Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hz.MEVLANA (Muhammed Celaleddin Rumi) (1 Kullanıcı)

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Mesnevi'nin Gönül Alıcı Dibaceleri
ball3.gif


Mevlâna, Mesnevisinin her cildine, bir (dibace) ile başlamıştır. Arapça yazılan bu dibaceler. Mesnevi ciltlerinin tacı, yahut Mesnevi buketinin tomurcuğudur. Mevlâna bu dibacelerde, bütün samimiyetle "Allah'a hamd-ü senâ" da bulunur. Âyet ve hadiselerle söz incileri dizer. Mesneviyi tarif ve tavsif eder. Birinci ciltte: "Şüphe yok ki, Mesnevi, gönüllere şifâdır, hüzünleri giderir, Kur'ân-ı Kerimi apaçık bir hale koyar, rızkların bolluğuna sebep olur, huylan güzelleştirir. Mesnevi, sanları yüce, özleri hayırlı kâtiplerin elleriyle yazılmıştır, temiz kişilerden başkalarının dokunmasına müsaade etmezler" buyururlar.
İkinci cildin dibacesinde:
" Birisi bana âşıklık nedir? diye sordu. Dedim ki, benim gibi olursan bilirsin."
"Âşk ve muhabbet, Hak'kın sıfatıdır ve hakikatte muhabbet Hak'kın olup, kula nispeti mecazidir. Yani, âşk kullara evvela Hak'dan gelir, sonra kulda zuhur eder."
Üçüncü cildin dibacesinde:
"Nefsin, heva ve hevesine uyan, istirahatine düşkün olan, bir şeyden çabuk usanıp vazgeçen, kendisinden emin olmayan, zahmetlere katlanmayan, yalnız dünya geçimine düşen kişi ilme kavuşamaz. Allah'ın ihsanına şükredip takdir ettiğini yüce bilip, nefsin aşağılık hazlarından, kendisini beğenmekten, Allah'a sığınan kişi ilme kavuşur..."
Dördüncü cildin dibacesinde:
"Bu faydası en ulu olan güzel konağa dördüncü göçtür. Gök gürleyince bahçeler nasıl sevinir, güzel bir uykuyla gözler nasıl uzlaşırsa, bu dördüncü cildi görünce, ariflerin gönülleri öyle sevinir, öyle neşelenir. Ruhların huzuru, bedenlerin şifâsı, bu dördüncü göçtedir..."
Beşinci ciltte ise:
"Şeriat muma benzer, yol gösterir. Fakat, mumu ele almakla yol aşılmış olmaz. Yola düzeldin mi o gidişin tarikattir. maksadına ulaştın mı o da hakikat... Bunun için hakikatler meydana çıksaydı, şeriatlar, yollar batıl olurdu) denmiştir.
Nitekim bakır, altın olursa, yahut da aslında altındır; artık onun için kimya bilgisine hacet kalır, kendisini kimyaya sürtmeye ne hacet var? Kimya bilgisi şeriattır, kimyaya sürtünmek te tarikat.
Hasılı şeriat hocadan yahut kitaptan kimya bilgisini öğrenmeye benzer. Tarikat, kimya eczasını kullanmak, bakırı kimyaya sürtmektir. Hakikat ise bakırın altın olmasıdır..."

Altıncı ciltte:
"Mesnevinin manevi delil ve beyanlarının altıncı cildi olan bu kitap, vehim, şüphe, tereddüt karanlıklarını aydınlatan bir çerağdır. Bu çerağı hayvanî duygu ile görüp anlamaya kimsenin kudreti yoktur.." buyurulmakta ve "Sır. ancak sırrı bilenle eşittir. Sır, onu inkâr eden kişinin kulağına söylenmez.." diyerek, bu son cilde başlanmaktadır.
Mevlâna, büyük eseri Mesnevi'yi bir beyitinde şöyle tarif eder: "Mesnevimiz, Vahdet dükkânıdır. Onda Vâhid'ten, yâni Allah'tan gayri ne görürsen, o puttur." Gerçekten, yalnız Allah'ı terennüm eden, Allah âşkını dile getiren, insanlığa hayırlı, aydınlık, nurlu bir yol çizerek, onu "kemâl" durağına ulaştıran büyük mürşid Mevlâna, onlara, onların anlayabileceği bir dille seslenmiş ve Mesnevi'sini atasözleri, hikâyeler, hattâ masallarla süslemiştir. Yine Mesnevi üzerine der ki: "Bu kitap, masal diyene masaldır. Bu kitapta halini gören ise er kişidir. Mesnevi. Nil ırmağının suyuna benzer. Kıpdiye kan görünür ama, Musa'ya âb-ı hayat.."
Dibaceleri Arapça, asıl metni Farsça olan Mesnevi, Mevlâna Müzesindeki en eski nüshasına göre, 25618 beyit. Mesnevi nüshaları zaman zaman yazıldıkça beyit sayıları artıp eksilmiş. Eflâkî Ahmed Dede, Mesnevinin 26660 beyit olduğunu söyler. Mevlevi şairi Esrar Dede ise Mesnevinin "Kur'an-ı Kerim'deki Besmele, Fatiha. Bakara suresinin harf sayısı kadar", yani 25639 beyit olduğunu kaydeder. Mesnevi'ler aşağı-yukarı bu sayıya yakın beyittedir.
Mesnevi gibi dünya çapında büyük bir eserin doğmasına vesile olan Çelebi Hüsameddin. Mevlâna'nın mübarek teveccühlerini kazanmıştı. Mevlâna onu, ömrünün sonuna kadar yanından ayırmamış, oğulları kadar, şefkat dolu bir sevgiyle ona bağlanmıştı.
Öyle ki, bir dakika olsun yanından ayırmaz, toplantılara onsuz gitmez. onsuz neşelenmezdi. Devrin ileri gelen devle! adamlarından Vezir Muineddin Pervâne, bir gün konağında bir semâ meclisi tertiplemişti. O gün. Celebi Hüsameddin gelinceye kadar Mevlâna'nın yüzü gülmemişti. Celebi, kapıdan girer girmez. Mevlâna. "Merhaba canım. Merhaba nurum, efendim. Merhaba Hak ve Peygamber sevgilisi. Gel benim ruhum, gel benini sultanını, gel benim gerçek padişahım..' diye seslenmiş, bu coşkun hitap, bu yanık yürek, bu dinmez iştiyak. Çelebiyi de coşturmuştu. O cici şevkinden, naralar atıyor, gözyaşı dökerek, semâ ediyordu
Mevlâna. içindeki engin sevgi denizinin bütün derinliğiyle yalnız Hüsameddin i değil, ona ait herşeyi de öylece severdi. Bir gün toplanmışlar. Celebinin evine gidiyorlardı. Mahallenin başında karşılarına bir köpek çıkmıştı. Birisi köpeği kovmak isteyince, Mevlâna hemen mâni olmuş:
— Bu, Çelebi'nin mahallesinin köpeğidir, ona dokunmayınız! demişti. Cebindeki bütün parasını Çelebiye gönderdiği bir gün, oğlu Sultan Veled:
— Baba, evde hiçbir şey yok. biz ne yapacağız? diyecek olmuş. Mevlâna da:
— Vallahî, billahî, tallahî, yüzbin zahit açlıktan ölüm haline gelse, bizde tek bir somun olsa, onu da gene Çelebiye göndeririz., cevabını vermişti. Bir gün de. Çelebinin evine erzak götüren hamala, sırtındaki cübbesini hediye etmiş:
— Keski senin yerinde ben olsaydım!., demişti.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Mevlâna'yı Mevlâna Yapan Tebrizli Şems
ball3.gif



Kimdi bu adam. Mevlâna'nın hem de cadde ortasında yolunu kesen, sorduğu bir çift suale aldığı cevap karşısında kendisinden geçen, derviş kılıklı, bu esrarengiz ihtiyar kim olabilirdi?
Mevlâna'yı böyle cadde ortasında durduran, attığı okla kendisi vurulan derviş. Tebrizli Muhammed Şemseddin'di. Mevlâna gibi bilgin, temkinli bir sûfi'yi uçsuz bucaksız âşk denizine salıveren, onu pişiren, potasında yakan, kavuran kısacası Mevlâna'yı Mevlâna yapan Tebrizli Şems..
Dediklerine göre Azeri Türklerinden Melikdad oğlu Ali adlı birinin oğlu.. Tebriz'de doğmuş, orada büyümüş. Küçük yaşından beri değişik halleri, üstün yaratılışı ile dikkati çekmekte. Daha çocukken babası ile birlikte bir dere kenarına varmışlar. Bir tavuğun altındaki yumurtalardan çıkmış ördek yavruları, dereye dalıp yüze yüze karşı sahile geçtikleri halde, tavuk karada çırpınıp duruyor. Bu manzarayı gören, küçük ve mağrur Şemseddin, babasına şöyle demiş:
— Şu hale bak baba!.. Tıpkı, seninle benim aramızdaki hale benziyor. Tavuk karada çırpınıp durduğu halde, yavruları suya dalıp karşıya geçti. Meslekler meşrepler nasıl da ayrıldı, gördün değil mi?
Birçok Mevlevi kaynakları, Şemseddin'i Necmeddin Kübra'nın halifelerinden Baba Kemal'in veya Halvetiye silsilesinden Kudbeddin Ebher'in halifesinin dervişi olarak kaydederler. Halbuki Şems, bizzat "Makalât" adlı eserinde, "Benim, Tebriz'de Ebubekir adlı bir şeyhim vardı. Sepet örer, onunla geçinirdi. Ondan pek çok bilgiler öğrendim. Fakat bende bir şey vardı ki, onu şeyhim göremiyordu. Zaten hiç kimse de görmemişti. İşte onu, Hüdavendigârım Mevlâna gördü.." demekte, ilk şeyhinin (Selebaf-Sepet Ören) Ebubekir olduğunu ifade etmektedir.
Bir süre sonra şeyhini bırakan, Tebriz'den ayrılarak diyar diyar gezen Şems artık, bundan sonra kimseye yâr olmamış, hiçbir şeyhe bağlanamamıştı. Kendine inanmış, kimseyi beğenmeyen bir tavrı vardı. Birisinden bahsedilirse:
— Dün anasının kamından çıkmış, bugün hiçliğini idrâk etmesi gerekirken, Allah'lık taslıyor. Allah mukallidlerinden bıktım, usandım... Bir adam tanıyorum ki, filân şeyhin adını, sanını duyup uzun bir sefere katlanıyor; onu görmeye geliyor. Şeyh ona, niçin geldiğini sorunca, Allah'ı aramak gayesiyle geldiğini söylüyor. Şeyh ona Allah'ın semâlarda hüküm sürmekte ve gemilerini yürütmekte olduğunu söyleyince, biçare yolcu kalkıp gidiyor ve şeyhi daha fazla denemeye lüzum görmüyor, diyor, bu sözlerle kendisini kasdettiği anaşılıyordu. Yine diyordu ki:
— Herkes kendisinden, kendi şeyhinden bahseder, ona nisbet iddia ederek hakikat yolunda kendisine bir bağ kurar. Halbuki bize, bizzat Allah Resulü, mânâ âleminde hırka giydirdi. Bu hırka, öyle iki günde eskiyip yıpranan, yırtılıp çürüyen, külhanlara atılan cinsten değil. Bu hırka, sohbet ve hakikat hırkasıdır. Öyle bir sohbet ve hakikat ki, zaman ve mekânın üstünde.. Ne dünü var, ne bugünü, ne de yarını.. Aşkın, zamanla, mekânla ne işi var..
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Mevlâna'nın Bir Mektubu
ball3.gif


Bir gün Emîr Süleyman Pervane, Mevlâna'dan kendisine nasihat etmesi için ricada bulunmuştu. Mevlâna, bir zaman düşündükten sonra:
— Emîr Pervane, Kuran'ı ezberlediğini duyuyorum, doğru mu? Pervane:
— Evet.
— Ayrıca, Şeyh Sadreddin'den hadis ilmi okuduğunu da duydum.
— Evet. doğrudur.. Bunun üzerine Mevlâna şöyle buyurmuştu:
— Madem ki, Allah ve onun Peygamberinin sözlerini okuyorsun, o sözlerden nasihat alamıyorsan. hiçbir âyet ve hâdis'in emrine uyamıyorsan, benim nasihatimi nasıl dinler ve ona uyarsın? Pervane, bu sözler üzerine ağlayarak dışarı çıkmıştı.
Mevlâna, Emîr Muineddin Süleyman Pervaneyi hem çok seviyor, hem de onu tam bir ihlâsla "insan-ı kâmil" yapabilmek için potasında pişiriyordu.
Emîr Pervanenin Mevlâna'ya olan yakınlığını O'nun sözünden dışarı çıkmayısın! bilen halk. türlü ihtiyaçları için Mevlâna'ya başvuruyor. Emîr'den yardım ve şefaat etmesi için rica ediyorlardı. Mevlâna, yazdığı mektuplarda halkın dileklerini Süleyman Pervaneye ulaştırıyor, O da gelen mektupları okuyup öptükten sonra, başına koyuyor, gereğini yerine getiriyordu. Mevlâna'nın devrin ünlü kişilerine yazdığı, 147 mektubu içine alan "Mektubat-ı Mevlâna" adlı eserinde, bunun çeşitli örneklerini görmekteyiz. Bir keresinde Konyalı bir çiftçinin, saraydan kendisine yardım için verilen tohumluk buğdayının arttırılması talebiyle Emîr Pervaneye nasihat dolu uzun bir mektup yazmış ve mektubunu şöyle tamamlamıştı:
"..Duamızı, senamızı getiren bu zat, kapınıza kulluk için gelmede, bu mektubu getirmeyi de. bahanesiz, sebebsiz olarak da kaynayıp coşan lûtfunuza. ihsanınıza bir vesile kılmadadır. Alemde burun ihtiyaç sahipleri, bir umuda kapılarak ö kerem Kâbesine yüz tutuyorlar; o eşikten de ancak esenlikle ganimetler elde ederek, senine senine, sükrede sükrede dönüyorlar Kutlu hatırınıza apaçıktır ki. dünya devleti, dünya malı, ekin ekmek, tohum saçmak içindir. Bu ömür ve devlet tohumunu ekmek için vermişlerdi!, saklamak için değil, ekmek için verilen tohumu az verirler. O azıcık tohum da tanıklık eder ki. bana bunu ekmek için vermişlerdir, ambara koyup saklamak için değil Umarız ki. bu gelen kişi de, kapınızdan şükrederek döner. Sizin kabul edişinizi, yardımda bulunuşunuzu, akrânına karşı övünme, nazlanma silâhı olarak kullanır. O kerem gölgesinin kapısından nasıl döndün diye sordukları zaman, o yardımınız, onun dili haline gelir. Ebedi olarak ihsan ıssı olun, bağışlarda bulunun. Allah'tan öyle dilerim.."
Mevlâna mektuplarında, kendisi için kimseden hiçbir şey istememiş, yoksulların, gadre uğramışların, özü sözü doğruların daima yardımına koşmuş, onların koruyucusu olmuştur. 3u mektuplar aynı zamanda üslûp yönünden birer edebî şaheser olarak büyük önem ve değer taşımaktadır.
O çevresinin ışığı, güvenci ve dayanağı olarak, halkın gönlüne yerleşmişti.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Mevlâna, Resmini Yaptırıyor
ball3.gif


Emîr Süleyman Pervâne'nın karısı Gürcü Hatun da. Mevlâna'nın ilk kadın müridleri arasında ve başta geliyordu. Bir sultan kızı olan Gürcü Hatun. Mevlâna'nın sohbetlerinde pişmiş, uyanık, kültürlü bir hanımdı.
Emîr Pervane, vazife ile Kayseri'ye nakledildiği zaman. Gürcü Hatun da kocası ile birlikte. Kayseri'ye gitmeye mecbur kalmıştı. Gönlü. Konya'dan, hele büyük mürşidi Hz. Mevlâna'dan ayrılmak istemiyordu. Mevlâna'nın birkaç poz resmini yaptırmak ve hiç olmazsa bunlarla hasret ve iştiyakını gidermek için, sarayın ünlü ressamı Aynüddevle'yi çağırmış, Mevlâna'nın birkaç poz tasvirini çizmesi için ricada bulunmuştu. Sanatının ehli olan Aynüddevle. bir tomar kağıt ve kalem alarak Mevlâna'nın Medresesi'ne gitmiş ve huzuruna destur alarak maksadını açıklamıştı. Mevlâna gülümseyerek:
— Yapabilirsen ne âlâ... demiş ve ayak üzere poz vermişti.
Kaleminden emin olan Aynüddevle. resmi çizmeye başlamıştı. Biraz sonra başını kaldırıp bir Mevlâna'ya bir de resme baktı. Hayret. olmamıştı. Yaptığı resim hiç te karşısında duran Mevlâna'ya benzemiyordu. İkinci bir tabaka kağıt alarak tekrar çizmeye başladı. Başını kaldırdı. Bu sefer de Mevlâna'yı değişik bir yüzle görmüştü. Üçüncü, dördüncü tabaka kâğıtlara başlamış, her defasında Mevlâna'yı başka görmüştü. Böylece bir tomar kâğıt harcamış, yaptığı resimlerin hiçbirisi Mevlâna'ya benzememişti. Hayretler içinde, naralar atarak kalemini kırmış. Mevlâna'nın dizlerine kapanmıştı. Bunun üzerine Mevlâna "Ah, ben ne de renksiz ve belirsizim. Ben bile kendimi olduğum gibi göremem. Sırlarını ortaya koy diyorsun. Fakat, benim bulunduğum yerde bu sırları koyacak yer bile yok" diye bir gazele başlamıştı. Aynüddevle, perişan ve şaşkın huzurundan çıkmış, çizdiği resimleri Gürcü Hatun'a götürmüştü. Gürcü Hatun bu resimleri, beraberinde Kayseri'ye götürmüş, en değerli bir hatıra olarak, yıllarca sandığında saklamıştı.
Mevlâna'nın Aynüddevle'ye:
— Sen bizim suretimize değil, siyretimize (gidiş yolumuza) bak! dediği, o günden sonra da Aynüddevle'nin, Mevlâna'nın en sadık müridlerinden olduğu söylenir.
Gerçekten de Mevlâna'nın Aynüddevle, Kaluyan, Bedreddin Yavaş, Şihabeddin. Alâeddin Süryânus gibi. ressam ve nakkaş, sanatçı müridleri vardı. Hattâ bunlardan Alâeddin Süryânus bir Rum genciyken Mevlâna'nın bir şefaatiyle dinini değiştirmiş, müslüman olmuştu. Şöyle ki:
Bir gün Mevlâna, caddeden geçerken acı bir çığlıkla irkildi. Cellatlar, bir Rum gencini yaka - paça idam sehpasına sürüklüyorlardı. Mevlâna oradan geçen birisine, sürüklenen bu gencin suçunu sordu:
— Şehrin zalim bir adamı vardı. Onu öldürmüş, şimdi cana can onu da öldürecekler.
Bunun üzerine Mevlâna koştu, cellatlar Mevlâna'yı görünce durakladılar. Mevlâna sırtındaki cüppeyi gencin üzerine attı. Artık ona kimse el süremezdi. Durumu sultana anlattılar.Sultan:
— Madem ki Mevlâna ona şefaat etti. Yapılacak bir şey yok. dedi. Mevlâna genci ölümden kurtarmıştı. Adını sordu, Genç:
— Süryânus. cevabını verdi ve Mevlâna'nın ellerine kapanarak hemen müslüman oldu. Ondan sonra da Alâeddin Süryânus olmuş, Mevlâna'nın müridleri arasına katılmıştı.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Hepimiz Toplanalım, Bir Araya Gelelim
ball3.gif



Mevlâna bir gün, "Yetmiş iki millet sırrını bizden işitir" demişti de, devrin mutaassıplarını, çileden çıkarmıştı. Kadı Siraceddin'e dert yanmışlardı:
— Mevlâna herkesle dost olduğunu söylüyor, yetmiş iki millet dostumdur, diyor. Bu nasıl olur, bu söz küfür değil de nedir?
Kadı Sıraceddin, bu sözün tahkiki için bir adamını Mevlâna'ya gönderiyor. Adam, Mevlâna'ya:
— Sen yetmiş iki milletle dost olduğunu söylüyormuşsun, doğru mu?
— Evet. böyle söyledim.
Ağıza alınamayacak sözlerle hakaret ediyor adam, Mevlâna sabır ve sükûnet içinde dinliyor, sonra:
— Sözleriniz bitti mi? diyor. Adam:
— Evet.
— Ben senin söylediklerinle de beraberim, seninle de dostum. Şaşırıyor gelen adam.. Sonra içinde bir burkulma, pişmanlık duyuyor. Büyük insanın dizlerine kapanarak, özür diliyor.
Mevlâna kinsiz, kavgasız, barışık bir dünyayı düşünüyordu, yedi yüz yıl önce..
Bir gün. devrin ileri gelenlerinden Alâmeddin Kaysere sormuşlardı:
— Neden Mevlâna'yi bu kadar çok seviyorsun? Cevabı şu olmuştu:
— Her peygamberi ümmeti, her veliyi müridleri sever, fakat görüyorum ki, Mevlâna'yı herkes seviyor. Ben nasıl olur da sevmem?
Gerçekten Mevlâna, din ve mezhep farkı gözetmeden herkesle görüşüyor, onları dinliyor, sonra bir söze başladı mı, karşısındakini inandırıcı, sağlam delillerle kendi tarafına çekiveriyordu. Bu yüzden kendisiyle görüşen birçok Hıristiyan, onu dinledikten sonra müslüman olmuş, hidayete ermişti.
Bir gün görüştüğü bir papaza sormuştu:
— Sen mi büyüksün, yoksa sakalın mı? Papaz çekinmeden cevap vermişti:
— Ben sakalımdan yirmi yaş büyüğüm..
— Senden yirmi yaş küçük olan sakalın ağarmış.. Yazık değil mi ki, sen hâlâ karanlıklar içindesin..
Bu sözün taşıdığı ince, zarif mânayı anlayan papaz, hemen o gün müslüman olmuştu.
Konya yakınlarındaki Eflâtun Manastırı'na gidiyor, orada papazlar, Mevlâna'yı derin bir hûşû içinde dinliyor, sözlerini gönülden tasdik ediyorlardı. Bir gün Konya çarşısından geçerken, karşılarına bir papaz gelmişti. Papaz, Mevlâna'yı görünce eğilerek selâm verdi. Mevlâna daha fazla eğilerek mukabelede bulundu. Papaz doğrulunca baktı ki, Mevlâna halâ ihtiram vaziyetindedir. Nihayet görüşüp ayrıldılar. Biraz ilerledikten sonra, Mevlâna yanındakilere:
— Şükür Allah'a, tevazuda da papazı yendik... demişti.
Bu hikâyeler uzar gider. Onun tapısında yalnız insan vardır. İnanan ve imân eden insan. Mevlâna'ya göre, insan, surette küçük bir âlemdir amma, gerçekte büyük âlemdir.

Dr. Mehmet ÖNDER
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Büyük Sır
ball3.gif


Sustular, çünkü olay, gerçekten iğrenç bir tarzda hazırlanmış, üstelik Mevlâna'nın gözü gibi sevdiği ortanca oğlu Alâeddin'in de adını karıştırmışlardı. Halbuki bu özü, sözü doğru gencin hiçbir dahli yoktu. Sadece, Sems'le aralarında küçük bir kırgınlık olmuştu. Bunu istismar ediyorlardı.
Ve yapılacak tek şey, Mevlâna da bir ümid yaratmak ve yaşatmaktı. Bu ümid onu daha çok olgunlaştıracaktı. "Şems, vaktiyle olduğu gibi, bu defa da kayboldu. Bir gün, tekrar Konya'ya gelecek.." diye teselli ediyorlardı. Nitekim Mevlâna, vefatına kadar, Şems'i gözlemiş, onu aramış, aratmıştı. Bir gazelinde:
"Yüreğimizi öylesine dağladın, bizi öylesine bir hasrete attın ki... Yolcular gibi, kalktın sefere çıkıverdin. Nereye gittin ki izinin tozu bile görünmüyor. Bu sefer gittiğin yol ne de kanlı bir yol.." diye Şems'in şahadetine ihtimal verdiği halde, bir türlü ölümüne inanmak istememişti.
Ama Mevlâna'nın vefatından sonra diller çözüldü, sırlar ifşa edilmeye başlandı. Sultan Veled ve onun oğlu Ulu Arif Çelebi devrini idrak eden derviş Ahmed Eflâkî, Sultan Veled'den naklen, Şems'in, kıskanç ve hayırsız yedi kişi tarafından hançerlendiğini, Sultan Veled'in zevcesi Fatma Hatun'dan naklen de, cesedinin bir kuyuya atıldığını "Ariflerin Menkıbeleri" adlı eserinde yazmaktadır. Yine Eflâkî'nin kaydına göre Sultan Veled. bir gece rüyasında Şems'i görmüş. Şems ona cesedinin atıldığı kuyuyu haber vermiş, uyanır uyanmaz bazı dostlannı yanına alarak, cesedi gizlice kuyudan çıkarmış, Mevlâna'nın Medresesi . yakınlarındaki. Medresenin banisi Emir Bedreddin Gevhertaş'ın mezarı yanına defnettirmişti. Eflâkî, böylece bu bilgileri verdikten sonra, sözlerini, "Bu herkesin bilmediği bir sırdır" cümlesi ile bitirmiştir. Evet bu sır, Mevlâna'nın yaşadığı yıllarda, yalnız Sultan Veled ve birkaç has müridi arasında kalmış, asla ifşa edilmemiş, ancak Mevlâna'nın vefatından sonra, Eflâkî'ye söylenmiş, O da bunu eserine kaydetmişti. Mevlâna'nın vefatından sonra Şems'in üzerine türbe yaptırılmış, yine de "burada mezar var" denmemiş, Mevlâna'nın mübarek ruhu incinir
diye kimse Şems'in şahadetinden söz açmamış, açamamış, gerçekleri bilen dervişler; "Şems kayboldu, burası da türbe değil makamdır" deyip geçmişlerdir.
Gerçekten de. bugün Konya'da Şems adına, klâsik Selçuklu kümbetleri tipinde, piramidal kurşun kaplı bir türbe vardır. Kümbedin altında ahşap bir sanduka, sandukanın üzerine sırma islemeli puşide, baş tarafından örfî sarılmış yeşil destarlı bir sikke (külah) mevcuttur. Beş-on adım ötesinde, kör bir bostan kuyusunun bulunduğu bu türbe, yüzyıllar boyunca "Makam-ı Şems" olarak adlandırılmış, Şems'in gerçek türbesi sorulduğu zaman (bilinmiyor) cevabı verilmiştir. Bilinmiyor değil, biliniyor fakat gizleniyordu. Gelenek buydu. Sır ebediyyen gizlenecekti.
Bunun için ifşa edilmeyecek, o acı günler, hatıralar tekrar dile gelmeyecekti. Sanduka sorulduğu zaman da "Altında bir bostan kuyusu vardır, o kadar!."diye cevap veriliyordu.
Hatta son yıllarda bu kuyunun ağız çapını, derinliğini hayali ölçülerle ifade edenler olmuştu.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Mevlâna'nın Cezbe Devresi
ball3.gif


Zaman geçtikçe, dedikodu ve kıskançlık artıyordu. Bu acı sözler Mevlâna'ya ulaştırılınca, dudaklarında acı bir tebessüm belirdi, gözleri dolu dolu olmuştu. Şöyle dedi:
— Sizin, Şems hakkındaki hükümleriniz, onu sevmemenizdendir. Eğer onu, siz de benim gibi sevmiş olsaydınız, onda tamah edilecek bir şey ve söylediklerinizin hiç birisinin olmadığını, hoşa gitmeyecek bir hali bulunmadığını görürdünüz.
Şems. Konya'ya geleli aylar olmuş, bu müddet içinde Mevlâna, bir gün olsun medresesine uğramamış, müridlerine görünmemişti. Üstelik Şems, Mevlâna'yı hiç kimse ile temas ettirmemeye başlamıştı:
— Allah'ın dostları, Allah'ın velileridir. Mevlâna da gerçek bir Allah velisidir. Hiç şüphe yok ki, onun yüzü Mevlâna'ya karşıdır. Çünkü Mevlâna'nın yüzü ona karşı...
diyor, yüzünü Mevlâna'nın yüzünden ayırmıyordu. Biliyor ki, Mevlâna, gelişiyle hayat seyrini değiştirmişti. Ne var ki, onu bir gün hicran potası içinde de pişirmek, tam olgunluğa ulaştırmak istiyordu. Bunun için hayatını bile verebilirdi,
Şems'in Mevlâna üzerindeki tasarrufu, türlü kıskançlıklara, hasedlere yol açmıştı. Birgün Şems, Mevlâna'nın kapısı önünde oturmuş, bekliyordu. Bu sırada mödreseye gelen bir talebe. Mevlâna'yı görmek istediğini söyledi. Şems:
— Ne getirdin, şükrane olarak ne vereceksin ki, onu sana göstereyim?
demişti. Bunu işiten talebe kızmış, şöyle demişti:
— Sen ne getirdin ki, bizden istiyorsun? Şems:
— Ben kendimi getirdim, başımı onun yoluna feda ettim, az mı? cevabını vermişti. Bu sözler, talebeleri büsbütün kışkırtmış. Şems aleyhine şiddetli bir cereyan başlamıştı. Artık, açıktan açığa, hem de Şems'in yüzüne karşı konuşuyorlar, Şems'i gördükçe kılıçlarına el atıyorlardı. Şems, Konya'ya geleli onaltı ay olmuştu. Onun hiçbir tarafta bu kadar uzun süre kaldığı görülmemişti.
Hele bir gün vezir Nusratüddin'in hanıkâhımda bir tören yapılmıştı da Mevlâna ile Şems, birlikte gitmiş bir köşeye oturmuşlardı. Salonu dolduran bilginler, sûfîler herbiri bir geçmiş bilginin sözünü nakletmeye veya bir evliyanın kerametini sayıp dökmeye başlamıştı. Bütün bunları sessiz sedasız dinleyen Şems, birara dayanamamış, yerinden fırlayarak haykırmıştı:
— Ne zamana dek, şunun bunun sözüyle vakit geçirip duracaksınız? Ne zaman kalbim Rabbimden rivayet etti diyeceksiniz? Neden başkalarının asasıyla yürüyorsunuz? Hani sizin sözleriniz, hani sizin eserleriniz?
Herkes başını önüne eğmiş, tek lâf edememişti ama. Şems'e karşı duyulan kin ve hasedi de körüklemişlerdi.
İşin çığrından çıktığı, olayların tehlikeli bir şekilde kendi aleyhine döndüğü bir sırada, 1246 yılının Mart ayı başlarında Şems, ansızın Konya'dan kayboluvermişti.
Onun Konya'ya geldiğini kimse görmemişti, gittiğini de gören olmadı.
Mevlâna, Şems'in boş kalan hücresine girdiği zaman içinin boşaldığını, yüreğinin tâ derinliklerinden birşeyin koptuğunu duydu. Bir süre, hiçbir şey söylemeden durakladı. Şems yoktu, kaybolmuştu. Kaybolacaktı. Bu kaderin ilâhi hükmüydü.
Şems'in kayboluşu Mevlâna'yı can evinden yaralamıştı. O'nun gitmeşine sebep olanlara kırgındı. Hücresine kapanmış, hicranının ateşinde yanıp yakılıyordu. İçindeki volkanın alevi ile "Gel. gel" diye inliyor, aşkla dolu en içli gazellerini yazıyordu. Bu mukadderdi, Mevlâna'nın Mevlâna olabilmesi için bu lâzımdı. Bu gaybubet onu coşturuyor, pişiriyor, verimli bir hale getiriyordu. Azgın sellerden sonra, köpürerek çağlayan ırmaklar, dereler gibiydi, şimdi Mevlâna. Birbiri ardına yazdığı gazeller, divânlar dolduruyor, okuyanları büyülüyor, elden ele dolaşıyordu. Bu gazellerin içinde: "Ey münâdi, nerede bir topluluk görürsen bağır, ey Müslümanlar, hiç kaçmış bir kul gördünüz mü diye? Ondan bir nişane bildirene, ondan bir nükte söyleyene, müjde olarak canımı vereceğim..." diye inliyor, yahut:
"Gel, gel ki, ayrılığınla ne akıl kaldı bende, ne din. Şu yoksul gönülden, karar da gitti, sabırda.. Yüzümün sararmasını, gönlümün derdini, canevimdeki yanışı sorma.
Çünkü, anlatmaya sığacak şey değil bunlar, gel de gözünle gör.
Senin sıcaklığınla pişmiş, bir somun gibi al oldu yüzüm. Simdi bayat ekmek gibi ufalanmış, yerlere saçılmışım, gel de yollardaki topraklardan topla beni,
Ayna gibi yüzünden hayaller toplardım. Şimdi ise, bak da gör yüzüm, nasıl sapsarı, nasıl bumburuşuk..."

diye içli gözyaşları döküyordu. Yine bir gazeli O'nun bu halini şu içli beyitlerle süslüyor:
"Aşk padişahı, her zaman binlerce saltanat, binlerce ülke bağışlamada. Fakat, cemâlinden başka bir dileğim yok ondan, yüzünden başka bir şey istemiyorum.
Sevgisinin kemeri, aşkının külahı iki âlemde de yeter bana. Külahım düşerse ne çıkar, kemerim olmasa ne gam.
Sevgili bir seher çağı, hasta gönlümü öyle bir yere götürdü ki. geceden de geçtim, gündüzden de. Seherden de yok bir haberim artık...
Aşk delidir ama, biz delinin de delisiyiz. Nefis kötülükler emreder ama, biz onu çoktan buyruğumuz altına almışız. Ey Tebrizli Şems! Bu seferden dön, gel Allah'aşkına... Biz bir tek aşka, senin aşkına tutulmuşuz. O aşkla oyalanmadayız,."

Mevlâna'nın coşkun devresi... Aşk ve cezbeyle yüklü olduğu devre. O'nu dalga dalga coşturmak için. Şems'in bir anlık olsun kaybolması yetrnis. Mevlâna aşkla birlik, aşkın ta kendisi olmuştu:
"Aşk geldi; adetâ damarımda derimde kan kesildi, beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu. Bedenimin bütün cüz 'lerini sevgili kapladı. Benden kalan bir ad. Ondan ötesi hep o..."diyordu.
O'nun iniltilerinden, oğlu sultan Veled de perişandı. Şems'in nereye gittiği bilinmiş olsaydı, herhalde oraya gider, yalvarır, yakarır, tekrar Konya'ya getirirdi. Oysa, nereye, nasıl gittiği öğrenilememişti.
Mevlâna'nın sınırsız üzüntüsü, evvelce. Şemse karşı olanları da açındırmış, birer birer gelerek Mevlâna'dan özür dilemişlerdi. Mevlâna, çoğu eski müridleri ve talebeleri olan bu kalabalığa, hiç bir dargınlık göstermeden affetmişti:
— Kadere rıza göstermek lâzım... Sizin gerçekten de suçunuz yok. Allah böyle istedi. O'nun dediği olur... demişti.
Tebrizli Şemseddin'in doğduğu ve büyüdüğü Tebriz şehrine gittiği söyleniyordu. Mevlâna bu habere de sevindi, haberciler gönderdi, en içli gazellerini yazdı.
"Bize Tebriz'den bir habercik salarsan,"
"Sana kalk bu yana gel, kalk gel derim"
"Kalk gel derim seni doğuran, büyüten toprağa" diyordu. Bir süre sonra, bu söylentilerin de doğru olmadığını anlıyor:
"Nerede hani o canım sözlerin şimdi?"
"Nerede hani o sırları çözen akıl?"
"Nerede hani o gül bahçesine giden ayak,"
"Elimizi tutan el nerede hani?" ' diye inliyordu.
Şems'i aramak için birkaç kere Şam'a gitmişti. Bu aramalar bir teselliydi.. Bulamayacağını biliyor ve diyor du ki:
"Biz Şam'ın âşıkı ve delisiyiz. Biz, Şam'a canımızı vermiş, gönlümüzü bağlamışız. Üçüncü kez, Rûm'dan Şam'a koşuyoruz. Çünkü biz, Şam'ın gece gibi karanlık zülfünden kokular sürünmüşüz. Hak güneşi Tebrizli Şemseddin, eğer oralarda ise, biz Şam'ın efendisiyiz, hem de ne efendisi.."
Mevlâna Şam'da Şems'i görememiş, bulamamıştı ama, manen onu varlığını gönlünde görmüş, bulmuştu. İster O'nu gör, ister beni. Ey arayan kişi! Ben O'yum, O da ben.."
diyordu.
Bir rubaisinde de:
"Olduğun yerlere uğrayamam korkumdan"
"Kıskanırlar sana âşıklık edenler birden"
"Gece gündüz yaşıyan gönlüm içinde sensin"

"Seni görmek diledikçe bakarım gönlüme ben" diye sesleniyordu.
Sultan Velede göre Şam'a bir keklik gibi giden Mevlâna, Konya'ya alıcı bir doğan gibi dönmüştü. Eğer Mevlâna Şems'i bulmuş olsaydı, bu onun için bir kayıp olacak, coşkunluğundan eser kalmayacaktı. Ya şimdi?.. Şimdi, daha coşkun ve cezbeliydi. Sultan Veled, O'nun bu halini şöyle ifade ediyordu:
"Damlaydı, coşup deniz aldı. Yüceydi aşkla daha da yüceldi. Aradığı kendinde göründü. Naralar atıyor, feryatlar ederek coştukça coşuyor, aşk denizi köpürüp çağlıyordu. Ayrılık derdiyle karar kılmıyor, herkes de ona uyup, genç ihtiyar yıldızlar gibi o aşk güneşinin karşısında canla başka semâ ediyordu.."
Şam'da bulunduğu sıralarda Konya halkı endişeli günler geçirmişti.
Ya Mevlâna olup bitenlere gücenerek Konya'ya bir daha dönmez. Şam'da yerleşir kalırsa?.. O zaman, Mevlâna'sız tadı-tuzu olmazdı bu şehrin. Koca başkent. Onsuz pek yavan, pek sönük kalırdı. Bu endişelerini Konyalılar, saraya kadar duyurdular. Mektuplar yazıldı, ricalar edildi.
Mevlâna, Konya'ya dönmekte asla tereddüt göstermedi. Kısa bir süre sonra. Konya'ya gelerek gönül hücresine gömüldü.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ball3.gif
Mevlâna Mektuplar Yazıyordu
ball3.gif


Birkaç ay sonra, Şems'ten ilk haber alınmıştı. O'nu, Şam'da görenler vardı. Bu haber Mevlâna'yı çok sevindirmiş, hemen o gün manzum ilk mektubunu yazmıştı:
Ey gönlümün nuru, gel!
Ey dileğim, ey maksadım, gel!
Ey seven, ey sevilen
Bilirsin ki yaşamamız senin elinde...
Sıkıntı etmeden n'olurgel.
İnat etmeden gel..
Gel ey hüthütlere sahip Süleyman
Gel ey el-aman!
Lûtfeyle, bize gel...
Ey uefalar gösteren,
Ey seven, sevilen dost •
Kerem eyle, gel..
Ayrılığın bitirdi bizi, Sözünde dur, lütuf sahibi, Kusuru ört, iyilik et... Gel! Araplar, "taal" der, farslar "biyâ" Gel demektir bunlar. İşte gel! Gelirsen, murada erer, açılır, gülerim, Gelmezsen perişanım, mahvolurum. Gel, ey candan, gönülden gel dediğim Gel artık, durma, gel.
Ey Tebriz// Şems
Gel, çabuk gel, n 'olur
Dur! Hayır deme,
Sana evet-hayır demek yaraşmaz
Gelmek yaraşır.
Mektup özel bir ulakla gönderilmiş, fakat aylar geçtiği halde, hiçbir cevap alınamamıştı.
Şems'in de aradığı, istediği buydu zaten.. Mevlâna yalvaracak, o direnecekti. Böyle bir ayrılık, Mevlâna'yı çok daha pişirecek, kavuracaktı.. Cevap vermemişti ilk mektuba..
Bir süre sonra, Mevlâna ikinci mektubu yazdı: "Ey dünyanın zarifi, selâm sana.. Şüphe etme, sağlığım da, hastalığım da senin elinde.. Derde düşenin ilâcı nedir söyle?.." diye başlayan, gözyaşları ve yakarışlarla dolu bir mektup.. Taş olsa çatlar, dillenir, ses verirdi bu mektuba.. Cevap yok.. Yollar, haberciler gözlendiği halde cevap gelmiyordu. Mevlâna mum gibi erimiş, sararıp solmuştu.
Üçüncü mektup, kınk-dökük bir gönlün hıçkırıklarıyla bezendi: "O yüce efendinin ömrü uzun olsun.. Allah O'nun koruyucusu olsun.." diye niyazlarla başlıyor, onun ikbâl ve devletine dua ediliyordu.
Ohh.. Şükürler olsun Allah'a, hesapsız şükürler.. Şems'ten ilk haber gelmiş, mektubu alınmıştı. O da aynı coşkunluk, aynı özleyişle cevap veriyordu. Mevlâna sevinç içindeydi:
yürüyün ey erler, cananı getirin...
Bizden kaçan o müstesnayı getirin... diye gazeller yazıyor, divânlar dolduruyordu.
Mevlâna; Şems'in mektubunu alır almaz, oğlu Sultan Veled'i çağırarak:
— Durma Şam'a git, şeyhimizi al getir!
Emrini vermiş, dördüncü mektubunu yazmıştı. Bu mektubunda şöyle diyordu:
"Siz buradan ayrıldıktan sonra, mumun baldan ayrılması gibi, ben de lezzetten cüda kaldım. Bütün gece, mum gibi, muhabbetinizle yanıyorum. Ateşle enis, baldan tatlı sohbetinizden mahrumum. Cemalinizin ayrılığıyla cismimiz, viran. Canımız ise baykuş gibi viranede. Artık, dizgini; bu tarafa çeviriniz, neş'e ve zevk filinin hortumunu uzatınız.
Ah, sensiz huzurum olmadan semâ helâl değildir. Neş'e ve eğlence şeytan gibi taşlanıp sürüldü.."

Sultan Veled, para-pul, hediyeler ve yirmi kadar müridiyle Şam'a hareket etmişti. Babası kadar, Şems'i seven Veled bu zahmetli yolculuğa canla başla katılmış, durup dinlenmeden yol almışlardı. Biran evvel Şam'a varabilmek, Şems'i bulup Konya'ya getirebilmek için çırpınıyordu, yirmi kişi. Yollarda, hemen hemen hiç konaklanmamış, dağlar bayırlar gece gündüz demeden aşılmıştı.
Nihayet Şam şehri görünmüştü. Şam'ın Cebel-i Salihiye denen bir semtindeki handa Şems'i biriyle sakin sakin santraç oynarken bulmuşlardı. Anadolu'nun ortasında yüzlerce fersah uzakta, bir yanardağ gibi için için kaynayan; lâvlanyla hem kendini, hem çevresindekilerini yakan Mevlâna'dan sanki haber yokmuş veya bu halden memnunmuş gibi, bir hali vardı. Sultan Veled'i görünce sadece tebessüm etmişti, o kadar. Veled Şems'in ellerine koynunda taşıdığı, babasının mektubunu uzatmıştı. Sonra da Konya'daki arkadaşların başkoyup tövbe ettiklerini, hadsiz hesapsız istiğfarda bulunduklarını, yaptıklarına çok pişman olduklarını ve bundan böyle saygısızlık yapmayacaklarını, kıskanmayacaklarını, hepsinin O'nun gelmesini beklediklerini söylemiş, beraberinde getirdiği hediyeleri ayaklarına sermişti. Şems:
— Bizi altın ve gümüş elde edemez.. Muhammed huylu Mevlâna'mızın daveti kâfidir. Onun kelâm ve emrinden harice çıkmak mümkün müdür? diyerek, varını - yoğunu fakirlere dağıtmış, sefer hazırlıklarına başlamıştı.
Birkaç gün sonra. Sultan Veled, atını binek taşına çekmiş ve Şems'i bindirmişti. Kendisi de özengisinin yanında yürüyordu. Şems, kendisinin de bir ata binmesi için ricalarda bulunmuşsa da Veled:
— Padişah atlı, kul atlı, bu hiç yakışmaz. Sen efendimsin. ben ise kul, sen cansın, ben seninle diriyim. Benim yaya gitmem, senin maiyetinde başımı ayak yapıp yürümem gerek.
diye reddetmiş, yolculuk boyunca yaya yürümüştü.
Yaya yürümek de bir şey değil.. Şems'in üzerine titriyorlardı. Yollardayken, kervansaray ve medreselerde konaklıyorlardı. Başta Sultan Veled olmak üzere yirmi kişi Şems'in istirahatini temin hususunda, birbiriyle yarış etmişlerdi.
Kervan Konya civarındaki Zincirli Han'a gelmiş, konaklamıştı. Bu sırada Sultan Veled adamlarından birini, dörtnal Konya'ya göndermiş, Mevlâna'ya Şems'in gelmekte olduğu haberini tezce ulaştırmıştı.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ALLAHIM BU VUSLATI HİCRAN ETME

Allahım bu vuslatı hicran etme
Aşkın sarhoşlarını nalan etme

Sevgi bahçesini yemyeşil bırak
Bu mestlere bahçelere kasdetme

Dalı yaprağı vurma hazan gibi
Halkını başı dönmüş zelil etme

Kuşunun yuvasının ağacını
Yıkma da kuşlarını perran etme

Kumunu ve mumunu karıştırma
Düşmanları kör et de şadan etme

Hırsızlar aydınlığın düşmanıdır
Onların işlerini asan etme

İkbal kıblesi yalnız bu halkadır
Umut kabesin öyle viran etme

Bu çadır iplerini öyle katma
Çadır senindir eya sultan etme

Yok dünyada hicrandan daha acı
Ne istiyorsan et de onu etme

Mevlana Celaleddin Rumi




DUY ŞİKAYET ETMEDE HER AN BU NEY

Duy şikayet etmede her an bu ney,
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.

Der ki feryadım kamışlıktan gelir,
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.

Ayrılıktan parçalanmış bir yürek
İsterim ben, derdimi dökmem gerek.

Kim ki aslından ayırmış canını,
Öyle bekler, öyle vuslat anını.

Ağladım her yerde hep ah eyledim,
Gördüğüm her kul için dostum dedim.

Herkesin zannında dost oldum ama,
Kimse talip olmadı esrarıma.

Hiç değil feryadıma sırrım uzak,
Nerde bir göz, nerde bir candan kulak?

Aynadır ten can için, can ten için,
Lakin olmaz can gözü her kimsenin.

Ney sesi tekmil hava oldu ateş,
Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş!

Aşk ateş olmuş dökülmüştür ney'e,
Cezbesi aşkın karışmıştır mey'e.

Yardan ayrı dostu ney dost kıldı hem,
Perdesinden perdemiz yırtıldı hem.

Kanlı yoldan ney sunar hep arz-ı hal,
Hem verir Mecnunun aşkından misal.

Ney zehir, hem panzehir, ah nerde var,
Böyle bir dost, böyle bir özlemli yar?

Sırrı bu aklın bilinmez akl-ile,
Tek kulaktır müşteri, ancak dile.

Gam dolu günler zaman hep aynı hal,
Gün tamam oldu, yalan, yanlış, hayal.

Gün geçer yok korkumuz, her şey masal,
Ey temizlik örneği sen gitme, kal!

Kandı her şey, tek balık kanmaz sudan,
Gün uzar, rızkın eğer bulmazsa can.

Olgunun halinden ah, anlar mı ham?
Söz uzar, kesmek gerektir vesselam.

(Farsça, çev: F. Halıcı)

Mevlana Celaleddin Rumi






acnnnvw0.jpg
 

sena_şeyma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Eki 2007
Mesajlar
23
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
selamun aleykum damla
öncelikle talip amcanın sonra canım kuzenimin damlanın gül kardeşenin nigdeli kardeşimin ve katlıları bulunan bütün kardeşlerimin ellerine saglık çok güzel hazırlamışsınız sayfaları dolaşırken çok hoşuma gitti rabbim hepinizden razı olsun
allah'a emanet olun
dua ile:H
 

edebiyatçı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Ara 2007
Mesajlar
17
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Arkadaslar süpersiniz ya.Ne güzel Mevlana dolu sayfalarınız.
Emeginize yüreginize bileginize saglık.
Damla kardesim sana ayrıca tesekkürler bu payasım için.
 

talipamca

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
1,472
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
MESNEVİ DE HZ. MUHAMMED(sav)

MESNEVİ DE HZ. MUHAMMED(sav)

MESNEVİ de Hz.MUHAMMED(sav)

"Biz sana Kevser'i verdik"

Ayetini okumadın mı? Okuduysan neden böyle kupkuru ve susuz kaldın öyleyse !

Kimi Kevser'den benzi kızarmış görürsen onunla düş-kalk,
onun huyuyla huylan,

Çünkü o Muhammed(SAV) huyuyla huylanmıştır.

Böyle yap da "Allah için severler" den sayıl.

Çünkü Ahmed'in ağacında biten elma ondadır(onunladır.)

CİLT:V SAYFA: 101 BEYİT:1230

EsselamuAleyküm Gül Damla'sı

Bu gün MEVLANA Hazretlerinin Vefat günü..
Bu vesileyle O'nu anmak adına bir şeyler ilave etmek istedim.
Katkısı olur inşaAllah.Sayfaya devam etmeni bekliyorum Gül Damla'm..
İhmal etme olur mu?

Selam ve dua ile Allah(CC)'a emanet olunuz..
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
MESNEVİ de Hz.MUHAMMED(sav)

"Biz sana Kevser'i verdik"

Ayetini okumadın mı? Okuduysan neden böyle kupkuru ve susuz kaldın öyleyse !

Kimi Kevser'den benzi kızarmış görürsen onunla düş-kalk,
onun huyuyla huylan,

Çünkü o Muhammed(SAV) huyuyla huylanmıştır.

Böyle yap da "Allah için severler" den sayıl.

Çünkü Ahmed'in ağacında biten elma ondadır(onunladır.)

CİLT:V SAYFA: 101 BEYİT:1230

EsselamuAleyküm Gül Damla'sı

Bu gün MEVLANA Hazretlerinin Vefat günü..
Bu vesileyle O'nu anmak adına bir şeyler ilave etmek istedim.
Katkısı olur inşaAllah.Sayfaya devam etmeni bekliyorum Gül Damla'm..
İhmal etme olur mu?

Selam ve dua ile Allah(CC)'a emanet olunuz..


aleykum selam talip amcam ellerine güzel yüreğine saglık siteye giremedim bugün sen yapmışsın istediğin herşeyi ilave et talip amcam bu senin konun zaten talip amcam rabbim senden ebeden razı olsun inşallah üyeliğini daim etsin inşallah rabbimize emanetsin inşallah

selam dua ile inşallah
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

Sözlerinden Bazıları:

"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"

"Cömertlik ve yardim etmede akarsu gibi ol,
Sefkat ve merhamette günes gibi ol,
Baskalarinin kusurunu örtmede gece gibi ol,
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol,
Hosgörülükte deniz gibi ol,
Ya oldugun gibi görün, ya göründügün gibi ol."

"Gene gel! gene gel! her ne isen gene gel!
Kafirsen, atese tapiyorsan, puta tapiyorsan da, gene gel,
Bu bizim dergahimiz umutsuzluk dergahi degil,
Yüz kere tövbeni bozmussan da gene gel!"



İnsanlığın barış ve huzur içinde yaşaması için yüzlerce yıl önce söylenen bu sölerin anlamını bu günlerde daha iyi anlıyoruz.
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Mevlananın en sevdiğim sözü ;
NE İNSANLAR GÖRDÜM ÜSTÜNDE ELBİSELERİ YOK,NE ELBİSELER GÖRDÜM İÇİNDE İNSAN YOK.
sözüdür...sanki yüzyıllar ötesinden bugünkü çıkarcı iki yüzlü herşeyi para ile ölçen topluluklara ve o düşüncedekilere söylenmiş,...makamlarına çıkarken kırmızı halılar isteyen bürokratları,yardım konserlerine para almadan çıkmayan sanatçıları,rüşvet almadan kıpırdamayan "işbilir"memurları ve daha nicelerini tek cümlede anlatmış.....:H
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Mevlana Ile Ilgili şiirler

Mevlana Ile Ilgili şiirler

Sararken alnımı yokluğun tacı
Silindi gönülden neşeyle acı
Kalbe muhabbette buldum ilacı
Ben de müridinim işte Mevlana
Edebe set çeken zulmeti deldim
Aşkı içten duydum, arşa yükseldim
Kalpten temizlendim, huzura geldim
Ben de müridinim işte Mevlana


Nice insanlar gördüm üstlerinde elbise yok…

Nice elbiseler gördüm içlerinde insan yok
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Mevlana

Mevlana üsdadım şu yeşil Konyada,
Döner, Hu Rahman Hu deyu Sema'larda
Aşukları yanar yakınır dünyada
Çağrı yapar birliğe gel Hu gel deyu..

Mevlana üsdadımın yeşil türbesi,
Sema'ya kalkmış Hu der mimli kubbesi.
Gel eyler cümle canı yermez herkesi,
Ritim tutmuş döner, Hu Rahman Hu deyu..

Nur sızıyor nur, dünya ya Konya'lardan,
Aşıkların harman olduğu mekandan.
Yedi yüz yıldır hicazet devranından,
Ritim tutmuş döner, Hu Rahman Hu deyu..

Der ki; aramayın bizi kabirlerde,
Yerimiz kabirde değil gönüllerde.
Güneşin hem doğduğu, hem battığı yerde,
Ritim tutmuş döner, Hu Rahman Hu deyu.

 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Mevlana Hayder

9. mevlana hayder

ölüm, uysal bir mesnevi gibi
aktı gider, döne döne

güneş de batarken sararır

acılar kaldıysa dünden bugüne
elbet sorulacak bir hesap vardır
ve hüznü bir kirmen gibi eğirip
yükleyip türküleri tuza ve yüne
ve ilkyazı bir garib efsane
diye söyleyenler, yaşatanlardır

ölüm, uysal bir mesnevi gibi
aktı gider, döne döne

ve gel zaman, git zamandır
söz yanar, cönk üşür, yaz morarır
saçları çil kuşu, sesi nar tane
ve ürkek bir kilim gibi seğirip
ve nasılsa bir gülü edip bahane
gözleri mahzunidir, karacaoğlandır

güneş de batarken sararır

ölüm uysal bir mesnevi gibi
aktı gider, döne döne
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt