Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

mezhebe uymanın önemi (1 Kullanıcı)

smyyes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
3,791
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
30
Bir kimsenin bir mezhebe uyması demek, o kişinin şöyle düşünmesi demektir: "Benim, dinimin emir ve yasaklarını dinin dört kaynağından çıkartmam mümkün değildir. (Meselâ, Hanefî mezhebinde olan bir kimse) Ben İmâm-ı a'zam hazretlerinin ilminin üstünlüğüne inanıyorum. O'nun bildirdiği bütün hükümlerin, Kur'ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygun olduğuna itimat ediyorum. Bunun için de İmâm-ı a'zam hazretlerini kendime rehber ediniyorum, dinde ne bildirdiyse doğru kabûl ediyorum."

Zaten ibâdetlerini, i'tikâdını belli bir mezhebe göre yapmıyanın îmânını muhafaza etmesi çok zordur. Uçurumun hemen kenarındaki insan gibidir. En ufak bir rüzgârla kendini uçurumun dibinde bulur. Çünkü, kişinin kendi başına dinin bütün emir ve yasaklarını Kur'ân-ı kerîmden çıkartması mümkün değildir.

Bunun için âkıl ve bâlig olan müslüman evlâdının, önce "Kelime-i şehâdet" söylemesi ve bunun ma'nâsını öğrenip, inanması lâzımdır. Sonra da Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan i'tikâd, yâni îmân edilmesi lâzım olan bilgileri öğrenip, bunlara inanması lâzımdır.

Sonra da, Ehl-i sünnetin dört mezhebinden birinin kitaplarında yazılı olan fıkıh bilgilerini, yâni islâmın beş şartını ve helâl, harâm olan şeyleri öğrenmesi, bunlara inanması ve uygun yaşaması lâzımdır.

Bunları öğrenmek ve uymak lâzım olduğuna inanmıyan, önem vermiyen "mürted" olur. Yâni Kelime-i şehâdet getirerek müslüman olduktan sonra, tekrar kâfir olur.

Dört mezhebin i'tikâdı birbirinin aynıdır. Dört mezhebten birinin îmân ve fıkıh bilgilerine tâbi olan uyan bir müslümana "Ehl-i sünnet" veya "Sünnî" denir.

Dört mezhebin, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan emir ve yasaklara uymakta, zaten hiç ayrılıkları yoktur. Yalnız, açıkça bildirilmiyenleri anlamakta ayrılmışlardır.

Şöyle bir benzetme yapacak olursak, hacıların, biri hava yolu ile, diğeri kara yolu ile, bir diğeri de deniz yolu ile Kâ'be-i şerîfe götürülmesi gibidir. Neticede her biri aynı yere gitmektedir ve hedef aynıdır. Hepsi aynı yerde buluşmaktadır. Ayrılık şekildedir. Aslında ayrılık yoktur. Biri Kâ'beye diğerleri başka yere gitmemektedir.

Bu kadarcık ayrılıklar da, Allahü teâlânın müslümanlara rahmetidir. Sağlıkları, çalıştıkları ve yaşadıkları yerler başka başka olan insanlara hangi mezhebe uymak kolay gelirse, onun "Fıkıh" kitaplarına göre ibâdet ederler.

Tek bir mezheb olsaydı, herkes buna uymağa mecbur olurdu. Bu da, çok kimseye güç gelirdi. Hattâ imkânsız olurdu. Dört mezhebin herhangi birine uyan müslümanlar, birbirlerini kardeş bilirler. Bunların tarih boyunca, dövüştükleri hiç görülmemiştir. Mezhebcilik yapmazlar. Yâni diğer üç mezhebi kötülemezler. Dördünün de Cennete götüren yol olduğuna inanırlar.

İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, hergün sabah namazını câmide kılıp, öğleye kadar suallere cevap verirdi. Öğleden önce, oturduğu yerde (Kaylûle) yapardı. Güneş zevâle, tepeye yaklaşınca kaylûle yapmak, yâni biraz uyumak sünnettir.

Öğle namazından sonra, yatsıya kadar, talebeye ilim öğretirdi. Yatsıdan sonra evine gelip, biraz dinlenir, sonra câmiye gider, sabah namazına kadar ibâdet ederdi. Bu hâli, sözlerine güvenilir birçok kıymetli kimse haber vermiştir.

Bu dört mezhebin müctehidleri imâm-ı a'zam hazretlerinin, talebeleri, çocukları gibidir. Hepsinin üstadı o'dur.

Harama, helâle, hatta şüphelilere çok dikkat ederdi. Kûfe şehrinin köylerini haydutlar basıp, koyunları kaçırmışlardı. Bu çalınan koyunlar şehirde kesilip, halka satılabilir düşüncesi ile, o günden sonra yedi sene, Kûfe'de koyun eti alıp yemedi. Çünkü, bir koyunun, en çok yedi yıl yaşayacağını öğrenmişti. Harâmdan bu derece korkar, her hareketinde dinin emir ve yasaklarını gözetirdi.(Mehmet Oruç 3 EYLÜL 1994)
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
501
Puanları
83
Yaş
43
esselamün aleyküm ve rahmetüllahi.

gerekli bilgileri bizimle paylaşıp nasiplendirdiğn için allah c.c. sizden razı olsun.
ecrini versin inşallah

selam ve dua ile
 

Cileli54

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Ocak 2010
Mesajlar
329
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Allah size hayirli uzun ömürler versin,hayirlarla ugrasip,bizim gibi ihtiyac sahiplerine güzel bir aracilik yaptiginizdan dolayi,

Cennet'ine koysun sizi sevdiklerinizle.
 

smyyes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
3,791
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
30
esselamün aleyküm ve rahmetüllahi.

gerekli bilgileri bizimle paylaşıp nasiplendirdiğn için allah c.c. sizden razı olsun.
ecrini versin inşallah

selam ve dua ile
ve aleykümselam.amin abim..sadece bana değil Rabbim size,sizlere de versin ecrini bol bol .çoğuna göre bu uzun yazıyı okumak çok da kolay birşey değil :a35:
 

smyyes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
3,791
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
30
Şöyle bir benzetme yapacak olursak, hacıların, biri hava yolu ile, diğeri kara yolu ile, bir diğeri de deniz yolu ile Kâ'be-i şerîfe götürülmesi gibidir. Neticede her biri aynı yere gitmektedir ve hedef aynıdır. Hepsi aynı yerde buluşmaktadır. Ayrılık şekildedir. Aslında ayrılık yoktur. Biri Kâ'beye diğerleri başka yere gitmemektedir.
 

smyyes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
3,791
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
30
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, (Bir mezhebe tâbi olmıyan mülhid olur.) buyuruyor. (Mebde ve Mead)
Kur'ân-ı kerîmdeki; (Allah'ın ipine sarılın!) emri, (Fıkh âlimlerinin, mezheb imâmlarının bildirdiğine uyun!) demektir. [Tahtâvî (Dürr-ül muhtâr) hâşiyesi, zebâyih kısmı]
 

Azerbaycan_li

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2010
Mesajlar
1,201
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
DÖRT MEZHEPTEN BİRİNE UYMAK ŞART MIDIR?


Soru:

"Bir kimsenin mutlaka dört mezhepten birine bağlanması şart mıdır?"

Allah (c.c.) kullarına, Rableri tarafından kendilerine indirilene uymalarını, Rasûlullah'a (s.a.v.) bağlanmalarını emretmiş ve bu gerçeği Kitabının birçok yerinde zikretmiştir. Bir kimsenin Rasûlullah'tan (s.a.v.) başkasını kendisine önder seçmemesi gerekir. Fakat insanlar bu hususa paramparça oldular ve hiziplere bölündüler.

dört mezhebin durumuyla ilgili olarak, bizimle halk arasında herhangi bir ihtilafın söz konusu olmadığını anlar. Bizimle onlar arasında ancak, hak ile çeliştikleri takdirde tartışma olabilir. İnsanlardan bazıları hep haram işler, heva ve heveslerine, şehevi duygularına uyarlar. Aynı zamanda bu mezheplerden birine mensup olduklarını da söylerler. Oysa durum hiç de öyle değildir. Eğer birileri çıkıp bir şeye bağlı olduğunu söylediği halde, ondan bir eser taşımıyorsa, bunun ona bir yarar sağladığı düşünülemez. Mesela; hristiyanlar İsa'ya (a.s.), Yahudiler de Musa'ya (a.s.) bağlı olduklarını söyledikleri halde, bunun onlara hiçbir faydası yoktur.

Mezhep imamlarına gelince; -Allah kendilerinden razı olsun- onların hepsi hidayet önderidirler. İcmaları delil, ihtilafları da rahmettir.

Onları taklit etmek konusunda alimler ihtilaf etmişlerdir. Kimisi taklidi kabul etmeyerek:

"İnsanlar ikiye ayrılırlar:

Cahil ve sıradan insanların görevi, dinlerinin gereğini en iyi bir şekilde yapmak için, dinlerini öğrenmek olmalıdır. Bir mezhebe bağlanıp kalması söz konusu değildir. Bunların durumu, okuma-yazma bilmediği halde 'okuma-yazma biliyorum' deyip de okuyup yazamayan bir ümmi gibidir. Şimdi düşün:

Adam 'Ben şu mezheptenim' diyor; ama onu bilip sahih ve zayıf olanını ayırt edemiyor. Fakih ve bilgi sahibi olan kimseye gelince; böyle bir kişinin elinde delil olmaksızın bir şey hakkında karar vermesi mümkün değildir.

Bu alimlere göre taklit ancak zaruret olduğunda gereklidir. Eğer zaruret yoksa taklit geçerli değildir.

Bir grup ta -ki bunlar fakihlerin çoğunluğunu oluştururlar- bu konuda orta yolu tutmuşlar, mezhep imamlarının söylediklerinin dışına pek çıkmamışlardır. Çünkü bunlara göre, bu imamlar bir tartışma esnasında kendilerine başvurulacak kimselerdir ve kendilerine sünnetten bir şey ulaşmadıkça mazurdurlar.

Nitekim işin bu yönünü Şeyhülislam İbni Teymiyye, "Refü'l-Melam an Eimmeti'l-Alam" adlı değerli eserinde açıklamıştır. Onlar eldeki nasslar çerçevesinde yapabileceklerini yaptılar ve hep Sünnete bağlı kaldılar. Sünnetten anlayıp, çıkarabildikleri sonuçlar çerçevesinde gerekeni yaptılar. İşte bunlar, imamların bağlıları ve bu ümmetin kurtuluş ehlidirler. Çünkü imamlar -Allah kendilerinden razı olsun- onları Sünnete uygun olan konular dışında kendilerini taklit etmekten menetmişlerdir. Buna uymak onların üzerine bir vecibedir. İşte bu taklit, üçüncü ve övgüye değer olan taklittir. Şimdi imamların sözlerinden bazılarını sunalım:

İbni Kasım, Malik'in (r.h.) şöyle dediğini rivayet ediyor:

"Değerli bir kişi de olsa, bir kişinin söylediği her söze uyulur diye bir şey yoktur. Çünkü Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:

"...Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele..." (Zümer: 39/17-18)

Ebu Yusuf (r.h.) şöyle der:

"Hiç kimsenin, nereden aldığımızı bilmeden bizim sözümüzle konuşması (fetva vermesi) caiz değildir."

Ebu Hanife (r.h.) da şöyle der:

"Bu bir rey (görüş)dir. Kim daha hayırlı bir rey getirirse, onu kabul ederiz." Yine der ki:

"Bir kimsenin sözü ile, Resulûllah'ın (s.a.v.) sözü bir mi?"

İmam Malik (r.h.) şöyle der:

"İnsanların sözü hem alır hem de geri çevrilir (reddedilir). Ancak şu kabrin sahibi Muhammed'in (s.a.v.) sözü başka. O reddedilmez."

