Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

kalbdenkalbe mesajlar(şeytan onu nasıl aldattı) (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Ebu Bekir el–Hazeli anlatıyor. Bir zaman Hasan el–Basri'nin yanında oturuyor, onunla sohbet ediyorduk. O sırada biri yanımıza yaklaştı ve şöyle dedi:
–Az önce Abdullah bin Ethem'in yanındaydım. Kendisi ölüm döşeğindeydi. Ona sordum Kendini nasıl hissediyorsun? Şöyle cevap verdi. "Kendimi ağrı ve sızı içinde hissediyorum. Şurada zekâtı verilmemiş yüz bin altın var" dedi.
Orada bulunanlar, bu söylenenlere şaşırdık ve sorduk:
–Bu kadar altını niçin biriktirdin? dedik.
Bize dedi ki:
–İleride lazım olur diye biriktirdim. Yarının endişesinden biriktirdim. Evlatlarım çoğalacaktı, ayrıca sultanın eziyetinden de korkuyordum. Bütün bunlara karşı çok altın biriktirmem gerekiyordu.
Bunları dinleyen Hasan–ı Barsı Hazretleri şöyle dedi:
–Şu talihsiz adama bakın! Şeytan nasılda onu aldatmış, ne bahaneler uydurmuş ona. İşte bu bahanelerle malını dağ gibi yığıp biriktiren bu adam vallahı dünyadan husranla ayrıldı. Allah ona mal verdi ve infak etmesini emretti. Ama o açgözlü ve cimri davranarak, bir kenara yığdığı malı varisine bıraktı. Böylece kendi malı başkasının sevap terazisinde işleme konulmuş oldu. Artık tevbe için çok geç…


SENİ BU DURUMA HANGİ AMEL GETİRDİ
İmran El–Kasır Hazretleri Allah ve Resulünün muhabbeti ile yanıp kavrulan Allah dostlarındandı. Hastalanmış, hasta yatağında dünyada ki son anlarını yaşıyordu. Kızına dedi ki:
–Hayatım boyunca Allah'a itaat edip tapınacağım. Eğer rükû, sücud ve Kur'an tilaveti olmasa dünyada yaşamayı hiç istemezdim.
İmran El– Kasır, hayatının ibadetle geçirmişti. Vefat ettiğinde kızı onu rüyasında gördü. Babasına sordu:
–Babacığım, bizden ayrılalı senden bir haber alamadık, nasılsın, ne yapıyorsun, sana nasıl muamelede bulundular?
–Dünya hayatı sona eren birinden nasıl haber alabilirsiniz?
–Babaçığım nasılsın?
–İyiyim, çok iyiyim bize döşekler hazırlamışlar, evler kurulmuş. Kabirde cennetten gelen hizmetçilerle birlikteyiz. Her an cennet kokusunu kokluyoruz.
–Babacığım, çok iyi durumda oluğunu anladım. Seni bu duruma getiren nedir?
–Samımı bir niyet ve çok Kur'an okumam.

SİZ AĞLADIĞINIZ İÇİN BEN AĞLADIM
Bir zamanlar dört güzel insan bir yolculuğa çıkmış. Bu dört güzel insan Abdülaziz bin Selam, Selman bin A'rac, Mesma bin Asım ve Kilab bin Cerir'di. Yolculukları esnasında bir akşam vakti deniz kenarına geldiler, vakit geç olduğu için burada gecelemeyi kararlaştırdılar.
Namazlarını kıldıktan sonra istirahata çekildiler. Tam bu esnada Kilab bin Cerir ağlamaya başladı. O kadar ağladı ki; arkadaşları ona bir hal olacak diye korkuya kapıldılar. Kilab'ın ağlaması durunca, bu sefer Abdülaziz bin Selam ağlamaya başladı. Onun ağlaması da bitince bu sefer Selman bin A'rac ağladı. En sonda Mesma bin Asım ağladı.
Herkes birbirine bakıyordu. Mesma arkadaşlarına sordu:
–Ey Kilab! Seni bu gece ağlatan nedir?
Kilab:
–Şu denizin dalgalarını görüyor musun? Nasılda ahenk içinde gidip geliyorlar, onları öyle hareket ettiren güç, cehennemide aynı şekilde hareket ettiriyor, bunları düşündüm ve ağladım.
Mesma bu defada Abdülaziz'e sordu:
–Ey Abdülaziz! Seni ağlatan nedir?
–Şu yıldızlara, şu semaya baktım ve Rabbimin gücünü kudretini düşündüm. Şu ayı, yıldızları nasıl da sevk ve idare ediyor, bunları yapan Rabbime hakkıyla kulluk edemezsem yarın onun huzuruna nasıl çıkacağım, düşündüm ve ağladım.
Mesma bu defada Selam'a döndü ve aynı soruyu da ona da yöneltti:
–Şu kanalığı getiren, yarın aydınlığı getirecek. Ne aydınlık karanlığa, nede karanlık aydınlığa üstünlük saylıyor. Rabbim beni hatalarımdan dolayı karanlıkların içinde bırakırsa ne yaparım, düşündüm ve ağladım, dedi.
Üç arkadaş niçin ağladığını söylemişti. Peki, Mesma niçin ağlamıştı? Üç arkadaş bakışlarını Mesma'ya yöneltti, sıra sende der gibiydiler.
Mesma dedi ki;
–Beni ağlatan sizin düşündükleriniz hiçbiri değil. Ben sizin ağlamanızı görünce sizin ağladığınız için, ağlamanızdan dolayı size acıdığım için ağladım.

AĞLAMAYAYIMDA NE YAPAYIM?
Allah Celle Celaluhunun dostları, bu dünyadan geçmiş, sadece Rablerini düşünür, onun huzuruna çıkacakları günün endişesinden başka bir endişe taşımazlar. Bu Allah dostlarından biri de Küllab bin Ceri'dir.
Küllab, ömrünü ibadetle geçirmiş, ibadetlerinden arta kalan zamanını iyiliği emretmek, kötülükten men, babında insanları uyarırdı. Bu iki özelliğinin dışında bir özelliği daha vardı ki; onu asıl meşhur eden bu durumu idi. Çok ağlardı. Gündüzleri onu tenhalarda görenler, çokça ağladığına şahit olmuşlardı.
Dostları arasında şöyle bir konuşma geçmişti:
–Küllab'ın gündüzünü biliyoruz, peki onun gecesinin nasıl geçtiğini içimizde bilen var mı?
Orada bulunan Ebu Seyyar şöyle anlattı:
–Ben de onun gecesinin nasıl geçtiğini merak ederek bir gece onu takıp ettim. Namazlarını kıldıktan sonra, vadiye doğru yöneldi, vadideki ırmağın kıyısına gelince durdu. Başladı ağlamaya, o kadar çok ağlıyordu ki ona bir şey olacağını düşündüm. Sabah namazına kadar böyle devam etti. Irmak kenarında niçin ağladığını da anladım, gece ağlamasını başkaları duysun istemiyordu. Sabah namazı yaklaştığında Küllab'ın yanına gittim:
–Selamünaleyküm Ey Küllab!
–Vealeykümselam Ebu Seyyar!
–Allah sana rahmet etsin, gece boyunca seninle birlikte bulundum. Bu halin nedir?
–Ey Ebu Seyyar! Ben ağlamayayım da kim ağlasın? Ben Rabbime nasıl yalvarmam, ben Rabbimden nasıl istemem, kime yalvarayım, kimden isteyeyim?

ÇOCUKLARI YAŞAMAYAN KADIN
Bir zamanlar, her yıl bir çocuk doğuran bir kadın vardı. Bu kadının doğurduğu çocuklar altı aydan fazla yaşamıyordu. Çocuklar üç ya da dört aylıkken ölüp gidiyorlardı. Bu durum kadını çok ama çok üzmekteydi, bir zaman tahammül edemeyerek feryadı bastı:
–Ya Rabbi! Bu çocuklar bana dokuz ay yük oluyor, üç ay da ferahlık veriyor, sonra elimden uçup gidiyor. Bana verdiğin nimet gökkuşağından bile tez geçip gidiyor.
Kadının bu şekilde tam yirmi çocuğu öldü. Çocuklarının ölümünden duyduğu elemle Allah dostlarına gidiyor, dua istiyordu. Nihayet bir gece rüyasında yemyeşil cenneti gördü. Köşkün birinin üzerinde adının yazılı olduğunu fark etti. Orasının kendisine ait olduğunu sandı. Ona dediler ki:
– Burası, doğruluktan ayrılmayan kişiye aittir. Sana da nasip olması için bir hayli hizmet etmen gerek. Fakat sen Allah'a sığınmada tembellik ediyorsun, Allah da buna karşılık sana o musibetleri veriyor.
Bunun üzerine kadın:
– Ya Rabbi! İstersen yüzyıl çocuklarımı öldür, razıyım.
Köşkün bahçesine yavaş yavaş girince bütün çocuklarım orada gördü.
– Ya Rabbi! Ben çocukları kaybettim, fakat sen kaybetmemişsin!



Namazda pencere ile
ilgilendiğini görünce selâm verdim

İslam âlimlerinden, İmam Birgivî hazretleri zamanında, devrin şeyhülislamı bir hususta bir fetva verir. Bu fetva bir kâğıda yazılı olarak İmam Birgivî'ye verilir. İmam Birgivî, eline tutuşturulan kâğıdı okur okumaz, kâğıdı yırtar ve bu yanlış bir fetvadır der.
Fetvasının, Birgivî tarafından reddedildiğini öğrenen şeyhülislam, haber göndererek İmam Birgivî'yi makamına davet eder. Birgivi hazretleri davete icabet eder ve doğruca Şeyhülislam'ın makamına gider. İçeri girdiğinde şeyhülislam namaz kılmaktadır. İmam Birgivî, namaz kılan şeyhülislam'ı görmesine rağmen ona selam verir ve içeri girip bir yere oturur. Şeyhülislam namazını bitirince:
–Hoş geldiniz hoca efendi. Benim fetvamı reddettiniz ama namaz kılan adama selam verilip verilmeyeceğini bilemediniz.
İmam Birgivi hazretleri, bu suali bekler gibiydi. Şöyle cevap verir:
–Namaz kıldığınızı gördüm. Namaz kılan kimseye selam da verilmez. Ancak ben içeri girdiğimde siz namaz kılmıyordunuz. Bu oda karanlık olduğu için, şu pencereyi büyütsek de, odaya daha çok ışık girer mi diye düşünüyordunuz. Bende sizin pencere ile meşgul olduğunuz görünce selam verdim.
Şeyhülislam neye uğradığını şaşırdı.
İmam Birgivi öyle ayağa çağrılacak bir adam değildi, şeyhülislam özür beyan etti.



KURU EKMEK ve TUZ

Malik bin Dinar Hazretleri hasta yatağında yatmaktadır. Hastalığı oldukça ağırdır. Dostları onun ziyaretine geliyorlardı. Onu ziyarete gelenler gördükleri manzara karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı. Kumlara gömülmüş bir yaygının üzerinde yatıyordu. Başının altına da birkaç parça eski giyecek ve bir de sepet koymuştu. O günkü ziyaretçileri arasında Selam bin Mıksın de vardı. Malik bin Dinar sepetin içinden birkaç parça ekmek parçası çıkardı, ekmekleri yanında bulunan su kapının içine attı. Biraz aman sonra su kabının içine atığı ekmekleri çıkardı, Selam bin Miskin'e:
–Şu duvarda asılı duran torbayı bana ver.
Duvarda asılı bulunan torbayı ona verdiler. Torbadan tuz çıkardı, bir yandan ıslanmış ekmek, diğer yanda tuz.
Malik bin Dinar:
–Buyrun yemeğe.
Selam bin Miskin:
–Şu anda yiyecek durumda değilim, karnım tok.
Malik bin Dinar:
–Yazık! Hem de çok yazık, demek ki sende tatlı suya
kananlardansın. Tuzlu su size göre değil.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt