Siyahgulsevdalisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Haz 2006
- Mesajlar
- 2,046
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
GECE OKLARI
Şeyh İbrahim Dusûki’nin yakın müridlerinden iki tanesi, bazı erzakı tedarik için çarşıya gitmişler, alış veriş yapıyorlardı. Onların kıyafetlerinden, sakal ve cübbelerinden, sarıklarından rahatsız olan bazı kendini bilmezler, durup dururken, ortada hiç bir sebep yokken, bu kemâl ehli müridlere sataştılar ve hır çıkardılar. Ortalığı velveleye vererek bir de kadıya şikâyet ettiler. Bu iki müridin kendilerine hakaret ettiğini, hatta dövmeye kalktığını iddia ettiler.
O beldenin kadısı ise mâneviyat ehline karşı son derece allerjisi olan, tasavvuf ehline hor bakan, kendini beğenmiş bir kimse idi. Her iki müridi de haksız yere zindana attırarak işkence ettirdi. Üç gün, beş gün derken bu işin sonunun gelmeyeceğini anlayan müridler, durumu mektupla şeyhlerine bildirdiler. Dua ve himmetlerini istediler.
Şeyh İbrahim Dusûki Kuddise Sirruhu mektubu okuduktan sonra, bir müddet kıbleye müteveccihen murakabeye daldı. Az sonra başını kaldırdı. Ve kadıya hitaben şöyle bir mektup yazdı:
Haber aldım ki, sen müridlerimi haksız yere zindanda tutup işkence ettiriyormuşsun. Şunu iyi bil ki; Huşû yaylarıyla atıldığında, gece okları mutlaka hedefini bulur!.. Erler, menzile ulaşmak için ellerini açar da, göz kapakları yaşlarla dolarsa, yay çekilir, ok da fırlatılırsa, işte o zaman zırh ile korunmak da faide vermez!
Mektup kadının eline geçince çok sinirlendi, hakaret vari şeyler söyleyerek, hışımla mektubu açtı.
Şu haddini bilmezlere bakın hele... Bir de kalkmışlar, mektup yazıyorlar diyerek mektubu okumaya başladı. Kadı dinleyenlerin yanında alaylı bir eda ve ifade ile mektubu okurken, sıra:
”Yay çekilip, ok da fırlatıldığında” cümlesine gelince, mektubun içinden müthiş bir suratte bir ok fırlayıp, kadı’nın göğsüne saplandı.
Yara çok derindi. Ne kadar uğraşıldı ise de kadıyı kurtaramadılar. Kadı can çekişe çekişe öldü.
Hiç bir suçu olmayan müridler de derhal zindandan çıkarılarak serbest bırakıldılar.
RAMAZAN VE ŞEVVAL ORUCU
Süfyanı Sevri anlatıyor: Ben Mekkei Mükereme’de üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün Haremi Şerif’e gelir, tavaf eder, namaz kılar ve bana selam verip giderdi. Gel zaman, git zaman, ben bu kişi ile tanıştım. Dostluğumuz daha da ilerledi, samimiyetimiz arttı.
Bir gün o kimse beni yanına çağırdı ve dedi ki:
Şayet senden evvel ölürsem, o vakit kendi ellerinle beni yıka, namazımı sen kıldır ve beni defneyle. O gecede, ilk gece de beni terketmeyip kabrimde geceleyerek, münkereynin sual sorması anında bana devamlı Tevhîdi telkin et, diye vasiyette bulundu. Ben de o kimsenin dediklerini yapmayı kabül ettim.
Bir zaman sonra o kimse vefat etti. Ben de, bana yaptığı vasiyete uyarak verdiğim sözü yerine getirdim. Defin işi de bittikten sonra, kabrinde gecelemeye karar verdim. Çünkü buna da söz vermiştim.
O gece kabri beklerken bana bir ağırlık çöktü, hafifçe dalmışım. O gece uyku ile uyanıklık arasında iken bir ses kulağıma çalındı:
Ya Süfyan!
Beni korumana ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı. Artık sen gidebilirsin, diye bir ses işittim.
O zaman ben de kendisine sordum:
Ne sebeple bu lütfa eriştin, bu fazîlete nail oldun?
Cevaben dedi ki:
Ramazanı Şerif’in orucunu tutup, Şevval’den altı gün daha ekleyerek oruç tutmam sebebiyle.
O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi görmedim. Gördüğüm bu zuhurata tabi olayım mı, olmayayım mı, tereddüt geçirdim.
Abdest aldım, iki rekat namaz kıldım, tekrar uyudum. Böylece hafiften gelen sesi üç kere duydum. Anladım ki bu Rahmânîdir. Şeytandan değildir. O zaman kabrin yanından ayrıldım. Şevval orucunun fazîletini, yardımını böylece kavramış oldum ve şöylece dua ettim:
”Ya Rabbi! Beni Ramazan Ayı’nın orucuna ve Şevval’den (Ramazanı Şeriften sonra gelen ay) altı gün oruç tutmaya muvaffak kıl” diye dua ettim.
