Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İSLAMA MUHATAP Anlayış...KİTAP TANITIMI... (1 Kullanıcı)

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
İSLAMA MUHATAP ANLAYIŞ - Salih Mirzabeyoğlu

--------------------------------------------------------------------------------

İSLÂMA MUHATAP ANLAYIŞ



"Teorik Dil Alanı"



Salih Mirzabeyoğlu


TAKDİM

-I-

Batılı bir fikir adamı, fildişi kule entellektüeline karşı zamanın bütün antipatisini çizdikten sonra, müdafaa eder olduğu fikre birdenbire ters bir yöne sapıyor ve hükmü basıyor:

-“Göklerde sosyal değişikliklerden daha mühim şeyler vardır. O da “esprit-ruh”dur. Onun içindir ki alâkasız “esprit” davasının aksiyon davasına karşı bir mukabil hücuma geçmesi lazımdır. Tam zamanını yaşadığımız bu mukabil hücum “esprit”in Haçlılar kavgası olacaktır.”

Bizce çok mühim olan bu meselede muharririn son hükmünü, büyük entellektüelin nefsine ihaneti değil, intiharı diye anlıyoruz. Böyle düşünen entelektüel ne büyük tezat içindedir ki, her türlü aksiyona kayıtsız ve şartsız düşman görünürken, entellektüeli, aksiyona karşı Haçlılar muharebesine çağıracak kadar büyük aksiyona susamış bulunuyor.

Yeryüzüne aksiyon hasreti duymamış büyük entelektüel gelmemiştir. Fakat ne getirerek ve neye karşı aksiyon?

Sadece aksiyon diye bir şey yoktur. Aksiyon, bilârdo masasında bilyenin üçgenler çizerek dönmesi gibi tezahür eder; “BİLYE HER HAREKETİYLE, ONA VURAN FİKİR DEĞNEĞİNİN ZAVİYESİNİ İHTAR ETMİŞ OLUR. O HALDE AKSİYON, BİR FİKİR VE GÖRÜŞ MANZUMESİNİN YERYÜZÜNDEN İSTEDİĞİ İFÂDE ALEMİDİR. Muharrir, “göklerde sosyal hâdiselerden daha mühim şeyler vardır.” Derken, gökyüzünü yertüzünden ve mücerredi müşahhastan ayırıyor. Müşahhas âlem içinde mahsur kalana duyduğu tiksinti ne kadar haklı ise, mücerretten çalınacak nurlayertüzünün aydınlanmayacağını sanması da o kadar haksızdır. Büyük tecridin ilk hırsı büyük teşhistir ve göklerle toprak arasında ebedî bir merdiven vardır. Öyle olmasaydı, bütün peygamberler bulutlar üzerinde doğarlar, ölürler ve insanlık da onları yıldızları seyrettiği gibi seyreder ve Roma İmparatorları telâşa düşmezlerdi.

Bir aksityon, bir aksiyonla körletilir, fakat aksiyon körletilemez. Kötü aksiyondan nefretimiz, aksiyondan nefretimizi değil, aksiyona hürmetimizi gerektirir.

-II-

Bizim ruhçuluğumuzun yeryüzüne perçinli olma karakteri, bizi tâbiî olarak fert ve toplum plânında büyük aksiyona davet eder ki, her türlü ucuz soydan çerçöp nüktelerin ötesinde, fikir, sanat, ilim, siyaset ve fiil plânında, ulvî mücerredin katı müşahhasla evlendirilmesini ister... Elini küfre değdirse şeriat doğacak ve zehiri bile şifaya tahvil edecek gerçek idrak ehli, eşyanın tasvirinde ışığın varlığının tabiî isbatı gibi, el atılan her meselede büyük İslâm diyalektiğinin tahassüsünü gösterecek, âlemde İslâm’ın hasrı dışında kendi kendinden ibaret bir varlık ve oluş sahası olmadığını her ân taze ifşâ edecektir... Buharın tecellî ettiği yere nisbetle, su, bulut ve buz görünüşleri gibi, her sahada oranın özelliklerine nisbetle görünecek olan ruhun talim, terbiye, tahkik, tahkim ve ana yol gayesi ölçülendirmeleri, Büyük Doğu-İbda’nın aynı olarak belirecektir.

-III-

Yukarıda kısaca çerçevelediğimiz hususlardan da anlaşılıyor ki, en geniş ve en genel mânâsıyla teorik dil alanından bahsedilmekte, “İslâm’a Muhatab Anayış” davasına bu açıdan bir nitelendirmeyle yaklaşmaktayız; İbda Diyalektiği’nin sıcaklığını verici bir ele alışla “İslâm’a Muhatab Anlayış” davasına umumî bir bakış, bu çerçevede birtakım iç’e ve dış’a yöneliş çizgileri... Teorik dilin havası.

-IV-

Mevzular ve meseleler arasındaki akrabalığı “teorik dil alanı” vasıflandırmasıyla tesis eden İslâm hikmetiyyatı, bu eserde kendinin bu yönünü hissettirmeye çalışmaktadır.




yaşayan yaşasın, yaşayamayan da yaşamanın yollarını arasın. Şu ifâde şuurlaşsın
Yâ Muntakim Allah,
bizi intikamına memur et
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
NECİP FAZIL’LA BAŞBAŞA



“İNTİBÂ VE İLHÂM”



Salih Mirzabeyoğlu


TAKDİM

Bu eser kendi fikir keyfiyetinden ayrı olarak, kendisinden geçit bulan “KÜLTÜR DAVAMIZ-I” isimli esere nisbet edilirse, Cumhuriyet sonrası KAVRUK NESİLLERİN ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli nefs murakabesine temel olmak bakımından, Cumhuriyet öncesini sonrasıyla pürüzsüz bir İslâmî çizgide birleştiren tarihî bir dönüm noktasının işaret taşıdır. Kültür Davamız, Estetik ve Ahlâk, Damlaya Damlaya Göl Oldu isimli eserlerin ve daha neler ve nelerin ipuçları bu eserde.

Değerlendirenlerin liyakatlerinin sözkonusu olduğu ve ahbab çavuşluk ilişkileri içinde küçük nefesli eserlerin mikrofona bağlandığı sağlı sollu derinliksiz değerlendirme ve ödüller yanında, bir gün hakikatin ölçüleriyle konuşulacağı umudu ve herşeyin şerefinin ilklere ait olduğunu belirten Hadisi hatırlatarak, BÜYÜK DOĞU mimarının “KÜLTÜR DAVAMIZ” hakkındaki hükmünü işaretlemek bize yeter:

-“Bize AĞUŞUNU açmış. TAKDİRKÂRIYIM!..”

- “Bu kitap, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin İLK CİDDİ FİKİR SESİ ve İLK ÇİLELİ NEFS MURAKABESİ eseridir.”

-“FİKİR ÇİLESİ haysiyetinin MÜSTESNA GENCİ Salih Mirzabeyoğlu’na!..”

Daha neler ve neler! Hikayesi “Müjdelerin Müjdesi” isimli eserimizde; orada görülür...

Bunları kim söylüyor? NECİP FAZIL KISAKÜREK...

O halde değerlendirmeleriyle, anlaşılmış olmamızın ötesinde, bizi “Sevindirecek” kimse olmadığını da söylemek durumundayız. Kendi keleşlik ve samimiyetsizliklerinin itirafı halinde yan bakışlıların gözümüze nasıl göründüğünü düşünün!.. Hele, arka arkaya eser basıyor olmamızdan olsa gerek; “seneler senesi biriktirdiklerini basıyorlar” cinsinden karalamalara yeltenen sümüklülerin halini!..

Hemen belirtelim ki, madalyanın altınını alanın teneke madalya dağıtıcılarıyla “şahsi” meselesi de olamaz. Bunu açıkça belirtmemizin gayesi de, bize karşı gösterilen ilgi, tepki veya suskunluk tarafımızdan mânâlandırılırken, bu davranışımız doğrudan doğruya BÜYÜK DOĞU fikir mihrakına nisbetledir. Esnaf takımı anlamalı...

Muhatabımız ihlâstan tekerleme gibi bahseden nasipsiz kıskançlar değil, gerçek sahibleri. Onlarla BİRİZ biz; onlar bizden biz onlardan... BİZ, gerçek BÜYÜK DOĞUCULAR!..

BİZ:

“Olsa da olur olmasa da

Gününün şafağına yatanlar

Pek anlayamazlar bizi!”

Oluş ve olamayışları da buradan anlayın!..

1982



BİRKAÇ SÖZ

Eserin ilk baskısı üzerinden şu kadar sene geçip, aynı usûl üzerinde senelerce ifâdeli verimlerin de katılışıyla zenginleşmiş olarak ikinci baskı... İkinci baskının bu kadar gecikmesindeki hikmet, demek ki kifayet ve tamamlık şartının olgunlaşmasını beklemekmiş!..

·

Umumiyetle bilinmeyen ve adabına mâlik olunmayan bir hususiyettir ki, bir mütefekkirin yanına eğlenmek ve zevk duymak için değil, kurtaran ızdırabı yüklenmek için gidilir; zevk bu zevk olursa ne âlâ!... Bu “âlâ”dan payımın ne olduğunu, eserin başlığındaki mânâya denk İbda kütüphanesi söylesin!..

·

Lâf değil, hakikat hâlinde, pek genç yaşımda ruhumun idrak ettiğini, seneler boyu açık hava ve güneşe hasret şartlarda kelâmla zarfladım; ve zamanın tecelli zarureti olan hadiseler serisinin vesileleri üzerinde eserimi örgüleştirdim... Demem o ki, Necip Fazıl’ın yanına gidip gelmek gövdeyi taşımaksa, gittim ve geldim... Eğer bir ruh ve keyfiyet davası ise, ne gittim ve ne de geldim; dirsek temasının ne öncesi ve ne de sonrasında, ondan hiç ayrı omadım ki!.. Öyleyse, tamamlık ve kifayet davası, bu esere mahsus!..

·

Necip Fazıl’la başbaşa... En has ve hususi ve yalnız ona ait mânâsıyla, ömrümün memuriyet ve mesuliyet bileti!..


yaşayan yaşasın, yaşayamayan da yaşamanın yollarını arasın. Şu ifâde şuurlaşsın
Yâ Muntakim Allah,
bizi intikamına memur et
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
İŞKENCE



-HUKUK VE HÛK-



SALİH MİRZABEYOĞLU




TAKDİM

İşkence mevzuu açıldığı zaman, umumiyetle şu beylik söz edilir:

-"İşkence bir insanlık suçudur!”

Oysa bu iş, mücerret bir prensip meselesi değil, hukukî bir suçtur; bu bakımdan da birer lağım faresi olan işkencecilerin olmayan vicdanlarına seslenme yerine, doğrudan doğruya yetkilileri ve hukuk çevrelerini, hukuk namusuna davet etmek gerekir!..


·


Malûm olduğu üzere, yürürlükteki kanunlar çerçevesinde işkence bir suçtur; buna mukabil işkence de, hiçbir “acaba” hissine yer bırakmayan kaskatı bir vakıa… Yapılması gereken iş, ya kanunun gerçerliliğini ispatlayıp işkenceciyi cezalandırarak işkenceye mani olmak, veya “şu işi yapana şu işkence tatbik olunur!” şeklinde hukuku vakıaya uydurmaktır!..


·


Önce hukuk namusu; işkence yapılacaksa, kanunun hükmü dairesinde olsun… Önce hukuk namusu; “nasıl kanun?” sonraki iş… Yetkili ağızların kendi eli kendi kafasını döven salak gibi, kuru kuru işkenceye karşı olduğunu ve işkenceyle mücadele ettiğini söylemesi, emrindeki adama lâf geçiremediğinin itirafıdır; ve bu bir devlet zaafıdır!..


·


Zaaf, kendi emrindeki ele lâf geçirememekle ve işkencecinin kendi üstündeki bir icra makamını temsil ettiğini anlamamakla kalsa iyi… Hukuk, “hûk”a doğru eksilen bir mânâda tecessüm ederken, süslü koltuklarda yağlı yemekler yiyip buna uygun gübre üretmekten başka gayesi olmayan kenef ağızlardan, şu itiraf da duyulur:

-"Bu iş beni aşıyor!”

Aşmanın “cima” manasında kullanılışına nazaran, onlara hak veriyoruz!..


·


"Hûk", lûgatta "domuz ve hınzır” manasına… Dînen pis ve necis hayvan… Ruhsuz ve kalpsiz aşağılık insanlar için mecazen kullanılacaksa, aşağılık insanlar arasında baş köşede bulunan işkenceci, bu sıfata kemâliyle lâyık demektir!..


·


"Hûk"un, hukuka doğru lâtifleşmesinden ümidimizi kesmiş olarak, hükmümüz şudur:

-"İşkence ve işkenceciyle mücadele, antiemperyalist mücadelenin bir parçasıdır!”

Öyleyse, işkence ve işkenceciyle mücadele antiemperyalist mücadele çizgisi üzerinde bir birlik noktasıdır!..

Bu kitabı kaleme almamın sebebi de budur!

................

kitabı okumak için http://members.fortunecity.com/kitabweb1/iskence.htm



yaşayan yaşasın, yaşayamayan da yaşamanın yollarını arasın. Şu ifâde şuurlaşsın
Yâ Muntakim Allah,
bizi intikamına memur et
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
İSTİKBÂL İSLÂMINDIR



"Denenmemiş Tek Nizam"



Salih Mirzabeyoğlu



TAKDİM


DÜNYA ÇAPINDA BİR HÂDİSE KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN

Dergilerden, gazetelerden ve televizyon ve radyodan tanıdığım meşhur Kaptan Kusto... Bu adam bir devrin (Marko Polo)su, Evliya Çelebisi gibi tetkikçi bir seyyahtır ve tabiat denilen yaratıklar âleminin sırlarını denizlerde arayan ve deniz içi hayatı kurcalayan ilmî bir tecessüs sahibidir.

Bu adama basit "olabilir"ler veya "olabilir" sanılan şeyler arasında öyle bir tecelliye şahit oluyor ki, 1400 yıl önce Kur'ân'ın haber verdiği mucize önünde dize gelip müslüman oluyor.




Necip Fazıl Kısakürek







NECİP FAZIL'IN DİLİYLE

Bu eserin sahibi hakkında elinizde bulunan icazetnâme mahiyetindeki eser vesilesiyle serdedeceğim hususiyetler, aslında onun şahsına mahsus hakikatlerin defalarca ve bahanelerle ifâde edilmiş toplamından başka bir şey değildir. Ekleyeceğim hikmetler, olsa olsa, 1000 liraya malik olan bir adamın 999'a kadar bütün para değerine de tabiî olarak sahip olması gibi, sadece asla bağlı teferruat neviindendir!

·



Yakınları, büyüklerde o türlü fâni olurlardı ki, yazdıkları mektuplara sadece imza atmak kalırdı. İşte ben de, bu soydan benimsediğim ve haklarında takdir ve tasdikimi belirttiğim eserlerin sahibine, doğrudan doğruya söz konusu mânânın tescili mahiyetinde bu eseri hazırlattım! Sene 1982-1983!

·

Aşıklık davasında bulunmak kolaydır, fakat ona delil ve bürhan lâzımdır; bu iş kendi kendine gelin güvey olup da kendi nefsinde kemâl dikizleme işi değildir. İhlâslı kişinin riyası ve sadakatli kişinin de nefs şaşkınlığı ve kendini beğenme veya aynı kapıya çıkan yalancıktan yerme hâli olmaz; "o benin arkasında Allah'ın lâneti, bu benin arkasında ise Allah'ın rahmeti var" hikmeti, hakikatler yerli yerinde olunca, görünmek bir zaruret olur. Yanımda hâlinden hiçbir "serîşte-ipucu" vermeyen, sesini kadro sesi gibi sunan ve içtimaî tesirine nisbetle o gün ismi örtülü kalan bu adama, elinizdeki eser vesilesiyle ve şahsında tecelli eden mânânın ifşâını bizzat ben emrettim. Sadece emretmekle kalmadım, kendisine hazırlattığım bu eserin başına konulmak üzere, "bütün hüviyetinle görüneceksin!" kaydıyla bir takdim yazım olacağını belirttim!

·



Dost, elinize yapışıp kendisini aratmak için sizi kapı kapı gezdirir. Arayanın sonu nedir? Aranılanı yakalamak. Aranılanın sonu nedir? Arayanı anlamak. Arayanı anlayan ben, eline tutuşturduğum takdim yazısını bulmak üzere, kâinatı kalburdan geçirmek gibi çetin bir iş üzerinde ve bu çabanın ürünü çeşitli nevilerden renk renk eserden sonra takdimimi buldurdum:

- "Dünya Çapında Bir Hadise - Kumandan Salih Mirzabeyoğlu!"
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
İDEOLOCYA VE İHTİLÂL



"KAVGANIN İÇİNDEN"





SALİH MİRZABEYOĞLU













GİRİŞ-ÖNSÖZ

· Eskimez, solmaz, pörsümez, YENİ'nin vasıtalığına uygun olarak kendi kendinde tükenici ve sınırlı (statik) bir çerçeve belirtmeyen; her yöne kol kol yayılıcı ve nesilden nesile geçecek süreli bir ruh ve sistem...

Mücadelemizde, meseleleri kendisiyle çözebildiğimiz ve bunu "iç" ve "dış"a doğru talep edeceğimiz şekillere ve isteklere dökebildikçe kendisiyle yürüdüğümüzü sö06 Nisan 2002 Cumartesiyleyebildikçe kendisiyle yürüdüğümüzü söyleyebileceğimiz ve kendisini de yürütmüş olacağımız ruh ve sistem...

Bu eser, onu anlamayı sistemleştirme ve kendisindeki ipuçlarından hareketle "aksiyon cephesini" örgütleştirme yolunda ilk ve tek... gerçekleştirilmesi gerekene nispetle de önsöz...

· Davamızın "dost" ve "düşman" kutuplarını ve meselelerini, her sahada verdiği eserlerle "kuşatıcı" Büyük Doğu aksiyon kürsüsü ve mimarı karşısında, onu örterek kendini kuşatıcı ve nesil yoğurucu gösterme heveslileri... ve yaptığı işte onu kendisine engel görerek, kendisinden daha cücelerin yanına kaçan eski kurusıkı pohpohçuların tavrı... Evet bu tavırlar ve bu davırlara karşılık kendi gayemizi şöyle belirtmiştir:

"Kendimizi riya üsluplu tevâzu gösterişinden uzak tutarak belirtelim ki(...) "sınır boyunca afyon çekişlerden" ayrılan ve kanla mücadelesini veren bir gençlik ifadesine vesile olduksa, bugün yine aynı ruha (Büyük Doğu İdealine) bağlı olarak, bu oluştaki payı gündeme getirme durumundayız...

"Olmuş" görünme yüzsüzlüğüyle bu zeminde boy gösterenlerle; yapılanlardan "olma sancısı" çekenleri ayırdedebilen "sancılı"lar, munun sebebini, kendini göz planına dikici bir davranışta değil, kuşanılmaya çalışılan (Büyük Doğu) aksiyonu ruhunu işaret niyetinde arasınlar...

Tabiatta canlılık ifade eden her yerde asalakların türemesi gibi, bu canlılıkta, zemzem kuyusuna işeme niyetli parsacı çıkışlar, kuşanılması gereken (Büyük Doğu) ruhuna dil uzatınca; o ruhun kuşanabildiğimizce "verimi"ni göz planına getirme vazife olarak belirir... Nereden nasıl geldiklerini bilmeyenler, nereye ve "nasıl" gideceklerini de bilmeyen "günün" adamlarıdır...

İşimizin, bu farkı anlayanlarla olduğunu bildirerek ve "olmamış gereken" yanında aldığımız mesafeye rağmen bunu "hiç" kabul ederek, dört sene önce (1975) ilk gün işaretlediğimiz doğrultuda ve dört sene önceyi hatırlatıcı bir sesle çıkıyoruz... Bu sefer küçük bir gurup ifadesindeki bizle değil, aralarından şehit düştükçe, şehitliği isteme şuurundaki gazileri daha yükseğe tırmanıcı bir "gençlik" ifadesiyle...