Malik (r.h.) şunu da söylemiştir:

"Bir kimse, İbrahim en-Nehai'nin sözünü Ömer b. Hattab'ın sözüne tercih ederse, bundan dolayı tevbe etmesi gerekir. Peki ya İbrahim en-Nehai ve benzerlerinin sözünü, Rasulullah'ın (s.a.v.) sözüne tercih ederse, ne demeli?"

İmam Şafii (r.h.) şöyle der:

"Hiçbir delil olmaksızın ilim iddiasında bulunan kimse, geceleyin odun demetleri toplarken aralarında zehirli kobra yılanı da toplayan kimse gibidir ki, yılan kendisini sokup zehirleyecektir de, adamın bundan haberi yoktur."


Yine İmam Şafii (r.h.) şöyle demiştir:

"Eğer hadis sahihse, benim mezhebim odur. Başkası değil."

Ebu Davud der ki:

"Ahmed b. Hanbel'e:

"Evzai mi, Malik mi taklit edilmeye daha layıktır?" diye sordum. Dedi ki:

"Dinin konusunda bunlardan hiç birisini taklit etme. Ancak Rasûlullah (s.a.v.) ve ashabından geleni al"

Bir başka rivayet de şöyledir: "Onların aldığı kaynaktan al."

Yine İmam Ahmed (r.h.) der ki:

"Başkalarını taklit etmek kişinin fıkhının azlığına delildir."
 

Azerbaycan_li

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2010
Mesajlar
1,201
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Taklidin dördüncü çeşidi de kötülenip yerilmiştir ki, taklit konusunda aşırılığa kaçmak ve dört mezhepten birine saplanıp kalmak gibi şeyler bu bölüme girer.

Bazı kişiler:

"Mezhebe muhalefet etmek caiz değildir, her ne şekilde olursa olsun kesinlikle mezhebe uyulmalıdır." derler.

Bunlar, her imamı kendisine uymak açısından adeta peygamber konumuna getirmişlerdir. İşte bu, dini değiştirmektir.

Ahmed (r.h.) şöyle diyor:

"Hadisin isnadını ve şahinliğini bildikleri halde Süfyan'ın reyine uyanlara şaşarım, oysa Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"...Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar." (Nur: 24/63)

İbni Abbas der ki:

"Yakında gökten üzerinize taş yağacağından endişe etmekteyim. Ben "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu" diyorum, siz "Ebu Bekir ve Ömer şöyle dedi" diyorsunuz."

Süfyan b. Uyeyne diyor ki:

"Rabia yüzünü (başını) kapatarak oturup ağlamaya başladı. Kendisine:

"Seni ağlatan nedir?" diye sordum. Şu cevabı verdi:

"Açıkça riya, gizli bir şehvet, halkın alimler katında anaları yanındaki çocuklar gibi olması. Kendilerini neden menediyorlarsa, hemen ondan uzaklaşıyor, neyi emrediyorlarsa derhal onu yapıyorlar."


Abdullah b. Mu'temir de şöyle diyor:

"Doğrusu güdülen bir hayvan ile taklitçi bir insan arasında fark yoktur."

İbni Mes'ud der ki:

"Hiç biriniz başkasını taklit edip, taklit ettiği adam inanırsa inanır, inkar ederse inkar eder bir halde olmayın. Çünkü hiç kimse kötülükte örnek alınmaz."

Yine der ki:

"Ya öğreten ol, ya da öğrenen. İkisi arasında asalak geçinen olma."
 

smyyes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
3,791
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
30
bakın kardeşim.
ben buraya sadece kendi fikrimi eklemiyorum.
kendi fikrimi yaymak değil çünkü amacım.sağlam kaynaklar olduktan sonra şrada şöyle diyor ma şu kaynakta da şöyl diyor diyorum.halbuki benim görüşüm bunların ikisi olmayacağına göre biridir sadece.
ama kaynak olduğu için diğerini de ekliyorum.karşılaştırıp karar verin diye.bu da onun gibi.
burada önce kendi inandığımı söyledim.bence mezhep olmalı.ama diğer konu da da bahsedildiği gibi zorlanılan durumlarda diğerlerini de taklit caizdir.mezhebe bağlı olmayan iyi insnalarda vardır.ama bizim gibi nefsine tam hakim olamayan kullar için dinini araştırıp öğrenmede bu mezheplerin çok büyük önemi vardır. ayrıca bu sözü söyleyen de ben değilim imam-ı Rabbani.ben onun görüşünü de kaynk olduğu için buraya belirtmek istedim.yoksa buna körü körüne inandığım için değil.bi kaynağa göre de böyle demek için.
 

Azerbaycan_li

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2010
Mesajlar
1,201
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
benim yazdıklarımı da oku inşallah...artık cevap yazmıyacam...
 

smyyes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
3,791
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
30
İbni Teymiye’nin talebesi İbni Kayyım bile diyor ki:
İctihad şartı bulunmayanın, Kur'andan ve hadisten ahkam çıkarması caiz olmaz. Bir mezhebe uyması şarttır. Dört mezhepten başkasına uymak da caiz değildir. (İlamil Muvakkiin)


Dördüncü asırdan sonra, ictihad edebilecek bir âlim yetişemez oldu. Bütün Müslümanlar, bu dört imamdan birine tâbi olup, o imamın mezhebine uymaya mecbur oldu.
(Eshab-ı Kiram kitabı)
 

ferahhfeza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
10,922
Tepki puanı
8
Puanları
0
Yaş
46
Web Sitesi
ferahhfeza.blogcu.com
Eğer desen: "Hak bir olur. Nasıl böyle dört ve on iki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?"

Elcevap:Bir su, beş muhtelif mîzaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır, şöyle ki: Birisine, hastalığının mîzâcına göre, su, ilâçtır; tıbben vâcibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. ( 27.Söz - Hatime)

Bu gün mezheplerdeki tüm içtihat farklılıkları için bu kural geçerli midir? Mesela: Şafii alimleri denizden çıkan her şeyi yemeyi mübah görmüşken Hanefi alimleri görmemiş.." izah eder misiniz?


Çeşitli kesimler tarafından gündeme getirilen konulardan biri de mezhepmeselesidir. Mezhep meselesi bir taraftan İslam’da bir ayrılık unsuru gibi gösterilmeye çalışılırken, diğer taraftan bir takım demagojilerle saf zihinler bulandırılmak istenmektedir. Meselenin üzerine biraz eğildiğimiz zaman mezheplerin bir ihtiyaçtan doğduğu, hiç bir zaman ihtilaf unsuru olmadığı anlaşılacaktır.

İtikat ve amel diye iki kısımdan meydana gelen İslam dininde, mezhepler, ameli (pratikte yaşanan) kısımları konu edinir. Birden fazla mezhebin meydana gelmesi, nazari prensiplerin mezhep imamlarınca farklı anlaşılmasından ileri gelmiştir. (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup Dokuzuncu Kısım, s.449)


Mesela; Hz. Peygamber (A.S.M) efendimiz namaz kılarken mübarek alınlarına taş batar ve alınları kanar. Hz. Ayşe (R.a.) validemiz taşı Peygamber (A.S.M) efendimizin alnından alarak yere atarlar. Peygamber (ASM.) efendimiz yeniden abdest alarak namazlarını kılarlar. Hanefi mezhebi imamı, İmam Azam Ebu Hanife hazretleri ile Şafii mezhebi imamı, İmam Şafii hazretleri abdesti bozan meseleleri ele alırken bu meseleyi değerlendirirler. İmam-ı Azam hazretleri, “Peygamber (ASM.) efendimizin alnına batan taş kan çıkardığı için efendimiz abdest almıştır.” hükmüne varırken; Şafii hazretleri abdestin bozulmasını Hz. Ayşe (ra.) validemizin Peygamber (asm.) efendimizin alnına dokunmasına bağlamıştır. Böylece Hanefi mezhebinde az bir kan abdesti bozan sebeplerden biri olurken, Şafii mezhebinde kadının temasıyla abdestin bozulması kaide olarak benimsenmiştir. Görüldüğü gibi her iki hüküm de doğrudur ve haklı bir gerekçeye dayanmaktadır.


Mezheplerin doğuşu:

Peygamber (asm.) efendimize kadar itikadi noktalarda aynı olan şeriatlar teferruat kısımlarında değişerek gelmiş, hatta bir asırda ayrı ayrı kavimlere ayrı şeriatlar gönderilmiştir. Ancak Peygamber (asm.) efendimizle birlikte daha başka şeriatlara ihtiyaç kalmamış ve onun dini bütün asırlara kafi gelmiştir. Fakat teferruat meselelerde bir takım mezheplere ihtiyaç kalmıştır. Hak mezheplerin imamları bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmişler ve insanoğlunun bütün ihtiyaçlarına cevap vermişlerdir. Peygamber (asm.) efendimiz bir mucize olarak bu imamların geleceklerini ve büyük bir vazife yapacaklarını daha bunlar gelmeden haber vermiş ve bu mümtaz şahsiyetler de yapmış oldukları hizmetlerle Resulullah (asm.) efendimizi fiilen tasdik etmişlerdir...


İslam mezhepleri -bir iki cüz’i mesele hariç- hiç bir zaman iç harp ve karışıklıklara yol açmamış ve bu mezheplerin imamları da birbirine daima saygılı olmuşlar, birbirlerini ret ve inkar etmemişlerdir. Ayrıca bir mezhep tesis etmek niyetiyle ortaya iddialı bir şekilde çıkmamışlar, daha sonra bir araya toplanarak bir mezhep haline getirilen içtihatlarını zaman ve ihtiyaç anında ortaya koymuşlardır.

Mesela: İmam-ı Azam (H. 80-150) bir hadise ile ilgili olarak fetva verdikleri zaman, Bu Numan bin Sabit’in (İmam-ı Azam) reyidir. Çıkarabildiğimiz reylerin en güzeli budur. Kim bundan daha güzelini ileri sürerse, doğruya daha yakın olan odur. derdi.


İmam Malik (Maliki mezhebi kurucusu. H.93-179),Ben bir beşerim. Bazen hata, bazen de isabet ederim. Bu sebeple benim rey ve içtihadımı inceleyiniz. Kitap veya sünnete uygun bulursanız, kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz.” demiştir. (Hayreddin Karaman, Fıkıh Usulü, 33)Hanbeli mezhebi kurucusu İmam-ı Hanbeli (H. 164-241) ve İmam-ı Şafii hazretleri (H. 150 - 204) de hiç bir zaman iddialı konuşmamışlar ve meslektaşlarını rencide edici sözler söylememişlerdir. Daha sonra bu büyük insanların rey ve içtihatları talebeleri ve alimler tarafından bir araya getirilerek Müslümanların gönül huzuru içerisinde ibadet yapmaları temin edilmiştir.


Hak birden fazla olur mu?

Bir zamanlar gazete sütunlarından Müslümanlara meydan okurcasına sorulan ve halen köşe bucak tekrarlanan bir soru vardır: Hak bir olur; nasıl böyle dört mezhebin ayrı ayrı, bazan birbirine zıt hükümleri hak olabilir?

Bu soruya Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri özetle şu cevabı verir: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre beş hüküm alır. Önemli miktarda su kaybeden bir hastaya su içmesi vaciptir, şarttır. Yeni ameliyattan çıkmış bir hastaya zehir gibi zararlıdır. Tıbben ona haramdır. Diğer bir hastaya kısmen zararlıdır; su içmek ona tıbben mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sünnettir. Diğer birisine de ne zarardır ne de menfaattır. Tıbben ona mübahtır afiyetle içsin... İşte burada hak taaddüt etti, birden fazla oldu. Beşi de haktır. “Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir, başka hükmü yoktur” denilebilir mi?"


İşte bunun gibi İlahi hükümler mezheplere uyanlara göre değişir. Hem hak olarak değişir ve her biri de hak olur, maslahat olur.

Birbirinden farklı gibi görünen mezheplerdeki teferruat meselelerinin hangisini ele alsak, imamların dayandıkları noktaların hak ve hakikat olduğunu görebiliriz. Bu hususta İmam Şarani hazretleri “Mizan” isimli bir eser yazmış, mezhep imamları arasında bir mukayese yaparak hangi hükmü nasıl anladıklarını ortaya koymuştur.

Bir misal:

Mezhep imamları İslami meselelerde değil, uygulanış tarzında kendilerine göre haklı sebeplerle ihtilaf etmişlerdir. Mesela abdest alırken başa meshetmekte bütün imamlar ittifak etmişlerdir. Ancak meshin tarzında ve miktarında ihtilaf etmişlerdir.

Abdesti bizlere farz kılan Rabbimizin, “Başınıza meshediniz.” emri “bi ruusikum” ibaresiyle gelmiştir. Dillerin en zengini olan Arapça’da çeşitli kelimelerin başına gelen ‘b’ harfi, bazen “güzelleştirmek”, bazan “bazı” manasını vermek, bazan da “bitiştirmek” manasını vermek için gelir. Abdest ayetinin “ruusiküm” kelimesinin başına gelen ‘b’ harfini mezhep imamlarının her biri ayrı manada anlamışlar ve bundan farklı bir uygulama ortaya çıkmıştır.

Bunun içindir ki;

İmam-ı Malik hazretleri: “Başa meshederken, başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki ‘b’ harfi kelimeyi güzelleştirmek için gelmiştir. Kendi başına bir manası yoktur” der.

İmam-ı Ebu Hanife hazretleri ise: “Bu ‘b’ bazı manasına gelen ‘b’dir. Başın bir kısmı meshedilse kafi gelir” der.

İmam-ı Şafii hazretleri ise: “Bu ‘b’ bitişmek manasına gelen ‘b’ dir. Sadece elin başa bitişmesi, birkaç kıla değmesi kifayet eder, mesh tamam olur” der. Hal böyle olunca mezhep imamlarının her birinin hak yolda oldukları, teferruattaki ayrılık gibi görünen hükümlerin bir ihtilaf konusu olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar ve kötü maksatlı olanların iddialarını havada bırakır...

prof.dr.ALAADDİN BAŞAR
 

jackofan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2010
Mesajlar
155
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, (Bir mezhebe tâbi olmıyan mülhid olur.) buyuruyor. (Mebde ve Mead)
Kur'ân-ı kerîmdeki; (Allah'ın ipine sarılın!) emri, (Fıkh âlimlerinin, mezheb imâmlarının bildirdiğine uyun!) demektir. [Tahtâvî (Dürr-ül muhtâr) hâşiyesi, zebâyih kısmı]

yok artık ........
 

ishakyakup

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Tem 2007
Mesajlar
549
Tepki puanı
21
Puanları
18
Yaş
44
Konum
Gebze
Selamün Aleyküm
Bazı muhterem kardeşler mezhebe uymak denilince mezhep imamın oturup kafasına göre uydurduğu hükümlere uymak anlıyorlar.. Mezhebe tabi olan mezhep imamının ilmine güvendiğinden onun çıkardığı hükümlerle amel edendir.. bu ayrıntıyı anlamak için filozof olmaya gerek yok ama anlamak istemeyene yapacak bi şey yok ...

Malum güruha soruyorum; yukarıda bir çok alimlerin beyanlarını yazmışsınız.. peki neye istinaden onları doğru kabul ediyorsunuz.. veya size bu beyanları kim ulaştırdı.. herhalde inb-i Abbasın kendisinden işitmediniz.. size ibn-i abbasın veya diğer alimlerin böyle söylediğini söyleyenler belki yanılıyorlar... belki uyduruyorlar... neden tabi oluyorsunuz..?

özetle;
ben ilmi yetersizliğimden dolayı, imam'ı azam'ın bu dini benden daha iyi anlamış, hadisi şerifleri kur'anı benden daha iyi analiz etmiş olmasından dolayı onun amel ettiği gibi amel ediyorum...
yok efendim ben daha iyi anlamış olabilirim ben daha isabetli hükümler bulabilirim diyenlere ne gerek imamı Azam...
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Selamün Aleyküm
Bazı muhterem kardeşler mezhebe uymak denilince mezhep imamın oturup kafasına göre uydurduğu hükümlere uymak anlıyorlar.. Mezhebe tabi olan mezhep imamının ilmine güvendiğinden onun çıkardığı hükümlerle amel edendir.. bu ayrıntıyı anlamak için filozof olmaya gerek yok ama anlamak istemeyene yapacak bi şey yok ...

Malum güruha soruyorum; yukarıda bir çok alimlerin beyanlarını yazmışsınız.. peki neye istinaden onları doğru kabul ediyorsunuz.. veya size bu beyanları kim ulaştırdı.. herhalde inb-i Abbasın kendisinden işitmediniz.. size ibn-i abbasın veya diğer alimlerin böyle söylediğini söyleyenler belki yanılıyorlar... belki uyduruyorlar... neden tabi oluyorsunuz..?

özetle;
ben ilmi yetersizliğimden dolayı, imam'ı azam'ın bu dini benden daha iyi anlamış, hadisi şerifleri kur'anı benden daha iyi analiz etmiş olmasından dolayı onun amel ettiği gibi amel ediyorum...
yok efendim ben daha iyi anlamış olabilirim ben daha isabetli hükümler bulabilirim diyenlere ne gerek imamı Azam...

AleykümSelam
Allah'u teala razı olsun üstadım.
Anlamak isteyen çok şey anlar, lakin anlamak istemeyene laf anlatılırmı.
Baki selamalar
 

Azerbaycan_li

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Ocak 2010
Mesajlar
1,201
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Selamün Aleyküm
Bazı muhterem kardeşler mezhebe uymak denilince mezhep imamın oturup kafasına göre uydurduğu hükümlere uymak anlıyorlar.. Mezhebe tabi olan mezhep imamının ilmine güvendiğinden onun çıkardığı hükümlerle amel edendir.. bu ayrıntıyı anlamak için filozof olmaya gerek yok ama anlamak istemeyene yapacak bi şey yok ...

Malum güruha soruyorum; yukarıda bir çok alimlerin beyanlarını yazmışsınız.. peki neye istinaden onları doğru kabul ediyorsunuz.. veya size bu beyanları kim ulaştırdı.. herhalde inb-i Abbasın kendisinden işitmediniz.. size ibn-i abbasın veya diğer alimlerin böyle söylediğini söyleyenler belki yanılıyorlar... belki uyduruyorlar... neden tabi oluyorsunuz..?

özetle;
ben ilmi yetersizliğimden dolayı, imam'ı azam'ın bu dini benden daha iyi anlamış, hadisi şerifleri kur'anı benden daha iyi analiz etmiş olmasından dolayı onun amel ettiği gibi amel ediyorum...
yok efendim ben daha iyi anlamış olabilirim ben daha isabetli hükümler bulabilirim diyenlere ne gerek imamı Azam...

sanırım beni kast etmişsiniz...her nekadar bazı kardeşler hiç hesap vermegeceginiz düşünmeden beni "mezhepsiz" olarak adlandırmışlarsa da, bu bole degildir...ben hiç bir mezhebe uyan kardeşe bir laf solemedim...ve uymayana da sen mezhepsizsin demedim...sadece uyulacaksa koru korune degil de, mesela imam ebu hanife (rahimehullah) bu konu bunu solemiş neye dayanarak hangi hadise dayanarak solemiş delilini bilip amel edelim..koru korune baglanmayalim dedim...ve zaten bir kimseye uyuyorsak, zaten delili bilmek zorundayiz ki bu alimler de hepsini aciklamis...ama yok ben mesela senden gordum şunu sole yaptin tama ben de hanefiyim ben de ole ediyorum demek ne kadar dogru...neyse ben anlatmaktan biktim resmen...4 mezhebin hangisine uyulursa uyulsun bunda bir kotuluk yoktur...ben hanefi mezhebine uyacagim ama okuduktan sonra ...eminim bir çok kardeşimiz bir çok konuda okumadan uyuyorlar delillerini bilmeden ben sadece bir alimin goruşuyle amel ediyorsak delilini bilip ole edelim diyorum neyse...isteyen istedginiz duşnmekte serbest...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt