BULENT TUNALI
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Ağu 2007
- Mesajlar
- 2,307
- Tepki puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 52
- Konum
- BURSA-m.k.paşa
- Web Sitesi
- www.bilsankimya.com
Evin içindeyken, kendine îtinâ göstermeli, temiz ve bakımlı olmalıdır. Sıradan bir erkeğin nazarında bile kadının pasaklı ve derbeder olması onun gözünden düşmesi için yeterlidir. Kocasının yanında, göze hoş gelmeyecek her türlü görüntüden uzak olmalıdır. Evde aradığını bulamayan kimsenin gönlü, dışarıda yanlış yerlere doğru kayar ve nihayet âile saâdeti zaafa uğrar. Bu yüzden ev içinde kadın, renk ve kokusu muhtelif çiçeklerden derlenmiş bir buket gibi olmalı; eşine saâdet ve huzur tevzî etmelidir. Beyi akşam saatlerini özlemeli, akşam eve dönmekten nefret etmemelidir.
Sâliha bir hanım, kocasını güleryüzle ve kapıda karşılamalı, evden çıkarken de güzel söz ve duâlarla yolcu etmelidir. O gün kendisi çok yorulmuş olsa bile bunu belli etmemeli ve onun yanında yüzünü ekşitmemelidir. Kocasının sıkıntılarını paylaşmalı, yorgunluğunu atmasına yardımcı olmalıdır.
Aşırı alınganlık, gerekli-gereksiz şikâyetler sebebiyle birbirlerinin huzurunu kaçırmamaya çalışmalıdırlar. )
Sâliha bir hanım, huzur dolu bir âile ortamı için kocasıyla münâsebetlerinde başka ne gibi incelikleri gözetmelidir?
Beyini hiçbir zaman ihmal etmemeli, âile fertleri arasındaki sıralamada onu ikinci sıraya düşürmemelidir. Bu hâl, yaratılışa ters düşeceği için normal bir erkek, kadının böyle bir davranışını kabullenemez.
Bir insanı memnun etmek için onu iyice tanımak gerekir. Bu yüzden hanım; kocasını anlamaya, onun ideallerini, alâkalarını, hislerini, zevklerini paylaşmaya ve ondan kopmamaya çalışmalıdır. Buna mukâbil erkek de hanımına karşı aynı şekilde hareket etmelidir. Eğer bunu önemsemezlerse, hayat arkadaşlığının tabiî îcâbı olan “beraberlikler, ortak noktalar ve paylaşmalar” gittikçe azalır ve eşler birbirinden zamanla uzaklaşır. Vakitlice tedbir alınmazsa bu bir müddet sonra öyle bir hâl alır ki; eşler arasındaki muhabbet ve birliktelik, yerini ayrılık ve nefrete bırakabilir. Bunun en kötü mevsimi ihtiyarlıktır. Birlikte geçirdikleri yıllar boyunca birbirini tanıyıp anlamaya çalışmamış kimselerin ihtiyarlık demlerindeki ayrılığı ise, hazîn bir yalnızlık, geri dönülmez bir hasret ve nedâmettir.
Hanım, beyine hayırlı ve meşrû her işinde yardımcı ve destek olmalıdır. Onun akrabalarına da hürmette kusur etmemelidir. Tercih ve fedâkârlık durumunda kalırsa, onun âilesine daha fazla yakınlık göstermelidir.
Hayat sürprizlerle doludur. Felâket ve buhran zamanları olabilir. Böyle zamanlarda beyinin yanında bulunması ve onun yükünü hafifletmeye çalışması gerekir. Büyüklerimiz ne güzel demişler:
“Halı ol, üzerinde kırk tane ayak dolaşsın ki, baş tâcı olasın.”
Buna emsâl nice atasözleri ve vecîzeler söylenmiştir. Bu sözlerden ilhamla ifade edecek olursak, sıkıntı anlarında “ağzından kan damlasa, kızılcık şurubu içtim” denilmeli, kol kırılıp yen içinde kalmalıdır. “Yuvasına gelinlikle girmeli, yuvayı saâdetle doldurmalı ve bu kapıdan ak, lekesiz bir kefenle ebedî yolculuğa çıkmalıdır.” Nitekim Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, ilk hanımı olan Hazret-i Hatice’nin sabır, anlayış, teslimiyet ve fedâkârlıklarını, bir ömür boyu unutamamış ve her zaman hayırla yâd etmiştir.
Kısacası insanlar sevmelidir ki, sevilsin; saymalıdır ki, sayılsın. Fedâkâr olunmalıdır ki, karşılığında güzellik ve ikrâmlar bulsun. Lâkin âile içinde bunlar öncelikle hanımdan gelmelidir. Tabiî akıllı kadın, kocasına kendisini sevdirir ve saâdet yolunun mimarı olur. Hadîs-i şerifte:
“Kocası kendisinden râzı olarak vefat eden kadın, cennete gider.” (Tirmizî, Radâ, 10; Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Nikâh, 4) buyurulmaktadır.
Bu hadîs-i şerîf, hem sâliha bir hanımın beyini memnun etmesi hâlinde nâil olacağı mükâfâtı bildirmekte ve hem de âilede erkeğin mevkiine ve kadının ahlâkına temas etmektedir.
Sâliha kadın, yalnız beyini sevip saymakla kalmayıp, onun akrabalarına ve dostlarına da meşrû ölçüler içinde yakınlık göstermelidir. Zira kadının bu davranışı kocasını memnun eder. Fakat bunda hassas olunması gereken bir husus vardır, o da İslâm’ın belirlediği mahremiyet sınırlarına uyulmasıdır. Kadın, evde yalnızken, kendisine nikâh düşen akrabayı içeriye almamalıdır. Bu hassas bir konudur. Kimse temiz ve güzel niyet gözlüğünü takıp da mahremiyet duvarlarını yıkmamalı ve bilhassa kadın, kendini lekelenmekten uzak tutmalıdır. Çünkü kadın bembeyaz elbise gibidir, onda en küçük bir leke bile göze batar. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şüphe getirecek durumlardan uzak bulunmayı arzu ederdi; «Töhmet olan yerlerde bulunmayınız!» buyururdu.
Yine bir gece vakti, Allah Rasûlü, hanımlarından biriyle sokakta yürürken karşılarına çıkan ensardan iki şahsa yanındaki kimseyi tanıtır mâhiyette:
“–Bu, anneniz Safiye binti Huyey’dir.” buyurmuştur. Ashâbın:
“–Rasûlü’nün uygunsuz bir davranışta bulunmasından Allah’ı tenzih ederiz, yâ Rasûlâllah!” demeleri üzerine de:
“–Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır. Onun sizin kalbinize bir kötülük -veya bir şüphe- atmasından korkarım.”
(Buhârî, İ’tikâf 11; Müslim, Selâm 23-25.) buyurmuştur. Böylece insanlarda şüphe ve töhmete sebebiyet vermemeyi tembih etmiştir.
Hanımlar, kocalarının meşrû işlerinde dâima yanında olmalıdır ki, bu sayede eşleri, onlarla tesellî bulsun, şevki artsın. Mâlum olduğu üzere hayır ve güzellikler paylaşıldıkça artar; felâket ve üzüntüler paylaşıldığında azalır. Eşler, hem dünya, hem âhiret yolculuğunda birbirinin hayat arkadaşı olduklarını hiçbir zaman unutmamalıdırlar. Önceden her birinin müstakil bir hayatı varken, evlenmekle ortak bir hayata, ortak bir kadere dâhil olurlar. Öyleyse ortak hayatın îcaplarına riâyet etmeli ve birbirini hayatın iniş ve yokuşlarında hep gözetmelidir. Eğer birinin ayağı sürçerse, diğeri ona baston olmalı ve gönlünden tutup kaldırmalıdır.
Kadın, eşinin davranışlarına dikkat etmeli ve bir konuda asabîleştiğini farkettiğinde meseleyi büyütüp işi münâkaşa boyutuna vardırmamalıdır. Zira ciddî ve uzun süreli münâkaşalar, aradaki muhabbet ve saygıyı zedeler, âile yuvasını tehlikeye sokar. Bu gibi durumlarda hanımların, kocalarına karşı davranışlarında sakin ve terbiyeli olmaya devam etmesi uygundur. Sonunda koca da hatâsını anlayacak ve hanımına karşı mahcûbiyet içinde hürmetkâr olacaktır. Aksi hâlde hatâlı olmasına rağmen, bu haksızlığını göremeyecek ve aralarına girmiş olan şeytan, iki kalbe de kin ve düşmanlık tohumları ekecektir.
Eşlerin dikkat edeceği bir husus da aşırı güvensizlik ve kıskançlıktır. İnsanları en çok rahatsız eden şeylerden birisi de kendilerine karşı duyulan itimatsızlıktır. Eğer bu konuda çok ciddî sebepler ortaya çıkarsa birbirlerini suçlamadan önce, oturup konuşmayı denemelidirler. Yoksa ufak-tefek meseleleri büyütüp içinden çıkılmaz büyük problemler hâline getirmemelidirler.
İnsanların bazı hâdiseler karşısında, basîret dediğimiz iç seziş ve görüşü bağlanabilir. Unutkanlık veya hatâları olabilir. Bir hanım, kocasının istişâre etmek ihtiyacı içinde olduğunu görürse, bütün samîmiyet ve iyi niyetiyle ona yanında olduğunu hissettirmelidir. Böyle bir konuda bildiğinin en doğrusunu söylemeye çalışmalıdır. En yakın sırdaşı olmalıdır. Unutmamalıdır ki, erkek ve kadın, birbirini tamamlayan unsurlardır ve mü’minlerin anneleri olan Peygamber Efendimizin hanımları da zaman zaman fikirleriyle Efendimize destek olmuşlardır. Meselâ Hudeybiye Anlaşması esnâsında ashâb-ı kiram, yapılan anlaşma maddeleri karşısında memnuniyetsizlikleri dolayısıyla Peygamber emrini yerine getirmede çekingen durmuşlardı. Efendimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem- de buna son derece üzülmüştü. Orada bulunan Ümmü Seleme -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz, Efendimizi tesellîde bulundu ve emrettiği şeyi kimseyi beklemeden uygulamasını tavsiye etti. Çünkü görüyordu ki, Hazret-i Peygamber tıraş olup ihramdan çıkma emrini kendisi uygulamadıkça Hudeybiye kararlarından dönme ihtimali vardır ve bu sebeple de ashâb-ı kiram bekleme içerisindedir. Çünkü onlar dış yapısı itibarıyla o an için Hudeybiye kararlarının hikmetini anlayamamışlardı ve bundan vazgeçilmesini bekliyorlardı. Nihayet Ümmü Seleme annemizin son derece yerinde tavsiyesi üzerine Peygamber Efendimiz tıraş olup ihramdan çıktı ve bunu gören ashâb-ı kiram da boyun büküp ihramdan çıktılar ve bu mesele, acı neticelere yol açmadan çözüldü. Yine Hazret-i Hatice vâlidemiz, Peygamber Efendimiz ilk vahyi aldığında onu tesellî etmiş, üzüntü ve endişelerini paylaşmış ve Varaka bin Nevfel’le görüşmesine yardımcı olarak -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimizin takdirini almıştır.
İslâm tarihinde Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- hakkında da benzer bir misâl zikredilmektedir. Hazret-i Ömer, mescitte kadınların çok fazla mehir istediklerini ve bunun evlenmeyi zorlaştırdığını söyleyerek, mehir miktarını sınırlamak istemişti. O sırada mescitte Hazret-i Ömer’i dinlemekte olan arka taraflardan bir kadın, ayağa kalkmış, kadınların istedikleri kadar mehir talep edebileceklerini işâret eden âyet-i kerîmeyi (Nisâ, 20) okuyarak Hazret-i Ömer’e itiraz etmiştir. Bunun üzerine Hazret-i Ömer hatâsını anlamış ve:
“–Kadın isabet etti, Ömer yanıldı.” buyurarak görüşünü değiştirmiştir. (Ali el-Müttakî, XVI, 536-537/45796)
Lâkin burada üzerinde durulacak önemli bir konu daha vardır. Kadın, herhangi bir mevzûda istişâre ederken, görüşü doğru bile olsa kibirlenmekten uzak durmalıdır. Beyine herhangi bir mevzûda fikir ve tavsiyede bulunurken ona hürmetin dışına çıkmamalı, ona itimatsızlık göstermemeli veya ona nasihat vermek tavrına girmemelidir. Zira erkekler, hanımlarından nasihat almaktan fazla hoşlanmazlar. Velhâsıl sâliha kadın, Allah’ın kendisine verdiği akıl nîmetini, eşine karşı çok hassas bir şekilde kullanmayı bilir.
Bir kadın, kocasının ruhuna girebilecek bir mahâret ve sanata sahip olmalıdır. Tarihimizde bunun pek çok örneği vardır. Birçok padişah hanımı, kocalarının gönüllerini kazanarak, onların hükümranlıklarına âdeta ortak olmuşlardır. Ve bu sayede arkalarında kendilerine sadaka-i câriye olan nice cami ve hayır müesseseleri bırakmışlardır. Hâlen devam eden bu hizmetleri sebebiyle hayır ve rahmetle yâd edilmektedirler.
Sâliha bir hanım, kocasını güleryüzle ve kapıda karşılamalı, evden çıkarken de güzel söz ve duâlarla yolcu etmelidir. O gün kendisi çok yorulmuş olsa bile bunu belli etmemeli ve onun yanında yüzünü ekşitmemelidir. Kocasının sıkıntılarını paylaşmalı, yorgunluğunu atmasına yardımcı olmalıdır.
Aşırı alınganlık, gerekli-gereksiz şikâyetler sebebiyle birbirlerinin huzurunu kaçırmamaya çalışmalıdırlar. )
Sâliha bir hanım, huzur dolu bir âile ortamı için kocasıyla münâsebetlerinde başka ne gibi incelikleri gözetmelidir?
Beyini hiçbir zaman ihmal etmemeli, âile fertleri arasındaki sıralamada onu ikinci sıraya düşürmemelidir. Bu hâl, yaratılışa ters düşeceği için normal bir erkek, kadının böyle bir davranışını kabullenemez.
Bir insanı memnun etmek için onu iyice tanımak gerekir. Bu yüzden hanım; kocasını anlamaya, onun ideallerini, alâkalarını, hislerini, zevklerini paylaşmaya ve ondan kopmamaya çalışmalıdır. Buna mukâbil erkek de hanımına karşı aynı şekilde hareket etmelidir. Eğer bunu önemsemezlerse, hayat arkadaşlığının tabiî îcâbı olan “beraberlikler, ortak noktalar ve paylaşmalar” gittikçe azalır ve eşler birbirinden zamanla uzaklaşır. Vakitlice tedbir alınmazsa bu bir müddet sonra öyle bir hâl alır ki; eşler arasındaki muhabbet ve birliktelik, yerini ayrılık ve nefrete bırakabilir. Bunun en kötü mevsimi ihtiyarlıktır. Birlikte geçirdikleri yıllar boyunca birbirini tanıyıp anlamaya çalışmamış kimselerin ihtiyarlık demlerindeki ayrılığı ise, hazîn bir yalnızlık, geri dönülmez bir hasret ve nedâmettir.
Hanım, beyine hayırlı ve meşrû her işinde yardımcı ve destek olmalıdır. Onun akrabalarına da hürmette kusur etmemelidir. Tercih ve fedâkârlık durumunda kalırsa, onun âilesine daha fazla yakınlık göstermelidir.
Hayat sürprizlerle doludur. Felâket ve buhran zamanları olabilir. Böyle zamanlarda beyinin yanında bulunması ve onun yükünü hafifletmeye çalışması gerekir. Büyüklerimiz ne güzel demişler:
“Halı ol, üzerinde kırk tane ayak dolaşsın ki, baş tâcı olasın.”
Buna emsâl nice atasözleri ve vecîzeler söylenmiştir. Bu sözlerden ilhamla ifade edecek olursak, sıkıntı anlarında “ağzından kan damlasa, kızılcık şurubu içtim” denilmeli, kol kırılıp yen içinde kalmalıdır. “Yuvasına gelinlikle girmeli, yuvayı saâdetle doldurmalı ve bu kapıdan ak, lekesiz bir kefenle ebedî yolculuğa çıkmalıdır.” Nitekim Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, ilk hanımı olan Hazret-i Hatice’nin sabır, anlayış, teslimiyet ve fedâkârlıklarını, bir ömür boyu unutamamış ve her zaman hayırla yâd etmiştir.
Kısacası insanlar sevmelidir ki, sevilsin; saymalıdır ki, sayılsın. Fedâkâr olunmalıdır ki, karşılığında güzellik ve ikrâmlar bulsun. Lâkin âile içinde bunlar öncelikle hanımdan gelmelidir. Tabiî akıllı kadın, kocasına kendisini sevdirir ve saâdet yolunun mimarı olur. Hadîs-i şerifte:
“Kocası kendisinden râzı olarak vefat eden kadın, cennete gider.” (Tirmizî, Radâ, 10; Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Nikâh, 4) buyurulmaktadır.
Bu hadîs-i şerîf, hem sâliha bir hanımın beyini memnun etmesi hâlinde nâil olacağı mükâfâtı bildirmekte ve hem de âilede erkeğin mevkiine ve kadının ahlâkına temas etmektedir.
Sâliha kadın, yalnız beyini sevip saymakla kalmayıp, onun akrabalarına ve dostlarına da meşrû ölçüler içinde yakınlık göstermelidir. Zira kadının bu davranışı kocasını memnun eder. Fakat bunda hassas olunması gereken bir husus vardır, o da İslâm’ın belirlediği mahremiyet sınırlarına uyulmasıdır. Kadın, evde yalnızken, kendisine nikâh düşen akrabayı içeriye almamalıdır. Bu hassas bir konudur. Kimse temiz ve güzel niyet gözlüğünü takıp da mahremiyet duvarlarını yıkmamalı ve bilhassa kadın, kendini lekelenmekten uzak tutmalıdır. Çünkü kadın bembeyaz elbise gibidir, onda en küçük bir leke bile göze batar. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şüphe getirecek durumlardan uzak bulunmayı arzu ederdi; «Töhmet olan yerlerde bulunmayınız!» buyururdu.
Yine bir gece vakti, Allah Rasûlü, hanımlarından biriyle sokakta yürürken karşılarına çıkan ensardan iki şahsa yanındaki kimseyi tanıtır mâhiyette:
“–Bu, anneniz Safiye binti Huyey’dir.” buyurmuştur. Ashâbın:
“–Rasûlü’nün uygunsuz bir davranışta bulunmasından Allah’ı tenzih ederiz, yâ Rasûlâllah!” demeleri üzerine de:
“–Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır. Onun sizin kalbinize bir kötülük -veya bir şüphe- atmasından korkarım.”
(Buhârî, İ’tikâf 11; Müslim, Selâm 23-25.) buyurmuştur. Böylece insanlarda şüphe ve töhmete sebebiyet vermemeyi tembih etmiştir.
Hanımlar, kocalarının meşrû işlerinde dâima yanında olmalıdır ki, bu sayede eşleri, onlarla tesellî bulsun, şevki artsın. Mâlum olduğu üzere hayır ve güzellikler paylaşıldıkça artar; felâket ve üzüntüler paylaşıldığında azalır. Eşler, hem dünya, hem âhiret yolculuğunda birbirinin hayat arkadaşı olduklarını hiçbir zaman unutmamalıdırlar. Önceden her birinin müstakil bir hayatı varken, evlenmekle ortak bir hayata, ortak bir kadere dâhil olurlar. Öyleyse ortak hayatın îcaplarına riâyet etmeli ve birbirini hayatın iniş ve yokuşlarında hep gözetmelidir. Eğer birinin ayağı sürçerse, diğeri ona baston olmalı ve gönlünden tutup kaldırmalıdır.
Kadın, eşinin davranışlarına dikkat etmeli ve bir konuda asabîleştiğini farkettiğinde meseleyi büyütüp işi münâkaşa boyutuna vardırmamalıdır. Zira ciddî ve uzun süreli münâkaşalar, aradaki muhabbet ve saygıyı zedeler, âile yuvasını tehlikeye sokar. Bu gibi durumlarda hanımların, kocalarına karşı davranışlarında sakin ve terbiyeli olmaya devam etmesi uygundur. Sonunda koca da hatâsını anlayacak ve hanımına karşı mahcûbiyet içinde hürmetkâr olacaktır. Aksi hâlde hatâlı olmasına rağmen, bu haksızlığını göremeyecek ve aralarına girmiş olan şeytan, iki kalbe de kin ve düşmanlık tohumları ekecektir.
Eşlerin dikkat edeceği bir husus da aşırı güvensizlik ve kıskançlıktır. İnsanları en çok rahatsız eden şeylerden birisi de kendilerine karşı duyulan itimatsızlıktır. Eğer bu konuda çok ciddî sebepler ortaya çıkarsa birbirlerini suçlamadan önce, oturup konuşmayı denemelidirler. Yoksa ufak-tefek meseleleri büyütüp içinden çıkılmaz büyük problemler hâline getirmemelidirler.
İnsanların bazı hâdiseler karşısında, basîret dediğimiz iç seziş ve görüşü bağlanabilir. Unutkanlık veya hatâları olabilir. Bir hanım, kocasının istişâre etmek ihtiyacı içinde olduğunu görürse, bütün samîmiyet ve iyi niyetiyle ona yanında olduğunu hissettirmelidir. Böyle bir konuda bildiğinin en doğrusunu söylemeye çalışmalıdır. En yakın sırdaşı olmalıdır. Unutmamalıdır ki, erkek ve kadın, birbirini tamamlayan unsurlardır ve mü’minlerin anneleri olan Peygamber Efendimizin hanımları da zaman zaman fikirleriyle Efendimize destek olmuşlardır. Meselâ Hudeybiye Anlaşması esnâsında ashâb-ı kiram, yapılan anlaşma maddeleri karşısında memnuniyetsizlikleri dolayısıyla Peygamber emrini yerine getirmede çekingen durmuşlardı. Efendimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem- de buna son derece üzülmüştü. Orada bulunan Ümmü Seleme -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz, Efendimizi tesellîde bulundu ve emrettiği şeyi kimseyi beklemeden uygulamasını tavsiye etti. Çünkü görüyordu ki, Hazret-i Peygamber tıraş olup ihramdan çıkma emrini kendisi uygulamadıkça Hudeybiye kararlarından dönme ihtimali vardır ve bu sebeple de ashâb-ı kiram bekleme içerisindedir. Çünkü onlar dış yapısı itibarıyla o an için Hudeybiye kararlarının hikmetini anlayamamışlardı ve bundan vazgeçilmesini bekliyorlardı. Nihayet Ümmü Seleme annemizin son derece yerinde tavsiyesi üzerine Peygamber Efendimiz tıraş olup ihramdan çıktı ve bunu gören ashâb-ı kiram da boyun büküp ihramdan çıktılar ve bu mesele, acı neticelere yol açmadan çözüldü. Yine Hazret-i Hatice vâlidemiz, Peygamber Efendimiz ilk vahyi aldığında onu tesellî etmiş, üzüntü ve endişelerini paylaşmış ve Varaka bin Nevfel’le görüşmesine yardımcı olarak -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimizin takdirini almıştır.
İslâm tarihinde Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- hakkında da benzer bir misâl zikredilmektedir. Hazret-i Ömer, mescitte kadınların çok fazla mehir istediklerini ve bunun evlenmeyi zorlaştırdığını söyleyerek, mehir miktarını sınırlamak istemişti. O sırada mescitte Hazret-i Ömer’i dinlemekte olan arka taraflardan bir kadın, ayağa kalkmış, kadınların istedikleri kadar mehir talep edebileceklerini işâret eden âyet-i kerîmeyi (Nisâ, 20) okuyarak Hazret-i Ömer’e itiraz etmiştir. Bunun üzerine Hazret-i Ömer hatâsını anlamış ve:
“–Kadın isabet etti, Ömer yanıldı.” buyurarak görüşünü değiştirmiştir. (Ali el-Müttakî, XVI, 536-537/45796)
Lâkin burada üzerinde durulacak önemli bir konu daha vardır. Kadın, herhangi bir mevzûda istişâre ederken, görüşü doğru bile olsa kibirlenmekten uzak durmalıdır. Beyine herhangi bir mevzûda fikir ve tavsiyede bulunurken ona hürmetin dışına çıkmamalı, ona itimatsızlık göstermemeli veya ona nasihat vermek tavrına girmemelidir. Zira erkekler, hanımlarından nasihat almaktan fazla hoşlanmazlar. Velhâsıl sâliha kadın, Allah’ın kendisine verdiği akıl nîmetini, eşine karşı çok hassas bir şekilde kullanmayı bilir.
Bir kadın, kocasının ruhuna girebilecek bir mahâret ve sanata sahip olmalıdır. Tarihimizde bunun pek çok örneği vardır. Birçok padişah hanımı, kocalarının gönüllerini kazanarak, onların hükümranlıklarına âdeta ortak olmuşlardır. Ve bu sayede arkalarında kendilerine sadaka-i câriye olan nice cami ve hayır müesseseleri bırakmışlardır. Hâlen devam eden bu hizmetleri sebebiyle hayır ve rahmetle yâd edilmektedirler.