"Dâva çilekeşinin hamurkârlığını yaptığı gençliğe; "nerdesin?" feryadına aksi seda gibi tekrarlayıcı "nerdesin?" cevabıyla değil; murad edilenin GÖLGESİ kabul edilebilirsek burdayız, hedefimiz aslı gibi olmaktır." (1)

· Ve haykırışımızın rengine ilk karşılık sesi; MÜJDELERİN MÜJDESİ...

"Birkaç gün önce... Büyük Doğu Yayınlarının idare yerine birer meşale kıvraklığında üç genç geldi. (2) Oturdular ve tek kelime söylemeden bana bir dergi uzattılar: AKINCI GÜÇ... Bunlar bu dergiyi çıkaran ve güden gençler...

En telaşlı ânımda; dergilerine bir göz atmak imkânından da mahrum bulunduğum şartlar altında, ancak bir çay içebilecek kadar kısa bir zaman içinde temas edebildiğim ve büyük teması Ankara'dan dönüşüme ertelediğim bu gençler, benim, bugünkü İslâm gençliğine musallat ayrılık ve aykırılık mikropları üzerindeki görüşlerimi dinlerken, öylesine müteessir oldular ki, içlerinden biri hıçkırıklarını tutamadı ve başını ellerine gömerek ağlamaya başladı...

Dondum ve acıyla doldum...

Gece yatağıma uzanıp dergilerini açtığım zaman ne görsem iyi?.. Bir baştan öbür başa Büyük Doğu İdealinin destanı... Hem de en derin fikir tabakalarına kadar nüfûz edici ve bugünkü aydın İslâm gençliğini Büyük Doğu mihrak ve istikametinde gösterici bir tahlil, terkip, tefekkür ve tahassüs ifadesiyle... Alkol kokulu cenaze çelenklerinden daha âdi pohpohlamalarla değil... Duyarak, düşünerek ve yaşayarak...

Hayatım ve dâvamın en acıklı inkisar ve ıstırabını beykelleştiren MSP devşirmesi bu gençler, şimdi demetlerinin bağını çatlatıyor, yepyeni bir demetlenme hasretiyle öz kaynaklarının adını veriyor; ve bu, kendi kendisini tâyin ve tespit işinde en soylu ve şapsiyetli çile hakkını tüttürüyordu.

Karanlık bir zindan odasında nazbını sayan bir adama "kalk ve toplan! Yanlışlıkları ilâhi adaletle kendi kendisine patlak verdi!.. Artık açık hava ve güneş senin!" hitabına ermiş gibi oldum ve ben de o genç gibi ağladım.

15 yıllık oluşunun harcı içinde alın terim, hummalı nefesim ve olanca kımıldama gücüm yatan "Millî Türk Talebe Birliğii"niin niyahet ölü kalıplar içinde tonduruluşu, tek ümit halinde yöneldiğiim Ülkücü gençliğin de henüş ruh adeleleriine büyük vecd ve tefekkür cereyanını vermeye fırsat bulunmayışı önünde, bu, en beklenmedik yerden kendi kendisine yükselen ses, bana müjdelerin müjdesini getirdi:

—"Onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım!" (N.F.K.) (3)

· Ve arkasından söyleyeceğimiz her sözün bizi ifadeden âciz kalacağı; içimizde yangın, dışımızda apışmış gözyaşlarına süküleyen hissiyata sebep, kendi el yazısıyla ithaf... Hemen belirtelim ki, bu ithaf, çerçevelediği mânâyı hedef bilen gençliğin kendine ithaf bileceği bir mânâyı kuşatır:
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
IŞIK



Hiç beklemediğim bir zamanda, hiç beklemediğim bir mekândan bir ışık fışkırdı.

Daima böyledir. İlâhî tecelliler hep böyle tepeden inme gelir. Allah'ın tecellileri, yapmacıksız ve zorlamasız, boynunuz bükük, köşenizde otururken görünüverir.

Bu ışık, hiç birini görüp tanımadığım, görüp tanıyınca da aramışdaki ezelî yakınlığa şahit olduğum gençlerden.. Şu anda üçüncü sayısı elinizde olan "Akıncı Güç" isimli derginin ilk sayısından...

Bunlar MSP'nın koruduğu ve geliştirmeye çalıştığı "Akıncılar" gençliğinden bir demettir ve işin özü olarak şu sayhayı koparmaktadır:

— Biz ruh hamurumuzu Büyük Doğu teknesinde ve onu yoğuran ellerde idrak ettik ve başka hiç bir tarafa gönül ve kafa nispeti kabul etmeyiz.

MSP'ye karşı vaziyetim ve onun ulvî dâvayı harcamakta gösterdiği ehliyetsizliğe isyanın malûm olduğuna göre, ilk kalemde bu tecellî beni şaşırtmalı ve samimiliğinden şüpheye düşürmeliydi.

Ama öyle olmadı; bu gençlerin son zamanlardaki düzmece ve ezberletmece teşkilat örneklerinin ruh haletinden uzak olduklarını gördüm ve bana (antipatik) gelen zümre adlarına rağmen onları göğsüme bastım.

Dergilerinde aynen yayınlanmak üzere el yazımla kâğıda döktüğüm bu satırları kendilerine ithaf ederken, Akıncı, Ülkücü ve daha bilmem neci çevreler bir arada, dâvamızın billûr sarayını, kafdağının, yani kopyekûn insanlıkça özlenen eskimez ve pörsümez ideal tepsenin en yüksek noktasında inşa istidadında mimar namzetleri olarak onları selâmlarım.

Onbeşinci İslâm asrının kapısında, İslâmın ebedî gençliğini ve yeniliğini, her an genç, taze ve yeni kimliklerinde ışıdatsınlar ve kafdağına tırmanmak kadar zor ve çetin gayenin mâna ve madde şartlarına ersinler...

Bu kör dövüşü hengâmesinde, ümidim şimdilik hangi çevreden olursa olsun, işte bu gençlerin belirttiği mayadadır." (4)

· Arkasından, tarafımızdan yayınlanan tarihî kıymete haiz ve ne yazık ki mühimliğine nispetle dikkatsizlik ve baskı hatalarıyla malûl olarak çıkmış, kendimizi ve yolumuzu hiçbir yöne çekilemez şekilde tam olarak belirtici deklerasyon... (5
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Bu deklerasyon, 40 senelik kanlı fikir çileleriyle, hapishane çileleriyle ve şartların en son haddiyle zorluk belirttiği dönemlerde verilen mücadelelerle örgüleştirilen "mâna"ya bağlılığımızı tam olarak belirtici ve bu özelliğinden dolayı kalıcı, ayrıca; döneğinden hesap sorulmasını gerektirecek şekilde bağlayıcıdır. Eksiksiz olarak şu;

"I. Ruh hamurunu Büyük Doğu teknesinde ve onun mimarı elinde idrak eden AKINCI GÜÇ, Millî Selamet Partisi'nın teşkilâtlandırdığı Akıncılar çevresi içinden fışkırmış; yolunu, hedefini, temelini ve kaynağını, hiç bir tereddüde fırsat vermeyecek şekilde açıkça belirtmiştir. Ve BÜYÜK DOĞU idealine doğru, —dar çerçevelerden kurtulmuş hususi bir kolu gösteren Akıncı Güç—, tek güdüm işareti almaksızın yolunu bulmuştur.

II. Kendisinden başka hiç bir tarafa gönül ve nisbeti kabul etmediğimiz bu yol, Peygamberler Peygamberinin kum tepelerine çizip yanlarına çapraz hatlar çektiği düz yolun ta kendisidir. Ve adı "gerçek İslâmiyet"tir.

III. "Kurtuluş Fırkası" diye isimlendirilen bu yolun çapraz çizgileriyle "Akıncı Güç"ün hiç bir ilişkisi olamaz. Bu çapraz yollar günümüzün küfür nirengi noktası olan malûm partilere karşı olsalar da hiç birinde kendi ruhumuzun tümüyle tercümanı olmak kıymet ve haysiyetini görmediğimizi ilân ve beyan ederiz.

IV. Hangi birlik ve topluluktan olduğumuzu göstermenin arefe günündeyiz.

V. Hareketimiz geliş yolunu tıkamak değil, geliş yolunu tıkayan ve karartan yolları tıkamak noktasında... Kısaca PAZARLIKSIZ OLARAK KİM ALLAH VE RESULU DİYORSA BİZ ONDAN, O DA BİZDENDİR. Ve kim yolumuzu en şaşmaz ve tâviz vermez istikamet bilgisiyle gösteriyorsa liderimiz odur.

VI. Esilerden hiç bir ümidimiz yok ve gözümüz pazarlıksız İslâm aşkının yeni gençliğinde...

VII. İsa Peygambere atfedilen meşhur kelâm gereğince "bizden olmayanlar bize zıttır; bizimle toplanmayanlar dağıtır" hikmeti şiarımızdır.

VIII. Bu şiar içinde İslâm gençliği, yani olanca saffet ve asliyyetiyle gerçek İslâm gençliğini dar çerçevelerini tepeleyerek çevremize ve saflarımıza katılmaya çağırıyoruz. Bu çevrenin adı, ruhu, mekânı ve zamanı yakında mahyalaşacaktır.

IX. Aramıza katılmamaya sebep gösterilebilecek hiç bir mâzerete açık kapı bırakmamak ve her türlü mâzereti mahkûm etmek için peşinen bildirelim ki, bizim hiç bir teşekküle hasis hesaplara dayalı bir sürtüşmemiş yoktur ve hiç bir teşekküle karşı da intikam hesabımız bulunmamaktadır. Derdimiz sadece dâvamızı dar ve hasis çerçevelere harcanmaktan kurtakmak ve kızgın bir aşk posında erimek ve kaynaşmak hasretinde ifadeli..."
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
· Ve arada, mânası açık ve her türlü söz üstü büyük TARİHİ HADİSE... Akıncı Güç kadrosuna ithaf edilen Büyük Doğu İdeolocyasına ek: İSLAMI YENİLEMEK.

. "İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilek gerekir.

. Anlayış mı? Nurun aynadaki aksi... Aynayı yenilemek..

. Güneş yenilenemez. Göz yenilenir.

. İslâm, başı ve sonu olmayan ebedi yeninin ismi... Ona her an biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik...

. "Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır" hadisesindeki sonsuz hikmettir ki, yeninin ve yeniliğin sırrını getirmiştir.

. Dava işte bu mânada İslâm'ın ve örnek nesli, Resûl eliyle yuğurulan sahabiler..

. Sahabilerin ardından "Tabi"ler bu nesil çizgisini uzatmışsa da onlardan sonra dava içtimai planda zaafa ve büyük ferdi zuhurların çevrelediği mahzun zümrelerden öteye geçilememiştir. Bu tecellide, muhafazası en zor iş olan aşkı kaybetmenin ve kaba yapayalnız dış planda kalmanın neticesi olarak ilâhi hiktem aşikâr...

. Emevi ve Abbasi devrelerini takip ederek Türk'ün eline geçen İslâmî devlet livası, 600 küsur yıllık gerçek devlet hayatının ancak 250 senesinde böyle bir nesle yataklık etmiş, ondan sonra 300 yıl korkunç bir aşk ve üstün anlayıştan yoksunluk çığrına girmiş, 100 küsur senedir de, aynı ham yobaz ve kaba softa idrakinin tersine dönük şekliyle bütün cehdini İslâm'a karşı çıkmakta bulmuştur.

. O gün bugündür ki, nesillere kahraman diye tanıtılanlar, İslâm'dan tiksinmenin fikrî ve fiilî icracıları olmuştur.

. İslâmı, zatından zerre feda etmeden olanca saffet ve asliyetiyle kucaklayabilecek ve nefislerinde yenileyecek nesillerin böylece köküne kibrit suyu dökülmeye başlanınca din ihtiyacından büsbütün kurtulamayan muvâzaacı mizaçlar her tarafta işi reformculuğa dökmüş; ve olduğu gibi bir İslâm'a kapı açmaya bakılmıştır.

. Reformcu, İslâm'ı şu veya bu görüş ve mezhep lokomotifine bağlamak, onu zatına ve aslına göre değil, kendi şahsî nefsine ve idrakine iliştirmeye kalkmak, böylece çürük gördüğü bir binayı kendince payandalamaya yeltenmek bakımından, İslâm'a cepheden zıt olanlardan daha tehlikelidir; ve İslâm'ı kalb ve göz yenilenmesi yoluyla koruyacak olan nesil, cemiyet dairesi içinde kendisine üç düşman tanıyacaktır; Aşksız ham yobaz, duygusuz kâfir, nasipsiz reformcu... Yani ruhu, kör nefsinde kabuklaştıran, büsbütün inkâr eden ve ikisi arasında arabuluculuğuna kalkışan...

. İslâm, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye'de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu, ancak Türkiye'de düzelirse her yerde sağlığa kavuşabileceğine ait İlâhî bir ihtar...

. İslâmı yenileyecek olan nesil, bu, ruh ve madde felâketleri Türkiye'sinde son ve som, hepçi ve bütüncü tepki halinde zuhur etmekle mükellef...

. Bunca zevalin ardından ancak kemal çığırı açılabilir.

. Dört büyük halifenin sırayla şiarları olan merhamet, celadet, edeb ve akılda tam ikmalli ve teçhizatlı olarak, 15. İslâm Asrının eşiğinde, İslâmı yenileme davasını çözümlemeye güçlü nesilden, ana rahmini tekmeleyici sesler duyuluyor. Aya gitmek hüner değil, bu sesleri güneşten duyulacak derecede fikirde ve aksiyonda yükseltmek marifet.." (6)

· Evet...

Biz (dar anlamda biz değil, nesil olarak biz) bu görevin altında dava adına duyduğumuz sancı ve huzursuzluk derecesinde, bu huzursuzluğun şiddeti derecesinde huzur duyabiliriz... Huzurumuz, duyduğumuz huzursuzluk ve sancımızca...

Her an, her nefes alışta ihtilâl-inkılâbın rüyasını görecek, hayatını buna göre ayarlayacak, hiçbir zaman hiçbir tehlikeden yılmayacak, son nefesine kadar dönmeyecek, kafa ve ruh disiplini içinde gerçekleştirmenin mâna ve madde şartlarına ermeye çalışacak... Evet planlı ve sistemli bir taarruzu gerçekleştirecek şekilde kadrolaşacak bir nesil olma görevi...

· Açıkça söyleyelim ki; bu liyâkate ermenin ilk şartı ruh ve kafaca batağa yayılmış manda rehâvetinden kurtulmak ve bu işin nasıl olacağı hakkında düşünür görünme maskaralığından çıkarak düşünmedir. En azından (nefsini zora sokamayanlara sözümüz yok) ihtilâl-inkılâb hakkında devşirileni anlayacak duruma gelmenin çaresine bakmak...

· Bu nesil (yani biz) kendi apışmış haline vücut verici sebepleri gerçekleştirenlerden (ister içimizde ister dışımızda olsunlar) davacı olmadıkça, bu ruha ermedikçe, kendini dava adamı olam liyâkatinden uzak ve toprakta kıvranan solucan bilsin...

· Bu eser, başta da söylediğimiz gibi Büyük Doğu davasının aksiyon cephesini örgüleştirme yolunda ilk ve tek... yapılması gerekene nispetle de önsöz... Muhteviyatı, kitaplık çapta düşünülen meselelerin olayların içinde dinamik plânda ve AKINCI GÜÇ dergisinde kısım kısım işlenmesiyle meydana geldi. Ve okunurken görüleceği üzere, davayı cehaletle öne sürüp çirkinleştiren ve çökertenler damgalandı; teşhir edildi. En azından bu işin tekerlemelerle olmayacağı gösterildi; mânasız orta malı lâfların, esasta ne mânaya geldiği açıklandı. (Eğer yanlıştan dönenler olursa, "suçtan dönenlere altından köprüler inşa etmeli" anlayışının gereği olarak bağrağımızı açarız. İşaretlediğimiz yanlışlıklar da, üzerinde "girilmez" yazılı levha olarak kalır.)

· Son olarak...

Bizim hazırladığımız ve istediğimiz "durum" gerçekleşti: Herkesin kendine İslâm adına İslâm dışı çarpık dengeler kurduğu, hareket adına altı çizilecek tek cümlecik edemez ve buna rağmen düşünce adamı, sanatçı, politikacı ve daha bilmem neci havalarda vakit geçirdiği sırada... evet tam bu sırada Gölge'nin birinci ve ikinci (özellikle birinci) dönemindeki gibi bir darbede sahte dengeler bozuldu: Sanattan düşünceye kadar, eski halleriyle şimdiyi karşılaştırabilirisiniz... Böylece karşılıklı eleştiri dönemi de açıldı; şimdilik tepkiler maskaralık ve komiklik seviyesini aşmasa da...

Burada bir noktayı daha açıklamakta yarar var: Çıkışımızda yaşı 40 civarındaki ve üstündeki sanatçı (!), fikir adamı(!) vs. tiplerin isim zikredilmeden bir genelleme içinde de olsa eleştirilişi (yakınlarımızca bile) merhamet uyandırdı. Haksızlığımız açısından değil de, acıma duygusundan doğan sitemle karşılaştık. Ancak olup olacağı bu kadar diyeceğimiz tiplerin kendilerini gösterme merakı yüzünden de bu görevin yerine getirilişi daha fazla ertelenemezdi. Ve gösterdikleri bayağı tepkiler, onlar hakkındaki "kapasitesiz, pörsük ve keleş" hükmümüzü pekiştirdi. Yine de kıskançlıktan ne halt ettiğini bilmez kadınsı tutumlarını bırakmaların ve "oluş yonu"na girerek bizi yanıltmalarını dileriz.

.....

kitabı okumak için http://members.fortunecity.com/kitabweb1/ideolocya.htm



yaşayan yaşasın, yaşayamayan da yaşamanın yollarını arasın. Şu ifâde şuurlaşsın
Yâ Muntakim Allah,
bizi intikamına memur et
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
KUMANDAN MİRZABEYOĞLU'nun 48 ciltlik İBDA KÜLLİYATI'nın bir kısmını Kitaplar bölümüne aktardım...
KUMANDAN'ın kitaplarını İBDA YAYINLARI'nın İsmail Kazım Gürkan Cd. Üretmen Han 3/316 Cağaloğlu / İstanbul adresinden yada 0-212- 528 33 07 telefonundan isteyebilirsiniz.

Kumandan Mirzabeyoğlunun Tüm Eserlerinin listesi
1- BÜTÜN FİKRİN GEREKLİLİĞİ -İktidar, Siyaset, Hareket- (2 Basım)
2- AYDINLIK SAVAŞÇILARI -Moro Destanı-
3- İDEOLECYA VE İHTİLAL -Kavganın İçinden-
4-YAŞAMAYI DENEME (roman)
5- ÖNSÖZ -Şiir-
6- TARİHTEN BİR YAPRAK
7- KÜLTÜR DAVAMIZ -Temel Meseleler- (3. Basım)
8- DAMLAYA DAMLAYA -Yılanlı Kuyudan Notlar- (2. Basım)
9- ANAFOR -Şiir-
10- NECİP FAZIL'LA BAŞBAŞA -İntiha ve İlham- (2. Basım)
11- MÜJDELERİN MÜJDESİ -Hikayeler-
12- İSLAMA MUHATAP ANLAYIŞ -Teorik Dil Alanı- (2. Basım)
13- KAYAN YILDIZ SIRRI -Şaheser Şah Eser- (Şiir 4. Basım)
14- İSTİKBAL İSLAMINDIR -Denenmemiş Tek Nizam- (3. Basım)
15- GÖLGELER -Yaşadığımız Günler- (2. Basım- Roman)
16- İBDA DİYALEKTİĞİ -Kurtuluş Yolu- (3. Basım)
17- DİL VE ANLAYIŞ -Dil ve Diyalektik- (2. Basım)
18- KÖKLER -Menakıb- (2. Basım)
19- MARİFETNAME - Süzgeç ve Şekil-
20 - 21- KAVGAM 1/2 (2. Basım)
22- İKTİSAT VE AHLAK -İktisada Giriş- (2. Basım)
23- HİKEMİYAT -Tefekkür ve Hikmet-
24- ŞİİR VE SANAT HİKEMİYATI - Estetik ve Ahlak- (2. Basım)
25- HUKUK EDEBİYATI -Nizam ve İdare Ruhu-
26- İŞKENCE -Hukuk ve Hûk-
27-32- TİLKİ GÜNLÜĞÜ -Ufuk ile Hafiye- 1/6 (Ruhi Roman)
33- HAKİKAT-İ FERDİYYE -Çöle İnen Nur-
34- SAHABİLERİN ROLÜ VE MANASI -Peygamber Halkası-
35- BAŞYÜCELİK DEVLETİ -Yeni Dünya Düzeni-
36- YAĞMURCU -Gerçekliğin Pşinde-
37- ÜÇIŞIK -Konferans, Sohbet-
38- ADIMLAR -1974'ten 1996'ya- Röportaj
39- PARAKUTÂ' -Para'nın Romanı-
40-HIRKA-İ TECRİD -Risale-i Üçışık-
41-44- BÜYÜK MUZTARİPLER -Düşünce Tarihine Bakış 1/4 (4. cilt henüz yayınlanmadı)
45- SEFİNE -Suver-i Hayâl Âlemi-
46- TELEGRA,M -zihin Kontrolü-
47 - ELİF -Resim Redd Kökündendir-
48- MÜNŞEAT


yaşayan yaşasın, yaşayamayan da yaşamanın yollarını arasın. Şu ifâde şuurlaşsın
Yâ Muntakim Allah,
bizi intikamına memur et
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Kumandanım


Allah'ı zikrediyor, durmadan Bolu Dağı,
Efsanevi kahraman aydınlattı bu çağı.
Emsali yok tarihte, mânâların bukağı,
Allah'ın Resülüyle anladım aynı kandan.
............................................... Kumandan


Başka âleme ait bakışı, mimikleri,
Anlayanı bir avuç, bu da onun kaderi.
Yankı buldu şükür taşa söyledikleri.
Yolunun yolcuları bağlandık ona candan..
.................................................. Kumandan.


Küfrün surlarına o, nurlu sancağı dikti,
Hiç yılmadan dövüştü, hapishaneye gitti.
Ulvî kavga başladı, mazlumluk çağı bitti...
Mümkün değil ayrılmak onu gördüğüm andan..
.................................................. ........Kumandan...


Niçin müslüman rahat hayatını yaşıyor?
Ve tahammül, tahammül hududunu aşıyor.
O'nu şimdi kim bilir hangi dertler taşıyor,
O bir hisar örüyor, duvarları imandan...
.................................................. Kumandan...


Allak bullak çehresi, şu yaşlanan dünyanın,
Nice rüyalar öldü, içinde bu rüyanın,
Duman gibi eriyor, siz bitmeyecek sanın,
İşte bak koçyiğitler geliyor, her bir yandan...
.................................................. ........Kumandan...

ALi Hışıroğlu
(2003)
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Göklerde kanat açmış gûya gönlümce hür kuş

Ben değil mi yine ben kedere hedef durmuş

Gizleniyor bildiğim saklambaç oyununda

Benim gölge âlemde kendisine kaybolmuş



Bu mahmurluk sırtımda kaplumbağa kabuğu

Rahatı rahatsızlık şu dünyanın seyrinde

Ah geçmiş ne gelecek şimdiyse uçan buğu

Yollar ki birbirine kavuşmanın derdinde



Su üstünde ürperti hep gurbetlik duygusu

Nakışa düşen mânâ deniz üstünde desen

Zamanın nabzımı tutsun diye kurduğu

Dalgada gölge eşya benim gözümde de sen



Bir kayanın üstünde bilmem böyle kaç vakit

Rüyâların izinde tâbirlerin peşinde

Yıldırım düşen levha kumaşım ki mücerret

Açıktan geçen gemi yüreğim o gemide



Tedirgin bekleyişler berzah sırrında hapis

Fikir ki saklı güzel gözümde açık derin

Pervane çeken mihrak nisbet kurduğum akis

Rüyâların ötesi müjde verdi güvercin SALİH MİRZABEYOĞLU
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Dünyaya atılan ben

Oltanın ucunda yem

Bir güzele vuruldum

Hayâl içinde âlem



Akıl kümesi mekân

Çeşit çeşit telâşe

Ele teselli gelen

Bana yalancı neş'e



Ruhuma düşen ateş

Çağıran sese durdu

Yolumuz ve hâlimiz

Çareye geçit buldu



Bilinen sen bilen ben

Arada doğan ilgi

Kimbilir hangi elden

Birleşiyor bu çizgi S M
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
SAHÂBÎLERİN ROLÜ VE MÂNÂSI



“Peygamber Halkası”



Salih Mirzabeyoğlu


TAKDİM

Sahâbî, ümmetin temel taşı ve temel yapısı... Sonsuz kere uyarılması ve yakîn derecesinde –şeksiz, şüphesiz- idraki şart olan dava!..

·

Bir tarihte Adana’da bir adam, Adana’yı sel basması ile ilgili olarak, “hadiseye yanaşan insan şuuru”nun bilgi dokusu ve muhakeme tarzına ve sebeble netice arasında kestirme hüküm devşirme bahsine misâl, şu tersine hârika ve saygı gösterilesi(!) fikri(!) ileri sürmüştü:

-“Aya giden uzay gemisi gökyüzünü delince, sular aşağıya boşaldı!”

İslâm diyalektiğinden habersiz ve sebeble netice arasında kestirmr hüküm çıkarılamaz yerlerde hadiseye müessir sebeb ve netice ilişkilerinden bîhaber zamane kalem (!) ve ilim erbabı(!) da, işte bu soydan bir muhakeme ile hergün yeni inciler yumurtlarken, iş gele gele tarihteki sapık kolların hülâsası hâlinde sahâbînin –hadîsin reddi ve bunun mukadder oluşu hâlinde Allah Resûlü’nün inkârına kadar vardı... “Kim ne derken, lâfı nereye gitmektedir?”, bunun çilesini çeken yok... Elinizdeki eser, “biliyorum” sanılan sahâbî vasfını, hiç bilmiyormuşçasına okunmayı ve onun rolü ile mânâsının aslıyla keşfedilmesi zaruretini ihtar kasdıyla kaleme alındı... Sahâbînin rolü ve mânâsı anlaşıldığı zaman, bütün sapık kolların çöküşü ve İslâm’ın bütün haşmetiyle görünmesi davası sözkonusudur!..

·

Sahâbî, ümmetin temel taşı ve temel yapısı... Eserin içine dair bu mânâ yanında gözönünde tutulması gereken ikinci husus, bu eserin “Hakikat-i Ferdiyye” isimli eserimizle ilgisi ve bunun yanında Üstadım’ın “Peygamber Halkası” isimli eserine eşlik eden çehresidir!..


yaşayan yaşasın, yaşayamayan da yaşamanın yollarını arasın. Şu ifâde şuurlaşsın
Yâ Muntakim Allah,
bizi intikamına memur et
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
ÜÇ IŞIK



“Sohbet · Konferans”





Salih Mirzabeyoğlu







TAKDİM

Fikrin eşya ve hâdiseler üzerinde sistemli şekilde uygulanması cümlesinden olarak, değişik vesilelerle gerçekleştirilmiş sohbet ve konferanslarımı, aynı zamanda sahici fikir ve mücadele çizgisinin ne olduğuna bir misâl diye kitaplaştırmış bulunuyorum: ÜÇ IŞIK!

·

Esere isim olan “Üç Işık”, aynı zamanda, bir konferansımın ismi... Diğerleri: “Cemaat ve Aksiyon”, “Nasıl Birlik?” ve “İşkence ve Filistin Meselesi”... ÜÇ IŞIK-ÜÇIŞIK’ın mânâlandırılması, bütün sohbet konferanslarda, hususiyle “Üç Işık” konferansında, aslında ise BÜYÜK DOĞU-İBDA külliyatının tamamında nakışlı olduğu için, takdim sırasında gereksiz... Malûmu ilâma hacet yoktur!..

·

Fikir, sanat ve aksiyon nefesiyle, ne zaman ne söylemişiz, ne yapmışız... Ne yapmaktayız... Kırılmaz, bükülmez, sökülmez, dökülmez, pörsümez çizgimizin dünü ve bugününü birbirine şahit kılıcı görüntüsünü, toplayıcı hüküm hâlinde Üstadım’ın şu mısraına tercüme ettirebiliriz:

-“Duranlar görecektir yürüyeni!”

Bu kadar!

İşte şehitlerimiz, işte gazilerimiz, işte zındanda bile bayrağı yüksekte tutan bayraklaşmış –sahici insan- kardeşlerimiz!..
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
HAKİKAT-İ FERDİYYE



"Çöle İnen Nur"



Salih Mirzabeyoğlu


TAKDİM

"Çöle İnen Nur; Çöle ve Bütün Zamana ve Mekâna"... Üstadım'ın bir sanat ve fikir şaheseri ve benim başucu kitablarımdan biri olan bu eser, bu zamana kadar ne yazık ki -istisnaları hariç- layıkı veçhile takdir edilememiştir... Anlayış yok, zevk yok, şevk yok, malzeme yok, var geçinilen malikiyet de ezbere soydan oldu mu sorulacak olan sual şudur:

-"Ne arıyorsun ki ne bulacaksın!"

·

Bu esere, Üstadım'ın "Çöle İnen Nur" isimli eserini anarak girmem sebebsiz değil... 1994'ün şu gününden yaklaşık 9 sene önce yazmaya özendiğim bu eser, vesilelerle zaman zaman ön plâna çıkan ve zaman zaman tüllenen bir murat hâlinde yaşarken, daima o eserin büyüsüyle ve o eserin yanıbaşında karargâh kurdu... Has ve hususî nisbetimin içyüz gıdalarından biridir o eser!..

·

"Has ve hususî" nisbetimden bahsettim ya... Demek ki usûl, üslûp ve tarzımla da ilgili... O aşk destanına muhatap olanın, o aşk destanını yazana akis yoluyla ayna mevkiinde yoldaşlık edenin, kendi hüner madenince bu ruhu parıldatması, bizzat oaşk destanını yazması... Dedim ya; O var diye varolduğumuz "Gaye İnsan ve Ufuk Peygamber"e aşkımın ve vecdimin destanını yazmaya "özendiğim bu eser" diye!

·

"Aşk" ve "vecd"; ehil olmayan ağızlarda pörsüyen, müptezelleşen ve tekerlemeye dönen bu kelimeler... Eşya ve hadiseler karşısında ruhun "nasıl?" tavrını gösteren ve fikri sanat edasında veren Büyük Doğu Mimarı'na mukabil, işin "niçin?" buudunu gösteren ve tecrit tavrını temsil eden ben, zaten bunu söylediğim ânda o aşk ve vecdin usûl, üslûp ve sistemine dı şyüzden aşinalık taslanıp tekerleme gözüyle görülmesine ve tekerleme mizacıyla yoldaşlık taslanmasına mani bir misyonu yerine getirdiğimi belirtmiş oluyorum... Sözün özü o ki, "Çöle İnen Nur" isimli eserin olanca ruhunu temsil eden "kalb" mesabesindeki takdimi, belirttiğim inceliklere nazaran saf tefekküre mevzu önemli usûl ve metod dersleri ihtiva ederken, aynı zamanda binbir çiçekten derlediği balı kovanında istif eden arı misâli, benim de, bu eserin de kovanıdır!..

·

Kovan belli... Bana düşen, Allah'ın Sevgilisi'ne bağlı en hakir bir ferd liyakatini temsil mesuliyetiyle, doğrudan doğruya O'nun "kelâm ve mânâ toplayıcılığı" vasfının hikmeti etrafında, o hikmetin içine ve dışına doğru bir "ruhî aksiyon" edası belirtmek, elimin değdiği yerde "işte peteğime yerleştireceğim bal!" diye ruhumda teşekkül eden mizana nisbetle onu yerine yerleştirmek!..

·

Bir şeyin diğerine sirayet ve nüfuzu, sirayet ve nüfuz eden şeyin, sirayet ve nüfuz edilen şeyle perdelenmesidir... Bu hakikat çevresinde Büyük Doğu'nun aynını temsil eden İbda, "Esma-i Hüsna; Güzel İsimler"inden biri de "Mübdî" olan Allah'ın en güzel eseri O'nun hayatının tecellileri üzerine abanır ve mânâları hecelerken, örgüleştirmeye memur olduğu "Hikemiyat" plânının ölçülendirmelerini de üzerinde bulunduğu mevzuya nisbetle billurlaştırma durumundadır!..

·

"İslâm Tasavvufu ve Batı Tefekkürü" kanatları arasında yerini tutan "Hikemiyat" binasının kurucusu İbda, birinciyi "insan ve toplum meselelerinin" hâlline doğru nüfûz edilmesi gereken diye alır ve ikinciyi birincinin önünde hesaba çekip kendi şekil ve süzgeç ölçüleriyle aslileştirirken, bizzat kendi "kelâm ve mânâ toplayıcılığı" vasfının çizgilerini göstermektedir... Netice-i kelâm: isim ve muhtevasının özelliğine nisbetle bu eser, "Hikemiyat" plânındadır; hikemiyat usûlüncedir... Arıya, iş ve çabasının zât sırrı "ne ise o", size de balının zevki kalsın!..

·

İnsanın yaratılmasından maksat, Allah'ın emrettiği ibadetlerin eda edilmesi olduğu gibi, ibadetlerin edasından maksat da imânın hakikati olan "yakîn" halini elde etmektir; yakîn, yani şüphesiz, kat'î ve sağlam olarak bilmek... Allah'a imân, din manzumesini O'ndan getiren Resûlü'ne "yakîn" hâlini elde etmeye çalışmak da Allah'a imânın hakikatindendir, imânın kendisidir; Allah'ın Sevgilisi, Allah'a imân ve itaat kendisiyle mümkün olan... O'na "yakîn" getirme usûllerinden biri de, belirttiği liyakat nisbetinde, tefekkürdür; ve tefekkürün öyle çeşitleri vardır ki, has ve hususî ibadet neviîndendir... Böyle bir tecrübe üzerindeyim!..

·

Eserin tertibine dair belirtilmesi gereken son nokta, ideal bir film çalışmasına dair söylenen şu ifadedenb süzülse gerektir:

-"Bir yönetmen, milyonlarca metre film şeridi üzerinde her saniyeyi, her günü, her yılı, kesintisiz kaydeder; meselâ bit insanın doğumundan ölümüne kadar bütün hayatını, hiç kesintiye uğratmadan, ân be ân, gün be gün, yıl be yıl kaydeder. Sonra da kesmelerin de yardımıyla ortaya 2500 metre uzunluğunda bir film çıkarılır, yani yaklaşık bir buçuk saatlik bir film. Bu milyonlarca film metresinin bir çok yönetmenin elinden geçtiğini ve her birinin bu malzemeden birbirinden tamamen farklı filmler çıkardığını düşünmek ilginç olurdu herhalde."

Tek saniyesi bile kaçırılmadan kaydedilmesi gereken hayat, O'nun, Allah'ın Sevgilisi'nin... O'nun hayatını olabilecek en kemâlli had hâlinde tesbit eden ve aktaranlar da, peygamberlerden sonra insanoğlunun en üstünleri, sahabîler... O'nun hayatının dış yüzü, zamanın seyri boyunce gelecek insan soyuna sonsuz ilhâm kaynağı olacak şekilde kifayet kaydıyla mühürlüdür ve bu konuda dış yüz tarihçisine bir iş kalmamıştır... İşin iç yüzüne gelince; sahabîler kadrosunu teşkil eden üstünler ve onların izinde "zâhir hissesiyle bâtında" veya "bâtın hissesiyle zâhirde" tecelli eden "şeriat" ve "tasavvuf" kahramanları, nice anlayışlar, dipsiz ufuklara süzülmüşlerdir... Ama, her insanın "O'nun kadrosu" olması hasebiyle ve her nefsin bir hakikatinin bulunması ölçüsüyle, murad sahibine bir yol daima var...

Bu yoldan süzülmeyi misâllendirme emelindeyim!..
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
PARAKUTÂ’



“Para’nın Romanı”



Salih Mirzabeyoğlu


TAKDİM

Eserin adı “Parakutâ’”... Alt başlığı, “Para’nın Romanı”... lk elde belirtmemiz gereken, para’nın “parça” anlamına, “kutâ’”nın da “düş yormak, rüyâ tâbir etmek” anlamına gelmesi... Hayatın bir yönü iktisadî ve onun da bir unsuru para... Anlaşılıyor ki, “Parakutâ’”, eserin muhtevasına uygun bir icadedilmiş kelime, bir isim; ve “iflâk” kelimesinin lûgatta, “şiir okurken fesâhat üzerine olmak” ve “kelime icadetme” mânâlarına gelişini belirtelim ki, bizzat bu icad keyfiyeti de, eserin yazılış vesileleri ve tedaîleri sırasında –göreceğiniz üzere- yerini alıyor... Paranın romanı!..

·

Paranın romanı... Bu eser, parayı, öz ilmine mahsus ve genel bilgi hâline gelmiş kalıp malûmatlarıyla anlatma yerine, kökü ilimde ve verimi ona dönen –dönmek isteyen- bir fikir ve sanat denemesidir; bir nevî “tesir ettiği cismin dışında bulunan” kuvvet ve sebeb keyfiyeti hâlinde, “hayata bakış ve hayat tarzı” davasını “para” vesilesiyle bir kere daha işaretlerken, dönüp aynı dava ile para meselesine bakmak... İçiçe bir iş... Ve bu cümleden olarak, mevzu ile alâkalı bahislere temas yanında, bunların tedaî ettiği renklere de yer vermek!..

·

“Yeni Dünya Düzeni” diye Amerika’nın patronluğundan başlayarak ülkeleri bir nevî siyasî ve iktisadî kast sistemi içinde sıralama ve meşru(!) yoldan hizada tutma tezgâhı malûm... Aşağı yukarı Türkiye’ye de uyan bir nisbetle, dünyadaki kaynakların yüzde 80’inin dünya nüfusunun yüzde 20’sini teşkil eden ülkeler tarafından tüketildiği de malûm... Yüzde 80’i teşkil eden ülkelerin yüzde 20 gibi olmayı hayâl etmeleri, işin tuhaf tarafı da herkes kendileri gib olmaya kalkınca, bizzat kendileri öyle olamayacak olanların, bu hayâli beslemesi de malûm... Maymunca taklidin, insanı taklid ettiği şeyin hakikatinden büsbütün uzaklaştırması da malûm... Bütün bu malûmlar çerçevesinde, kültür, siyasî yapı, iktisadî yapı vesaire gibi hususlarda Batı dünyasını örnek alanların hâli şu misâlde topludur: Üstüne bindiği beygiri kendi keyfi istikametine gitmesi için heveslendirmek üzere, bir sopanın ucuna iple asılı ot demetini onun önünde tutan adamın, ha eriştim ha erişeceğim hayâlindeki beygiri, bizzat onun muradı olarak koşturmak... Bir müslümanın muradı sözkonusu beygir gibi olamaz... Demek ki “Parakutâ’”, mevzuu çerçevesinde, “İslâma muhatab anlayış” davasına âit birtakım çizgileri hissettirmek emelindedir!..

·

Parayı, öz ilmine mahsus ve genel bilgi hâline gelmiş kalıp malûmatlarıyla anlatma bahsinde, iki eserden faydalandım: Birincisi, Profesör Feridun Ergin’in “Para Siyaseti” isimli eseri, diğeri de Profesör Sadun Aren’in “İstihdam, Para ve İktisadî Politika” isimli eseri... iktisat mevzuu ile alâkalı olanlar, âşina oldukları malûmata yukarıda izâh ettiğimiz bakış açısıyla baksınlar, bunu dışında kalan zümre de bu eser vesilesiyle mevzuun havasını koklasınlar... Dediğim gibi, bu eser, kökü ilimde ve verimi ona dönen –dönmek isteyen- bir fikir ve sanat denemesidir!..
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
HIRKA-İ TECRİT



-Risale-i Üçışık-



Salih Mirzabeyoğlu


TAKDİM

"Ben kimim?" diye sormak, "ölüm nedir?" diye sormakla birdir... "Ben"... Bütün hayat, bu soruya cevab vermek üzere yaşadığımız hâdiseler dizisinden ibaret!..

·

"Ben kimim?" ve "ölüm nedir?" sorusunun bitişikliği üzerinde, nevî şahsıma mahsus bir nefs murakabesi... Hayat ve ölüm... Alındığı yere nisbetle, meçhul bir malum veya malum bir meçhul... Bütün dava, hayatın gayesi, malumu meçhullükten kurtarmak ve meçhulü malum kılmak!..

·

Hayatın gayesi olan "ölmeden ölme sırrına ermiş" bir kahraman: Necib Fazıl Kısakürek... Ben varım da, o yok; veya asıl var olan o da, ben yokum... Bir tür hayat ve ölüm bitişikliği!..

·

Bana, 1982 yılının Kasım ayından başlayarak binbir defa "benim bir takdim yazım olacak, bütün hüviyetin görünecek!" diyen o adam, perdenin ardına çekilirken beni bir malûmla başbaşa bıraktı: Hüviyetimi çerçeveleyen takdim yazısı... Ve bir meçhulle: Ne, nerede, hangisi?..

·

İnsan, aradığının ne olduğunu bilmeden, bulduğunun da ne olduğunu bilmez; bulunan aranır sırrı... Aramadan bulamazsın; aranan bulunur sırrı... Bu iki sırrı, İmâm-ı Rabbânî Hazretlerine ait büyük bir ölçülendirmenin ışığında görmek gerek:

— "Gitmekle bulmak ve bulmakla gitmek aynı zamanda olmalıdır. Birinin öbüründen ayrı bulunması caiz değildir!"

İşte, doğrudan doğruya bu sırrın vasıflandırılması hâlinde, teşhis için tecrit ve tecrit için teşhis hikmetine denk, kaçtıkça kovalanan ve yakalandıkça kaçan, Üstadım'ın sadece şahsıma sunduğu ve bu romanda "Yevmiye" başlığı altında geçen "reçete"lerin mânâsını kuşatıcı bir takdime muhatab oldum:

— "Dünya Çapında Bir Hâdise — Kaptan Kusto Müslüman!"

·

Ben Hafiye, Üstadım Ufuk, bu malûm üzerinde yaşadığım ruhî macera... Bu maceranın hâl ilânı, bâtın kahramanlarının ifâde ettiği şu hakikatin içindedir:

— "Dost, elinize yapışıp kendisini aratmak için sizi kapı kapı gezdirir!"

Ufuk, "Çile" isimli şiirinde belirttiği gibi, "bir tilkidir, kaçak ve kurnaz!"... Kaçak ve kurnaz olan "ben"di; bu yüzden, erilen yerde ona "Hafiye" dendi!..

·

Yukarıdaki satırlar, "Tilki Günlüğü"ne aşina olanların hatırlayacakları üzere, onun ilk cildinin ilk gününün "Takdim" isimli "Vâridât"ından alınmıştır... Bir dairenin tabiî olarak bir merkezi ihtivâ etmesi ve zaruret kıstasınca icâb ediyorsa işaretlenmesi gibi, "Tilki Günlüğü" bir daire ise, elinizdeki eser de onun merkezi; ve daire ile merkez keyfiyetlerine dikkat kaydıyla, bir bakıma "Tilki Günlüğü"nün devamı ve kalbi mahiyetindeki bu eserde, sözkonusu takdimin gördüğünüz kadarı... Ve bu eserde devam eden ötesinin ilk ikazı, –keyfiyeti siz tayin edersiniz–, şudur:

— "Bu eser, biyografi edebiyatı içinde benzersiz, ilk ve tek örnektir!"

·

Hicrî 1417-1418, Milâdî 1997... Tarih ifâde eden ve etmeyen mânâlarıyla sözkonusu rakamların mânâsı, eserin bütünü içinde... Burada dikkat çekmek istediğim husus, sözkonusu tarihte eseri ele alır ve tamamlarken, mübhem bir şuurun aydınlığa geçmesi şeklinde, tarih ve rakamların sırrına eserin yazılış sürecinde ermem... Yâni, eseri bahsi geçen tarih içinde ele alıp tamamlama gibi bir niyet ve tertibe, daha önceden sahib değildim; "niçin"ini eserin içinde göreceğiniz bu hususun bildirilmesini, eserden "alâ" tadını alabileceklere, "alâ üstüne alâ" tadını duysunlar diye zarurî buluyorum... Vesilesi de öyle: Sivrisinek vızıltısından müteessir olduğu için bir tekmede üstündeki yorganı atıp ayağa fırlayan adam gibi, sivrisinek keyfiyetli bir adamın malayani vızıltısından gayrete geldim ve niyetinde olmadığım bir tafsile giriştim... Tarih bahsine bağlayarak tekrarlıyorum: Bu işte benim bir ihtiyârım yoktur!..

·

Üstadım tarafından "ifrât hâlde tecrit" diye vasıflandırılan fikir kumaşım... Bu eser, yine onun gösterdiği ölçülerle, sözkonusu vasıflandırmanın tahkiken tesbiti ve tafsilinden ibarettir!..

·

Ve son olarak: "Tilki Günlüğü"nde (*) işaretli bana âit olmayan "Levha"lar yine aynı işaretle bu eserde yerini alırken, onda bulunmayan yeni "Levha"lar (***) işaretiyle gösterilmiştir. Bana âit yeni "Levha"lar ise, (**) işaretiyle.
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
BÜYÜK MUZTARİPLER (4 Cilt) - Salih Mirzabeyoğlu

--------------------------------------------------------------------------------

BÜYÜK MUZTARİBLER



“Düşünce Tarihine Bakış”



SalihMirzabeyoğlu



TAKDİM

“Mütefekkirin mektebi, hekimin eczahânesi gibidir; oraya zevk duymak için değil, kurtaran ıstırabı çekmek için gidilir. Birinin çıkık bir omuzu, ötekinin başında bir yarası mevcuttur; zevk onları iyi edebilir mi?”


·


Kurtaran ıstırabı yüklenme deminden sonra, bellibaşlı mihrak şahsiyetler etrafında bunu onlara tercüme ettirmek; zemin, bütün dünya, zaman ise bilinen “düşünce tarihi”... Eczâhâneden kasıt Büyük Doğu ve hekim de Üstadım; eczâhâne sahibi ve hekim olma vasfımdan sonra, İslâm’a mutlak teslimiyet ve dünya irfân yemişine el atmak usûlü içinde, bu cebheleri, sözkonusu sahiblik ve vasıf çerçevesinde eserin gayesini temin eden yüklenilecek ve tercüman kılınacak malzeme yapmak... Bu eser o; ve muradını murad edindiğim Üstadımındır, onun adınadır!..


·


Büyük Muztaribler-Mustaribler... Karakter ve eser çerçevesinde neyi nasıl değerlendirdiğimizin ölçülendirmeleri eserimizin içinde... “Düşünce Tarihine Bakış” meselesine gelince; bu eser, malûm soydan kronolojik bir düşünce tarihi değil, ilim ve sanat cebhelerini de düşünce de toplayan ve bir tez etrafında –ki bakış- el atışlardan ibarettir... Dikkat; vurgulama bakışta ve el atışın nasıl ve niçininde!..


·


Tamamı 4 ciltlik bir bütünün her cildi, müstakil bir esermiş gibi de görünebilecek; elinizdeki ilk cild, aynı zamanda diğerlerine nazaran giriş teşkil edecek mahiyette... Bu kadar!..
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
KAYAN YILDIZ SIRRI - ÖNSÖZ - ANAFOR - AYDINLIK SAVAŞÇILARI - Salih Mirzabeyoğlu

--------------------------------------------------------------------------------

Kumandan Salih Mirzabeyoğlunun yayınlanmış şiir kitapları


KAYAN YILDIZ SIRRI



-Şaheser-Şah Eser-



Salih Mirzabeyoğlu



BİRKAÇ ÇİZGİ

Şiirin özünü dilin özünden anlamalı... Dilin özünü de ruhun özünden.

Kelâm, taayyün ve belirmek manasındadır ve ruhun isimlerinden biri de "kelme-i ehem"; öne alınmış söz, sözün ele alınmışı... Demek oluyor ki, meçhulden kurtarılması gereken malûmların başında, "her şeyden önce kelam vardı!" hikmeti bulunuyor.

"İç"in dışta bulunuşu şuuruyla dış'a ve iç'e, "dış"ın içte bulunuşu şuuruyla da iç'e ve dış'a bakışta zâhir olan ifâde şekillerinin her biri gibi şiiri de, dilin özünden anlamalı ki, şuur, şiir ve idraki dek noktada toplayan bir mânâ içinde değerlendirdiğimiz zaman, "şâir demek ehl-i hâl demektir" neticesi çıkırılacak kadar derin bir tecrit ve nâdîde bir kumaş dokusuyla karşılaşırız.

Evet; sahici şâir örneklerinden Şeyh Galib'e göre şair, "ehl-i hâl" demektir... Biz, zamanı aşan bâtın kahramanlarının şiir de dahil her sözünü toprak seviyeli her sözden üstün bilir ve buna şiiri dahil görürsek de, bu ifâdede, cemiyet memuriyeti içinde onun rüyâsını gören ve nabzını yakalayan şâirin ne olduğuna dair ölçüyü sezebiliriz.

Şâir, zamanın mânâsıyla mutabakatı olan bir mizaç!..

Ruhun habersiz bükülüşlerini bestelemeye memur şâir, gözü açık rüyâ gören; bir rüyâ tâbircisidir... İbiş münkirle sözde İslâm aydınının, hakikatinin İslâm tasavvufundaki "Vahdet-i Şuhut" mesleğinde bulunduklarını anlamadıkları veya tekerleme cinsinden kullandıkları bir ifâde ile, şâir:

- "Çağının mesulü ve şâhididir!"

Tasavvuf ıstılahında, velî, "ibn-i vakt" diye geçer; her işi vakit geçirmeden tam zamanında yapan, zamanın hâkimi ve sahibi... Bunun karşısında da "ibn-ü-z zaman" tâbiri vardır ki, rüzgâr ne taraftan eserse o cihete dönen dalkavuk manasınadır.

Şâir ile "müteşâir-şâirlik taslayan" arasındaki farkı analatabildim mi?

Ufuksuz tecrit yolunun yolcusu şâir hakkında koyduğumuz hüküm, Büyük Doğu Mimarı'nın koyduğu hükmün hasrı içindedir:

_ "Şiir, bilerek veya billmeyerek, Allah'ı arama sanatıdır!"

Biz, mücerret fikirde onbaşı kültürüne bile mâlik olmayanlardan mareşal rütbeli şiirler çıkmayacağına, duygunun düşünceden ve düşüncenin duygudan süzülmesi gerektiğine inananlarız; gerisi, küçük hissilikler, espri ve köpük...

Yine bizim mâlik olduğumuz estetik ölçüsü çerçevesinde, doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur ve rastgele ibda çizgi dışıdır... İslâmî estetik idrakının temel taşı da budur!..

Şâir, zamanın nabzını tutan ve cemiyetin ruhî trafiği ortasında geliş-gidiş yönlerini kestiren anten kişi... Ve Büyük Dogu anlayışına göre, sanatı üzerinde düşünmeyen sanatkâr, kuyruğuna basınca bağıran bir hayvancıktan farksızdır; düşünüyor taklidi yapan da buna dahildir!..

Bu dava, içinde buluduğumuz şartlarda, bülbülün öteceği gül bahçesini de kendisinin kurması gibi, sanatkârından zamanın gayesi noktasına nisbetle yüzyılın diyalektiğini ister; ve böyle bir tesbit noktasına bağlanamayan her verim, rastgelelikte ve havada kalır.

Sanat üzerine ve sanatı üzerine düşünme bahsinde İBDA mayasında kendisine hayat hakkı arayamayan ve bulamayanlara yuh olsun!..

Demek oluyor ki, "şiir bir dildir", "her mevzu bir dildir" veya "münekkit yok" hakikatinin tesbiti yanında karargâh kuran İBDA kaçkını sahte, dışın dış yüzünden yarım yamalak anladığını boş teneke gibi yuvarlayarak gûyâ hükmün mâlikiymişcesine aktarır ve cingözlükle kendisini sıyırdığını sanırken, onu bu vasfıyla enselemeyi de ölçülendirmiş oluyoruz.

Tecrit stratosferinden mâlikiyet şartları billlurlaştırılan hükümleri kendi böcek seviyesinde mütalâa eden kıytırık soyu, tabiîdir ki, bir "yok"u izâh edendeki "var"ı, o hükmün kendisi gibi olanlara yöneltildiğini, bir yoktan şikayet hakkının sadece "var"ı tanıma liyakatinde olana âit buluduğunu da anlamaz.

Dipsiz sefalet!..

Tenkit ölçülerini de kendimiz koyma durumunda bulunduğumuza göre bir hususun belirtilmesinde yarar var:

Şiirin kitaplık bir çap ve tertip içinde görünmesi gereğine inananlar -ki biz bu görüşteyiz-, yakalanmış bir bütün sesin tecelli zeminine nisbetle dalga dalga yayılışı gibi, eserlerini mimarî bir ahenkle tertip durumundadırlar. O zaman da, meselâ bir hikmetin şiiriyetten uzak manzum ifâdesi, dağın doruğuyla birlikte eteğinin de bütünü temin etmesi gibi, kitaplık tertibi temin eden bir unsur olarak mânâlandırılmaya mevzu olurlar.

Bütünü temin eden unsur ve bütünün parçaya tecellisi hikmeti!..

Üstünde "şâir" yazan bir tenekeyi gezdirmeyi kâr bilen panayır soytarısı dangul dungul "müteşâir"lerden iğreniyoruz... Böyle olmamak!..

Şiirin gayesini, şâirin ne olmak, şiirin ne olması gerektiğini anlamak için, "sâf şiir"in abide şahsiyeti Fuzulî'nin şiir anlayışına bakmak yeter:

- "Şiir, kaynağı Allah'ın sanatında bulunan bir marifettir. Şâirin, İlâhi bir yardıma mazhar olmaksızın şiir söylemeye gücü yetmez. Bununla beraber şiir, -Allah'ın iradesine ve rızasına uygunluğun mihrak şahsiyetleri- Peygamberler için değil, dünya insanlarına mahsus bir sanattır; çünkü şiir, biz gibi eksiklerin süsüdür... Tabiat rüzgârlarının önüne katılarak çocukluk denizinden idrak ve his âlemlerine ulaşan şâir, şiir cennetlerine yaradılışındaki istidattan izin alarak girer ve cennet güzellerini andıran güzeller karşısında önce gönül yakıcı şiirler söyler. Hattâ, bu söyleyişleriyle şöhret bile kazanır; fakat bütün bu heves çağlarının şiirini, giderek ilim cevheriyle süslemek ve bütünlemek lâzımdır. Zira, ilimsiz şiir, temelsiz duvar gibi olur; temelsiz duvar ise, son derece itibarsızdır. Şâir, sanatında ilerledikçe, ilimsiz şiirden ruhsuz bir cesetmiş gibi tiksinir."

"Estetik ve şiir hikmeti" bahsindeki görüşlerimizi mustakil bir eserde çerçevelerken, "Kayan Yıldız Sırrı" hakkında 1983'deki bir tesbiti muhafaza etmekte belge değeri görüyoruz:

Şiir ve şiir hikmeti bahsinde de sürüngenlerden olmak istemeyeceğim ve araya fark çizgisi çekerek kendimi ayıracağım tabiîdir. Bağlı olduğum fikir mihrakının haysiyeti ve o mihraka nisbetimin "has ve hususiliği" bakımından rahatça ifâde edilebilir ki, rastgele ibda panayırında "kendinden başkayı red" tavrımızın hikmetini ve keyfiyetimizin ifşâını dangul dungul adam sürüsünün sultanî sükût(!) edasına mahkûm etmemek, bizzat "nisbet" tarzımızın ve "memuriyet" tavrımızın gereğidir. Bu yüzden -yine nisbet tarzımızın gereği olarak-, yapmak ve yaptığımızın ne olduğunu ayrıca belirtmek zorunluluğunu yükleyen zamanın şartları, bize, Amerikan "komedi" filmlerinde gülünecek yerlerin seyirciye "kahkaha" sesleriyle işaretlenmesi ve onun uyarılması gibi, eresin nasıl olduğunu söyleme hakkı veriyor: Şâh eserim ve şâhaser... Fark çizgisinin mahiyeti ve sebebi.

Neleri söyleyebilmek için ne olmak gerektiğini öğretebilmek bakımından, nerelerde ne söylediğimizi, hiçbir yerde "olmadan olmuş görünme" ve kendi kendinden ibaret "görünmek için görünmek" derdine düşmeyişimizi, mustakil bir "edeb" bahsiyle çerçevelesek yeridir!.. Öyleyse, edebi edepsizliğe mahkûm etmemek ve oldum olası katarımızı bön gözlerle seyreden mahlûkatı kıymeti bilici görmemek bakımından, Büyük Doğu Mimarı'nın "Müjdelerin Müjdesi" diye belirttiği kıymet hükmünün ehliyet ve hâkimiyet edasıyla bu eserin kıymet hükmünü belirtmemiz yerindedir: Şâh eser ve şâhaser!..

Bu eser, Büyük Doğu'ya "nisbet" tarzımın, sanat açısından da mihrakını bulmuş, billûrlaşan "bellibaşlı bir sanat anlayışı"nın ana hatlarıyla görünüşüdür:

BÜYÜK DOĞU'nun eşya ve hâdiseler karşısında "nasıl"ı temsil eden ruhunun "niçin"ini, yani teorik ve decrit buudunu, "doğrulaycılık usûlü" ve "intikal mihrakı"nı temsil etmem, sanat bahsine de nasıl yaklaştığımın rengini verir.

1986'daki üçüncü baskının yukarıdaki önsözünü aynen muhafaza ederken, kavga buudunun dışında başlıbaşına bir eser teşkil edebilecek olan "Şâh eser-Şâheser" alt başlığının tafsili için meraklılarına, "Tilki Günlüğü" isimli "rüyâ tâbirnâmesi" ve "ruhî roman" neviindeki kimlik eserime başvurmalarını tavsiye ederim... Yine mi Tilki Günlüğü?..

Zekânın özü, müsbet hayâl kabiliyeti... Bir insanda zekâ kabiliyeti de, "bu insanların sözlerini anladıkları kadar" dedikleri, batın kahramanlarının ağzından dökülen incilere nüfûz kadar... Yani şiir idrakı kadar... "Şiir idrakı", bir idrak buududur ki, ham yobazla kaba softa, bunun "Kur'ân idrakı" demek olduğunu bilmez... Şiir idrakı ile bir sanat dalı olan şiir arasındaki farka ve ilgiye dikkat... Ve şiir: Muhayyelâttan terekküb eden kıyas... Ve Üstadım'ın şâirane ifâdesiyle, hakikati polis üniformasıyla arayan ilim kadrosuna mukabil, onu hırsız gibi avlayan şâir... Şâir, kuru aklın dörtköşe hesaplarına sığmayan hakikatleri avlayan, gözü açık rüyâ görendir... Tarifi "arif"e ne kadar yakın ve bazen de aynı... Rüyâların adamıdır... Rüyâ tâbircisidir... Öyle ki, rüyâ tâbirinde başvurulan usûlleren biri de, sahici şâirlerin mısralarıdır... Bu satırları, "sanat üzerine düşünme" bahsine katınız!..


...........................



ÖNSÖZ



...........................



ANAFOR



..............................



AYDINLIK SAVAŞÇILARI


-Moro Destanı -
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
TİLKİ GÜNLÜĞÜ (6 Cilt)



-Ufuk İle Hafiye-



Salih Mirzabeyoğlu


TAKDİM

DÜNYA ÇAPINDA BİR HÂDİSE. KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN

Dergilerden, gazetelerden ve televizyon ve radyodan tanıdığım meşhur Kaptan Kusto... Bu adam bir devrin (Markopolo)su, Evliya Çelebisi gibi tetkikçi bir seyyahtır ve tabiat denilen yaratıklar âleminin sırlarını denizlerde arayan ve deniz içi hayatı kurcalayan ilmî bir tecessüs sahibidir.

Bu adam basit "olabilir"ler veya "olabilir" sanılan şeyler arasında öyle bir tecelliye şahit oluyor ki, 1400 yıl önce Kur'an'ın haber verdiği mucize önünde dize gelip müslüman oluyor. (Necip Fazıl Kısakürek)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt