hudavendigar
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 6 Kas 2006
- Mesajlar
- 735
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
Şeytanın tâat hakkındaki hileleri ( Bir nev’i Vesvesenin İlacı hakkında)
Yedi vechesi vardır:
1. Kulu tâatten men eder. Allah o kulu korursa o da şeytanı reddeder. ‘Ben cidden tâat ve ibâdete muhtacım. Şu fani dünyadan sonu gelmeyen ahiret âlemi için azık hazırlamak gerek’ der.
2. Şeytan sonra da ona: ‘ Sonra tevbe ve ibadet eden kimselerin’ fikrini emreder. Allah o kulu korursa, o da şeytanı reddederek şöyle der:‘Ecelim elimde değildir; bu günün amelini yarına bırakacak olursam ne vakit yapabilirim? Çünkü her güne aid bir takım ameller vardır.’
3. Bundan da bir netice alamayınca, şeytan bu defa ona acele ile emreder, ‘Acele et ki diğer amellere vakit hazırlıyasın’ der. Allah o kulu korursa, oda şeytanı reddederek der ki; ‘Tamam yapmak kaydıyla az amel, noksan bırakılan çok amelden daha hayırlıdır.’
4. Sonrada ona gösteriş yollu emreder. Allah o kulu riyadan korursa, o da ‘Halk ne fayda, ne de zarar vermeye kaadirdir. Fayda ve zarar vermeye kaâdir Allahın fazlü keremiyle beni görmesi yetmez mi?’ diyerek şeytanı reddeder.
5. Şeytan bu yoldan da netice alamayınca onu bencillik gururuna düşürmek ister. Ve: ‘ne de uyanık bir adamsın. Ne de akıllı bir kimsesin! Öyle bir gafletten uyandın ki başkası hâlâ onun derin uykusundadır.’ fikrini aşılar. Allah o kulu korursa, o da minnet ve Şükür Allah’adır! Bana aid değildir. Tevfikini bana tahsis eden odur, amelime büyük bir kıymet veren yine odur. Onun lutfu olmamış olsaydı benim amelim onun nimeti ve kendi günahım yanında bir kıymeti olmazdı.’ der ve şeytanı reddeder.
6. Şeytan bundan ümidsiz olunca kula der ki: ‘Sen gizli olarak iç aleminde cehd ü gayret et. Çünkü Allah onu meydana çıkarır da seni şerefli ve heybet sahibi kılar.’ O bu telkiniyle kula gizli riya (gösteriş) damgasını vurmak ister. Eğer Allah o kulu korursa, o da:’ Ben ancak Allah’ın kuluyum. O benim yegane efendimdir, dilerse içimdekini meydana çıkarır, dilerse gizler, dilerse beni baş yapar, dilerse hakir kılar. Bütün bunlar ona aittir. Hakk ızhar etse de etmese de benim için fark etmez. Çünkü halkın elinde bir şey yoktur’ der.
7. Şeytan bu hileden de ümidsiz olunca , bu defa der ki: Senin bu amele ihtiyacın yoktur; çünkü eğer ezelde said (mutlu) yaratılmışsan ameli terk etmek sana bir zarar vermez; yok eğer şaki (bedbaht) yaratılmışsan amelin sana bir fayda vermez. Artık neden gayrete gelip rahatını terk ediyorsun, kendi nefsine eziyet ediyorsun?’ Allah o kulu korursa , o da : ‘Ben ancak bir kulum, kula gereken, efendisinin emrine imtisaldir. Rabb, kendi rububiyetini daha iyi bilir ve dilediğini yapar. Nasıl olursam olayım, amelim bana fayda verecektir. Eğer mutlu bir kimse isem, fazla sevap için yine amele muhtacım.Bedbaht isem, kendi nefsimi kınamamam için yine amele muhtacım; şöyleki: Allah her halde ibadet yaptığım için bana azab etmez. İtaatkar bir kul olarak cehenneme girmek, asi bir insan olarak girmekten daha iyidir bence. Hem nasıl böyle olabilir? Oysa ki Allah’ın va’di haktır; sözü doğrudur. O tâate karşılık va’detmiştir. Kim iman ve tâat üzere Allah’a kavuşursa, elbette ateşe girmeyecektir. O’nun dosdoğru olan va’diyle cennete girecektir. Bunun için Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: ‘Bize cennet va’dinde sadık olan bizi cennetten neresini dilersek konmak üzere bu yere mirasçı yapan Allah’a hamdolsun.’(Zümer suresi:74)
Hem şüphesiz ki Allah sebeblerin müsebbibidir; dünyada da ahirette de eşyayı zahiri sebeblere bağlamak O’nun cari adetlerin (kanunların) dandır. Yağmurun bitkiye, evlenmenin çocuğa, yaz mevsiminin meyvaların olgunlaşmasına sebeb kılındığı gibi. Cenabı hakk varis kılındığımız cenneti amelimize bir güzel karşılık olsun diye şöyle hatırlatıyor: ‘İşte işlediğiniz şeylere karşılık varis kılındığınız cennet!’ (Bu hitap yarın cennete girmeye hak kazananlar için olacaktır) Bununla Cenabı hakk şu hususu bildirmeyi murad ediyor: ‘O halde biz müttakileri, fisk u fücur işleyenlerle bir tutar mıyız?’ İşte kul bütün bunları düşünüp gönülden söyleyince şeytanı reddetmiş olur
Eğer o vesvese, bu gibi cevaplarla giderilmezse, mel’un şeytan yine döner ve ‘Ameller ezeli takdirle mukadderdir: biz Allah’ın takdirine muhalif bir takdirde bulunamayız! Eğer o bize güzel amelleri ve o amellere sa’y u gayretimizi takdir etmişse, hiç şüphe yok ki o ameller oluverecektir. Takdir etmemişse, oluvermesi mümkün değildir. Biz ameli işlemeye veya terke mecburuz. Kıyl ü kaalin faydası olmaz’, diye telkine çalışır. Sen ona de ki:
‘Her ne kadar Allah kullarının bütün amellerinin yaratıcısı ise de Ondan başka yaratıcı yoksa da O, kullarına cüz’i irâdeler ve kalbî irâdeler vermiştir ki bu irâdeler tâat ve günah gibi iki zıdda taalluka elverişlidir ve hâricen bir vücudu yoktur ki yaratmaya muhtaç olsun ve yaratma da taalluk etsin. Çünki yaratmak, yok olanı îcad etmektir. Hariçte varlığı olmıyan, mahluk sayılmaz. Ve onu irâde eden kul da onun yaradıcısı olamaz. Cenabı hakk kulun iradesini (kendi kudretine) adi bir şart yapmıştır. Kulun ef’âlinin, Allah’ın ilmi irâdesi takdiri ve Levh-i Mahfuz’a kaydedişi ile oluşu onun kuldan cebren sudurunu gerektirmez. Mesela: Zeyd Ömer’in günlerden bir günde ne yapacağını bilmiş ve bunu dileyerek bir kağıda tesbit etmişse, Ömer, Zeyd tarafından bu fiilleri yapmaya mecbur tutulmuştur, denilebilir mi? Ve Ömer Zeyd’e : ‘Sen ilmin, iradenle ve kağıda yazmanla yaptığını yaptın (yani bu fiilleri işlemeye (beni) mecbur tuttun’ diyebilir mi? Çünkü Ömer o fiilleri kendi ihtiyar ve iradesiyle yapmıştır. Zeyd’in bilgisi, dileği ve yazısından dolayı yapmamıştır. O halde bunda bir cebir düşünülemez ve işte bizim bahsettiğimiz mes’ele de böyledir. İyice düşün ve şükreden kullarından ol’
TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ
Yedi vechesi vardır:
1. Kulu tâatten men eder. Allah o kulu korursa o da şeytanı reddeder. ‘Ben cidden tâat ve ibâdete muhtacım. Şu fani dünyadan sonu gelmeyen ahiret âlemi için azık hazırlamak gerek’ der.
2. Şeytan sonra da ona: ‘ Sonra tevbe ve ibadet eden kimselerin’ fikrini emreder. Allah o kulu korursa, o da şeytanı reddederek şöyle der:‘Ecelim elimde değildir; bu günün amelini yarına bırakacak olursam ne vakit yapabilirim? Çünkü her güne aid bir takım ameller vardır.’
3. Bundan da bir netice alamayınca, şeytan bu defa ona acele ile emreder, ‘Acele et ki diğer amellere vakit hazırlıyasın’ der. Allah o kulu korursa, oda şeytanı reddederek der ki; ‘Tamam yapmak kaydıyla az amel, noksan bırakılan çok amelden daha hayırlıdır.’
4. Sonrada ona gösteriş yollu emreder. Allah o kulu riyadan korursa, o da ‘Halk ne fayda, ne de zarar vermeye kaadirdir. Fayda ve zarar vermeye kaâdir Allahın fazlü keremiyle beni görmesi yetmez mi?’ diyerek şeytanı reddeder.
5. Şeytan bu yoldan da netice alamayınca onu bencillik gururuna düşürmek ister. Ve: ‘ne de uyanık bir adamsın. Ne de akıllı bir kimsesin! Öyle bir gafletten uyandın ki başkası hâlâ onun derin uykusundadır.’ fikrini aşılar. Allah o kulu korursa, o da minnet ve Şükür Allah’adır! Bana aid değildir. Tevfikini bana tahsis eden odur, amelime büyük bir kıymet veren yine odur. Onun lutfu olmamış olsaydı benim amelim onun nimeti ve kendi günahım yanında bir kıymeti olmazdı.’ der ve şeytanı reddeder.
6. Şeytan bundan ümidsiz olunca kula der ki: ‘Sen gizli olarak iç aleminde cehd ü gayret et. Çünkü Allah onu meydana çıkarır da seni şerefli ve heybet sahibi kılar.’ O bu telkiniyle kula gizli riya (gösteriş) damgasını vurmak ister. Eğer Allah o kulu korursa, o da:’ Ben ancak Allah’ın kuluyum. O benim yegane efendimdir, dilerse içimdekini meydana çıkarır, dilerse gizler, dilerse beni baş yapar, dilerse hakir kılar. Bütün bunlar ona aittir. Hakk ızhar etse de etmese de benim için fark etmez. Çünkü halkın elinde bir şey yoktur’ der.
7. Şeytan bu hileden de ümidsiz olunca , bu defa der ki: Senin bu amele ihtiyacın yoktur; çünkü eğer ezelde said (mutlu) yaratılmışsan ameli terk etmek sana bir zarar vermez; yok eğer şaki (bedbaht) yaratılmışsan amelin sana bir fayda vermez. Artık neden gayrete gelip rahatını terk ediyorsun, kendi nefsine eziyet ediyorsun?’ Allah o kulu korursa , o da : ‘Ben ancak bir kulum, kula gereken, efendisinin emrine imtisaldir. Rabb, kendi rububiyetini daha iyi bilir ve dilediğini yapar. Nasıl olursam olayım, amelim bana fayda verecektir. Eğer mutlu bir kimse isem, fazla sevap için yine amele muhtacım.Bedbaht isem, kendi nefsimi kınamamam için yine amele muhtacım; şöyleki: Allah her halde ibadet yaptığım için bana azab etmez. İtaatkar bir kul olarak cehenneme girmek, asi bir insan olarak girmekten daha iyidir bence. Hem nasıl böyle olabilir? Oysa ki Allah’ın va’di haktır; sözü doğrudur. O tâate karşılık va’detmiştir. Kim iman ve tâat üzere Allah’a kavuşursa, elbette ateşe girmeyecektir. O’nun dosdoğru olan va’diyle cennete girecektir. Bunun için Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: ‘Bize cennet va’dinde sadık olan bizi cennetten neresini dilersek konmak üzere bu yere mirasçı yapan Allah’a hamdolsun.’(Zümer suresi:74)
Hem şüphesiz ki Allah sebeblerin müsebbibidir; dünyada da ahirette de eşyayı zahiri sebeblere bağlamak O’nun cari adetlerin (kanunların) dandır. Yağmurun bitkiye, evlenmenin çocuğa, yaz mevsiminin meyvaların olgunlaşmasına sebeb kılındığı gibi. Cenabı hakk varis kılındığımız cenneti amelimize bir güzel karşılık olsun diye şöyle hatırlatıyor: ‘İşte işlediğiniz şeylere karşılık varis kılındığınız cennet!’ (Bu hitap yarın cennete girmeye hak kazananlar için olacaktır) Bununla Cenabı hakk şu hususu bildirmeyi murad ediyor: ‘O halde biz müttakileri, fisk u fücur işleyenlerle bir tutar mıyız?’ İşte kul bütün bunları düşünüp gönülden söyleyince şeytanı reddetmiş olur
Eğer o vesvese, bu gibi cevaplarla giderilmezse, mel’un şeytan yine döner ve ‘Ameller ezeli takdirle mukadderdir: biz Allah’ın takdirine muhalif bir takdirde bulunamayız! Eğer o bize güzel amelleri ve o amellere sa’y u gayretimizi takdir etmişse, hiç şüphe yok ki o ameller oluverecektir. Takdir etmemişse, oluvermesi mümkün değildir. Biz ameli işlemeye veya terke mecburuz. Kıyl ü kaalin faydası olmaz’, diye telkine çalışır. Sen ona de ki:
‘Her ne kadar Allah kullarının bütün amellerinin yaratıcısı ise de Ondan başka yaratıcı yoksa da O, kullarına cüz’i irâdeler ve kalbî irâdeler vermiştir ki bu irâdeler tâat ve günah gibi iki zıdda taalluka elverişlidir ve hâricen bir vücudu yoktur ki yaratmaya muhtaç olsun ve yaratma da taalluk etsin. Çünki yaratmak, yok olanı îcad etmektir. Hariçte varlığı olmıyan, mahluk sayılmaz. Ve onu irâde eden kul da onun yaradıcısı olamaz. Cenabı hakk kulun iradesini (kendi kudretine) adi bir şart yapmıştır. Kulun ef’âlinin, Allah’ın ilmi irâdesi takdiri ve Levh-i Mahfuz’a kaydedişi ile oluşu onun kuldan cebren sudurunu gerektirmez. Mesela: Zeyd Ömer’in günlerden bir günde ne yapacağını bilmiş ve bunu dileyerek bir kağıda tesbit etmişse, Ömer, Zeyd tarafından bu fiilleri yapmaya mecbur tutulmuştur, denilebilir mi? Ve Ömer Zeyd’e : ‘Sen ilmin, iradenle ve kağıda yazmanla yaptığını yaptın (yani bu fiilleri işlemeye (beni) mecbur tuttun’ diyebilir mi? Çünkü Ömer o fiilleri kendi ihtiyar ve iradesiyle yapmıştır. Zeyd’in bilgisi, dileği ve yazısından dolayı yapmamıştır. O halde bunda bir cebir düşünülemez ve işte bizim bahsettiğimiz mes’ele de böyledir. İyice düşün ve şükreden kullarından ol’
TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