inleyecek ve ikinci bir defa dünyaya dönüp bu durumunu düzeltmek için temennide bulunacaktır. Bu ikinci defa dünyaya dönüş arzusu ise âhiretteki nasibinin azlığından neş'et etmektedir. Zira kişi neyin üzerinde yaşıyorsa onun üzerinde ölmekte ve neyin üzerine ölüyorsa onun üzerine de haşrolunmaktadır. Bu bakımdan bu tehlikeden en uzak hâl neticenin şehitlikle sonuçlanmasıdır. Bu da şehidin dünyayı elde etmek veya 'kahramandı' desinler veya buna benzer fâsid ni-yetlerde bulunmamak kasdına bağlıdır.

Nitekim bu husus hadîste 'yücelmesi kastolunmalıdır' şeklindedir. İşte bu hâlden 'Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır' diye bahsedilmiştir. Böyle bir kişi dünyasını âhirete satmış ve dünya karşılığında âhireti satın almıştır. Şehidin hâli senin Lâ ilâhe illâllah sözünün mânâsına muvafık düşer.

Çünkü şehidin de Allah'tan başka maksudu yoktur. Zira insanın her maksudu mahbubudur. Her ma'bud da ilâhıdır. Bu bakımdan bu şehid hâl diliyle Lâ ilâhe illâllah der; zira Allah'tan başka onun maksudu yoktur. Kim diliyle Lâ ilâhe illâllah deyip hâli buna uygun değilse, onun işi Allah'ın meşiyetindedir ve böyle bir kimsenin hakkında tehlikeden emîn olmak sözkonusu değildir. İşte bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) Lâ ilâhe illallah demeyi diğer zikirlerden daha üstün saymıştır. Bunu birçok yerlerde tergib olarak, mutlak ve kayıtsız bir şekilde zikretmiştir. Sonra hakikî mânâsını belirtmek için bazı hadîslerde Sıdk ve İhlas ile kayıtlandırarak şöyle buyurmuştur: 'Kim ihlâs ile Lâ ilahe illâllah derse...' İhlâsın mânâsı; hâlin kâle yardımcı olmasıdır. (Yani kalbin dile muvafık ve mutabık bulunmasıdır).

Bizi son nefesimizde hâl ve kâl bakımından Lâ ilâhe illâllah ehlinden eylemesini Allah'tan dileriz. Bizi zâhir ve bâtında bu mübarek sözü söyleyenlerden kılmasını rahmetinden niyaz ederiz ve bizde bu hâlin dünyaya vedâ edinceye kadar devam edip dünyaya iştiyak gözüyle iltifat etmemeyi, aksine dünyadan kaçınıp Allah Teâlâ'nın mülâkatına lâyık bulunanlardan eylemesini Allah Teâlâ'dan talep ederiz. Çünkü Allah ile mülâkatı seven bir kimsenin mülâkatını Allah da sever. Kim Allah'ın huzuruna varmaktan hoşlanmazsa, Allah da onun kendisine gelmesinden hoşlanmaz.

İşte bütün bunlar zikir mânâlarına işaretlerdir. Muamele ilmi çerçevesinde bu işaretlerden daha fazlasını söylemek imkân dahilinde değildir.

31) Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
32) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
33) Müstağfirî (İbn Ömer'den garib olarak)
34) Irâkî bu hadisin bu ibare ile nakline tesadüf etmediğini kaydeder.
35) Rıfâe b. Râfî b. Mâlik. Bedir savaşına iştirâk eden ashâb-ı kiramdandır.
Muaviye b. Ebî Süfyan'ın iktidara geldiği döneme kadar
yaşamıştır.
36) Buhârî
37) Nesâî, İbn Hibban ve Hâkim, (Ebu Said'den)
38) Hâkim, (Abdullah b. Amr'dan)
39) İbn Mâce ve Hâkim
40) Müslim
41) Müslim
42) Müslim
43) Buhârî ve Müslim
44) Müslim
45) Nesâî
46) Tirmizi, Nesâî, İbn Hibban ve Hâkim
47) Müslim
48) İbn Mâce
49) Ebu Dâvud ve Tirmizî
50) Ebu Dâvud, Nesâî ve Tirmizî, (Abdullah b. Amr'dan)
51) Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim
52) Müslim
53) Buhârî ve Müslim
54) Nesâî ve Hâkim
55)Nesâî, Hâkim ve Tirmizî
56) Kitab'ul-İlim, yedinci bölümde geçmişti.
57) Tirmizî, (Ebu Said'den)
58) Müslim, (İbn Mes'ud'dan)
59) İbn Mâce, (Ka'b b. Mâlik' den)
60) Tirmizî, İbn Mâce ve Hâkim, (Câbir'den)
 

berat05

Yönetici
Katılım
26 Eki 2007
Mesajlar
7,764
Tepki puanı
1,035
Puanları
163
Yaş
48
Konum
Gönlün olduğu yerde
Esselamualeyküm ve rahmetullahive berakatuhu

Esselamualeyküm ve rahmetullahive berakatuhu

Değerli kardeşimiz hayırlı geceler

uzun zamandır göremiyordum sizi.

Görünce sevindim....selam vereyim dedim..İnşallah iyisinizdir..

Buralarda daha sık görmek ümidiyle

selametle
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
Değerli kardeşimiz hayırlı geceler

uzun zamandır göremiyordum sizi.

Görünce sevindim....selam vereyim dedim..İnşallah iyisinizdir..

Buralarda daha sık görmek ümidiyle

selametle



Ve aleyküm selam berat kardeşim size de hayırlı geceler.
Kusuruma bakmayın mesajınızı geç farkettim.
Bir süreliğine mecburen yoktum. Siz de iyisinizdir İnşaAllah kardeşim.
Allah'a emanet olun, Selam ve baki dualarım ile...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt