Ölüm soğuk bir kelime, bir ömrün tükenişi, dönüşü olmayan eşik, sıfır noktası, dünyaya son bir bakış, ilişik kesme anı, fanilikten ebediliğe göçüş, ödünç alınan nimetin sahibine teslimi...
Eskilerin tabiri ile sırası gelenin gittiği bilinmezler diyarının eşiği. Ne hoş söylemiş Yunus;
İş bu söze Hakk tanıktır,
Bu can gövdeye konuktur,
Bir gün ola çıka gide,
Kafesten kuş uçmuş gibi.
Her şey ama her şey sonlu!.. Her şey doğup gelişip ölüyor. Sanki görünmez bir el fişi çekiyorda hayat böylece duruyor. Öyle yaşıyoruz ki, ömrümüzü öyle harcıyoruz ki; mutlaka uyanacakmış gibi yatıyor, hiç ölmeyecekmişiz gibi büyük bir hırsla güne başlıyoruz. Gelecek ümidiyle bu günü yaşıyor, bir gün diye diye yılları, ayları, günleri, nihayet koskoca bir ömrü geride bırakıyoruz.
Kimimiz erişemeyeceğini bile bile rüyalarının hayallerinin peşinde ömür boyu sürüklenip dururken, kimimiz vur patlasın çal oynasın nidaları ile hayatı peşinden sürüklüyor. Kimimizde öyle bir hırsla sarılıyoruz ki hayata sanki dünyayı avuçlarımızın içine alıp, suyunu çıkaracakmışız gibi!..
Mal, mevki, şan, şöhret derken deli rüzgarlar gibi savrulup gidiyoruz.
Ne gariptirki insanın yaşı ilerledikçe zaman daha bir süratli akıyor. Dünyalığını çoğalttıkça zamanı azalıyor. Peşinde koştuğu, uğrunda ömrünü harcadığı şeylerin esas değerini anladığında geri sayma başlıyor. Çarklar tersine dönmeye, kalan bir avuç ömrü hızla öğütmeye başlıyor. Netice... Bütün yollar ölüme çıkıyor!..
Ve gerçek... İnsan ölümü unutsada, ölüm insanı unutmuyor.
Yüce Rabbimiz Kehf suresi 45. ve Ankebut suresi 64. ayetinde şöyle buyuruyor;
"Bismillahirrahmanirrahim.
Onlara dünya hayatı misalinin tıpkı şöyle olduğunu anlat. Gökten indirdiğimiz suyla yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarın savuracağı çer çöpe döner. Allah her şeyin üzerinde bir kudrete sahiptir. Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır. Bilselerdi..."
İlk çığlık, ilk ağlamayla başlayan hayat yoculuğu, son çığlık ve son ağlamalarda nokta koyuyor yolculuğuna!..
Canlılarda bütün yaşam süreçlerinin geriye dönüşü olmayacak biçimde durması. Tıb böyle tanımlıyor ölümü... Çevrel damarlarda nabzın durması, kalp atışı ve solunumun kesilmesi, gözde kornea refleksinin kaybolması, derinin solması ve kasların gevşemesi.
Böylece başlıyor dönüşü olmayan yolculuk. Buraya kadar geliyor insanoğlu ve onun ilahı bilim. Bu noktada kapılar yüzlerine çarpılıyor her ikisinin, ölüm tüm sırlarıyla o derinliklere yine gömülüyor. Çünkü yüce Yaratan;
"Andolsun, her can ölümü tadacaktır" buyuruyor.
Evet, her dem tazeliğini koruyacaktır ölüm ve sırları. Nisa suresi 78. ayetinde şöyle buyuruyor yüce Rabbimiz;
"Nerde olursanız olun, velevki sağlam kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size yetişecektir."
Bu gerçek her an karşımıza dikiliyor. Ölüme her yer aynı uzaklıkta. Evren, güneş sistemi, dünya, canlı hayat ve insan. Ne güzel anlatıyor evrendeki nizamı şu mısralarda Yunus;
Yeden göğe küp dizseler,
Birbirine bend etseler,
Aradan birin çekseler,
Seyreyle sen gümbürtüyü.
Dünya...
Bilindiği kadarıyla güneş sisteminde canlıların yaşamasına uygun tek gezegen. Güneşe yaklaşık 150 milyon km uzaklıkta. Çevresi 40 bin km, yüzey alanı 510 milyon km². Güneş etrafında yaklaşık 365 günde, kendi etrafında 24 saatte dönen, gecesiyle, gündüzüyle, dört mevsimiyle, rüzgarı, yağmuru, bulutuyla, toprağıyla, toprağındaki çeşit çeşit elementleriyle, üzerinde yaşayan canlılarıyla, kendini sürekli yenilemesi ve aksamayan mükemmel dengesiyle bir muamma!..
Ya insan?..
Erkeği dişisiyle, eliyle, gözüyle, kulağıyla, beyniyle, beyniyle mükemmel bir uyum içinde çalışan iç organlarıyla, konuşması, okuması, yazmasıyla, düşünmesi, üretmesiyle, neslini sürdürmesiyle, kendi kendini tamir etmesiyle, sevinci, kederi, ruhuyla dünyadan hiç aşağı kalmayan bir başka muamma!..
Gören göze, hisseden kalbe anlatmaya ne hacet...
Ancak hepimizin bakıp görmediğimiz, duyup dinlemediğimiz nice olaylar geçmiştir başımızdan. O anda önemsemediğimiz bu olayları sonradan tahlil ettiğimizde olur kimi zaman... Bu kadar basit mi? diye içimizden geçiriveririz bir an. İşte bu da öyle bir şey; uzay, güneş sistemi, dünya, yeryüzünde yaşayan binlerce yaratık ve insan...
Bu kadar masraf, bu süper maliyet, bu mükemmel denge, bunca şey... Bu kadar basit mi? Bu koskoca evren yaratılsın, her şey insanın emrine verilsin ve insanda doğsun, ömürsürsün ve ölsün!.. Bu kadar basit mi?
Evet... Gerçekte bu muazzam denge boşuna değil. Her şeyin bir bedeli, her sebebin bir sonucu ve her nimetin bir külfeti var. Dünya hayatında iyi veya kötü en ufak bir metaanın elde edilebilmesi için bile nice çabalar gerekirken, can, beden ve hayat gibi çok yüksek maliyetli bir nimetinde bir bedeli mutlak olmalı.
Yüce Rabbimiz Mü'minun suresi 115 ve Sadr suresi 27. ayetinde şöyle buyurmaktadır;
"Bismillahirrahmanirrahim.
Sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız. Göğü, yeri ve ikisinin arasında bulunanları boşuna yaratmadık. Bunun boşuna olduğu inkar edenlerin zannıdır. Ateşe uğrayacak inkarcıların vay hallerine."
Evren, dünya ve dünya üzerinde insan. Tek başına düşündüğünde bir zerre sanki!.. Milyonlarca sene evveli belki bir o kadarda kendinden sonrası var her canın, her bedenin. Ancak ne geçmişe dahli var ne geleceğe. Şu zaman dediğimiz girdabın içerisinde her kişinin bir ömür boyunca işgal ettiği zaman dilimi neredeyse yok denecek kadar az.
Zaman ölümlülerin sermayesi. Kimine harcamayla bitmez gibi gelen, kimineyse hiç yetmeyen!..
Yaşını almış her insan şöyle bir oturup anılarını hafızasında derlemeye kalksa hatırladığı şeyler dünya günüyle bir günü doldurmaz. Sorsanız kendisine, yap şu ömrün tarifini deseniz "Bir kapıdan girdim, diğerininde eşiğindeyim" der hüzünlü bir tebessümle.
Hakikaten su misali, rüzgar misali ömür. Gelip geçiveriyor işte. Üstelik insana hayallerini tattırmadan, rüyalarını yaşatmadan. Bir zamanlar onlarda gençti, güzeldi, diriydi. Can doluydu, kan doluydu hepsi. Ancak anlayamadılar nasıl geçti, nasıl bitti? Sırası gelen dönülmez akşamın ufkuna yelken açtı, gitti.
Efendimiz (S.A.V.) bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor;
"Şaban ayının 15. gecesi yani beraat gecesi melek-ul mevtin (yani ölüm meleğinin) eline bir defter verilir. O sene içinde ölecek olanların isimleri orada yazılmıştır. Kimi ibadet etmekte, kimi evlenmekte, kimi kavga etmektedir. Halbuki isimleri ölüler defterine geçmiştir."
Gerçektende öyle değil mi? Acaba içinde bulunduğumuz senede kaç insanoğlunun ismi daha ölüm defterine girecek?
Mezarlıkları, cenazeleri uzaktan seyrederizde sanırız ki hep böyle seyredeceğiz. Hiç düşünmeyizki bir gün gelecek başkalarıda bizi böyle seyredecek!.. Hiç sevmeyiz ölümü düşünmeyi, hiç yakıştıramayız kendimize.
Bir gün bir cenaze sırasında ashabına şöyle buyurmuş Resulullah (S.A.V.);
"Söyleyin, bizim üzerimizede ölüm yazmadılar mı? Söyleyin, götürülen bu cenazeler hemen dönecek olan misafir midirler? Onları toprağa gömeriz, miraslarını yeriz, bir gün kendimizinde onlar gibi olacağını aklımıza bile getirmeyiz."
İmam-ı Gazali, kimyayı saadette ölüm bahsinde Rey şehrinden bir yaşlı zatın bir dostuna yazdığı kısacık mektubu hayat-ölüm-ahiret üçlüsünün bir özeti olarak vermiş. Şöyle diyor yaşlı zat mektubunda;
"Dünya rüyadır, ahiret uyanıklıktır, arada ölüm vardır. Bizim içinde bulunduğumuz hal dağınık boş rüyalardır vesselam."
Dinimiz yeni bir hayatın başlangıcı olarak müjdeliyor ölümü. Ölümü asıl hayatın geçiş kapısı olarak nitelendiriyor. Ölüm olayı her ne kadar fiziksel olarak bazı belirtilerle kendini göstersede işin gerisinde yatan, bizim göremediğimiz boyutta gelişen birde öte yüzü var. Göremediğimiz boyutta diyoruz, eğer orada gelişenleri insanoğlu dünya gözüyle görseydi secdeden başını kaldırmazdı!.. Yüce Rabbimiz kendi dilediği şeyler müstesna dünyada her şeyi bir sebebe bağlamış.
Evet... Artık zamanımızda bizim göremediğimiz, bizden farklı boyutlar olduğu gün gibi aşikar. İnsan oğlu cisim olarak ancak üç boyutlu, yani eni, boyu ve yüksekliği olan şeyleri görebiliyor. Bu boyutların birine sahip olmayan veya bilemediğimiz başka bir boyutta olan herhangi bir şeyi göremiyor.
Ölüm olayının öte yüzü işte bu göremediğimiz alemde gelişiyor. Rabbimizin bizden farklı boyutta yarattığı, dünya gözüyle göremediğimiz melekler, dünya hayatımız boyunca bize emanet olarak verilen canı, teslim tarihi geldiğinde teslim almak için geliyorlar. Azrail'in (A.S.) emrinde görev yapan nice melek hergün nerede olursa olsun, hakkında ölüm fermanı yazılmış olan her kişinin saati geldiğinde ruhunu almaya koşuyorlar.
Ölüm Allah'ın dilemesi müstesna yılı, günü, saati, dakikası hatta saniyesi belirlenmiş süreç. Allah'ın dilemesi müstesna ne bir an ileri, nede bir an geri gidebiliyor. Kişi ya hastalanıp ölümü bekliyor, ya da ölüm ona ansızın geliyor. Ya elim bir trafik kazası, ya da ani bir kalp krizi deniyor. Neticede an geldiğinde kişi bir daha dönmemek üzere hayata veda ediyor. Ölüm anı geldiğinde, ölümle pençeleşen kişiyi kurtarabilmek için sevenleri her çareye başvuruyorlar. Bir ümitle etrafında pervane oluyorlar. Ama can çekişen kişi onların bu çırpınışlarının boşuna olduğunu biliyor. Çünkü o anda bu güne kadar görmediği başka bir alemin yaratıklarıyla, ölüm melekleriyle yüz yüze geliyor.