Allah Celle Celalühu beni bu işe muvaffak kıldı ve bunu bana nasib etti.
Şeyh İbrahim Dusûki’nin yakın müridlerinden iki tanesi, bazı erzakı tedarik için çarşıya gitmişler, alış veriş yapıyorlardı. Onların kıyafetlerinden, sakal ve cübbelerinden, sarıklarından rahatsız olan bazı kendini bilmezler, durup dururken, ortada hiç bir sebep yokken, bu kemâl ehli müridlere sataştılar ve hır çıkardılar. Ortalığı velveleye vererek bir de kadıya şikâyet ettiler. Bu iki müridin kendilerine hakaret ettiğini, hatta dövmeye kalktığını iddia ettiler.
O beldenin kadısı ise mâneviyat ehline karşı son derece allerjisi olan, tasavvuf ehline hor bakan, kendini beğenmiş bir kimse idi. Her iki müridi de haksız yere zindana attırarak işkence ettirdi. Üç gün, beş gün derken bu işin sonunun gelmeyeceğini anlayan müridler, durumu mektupla şeyhlerine bildirdiler. Dua ve himmetlerini istediler.
Şeyh İbrahim Dusûki Kuddise Sirruhu mektubu okuduktan sonra, bir müddet kıbleye müteveccihen murakabeye daldı. Az sonra başını kaldırdı. Ve kadıya hitaben şöyle bir mektup yazdı:
Haber aldım ki, sen müridlerimi haksız yere zindanda tutup işkence ettiriyormuşsun. Şunu iyi bil ki; Huşû yaylarıyla atıldığında, gece okları mutlaka hedefini bulur!.. Erler, menzile ulaşmak için ellerini açar da, göz kapakları yaşlarla dolarsa, yay çekilir, ok da fırlatılırsa, işte o zaman zırh ile korunmak da faide vermez!
Mektup kadının eline geçince çok sinirlendi, hakaret vari şeyler söyleyerek, hışımla mektubu açtı.
Şu haddini bilmezlere bakın hele... Bir de kalkmışlar, mektup yazıyorlar diyerek mektubu okumaya başladı. Kadı dinleyenlerin yanında alaylı bir eda ve ifade ile mektubu okurken, sıra:
”Yay çekilip, ok da fırlatıldığında” cümlesine gelince, mektubun içinden müthiş bir suratte bir ok fırlayıp, kadı’nın göğsüne saplandı.
Yara çok derindi. Ne kadar uğraşıldı ise de kadıyı kurtaramadılar. Kadı can çekişe çekişe öldü.
Hiç bir suçu olmayan müridler de derhal zindandan çıkarılarak serbest bırakıldılar.
RAMAZAN VE ŞEVVAL ORUCU
Süfyanı Sevri anlatıyor: Ben Mekkei Mükereme’de üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün Haremi Şerif’e gelir, tavaf eder, namaz kılar ve bana selam verip giderdi. Gel zaman, git zaman, ben bu kişi ile tanıştım. Dostluğumuz daha da ilerledi, samimiyetimiz arttı.
Bir gün o kimse beni yanına çağırdı ve dedi ki:
Şayet senden evvel ölürsem, o vakit kendi ellerinle beni yıka, namazımı sen kıldır ve beni defneyle. O gecede, ilk gece de beni terketmeyip kabrimde geceleyerek, münkereynin sual sorması anında bana devamlı Tevhîdi telkin et, diye vasiyette bulundu. Ben de o kimsenin dediklerini yapmayı kabül ettim.
Bir zaman sonra o kimse vefat etti. Ben de, bana yaptığı vasiyete uyarak verdiğim sözü yerine getirdim. Defin işi de bittikten sonra, kabrinde gecelemeye karar verdim. Çünkü buna da söz vermiştim.
O gece kabri beklerken bana bir ağırlık çöktü, hafifçe dalmışım. O gece uyku ile uyanıklık arasında iken bir ses kulağıma çalındı:
Ya Süfyan!
Beni korumana ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı. Artık sen gidebilirsin, diye bir ses işittim.
O zaman ben de kendisine sordum:
Ne sebeple bu lütfa eriştin, bu fazîlete nail oldun?
Cevaben dedi ki:
Ramazanı Şerif’in orucunu tutup, Şevval’den altı gün daha ekleyerek oruç tutmam sebebiyle.
O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi görmedim. Gördüğüm bu zuhurata tabi olayım mı, olmayayım mı, tereddüt geçirdim.
Abdest aldım, iki rekat namaz kıldım, tekrar uyudum. Böylece hafiften gelen sesi üç kere duydum. Anladım ki bu Rahmânîdir. Şeytandan değildir. O zaman kabrin yanından ayrıldım. Şevval orucunun fazîletini, yardımını böylece kavramış oldum ve şöylece dua ettim:
”Ya Rabbi! Beni Ramazan Ayı’nın orucuna ve Şevval’den (Ramazanı Şeriften sonra gelen ay) altı gün oruç tutmaya muvaffak kıl” diye dua ettim.
Allah Celle Celalühu beni bu işe muvaffak kıldı ve bunu bana nasib etti.