Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

METAFİZİK ÂLEMLER (1 Kullanıcı)

ZamaN01

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ağu 2006
Mesajlar
29
Tepki puanı
0
Puanları
0
Kâinatta insanoğlundan başka başta cinler olmak üzere birçok zîşuur varlık bulunmaktadır. Bu varlıklar farklı bir boyut, farklı bir buudda olduklarından insanlar tarafından görülmezler. Onların bulunduğu âlem ve bizim bulunduğumuz âlem mütedâhil daireler gibi birbirine girmiş vaziyettedir ve cismanî âlemde tırnak kadar bir alana yüzlerce, binlerce manevî âlem sığabilir. Aynı şey cennet ve cehennem için de söz konusudur. Cennet ve cehennem şu an yaratılmış olarak vardır, belki günde bir kaç defa yanlarından geçiyoruz ama farklı yapıda olduklarından onları göremiyoruz. Bundan dolayıdır ki Efendimiz, ashabıyla otururken bazen cehennemi görüyor, yüzünü çeviriyor; bazen de cenneti görüyor, oradaki ağaçların dalından bir meyve koparacakmış gibi elini uzatıyordu.

Cin, lûgatte perdelenmiş demektir. Evet, onlarla bizim aramızda sanki bir perde vardır. Bu perde başta Asrı saâdet olmak üzere ilk devirlerde herhalde çok daha inceydi ki insanlarla ruhânî varlıklar arasındaki münasebetler had safhaya ulaşmıştı. Ebu Hureyre Hazretleri zekât görevlisi olarak yiyecek ambarını muhafaza ediyordu. Bir cinnî gelmiş, yiyecekleri karıştırıyordu. Bunu gören Hazreti Ebu Hureyre, cinnîyi yakaladı ve “Seni Allah Resûlü'ne götüreceğim” dedi. Yakalanan o şahıs, Ebu Hureyre'ye Eğer beni bırakırsan bir daha gelmeyeceğim diye yemin etti. Hazreti Ebu Hureyre de onu salıverdi. Fakat o şahıs yalan söylemiş ve ertesi gün yine gelmişti. Aralarında aynı konuşma vukû buldu. Üçüncü gün yine gelmişti fakat bu kez Hazreti Ebu Hureyre o cinnîyi Efendimiz'e götürmeye kararlıydı. Cinnî, Ebu Hureyre'ye şöyle bir teklifte bulundu; “Beni bırak! Ben de sana, senin işine yarayacak birkaç kelime öğreteyim. Yatağına girdiğinde Âyet'ül-Kürsî'yi oku, sabaha kadar şeytan sana yaklaşamaz” dedi ve Hazreti Ebu Hüreyre onu serbest bıraktı. Ebu Hureyre olanları Efendimiz'e anlattı. Efendimiz de Yâ Ebâ Hureyre! Üç gecedir muhatap olduğun şahıs şeytandı. Yalancı sana bu defa doğru söylemiş diye buyurdu. Tâbiînden Safvan b. Muhriz Hazretleri gece teheccüd namazına kalktığında cin tâifesinden bir grup da onunla berabe kalkıyor, onunla beraber namaz kılıyor ve kırâatını dinliyorlardı. Bir gün Muhammed b. Selam el- Bîkendî Hazretleri'nin kapısı çalındı. Kapıyı açtığında gelen şahıs şöyle dedi: Ey Ebu Abdullah! Ben cin hükümdarının elçilerinden bir elçiyim, kendisinin sana selamı var ve şunu sana iletmemi istedi; Bulunduğun ilim meclislerine insanlardan daha çok bizden yani cinlerden katılan var.

Cinler de Allah'a ibadet etmek için yaratılmıştır, dolayısıyla onlar da Kur'an'ın muhatabıdır. Cin sûresindeki “Bizden iyi kimseler olduğu gibi, iyi olmayanlar da var. Biz türlü türlü yollar tutmuşuz...” âyetinde de görüldüğü üzere cinlerin iyisi de vardır, kötüsü de. Bir kısmı Efendimiz'den Kur'an-ı Kerim'i dinlemiş ve iman etmişlerdir. Diğer kısmı ise yoldan çıkmış ve kâfir olmuşlardır. Bugün bir takım kâhinler tarafından kullanılan cinler de işte bu kâfir olanlardır. Hadisin ifadesiyle bir tane doğru söyler, insanları peşlerinden sürükler arkasından ise 99 tane yalan uydururlar. Mü'min cinlere gelince; onlar inanmıştır, bizim gibi kuldur, hadlerini aşmazlar bu nedenle diğerleri gibi insanlar tarafından kullanılamazlar.

Cinlerden bir grup Hazreti Süleyman'ın emri altında bulunuyor ve insanların çalıştıkları işlerde çalışıyorlardı. Kur'an-ı Kerim'in beyanıyla “O cinler ona kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanak ve leğenler, sabit kazanlar gibi istediği şeyleri yaparlardı” . Evet, onlar yemek pişiriyor, kazan kaldırıyor ve dalgıçlık yapıyorlardı. Aynı zaman da kalem de kullanıyorlardı. Bu nedenle Hazreti Süleyman vefât ettikten sonra evraklarının arasına O'na küfür nisbet ettirecek şeyleri yazmış, koymuş olabilirler. Allahu Teâlâ, Hazreti Süleyman'a nisbet edilen şeyleri milimi milimine şeytanlara yani cinlere nisbet etmiş ve Halbuki Süleyman küfre girmemişti. Fakat asıl o şeytanlar küfre girdiler. diye buyurmuştur.

Biz, fizik âleminde yaşadığımız için metafizik âlemin husûsiyetlerini tam olarak bilemeyiz ve kavrayamayız. Bu âlemin kıstaslarıyla, ölçüleriyle fizik ötesi âlemleri değerlendiremeyiz. Yukarıda ifade edildiği üzere mânevî âlemde de bizim dünyamızda olduğu gibi iyiler ve kötüler vardır. Kendimize dikkat etmediğimiz, bir takım önlemler almadığımız takdirde kötü ruhların bizlere zarar vermesi söz konusu olabilir. En Büyük Mânâ ve Ruh İnsanı (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadis-i şerifte Şeytan, kapalı kapıyı açamaz diye buyuruyor. Demek ki bu durum Allah'ın bir kanunudur yoksa şeytan gibi atomdan yaratılmamış bir varlık elbette ki anahtar deliğinden de girer. Aynı konuyla alâkalı başka bir hadiste Efendimiz, yiyecek ve içecek kaplarının üzerine küçük dikdörtgen şeklinde bir tahta parçası konulmasını -yan tarafları açık kalsa da- ferman buyuruyor. Burada da yine bizim bilemediğimiz manevî bir durum söz konusu olsa gerek. Demek ki böyle yapınca o kabın içine habis ruhlar giremiyor. Yoksa kenarları açık olduğundan içine toz girebilir. Fakat burada üzerinde durulan husus hijyen ya da hıfzu's-sıhha değil, manevî korunmadır. Allah Resûlü diğer bir hadisinde akşam vakitlerinde evlerin kapılarının kapatılıp çocukların dışarıya gönderilmemesini ve evrâd-u ezkarın bu vakitlerde çok yapılması gerektiğini beyan buyuruyor. Burada şöyle bir durum söz konusu olabilir; Akşam vakitlerinde ortalık karardığından herşey net olarak görülmez ve insanlar bazı şeylerden korkabilir. Habis ruhlar bundan yararlanır ve insanların tahayyül ve vehim boşluklarından girerler. Birşey görüp korktuğumuzda onlar bunu değerlendirir ve bize zarar vermeye çalışırlar. Günümüzde geceleri daha aydınlık oluyor, ışıklandırma sistemleri çok gelişmiş bu nedenle dışarı çıkmamızda bir mahzur olmaz diyemezsiniz. Çünkü hükmün menâtını yani Efendimiz bu yasaklamayı hangi illete binâen yaptığını tam olarak bilemiyoruz. İkinci bir mesele de, dünyanın herhangi bir yerinde mutlaka gece vardır. Ve bu gece-gündüz devr-i dâimi gibi habis ruhlar da dünyada dolanır dururlar. Bu, onların bulunmadığı bir zaman dilimi yok demektir.

Gözlerimiz herşeyi göremiyor, kulaklarımız herşeyi duyamıyor, kısacası biz bu şehâdet âleminde sınırlı bir yaratılışa sahibiz. Bu nedenle herşeyi kendimiz açısından değerlendiriyor ve Allah'ın içiçe yarattığı çok buudlu âlemleri küçücük atom, madde âlemine sokmaya çalışıyoruz. Evet, bu dünya üzerinde sadece biz yaşamıyoruz. Kur'an-ı Kerim'de bir âyet vardır ki, bazı ulemâ bu âyete dayanarak kâinatta bizim dünyamız gibi dünyaların olduğunu ve oralarda da mahiyetleri birbirinden farklı canlıların yaşadığını söylerler: “Gökleri, yeri ve bunların içine yayıp ürettiği canlıları yaratması da O'nun delillerindendir. O dilediği zaman bunları bir araya toplamaya da kâdirdir.
Fatih Harpcı/herkül.org
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt