Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

RİSALE-İ NUR DA ESMA-İ HÜSNA (1 Kullanıcı)

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: RİSALE-İ NUR DA ESMA-İ HÜSNA

Mucîb

Allah (c.c.), Mucîb’tir. Yani işiten, cevap veren, icâbet eden, gören, merhamet eden ve kullarının duâlarından hikmetine uygun olanları ve dilediklerini kabul edendir. Cenâb-ı Hak her duâ edene cevap verir, her niyazda bulunan kuluna icâbet eder, her mahlûkunun hâl ve söz diliyle yaptığı yakarış ve sızlanışları dinler ve şefkati ile mukabele buyurur.

Ebû Hüreyre’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği1 Mucîb ismi Kur’ân’da geçen esmâdandır. Cenâb-ı Mucîb-i Semî, “Rabbiniz dedi ki: ‘Bana duâ edin; icâbet edeyim’”2 buyurmaktadır. Bir diğer âyette de, “Semud milletine kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Semud dedi ki, ‘Ey milletim! Allah’a kulluk edin. Ondan başka ilâhınız yoktur. Sizi yeryüzünde yaratıp orayı îmar etmenizi dileyen Odur. Öyleyse Ondan mağfiret isteyin. Sonra da Ona tövbe edin. Muhakkak Rabbim Karîb ve Mucîb’dir’”3 buyurulmaktadır.

Cenâb-ı Hakkın, mahlûkatının en aşağı ve en küçük ihtiyaçlarını bile görmezden gelmediğini, mahlûkatının tüm ihtiyaçlarını tam bir şefkatle ummadıkları yerlerden karşıladığını, en gizli bir sesi en gizli bir mahlûkundan işittiğini ve imdad ettiğini, hal ve söz diliyle istenilen her şeye icâbet ettiğini ve şefkatle verdiğini beyan eden Bedîüzzaman; Allah’ın, en büyük kulu olan Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.), aynı zamanda herkesin de ihtiyacı olan en büyük “bekâ” ihtiyâcını ihtivâ eden duâsını bildiği halde, âhireti yaratmakla cevap vermemesinin ve en büyük “ebediyet” duâsını işittiği halde Cennetin îcâdı ile kabul etmemesinin mümkün olmadığını kaydeder.4

İstidat lisanıyla bütün tohumlar tarafından, fıtrî ihtiyaç lisanıyla bütün hayvanlar tarafından ve ıztırar lisanıyla bütün muztarlar tarafından yapılan duâların makbul olduğunu kaydeden Bediüzzaman, nihâyetsiz duâların hepsinin kabul ve icâbetinin, büyük bir ölçüde, apaçık bir tarzda Hâlık-ı Rahîm, Kerîm ve Mucîbe işâret ettiğini beyan eder.5

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, her bir ferdin fiilî ve hâlî yardım talepleri, niyazları ve duâları vardır. Her bir can sahibi, muâvenetlerine koşan ve duâlarına kabul ile cevap veren bir şefkatli Müdebbir’e, bir Rabb-i Rahîme ve Mucîbe kat’î şehâdet etmektedir.6 İnsan, hikmet ile yapılmış bir masnûdur. Bu yapısı, Saniinin gayet hakîm olduğuna açık bir delildir. İnsan, cisimleşmiş bir nakışlı hikmettir, cesedleşmiş bir muhtar ilimdir, bedenleşmiş bir basîret kudretidir; öyle bir fiilin mahsûlüdür ki, istidâdı, irâde ettiği şeyi kendisine vermektedir; öyle bir nimet ve ihsânın yoğunlaşmış hâlidir ki, bütün ihtiyaçlarına vâkıftır; öyle bir kaderin resimlediği sûrettir ki, bünyesine lâzım ve münâsip şeyleri bilmektedir. İnsan, bu bildikleriyle her şeyin mâliki olan Mâlik’inden nasıl gaflet edebilir? Bütün suçlarını, günahlarını, yanlışlarını bilen, ihtiyaçlarını gören, feryat ve figanlarını işiten Semî, Basîr, Alîm, Mucîb olan bir Rakîb’in, üstünde bulunmamasını nasıl tevehhüm edebilir?7

Mucîb olan Cenâb-ı Allah’ın her duâya cevap verdiğini beyan eden Bediüzzaman, ancak duâların kabûlünün, yani herkesin her istediğine nail olmasının Allah’ın hikmetine tâbîi olduğunu kaydeder.8

Bedîüzzaman’a göre, varlıkların, ellerinin yetişmediği ve iktidarları dâhilinde olmayan bütün ihtiyaçları ve bütün fıtrî istekleri gayet Rahîm, işitici ve şefkatli bir gizli el tarafından verilmektedir. İnsanların ihtiyârî duâlarının, hususan enbiyânın ve evliyânın duâlarının çoğu zaman kabul edilmesi, perde arkasında her dertlinin âhını ve her muhtâcın duâsını işiten ve dinleyen bir Semî ve Mucîb’in bulunduğunu göstermektedir. Cenab-ı Hak en küçük de olsa her mahlûkun, en önemsiz de olsa her ihtiyacını görmekte, en gizli âhını işitmekte, şefkat etmekte, fiilen cevap vermekte ve her can ve yürek sahibini memnun ve mes’ûd etmektedir. Mahlûkların en ehemmiyetlisi olan insanın, en önemli, en genel ve bütün kâinatla beraber Allah’ın bütün isimlerini ve sıfatlarını ilgilendiren uhrevî bekâ ile ilgili şiddetli duâsını ve bütün mahlûkâtın çaresizlik diliyle, “Yâ Rabbenâ! Biz de istiyoruz!” diye yakarışlarını kendi duâsı içine alıp; insanlığın güneşleri, yıldızları ve kumandanları hükmünde olan bütün peygamberleri arkasına alarak, duâsına “Âmin!...” dedirten Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.), âhiretteki bekâyı ve ebedî saadeti isteyen yüksek ve herkesi kapsayan duâsı Mucîb, Semî ve Rahîm olan Rabbimizin Cenneti îcadına kâfi bir sebep teşkil eder. Hiç, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) talebi ve duâsı olur da, Cennet yaratılmaz mı?9

Dipnotlar:
1- Tirmizî, Daavât: 86
2- Mü’min Sûresi: 60
3- Hud Sûresi: 61
4- Sözler, s. 69-70
5- A.g.e., s. 599
6- Şuâlar, s. 531
7- Mesnevî-i Nuriye, s. 153
8- A.g.e., s. 190
9- Şuâlar, s. 193
 

seher vakit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Kas 2006
Mesajlar
1,103
Tepki puanı
0
Puanları
0
Konum
berlin
RE: RİSALE-İ NUR DA ESMA-İ HÜSNA

SAG OLUN ALLAH RAZI OLSUN BU GÜZEL PAYLASIM ICINB)
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: RİSALE-İ NUR DA ESMA-İ HÜSNA

SELAMÜNALEYKÜM,İNSAN YARATILIŞI GEREĞİ ALLAH IN GÜZEL İSİMLERİNE ESMA-İ HÜSNA YA AYNADIR.CEMAL İSİMLERE AYNA OLDUĞU KADAR YERİNDE VE ZAMANINDA CELAL İSİMLERE DE AYNA OLMAYI BİLİRSE FITRATINA UYGUN DAVRANMIŞ OLUR.

Cebbâr

Allah (c.c.), Cebbâr’dır. Yani Cenab-ı Hak her hükmünü icrâ eden, emirlerini yaptıran, hükmünün uygulanmasını hiçbir şeyin engellemeye güç yetiremediği, emri ve hükmü her şeye hâkim olan, kullarını dilediği yöne sevk eden, mahlûkatının ihtiyaçlarını zamansız ve cebrî olarak gideren, umulmadık yerlerden mahlûkatına rızklar sevk eden ve yaşama imkânları sağlayan Cebbâr-ı Hakîm’dir.

Cebbâr ismi, Kur’ân’da zikredilen isimlerdendir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “O Allah, kendisinden başka ilâh olmayan Melik, Kuddûs, Selâm, Mü’min, Müheymin, Azîz, Cebbâr, Mütekebbir’dir. Allah müşriklerin koştukları şirklerden münezzehtir.” 1

Yüksek hakîkatlerin mümkün mertebe yakından kavranmasını isteyen Bediüzzaman, bunun için meselâ, Cebbâr ismini tabiattan okumak için fırtınalı bir denize dikkat edilmesini veya sarsıntılı bir yeryüzünün izlenmesini tavsiye eder. Suyun, ateşin, toprağın, havanın taşkınlıklarında Cebbâr isminin okunabileceğini hatırlatır.2

Bedîüzzaman, mükemmel bir saray gibi hiçbir hata ve ihmâl göstermeyen kâinatın, Kadîr-i Cebbâr’ın terbiye ve idâresinde olduğunu, semâvâttaki dev yıldızların yönetiminden yeryüzündeki bütün ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarının eksiksiz karşılanmasına kadar bütün fiillerde Cenab-ı Hakkın mutlak hâkim bulunduğunu kaydeder. Bediüzzaman’a göre, Cenab-ı Hakkın, kıyâmeti, yeniden dirilişi, mahşeri, Cenneti ve Cehennemi vaat ettiği şekliyle îcâd edeceğini, sâdece Cebbâr isminden anlamak mümkündür. Kâinatı yıkmak, bozmak ve tahrip etmek, yeni bir âlemi yaratmak, tüm insanları diriltmek, mahşerde toplamak, hesap sormak, hak edenleri Cehenneme sevk etmek, dilediklerini Cennete almak Kadîr-i Cebbâr’a hiçbir şekilde zor değildir.3

Dipnotlar:
1- Haşr Sûresi: 23.
2- Sözler, s. 301.
3- Şuâlar, s. 155-156.
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: RİSALE-İ NUR DA ESMA-İ HÜSNA

Şedîd

Allah (c.c.), Şedîd’dir. Yani emri çetin, hükmü nâfiz, cezâsı şiddetlidir. Kulun her davranışının Allah nezdinde muhakkak bir karşılığı vardır ve kula hak ettiği karşılıkla davranmak hususunda Cenâb-ı Hakkın hükmü, emri ve irâdesi şedittir. Bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “Ol!” demesi yeterlidir; o hemen oluverir. Allah’ın emri ve hükmü önünde bütün kâinat boyun eğmiştir. Cenâb-ı Hakkın emrine müdâhale edecek ve mâni olacak hiçbir güç ve kuvvet yoktur!

Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Şedîd ismi Kur’ân’a “Şedîdü’l-İkâb” terkibiyle girmiştir. Cenâb-ı Hak, şöyle buyurur: “Muhakkak O, Kaviyy’dir, Şedîdü’l-İkâbtır.”1 Bir diğer âyette, “O günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, Şedîdü’l-İkâb ve lütfu bol olandır. Ondan başka İlâh yoktur. Dönüş Onadır.”2 Başka bir âyette ise, “Bilin ki muhakkak Allah, Şedîdü’l-İkâb, Ğafûr ve Rahîm olandır”3 buyurulmuştur. Cenâb-ı Hakkın, bazı âyetlerde emrini beyan biçimi de şiddetlidir: “Kim Allah’a karşı gelirse bilsin ki, Allah Şedîdü’l-İkâbtır”4 buyuran Cenâb-ı Hak, bir diğer âyette, “Peygamber size ne verirse onu alın; sizi neden men ederse ondan geri durun. Allah’tan korkun. Muhakkak Allah, Şedîdü’l-İkâbtır”5 buyurur.

Küfürde dayanılmaz bir karamsarlık bulunduğunu beyan eden Bedîüzzaman, bunun nedeni olarak kâfirin nefsine ve benliğine düşkün olmasını gösterir. Çünkü, kendi arzu ve hevâsına düşkün olmanın yanı sıra Allah’ı tanımamak, kişiyi hayatı boyunca elemler ve acılar içinde bırakır. Âdetâ rûhunda mânevî bir Cehennem zakkumu saklar. Böylece kişi, daha Cehenneme gitmeden, ezici ve dehşetli bir azap içinde kalmaktan yakasını kurtaramaz. Nefs-i emmârenin hazırladığı mânevî Cehennem işte budur.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, dünyanın fâni ve ölümlü olmasından dolayı insan, sahip olduğu hiçbir güzelliği, hiçbir varlığı ve serveti elinde tutamıyor ve fıtraten dâimî bir cezâ ve azap içinde kalıyor. Çünkü, insan zayıftır, belâları çoktur; fakirdir, ihtiyacı pek ziyâdedir; âcizdir, hayat yükü pek ağırdır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle dayanıp tevekkül etmezse ve îtimat edip teslim olmazsa vicdanı dâimâ azap içinde kalacaktır. Neticesiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğacaktır.

Nitekim, beklenmedik kazâlar, belâlar, âfetler, musîbetler ve ölümler ehl-i küfrü dâimâ azapta bırakmaktadır. Bu azaptan kurtulmanın tek çâresi Kur’ân’ı dinlemek ve Allah’a sığınmaktır.

Bedîüzzaman’a göre, gençlikteki beş on senelik gayr-i meşrû zevk ve sefâhetin cezâsı olarak insan, dünyada çok seneler gam ve keder çekmekte, berzahta can yakıcı azap ve zarara uğramakta, âhirette ise dehşetli Cehennem ve sakar belâsına düşmektedir. Oysa bu kısacık zevk, peşi sıra gelen korkunç ıztıraplara hiçbir biçimde değmemektedir. Öyleyse, hayatın lezzeti îmânda, Allah’ın emirlerini îfâ etmekte ve günahlardan uzak durmaktadır. Büyük hatâların ve cinâyetlerin geri bırakılarak büyük merkezlerde, küçük hataların ve cinâyetlerin ise öne alınarak küçük merkezlerde görülmesi adâlette hikmetin gereğidir. Binâenaleyh, ehl-i küfrün cinâyetlerinin büyük kısmının haşirdeki mahkeme-i kübrâya tehir edilmesi, ehl-i îmânın hataları ise kısmen veya tamâmen dünyada cezâlandırılması Cenâb-ı Hakkın hikmet içindeki adâletini gösterir. Demek bu tehir, azabın hafifliğine değil, şiddetine işârettir.

Îmân olmazsa, gelecek endîşesiyle başı dönen aklın bir cezâ makinesinden beter olacağını ve rûha dayanılmaz ıstırap vereceğini beyan eden Bediüzzaman Saîd Nursî, bu durumda yaşamanın belâ, lezzetin elem ve hayatın azap içinde azap olacağını, vücutta ise bin yokluk hükmedeceğini kaydeder. “Eğer Rabbinin azabından küçük bir esinti onlara dokunacak olsa...”6 âyetinin tefsîrinde Bedîüzzaman, azap ifâdesinin şefkatle geçmesine rağmen çok şiddetli bir ıztırabı çağrıştırdığını, bu âyetin, Allah’ın azabının ne kadar dehşetli olduğunu gösterdiğini belirtir.

Dipnotlar:
1- Mü’min Sûresi: 22
2- Mü’min Sûresi: 3
3- Mâide Sûresi: 98
4- Haşir Sûresi: 4
5- Haşir Sûresi: 7
6- Enbiya Sûresi: 46
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: RİSALE-İ NUR DA ESMA-İ HÜSNA

Kuddüs

Allah (c.c.), Kuddûs’tür. Yani her şeyden ulvîdir, her kusurdan mukaddestir, her hayalden uzaktır, fânilere ve sonradan olanlara mahsus her halden aczden, fakrdan, zaaftan, noksanlıklardan ve eksikliklerden münezzehtir. Zât-ı Akdes, mutlak mânâda mukaddes ve münezzehtir. Bütün sıfatları kemâl derecededir, sonsuz biçimde ârîdir ve pâktır. Cenâb-ı Hak Kuddûs ismi gereği, temizliği ve bedenen, ruhen temiz olmayı sever; bunu, kâinat çapındaki faaliyetlerinde açıkça gösterir. Kâinat, bu yüzden tertemiz yaratılmış ve öylece devam edegelmektedir. Kâinatın kemâlâtı kendi kemâlâtına milyonlarca âyet ve işâret hükmündedir. Kâinat san’atta, güzellikte, intizamda, âhenkte, pâklıkta ve temizlikte eşsiz oluşuyla, Kuddûs isminin eseri olduğunu gösterir.

Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) bildirdiği Kuddûs ismini Kur’ân’da da görmekteyiz. Zât-ı Hakîm, “O Allah ki, kendisinden başka İlâh olmayan, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü’min, Müheymin, Azîz, Cebbâr, Mütekebbirdir. Allah, müşriklerin koştukları şirklerden münezzehtir”1 buyurur. Bir diğer âyette ise, “Göklerde ve yerde ne varsa, Melik, Kuddûs, Azîz ve Hakîm olan Allah’ı tespih ederler”2 buyurulur.

Kuddûs ism-i şerifinin Hazret-i Ali (r.a.) hakkında İsm-i Âzam hükmünde olduğunu beyan eden3 Bedîüzzaman, bu ismin esrârını ayrı bir bölüm hâlinde inceler.4

Bedîüzzaman’a göre, bu kâinat dâimâ işleyen bir büyük fabrika; her vakit dolar, boşanır bir han ve bir misâfirhâne hükmündedir. Böyle işlek fabrikalar, hanlar ve misâfirhaneler döküntülerle, enkazlarla, süprüntülerle çok kirlenirler, çok bulaşık olurlar, kirli ve atık maddeler her tarafında birikir. Eğer dikkatle bakılıp temizlenmezse içinde yaşanmaz hale gelir ve insanı boğar. Halbuki bu kâinat fabrikası ve bu yeryüzü misâfirhanesi öylesine pâk, öylesine temiz ve öylesine nazîftir, o kadar kirsiz, bulaşıksız ve atıksızdır ki, bir lüzumsuz şey ve bir menfaatsiz madde ve bir tesâdüfî kir ve leke aslâ içinde bulunmaz ve barınmaz; geçici olarak bulunsa da, bir arıtma makinası hemen onu yutar; o kir kaybolur ve orası temizlenir.

Bu fabrikanın öyle temizliği seven bir sahibi var ki, o koca fabrikayı ve o büyük sarayı küçük bir oda gibi süpürtür, temizletir, tertemiz düzenler. O pek büyük fabrikanın büyüklüğü nisbetinde atık ve enkazından kalma kirli maddeleri ve süprüntüleri hiçbir yerinde bulunmuyor. Bilâkis büyüklüğü nisbetinde temizliğine ve arıtılmasına dikkat ediliyor.5

Bu âlem sarayındaki temizlik, pâklık, sâfîlik ve nûrânîlik, mütemâdiyen hikmetli bir temizliğin ve bir dikkatli arındırmanın eseridir. Bir kuş kolayca kanatlarını ve bir kâtip rahatça sayfalarını temizlediği gibi; bu arz tayyaresinin ve bu semâvî kuşların kanatları ve bu kâinat kitabının sayfaları öyle kolay temizlenmekte ve öyle rahat güzelleşmektedir ki, âhiretin sonsuz güzelliğini görmeyen ve îmânla düşünmeyen insanlar, dünyanın bu temizliğine ve bu güzelliğine âşık olmaktadırlar ve tutkun hale gelmektedirler...

İşte bu tek fiil, yani bir tek hakîkat olan temizlik fiili, Kuddûs ismi gibi bir İsm-i Âzamdan gelerek kâinatın bütün dâirelerinde gözükmekte; doğrudan doğruya Allah’ın varlığına ve birliğine sayısız işâretler taşımakta, geniş ve dürbün gibi gözlere Allah’ın birlik tecellilerini göstermektedir.6

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, Kuddûs isminin cilvesi ve gereği olan bu ulvî ve umûmî temizlik fiili, kötü hasletlerden, bâtıl itikatlardan, günahlardan, bid’atlardan, dalâletten, küfür hallerinden ve bütün mânevî kirlerden arınmayı da kapsamaktadır. Nasıl, bütün mahlûkatın tesbihatı ism-i Kuddûse bakmaktaysa; bütün mahlûkatın maddeten olduğu gibi, mânen temiz olmalarını da Kuddûs ismi istemektedir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) temizliğin bu kutsî değerindendir ki, “Temizlik îmandandır”7 buyurarak temizliği îmânın nûrundan saymıştır.

Cenâb-ı Hak da; “Allah çok tövbe edenleri ve çok temiz olanları sever”8 buyurmak sûretiyle, Kuddûs isminin istediği tövbenin, arınmanın ve tahâretin, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine vesîle olduğunu bildirmiştir.9

Dipnotlar:
1- Haşr Sûresi: 23; 2- Cum’a Sûresi: 1; 3- Lem’alar, s. 520; 4- A.g.e., s. 486; 5- A.g.e., s. 487; 6- A.g.e., s. 488; 7- Müslim, 1: 203; 8- Bakara Sûresi: 222; 9- Lem’alar, s. 489
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: RİSALE-İ NUR DA ESMA-İ HÜSNA

RAHMAN

Allah (c.c.), Rahmân'dır. Yani Cenâb-ı Hak sonsuz merhamet sahibidir. Rahmete ve şefkate muhtaç herkese, her can ve yürek taşıyana kâmilen rahmetiyle muâmele eder. Allah'ın rahmeti bütün varlıkları kuşatmıştır.

Esâsen, Rahmân ve Rahîm isimleri aynı kökten gelen iki mübalâğa ismidir. Her iki isim de Allah'ın rahmetinin şiddetli biçimde ve sonsuz olarak varlıklar üzerinde hâkim olduğunu bildirir.

Fakat başta "Bismillahirrahmânirrahîm" gibi bir Kur'ân âyetinde olmak üzere Kur'ân'da en çok vurgulanan isimlerden olduğundan İslâm kültür ve tefekküründe iki önemli isim hüviyeti kazanması ve her birisine de farklı nüanslar yüklenmesi, bizi her iki ismi de ayrı birer başlık hâlinde incelemeye sevk etti.

Peygamber Efendimizden (a.s.m.) Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivâyet ettiği Rahmân ismi Kur'ân'da en çok geçen isimler arasındadır. Besmeledeki üç isimden birisi olan Rahmân, Fâtihâ Sûresinin üçüncü âyetinde de zikredilmektedir: "Rahmân ve Rahîm olan, âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun." (Fatiha Sûresi: 2,3) Bir diğer âyette Cenâb-ı Rahmâni'r-Rahîm, "De ki, ‘İster Allah diye duâ edin, ister Rahmân diye duâ edin; hangi isimle duâ ederseniz edin, en güzel isimler Onundur" (İsra Sûresi: 110) buyurur.

"Kalbî yumuşaklık ve incelik" mânâsını ifâde eden Rahmân lâfzının, Cenâb-ı Hak hakkında müteşâbih olarak kullanıldığını beyan eden Bedîüzzaman, Kur'ân'ın, yüz elli dokuz yerde Rahmân ismini zikrettiğini kaydeder.

Bediüzzaman Saîd Nursî, besmelede geçen Rahmân isminin, yeryüzü sîmâsındaki bitkilerin ve canlıların tedbir, terbiye ve idâresindeki bir birine benzeyiş, uygunluk, intizam, incelik, lütuf ve merhamette görünen büyük rahmâniyet mührüne işâret ettiğini belirtir. Bedîüzzaman, bütün canlıların, Rahmân'ın rızka muhtaç misâfirleri hükmünde bulunduğunu, hayvanların güzel ve yanık sesli nağmelerinin Rahmân'ın hediyeleri karşısında ortaya koydukları teşekkürlerden ibâret olduğunu, baharın ve canlıların hep birlikte yüksek sesle, "Yâ Rahmân! Yâ Rahmân!" diye zikrettiklerini kaydeder.

Bedîüzzaman'a göre, rahmetin bir ehemmiyetli kısmı rızıktır ki, Rahmân'a Rezzâk mânâsı verilmiştir. Rızık ise apaçık bir Rezzâk-ı Rahîmi göstermektedir. Meselâ bütün zîhayatların, bilhassa âcizlerin ve yavruların, rızıkları bütün yeryüzünde ve gökyüzünde irâdelerinin ve güçlerinin hâricinde gayet hârika bir tarzda hiçten ve bir birine benzeyen çekirdeklerden, su katrelerinden ve toprak taneciklerinden yetiştirilmektedir. Ağacın başındaki yuvada bulunan kanatsız ve zayıf kuşçuklar için annelerinin emirber nefer gibi gezerek rızıklarını getirmeleri; aç vahşî bir arslanın, yavrusunun emrine girmesi ve bu emirle elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna getirmesi; sâir hayvanların ve insanların yavrularının imdâtlarına, memeler musluğundan Âb-ı Kevser gibi hoş, gıdâlı, hâlis ve beyaz sütleri kırmızı kan ve kirli fışkı içinden bulaşmadan ve bulandırmadan göndermesi ve annelerin şefkatini de yardımcı vermesi Rahmân isminin sadece görebildiğimiz eşsiz cilvelerindendir. Maddî ve mânevî rızık isteyen insanın duyguları ile akıl, kalp ve ruhuna da pek geniş bir erzak sofrası ihsân ederek kâinatı bir gül bahçesi gibi tanzim etmesi Rahmân'ın lütuflarından başka bir şey değildir.

Bediüzzaman Saîd Nursî'ye göre, Rahmânü'r-Rahîmin rahmeti, ebedî saadeti de bildirmektedir. Çünkü rahmet, sırf rahmet olduğundan, hakîkî muhabbete karşı ebedî hicrânı kabul etmez. Cenâb-ı Hak, Kendisini hakîkî seven kullarını, ebedî hicrâna atmaya râzı olmaz. Nitekim Rahmânü'r-Rahîm, hûrilerle süslendirilmiş Cennette, insanın bütün arzularını tatmin eden meskenleri, insanın cismânî arzu ve dileklerine uygun bir biçimde hazırladığını vaat buyurmuştur.

Bedîüzzaman'a göre, şefkat yolu rahmet yoludur. Hz. Yakub'un (a.s.) şefkati Rahmân ve Rahîm isimlerinin tezâhürüdür. Rahmân ismi bütün kâinatı ihâta eden bir nûrdur ve birçoğuna göre, İsm-i Âzam mesâbesindedir. Maddî ve mânevî açlık, fakr ve şükür, Rahmân ismine ulaşmak için husûsî birer vesîle teşkil etmektedir.
 

makinaci06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Kas 2006
Mesajlar
966
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: RİSALE-İ NUR DA ESMA-İ HÜSNA

ALLAH RAZI OLSUN ABLAM.B)
 

serkan25

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eyl 2006
Mesajlar
498
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: RİSALE-İ NUR DA ESMA-İ HÜSNA

Cenab-I ALLAH(CC) isimlerini böylesine tefsir etmiş Bediüzzaman(R.A) ALLAH-U TEALA razı olsun Ablam devamını bekleriz. :)
 

lillahi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Mar 2007
Mesajlar
109
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: RİSALE-İ NUR DA ESMA-İ HÜSNA

Selamın aleyküm . Çok tşk . Allah razı olsun

bu işlemeyi Bediüzzaman daha hulasa yapmış onu neden yazmadınız?
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt