Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Her sey onu anlatıyor... (2 Kullanıcı)

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........

Bu kâinatın sahibi ve bu âlem sarayının sultanı ve bu mülkün maliki olan zatın adı Allah’tır. Ve O, kitabında kendinden bahsederken “Enallah” yani “Ben Allah’ım” diyor.
Bu ismi diğer isimlerden ayıran bazı özellikleri vardır. Şimdi bunları anlamaya çalışalım:
- Kur’an’da ilk inen ayet besmeledir. Ve Allah ismi besmelede geçen üç isimden ilkidir. Demek Allah ismi Kur’an’da nazil olan ilk isimdir.
- Allah ismi Esma-ül Hüsna içinde asıldır. Diğer isimler ise bu isme izafe edilir. Mesela “Şâfi, Allah’ın bir ismidir.” denilir ama “Allah, Şâfi’nin bir ismidir.” denilmez. Ya da “Rahman, Allah’ın bir ismidir.” denilir ancak “Allah, Rahman’ın bir ismidir.” denilmez.
-Allah ismi ism-i âlemdir yani özel isimdir. Mecaz yoluyla da olsa başkası için söylenemez. Bu isim Allah’a has ve ancak ona işaret eden bir isimdir. İlahlık davasına kalkışan Firavun dahi “Ene rabbükümül a’la” “Ben sizin yüce Rabbinizim!” demiş fakat “Enellah” “Ben Allah’ım!” diyememiştir. Allah’ın Rab ismini kullanırken Allah ismini kullanmaya cüret edememiştir.
Yine Mekke müşrikleri Kâbe’nin etrafını 360 putla doldurmuşlar, her birine farklı isimler vermişler ama hiç birine Allah diyememişlerdir. Demek bu isim ancak Allah’a mahsus bir isimdir.
– İmana girmek kelime-i şehadet ile mümkündür. İmanın temeli olan kelime-i şehadet ise ancak Allah ismi ile kabul olur. Mesela bir gayrimüslim, Müslüman olmak için “Eşhedü enla ilahe illallah…” yerine “Eşhedü enla ilahe ille-r Rahman” veya “Eşhedü enla ilahe ille-l Melik” dese İslam’a girmiş olmaz. Çünkü Allah ismi, tek ve ortaksız olarak Cenab-ı Hakk’ın zatını ifade eden has bir isimdir. Has isimlerde ortaklık manasını düşünmek mümkün değildir. Bunun için bu isimde hakiki bir tevhid vardır. Diğer isimlerde ise bu hakiki tevhid olmadığından ve onlar ile Allah’ın birliği ikrar edilmediğinden iman kabul edilmez.
- Allah ismini teşkil eden harfler birer birer kaldırılsa mana yine de bozulmaz. Bu özellik diğer isimlerde yoktur. Mesela Melik ismindeki “mim” harfi kaldırılsa “lik” olur ki hiçbir mana ifade etmez. Ya da Samed ismindeki “sad” kaldırılsa “med” olur ki bu da hiçbir mana ifade etmez.
Hâlbuki Allah isminin lafzında bir camiiyyet yani toplayıcılık vardır. Mesela:
• Baştaki elif kaldırılırsa “lillah” olur, bu da Allah demektir.
• “Lillah”daki birinci lam kaldırılsa “lehu” olur, bu da ona işaret eder.
• Bu “lam” da kaldırılsa “hu” olur ki yine Allah’ı ifade eder.
• Hatta “hu”daki gizli “vav” kaldırılıp “he” kalsa yine Allah’a delalet eder. Çünkü “hu” isminin de aslı “he”dir. ”Vav” asıl değil, ilavedir. Bu sırdan dolayı her canlı teneffüs ederken “he, he, he” demek suretiyle Allah’ı zikretmektedir.
– Allah isminin manasında toplayıcılık vardır, diğer isimlerde bu yoktur. Diğer isimler yalnız bir manaya işaret ederler. Mesela “Hadi” ismi sadece “hidayet veren” manasında, “Nafi” ismi ise sadece “menfaat veren” manasında, “Halik” ismi” ise sadece “yaratıcı” manasındadır. Fakat Allah ismi bunlardaki ve diğer isimlerdeki manaların hepsini toplu bir şekilde ifade eder.
Nasıl ki Güneş dediğimizde yedi renk, ısı ve ışık gibi sıfatlara sahip olan bir ışık kaynağı aklımıza gelir ve bu sıfatları kendinde bulunduramayan Güneş olamaz.
Aynen bunun gibi, “Allah” ismi denildiğinde de bütün kemal sıfatları ve isimleri kendinde bulunduran Zat-ı Akdes akla gelir. Bu isim ve sıfatları kendinde bulunduramayana Allah denilemez.
O hâlde madem Allah’tır, bütün kemal sıfatlarla sıfatlanmıştır. Bunun içindir ki bu manadaki topluluğu düşünerek “Allah” diyen bir kimse Cenab-ı Hakk’ı bütün isim ve sıfatlarıyla zikretmiş olur.
* * ** ** * ** ** * ** * ***** ***** **
Evet bu kainatın sahibi ve bu alem sarayının sultanı ve bu mülkün maliki olan zatın adı Allahtır. Ve o kitabında kendinden bahsederken “enellah” ben Allahım diyor.

Bu ismi diğer isimlerden ayıran bazı özellikleri vardır. Şimdi bunları anlamaya çalışalım:

- Kuranda ilk inen ayet besmeledir. Ve Allah ismi besmelede geçen üç isimden ilkidir. Demek Allah ismi kuranda nazil olan ilk isimdir.

- Allah ismi, esma-ül hüsna içinde asıldır. Diğer isimler ise bu isme izafe edilir. Mesela Şafi, Allahın bir ismidir denilir ama Allah, şafinin bir ismidir denilmez. Yada Rahman Allahın bir ismidir denilir- ancak Allah Rahmanın bir ismidir denilmez.

-Allah ismi ism-i alemdir yani özel isimdir. mecaz yoluylada olsa başkası için söylenemez. Bu isim Allaha has ve ancak ona işaret eden bir isimdir. İlahlık davasına kalkışan firavun dahi “ene rabbükümü-l a’la” “ben sizin yüce rabbinizim demiş fakat “enellah” “ben Allahım diyememiştir” Allahın rab ismini kullanırken, Allah ismini kullanmaya cüret edememiştir. Yine Mekke müşrikleri kabenin etrafını 360 putla doldurmuşlar, her birine farklı isimler vermişler ama hiç birine Allah diyememişlerdir. Demek bu isim ancak Allaha mahsus bir isimdir

- İmana girmek kelime-i şehadet ile mümkündür. İmanın temeli olan kelime-i şehadet ise ancak Allah ismi ile kabul olur. Mesela bir gayr-i Müslim, Müslüman olmak için “eşhedü ella ilahe illallah…..” yerine “eşhedü ella ilahe illerrahman” veya “eşhedü ella ilahe .illelmelik” dese islama girmiş olmaz. Çünkü Allah ismi tek ve ortaksız olarak cenab-ı hakkın zatını ifade eden has bir isimdir. Has isimlerde ortaklık manasını düşünmek mümkün değildir. Bunun için bu isimde hakiki bir tevhid vardır. Diğer isimlerde bu hakiki tevhid olmadığından ve onlar ile Allahın birliği ikrar edilmediğinden iman kabul edilmez.

-Allah ismini teşkil eden harfler birer birer kaldırılsa mana yinede bozulmaz. bu özellik diğer isimlerde yoktur. Mesela melik isminde “mim” harfi kaldırılsa “”lik” olur ki hiçbir mana ifade etmez. Yada “samed” ismindeki “sad” kaldırılsa “med” olur ki buda hiçbir mana ifade etmez.

Halbuki Allah isminin lafzında bir camiiyyet yani toplayıcılık vardır.Mesela baştaki elif kaldırılırsa “lillah olur, bu da Allah demektir.

“Lillah”daki birince lam kaldırılsa “lehu” olur, buda ona işaret eder

Bu “lam” da kaldırılsa “hu” olur ki yine Allahı ifade eder.

Hatta “hu”daki gizli “vav” kaldırılıp, “he” kalsa, yine Allaha delalet eder. Çünkü “hu” ismininde aslı “”he”dir. Vav asıl değil, ilavedir. Bu sırdan dolayı her canlı teneffüs ederken “he, he, he” demek süretiyle Allahı zikretmektedir.

-Allah isminin manasında toplayıcılık vardır, diğer isimlerde bu yoktur. Diğer isimler yalnız bir manaya işaret ederler. Mesela “hadi” ismi sadece “hidayet veren” manasında, “nafi” ismi ise sadece “menfaat veren” manasında ve “halik” ismi “ sadece yaratıcı manasındadır. Fakat Allah ismi bunlardaki ve diğer isimlerdeki manaların hepsini toplu bir şekilde ifade eder.

Nasıl ki güneş dediğimizde yedi renk, ısı ve ışık gibi sıfatlara sahip olan bir ışık kaynağı aklımıza gelir ve bu sıfatları kendinde bulunduramayan güneş olamaz. Aynen bunun gibi “Allah” ismi denildiğinde bütün kemal sıfatları ve isimleri kendinde bulunduran Zat-ı Akdes akla gelir. Bu isim ve sıfatları kendinde bulunduramayana Allah denilemez. O halde madem Allah tır bütün kemal sıfatlarla sıfatlanmıştır. Bunun içindir ki, bu manadaki topluluğu düşünerek Allah diyen bir kimse Cenab-ı Hakkı bütün isim ve sıfatlarıyla zikretmiş olur.

Allah’a tanrı denilir mi?

Bu bölümde Allaha Tanrı denilemeyeceğinin delillerini göreceğiz:

- Allah’ın isimleri ehl-i sünnet itikadınca tevkifidir. Yani Allah hakkında, Allahın bildirdiği isimleri söylemek caiz olup, bunlardan başkalarını söylemek caiz değildir. Mesela Allaha alim denir, fakat aynı manada olan “fakih denmez, yine Allaha cömert manasında cevad denir, ancak aynı manada olan sahi ismi denilmez. Çünkü Allah kendisici fakih ve sahi isimleriyle tanıtmamıştır. Bunun için Allah yerine Tanrı demek de caiz değildir. İmam Gazali derki: bir insana bile kendimizden dilediğimiz gibi ad koyamazsak nasıl olurda Allah hakkında bu cüreti gösterebiliriz.

- Tanrı ilah ve mabud demektir. Mesela pek çok hindunun tanrısı öküzdür, Mecusilerin tanrısı ateştir, denilmektedir. Başka dilerde de ilah ve mabud manasında farklı kelimeler kullanılmıştır. Allah ismi ise yabancı dillerde yapılan tercümelerde aynen kullanılmıştır. Çünkü bu ismin karşılığında hiçbir dilde hiçbir kelime yoktur.

- Allah ismi kuranda 2806 defa geçmesine rağmen, bir defa bile tanrı kelimesi geçmemektedir. Hem Cenab-ı hak Kuranda defalarca “benim ismim Allahtır, beni Allah diye çağırınız, bana Allah diyerek ibadet ediniz, Allah diyerek yalvarınız demekte ancak hiçbir ayette ben tanrıyım, bana tanrı deyin dememektedir. Hadis-i şeriflerde de Tanrı ismi geçmemektedir. O halde Allaha kendi istediği ismi söylemeyipte müşriklerin ona ortak koştukları, batıl mabudlarını koydukları tanrı ismiyle onu çağırmanın ne kadar yanlış olduğu ortadadır.

Acaba bir hükümdar emri altında bulunan kimselere benim adım Ahmed dir.Beni Ahmed ismi ile çağırınız dese,onlarda farzı misal “hayır efendimiz bizim canımız sana Ahmed demek istemiyor,biz sana Osman diyeceğiz ikiside altı üstü isim değilmi deseler öylede çağırsalar o padişah nasıl çok kızarsa aynen öylede Allah ismi yerine onun emretmediği belki de sevmediği tanrı ismini söylemek ve o isimle ibadet etmek gazabı ilahiyeye vesile olur.

 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........

[h=2]ER RAHMAN[/h]

Rahman bütün mahlukatına sayısız nimetler ve rızıklar veren, onların ihtiyaçlarını gören, yarattıkları hakkında hayır ve rahmet dileyen manasındadır.

Gözümüzle görüyoruz ki, birisi var, yeryüzünü bir sofra yapmış ve o sofrayı en leziz yiyecekler ile doldurmuş. Ve o sofraya bütün canlıları davet etmiş. Şimdi bu sofralara bakalım:

İşte hayvanatın sofrası: Bakın her hayvana layık olduğu ve ihtiyaç duyduğu rızk veriliyor.

1- İşte balıklar: Onları besleyen ne de güzel besliyor rızıkları ağızlarına kadar konuluyor.. Kim onları böyle zahmetsizce besleyen.

2- İşte denizlerin dipleri: karanlık, ıssız, acı bir su ve kum ve çaresiz mahluklar!: Ancak hiçbirinin rızkı unutulmuyor, hiçbiri aç bırakılmıyor ve ihtiyaçları mükemmel bir şekilde karşılanıyor. Kim: onları böyle merhametle besleyip, denizin dibini onlara rahmani bir sofra yapan? Ve o sofradan istifade edebilmeleri için gerekli cihazları onlara takan?

3- İşte böcekler: küçücük, zayıf ve acizler! ama ne kadar kolay besleniyorlar. Muhtaçlar, güçleri yok kimi elsiz, kimi gözsüz, kimi ayaksız. ancak İhtiyaçları ve rızıkları ellerinin yetişemediği yerlerden ne de mükemmel veriliyor. Kim bu acizlere merhamet edip ihtiyaçlarını gören?

4- İşte aciz ve merhamete muhtaç yavrular: Rızıkları umulmadık ve ellerinin yetişmediği bir yerden, münasip bir vakitte, ihtiyaç nispetinde onlara veriliyor, yardımlarına koşuluyor. Halbuki ihtiyaçlarının yüzde birini karşılamaya kendi güçleri yetmez. Demek onların ihtiyacını bilen, onlara merhamet ve şefkatle o besleyen perde arkasında birisi var. Kim bu zat: Cevabı kuran versin: “Yeryüzünde rızkı Allah\\\\\\\\\\\\\\\'a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. O, onların karar kıldıkları yerleri de, emaneten durdukları yerleri de bilir. Onların hepsi apaçık bir kitaptadır.”

5- Ve Rahmanın o sofrasından istifade eden diğer muhtaçlar: …

Şimdi de Rahmanın sofrasında misafir olan bitkiler taifesine bakalım: Hayvanlara kıyasla daha aciz ve daha fakir! Ama acizliklerine binaen rahman olan Allah onları daha zahmetsiz besliyor. Rızıkları ayaklarına gönderiliyor. Bazen oluyor sıcaktan ve susuzluktan feryat eden o bitkilere bir bulut ordusu ile imdat ediliyor. Güneş başlarında lamba ve soba, toprak altlarında mineraller ile dolu bir mahzen. Ciğerleri hükmünde olan yaprakları ile havayı teneffüs ediyorlar.

Kim bu bitkilerin feryadını işitip, cazsız mahlukatın elleriyle onlara yardım eden?

Ve şimdi bu rahmani sofranın en şerefli misafirine geldik. Sofranın kurulmasının sebebi, yeryüzünün halifesi ve Rahman olan Allahın has muhatabı olan İnsan! Bakalım şerefine sofraların kurulduğu insan için Allah neler hazırlamış ve Rahman isminin tecellisini o sofralarda nasıl göstermiş:

Acaba Rahman Olan Allahımız rahmetinin bu kadar süslü meyveleriyle kendini bize sevdirmek istese mukabilinde insan ibadetle kendini ona sevdirmese, hem bu kadar türlü türlü nimetlerle muhabbet ve rahmetini gösterse mukabilinde insan şükür ve hamd ile ona hürmet etmezse, bu insan insan ismine layıkmıdır? Halbuki bütün bu nimetlerin veriliş sebebini rabbimiz kitabında şöyle beyan etmiş:

“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların hoş ve temiz olanlarından yiyin ve Allah\\\\\\\\\\\\\\\'a şükredin, eğer yalnız O\\\\\\\\\\\\\\\'na kulluk ediyorsanız.”
 

TakeOne

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
31 Eki 2008
Mesajlar
6,064
Tepki puanı
38
Puanları
48
Konum
Ankara
Bir vasfını, bir sıfatını dahi sayfalarca kitaplar anlata anlata tefsir edemiyor. İnsan aklı buna yetmiyor. Sen ne yücesin Allahım.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........

Rahim: Yarattıklarına merhamet eden, acıyan ve şefkat gösteren manasındadır.
Allah Rahim’dir; rahmetiyle bütün âlemleri kuşatmıştır.

  • Merhametiyle şu âlemi yoktan icat etmiş,
  • Her bir varlığa kendine mahsus bir elbise giydirmiş,
  • Her birini farklı şekillerde terbiye etmiş,
  • Vazifelerini öğretmiş,
  • Hayatını devam ettirebilmesi için lazım olan cihazlarla teçhiz etmiş,
  • Maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarını şefkatle karşılamıştır.
Şimdi o rahmet denizinden birkaç damlayı hep beraber görelim!
Büyük bir ateş görseniz, bir hortumdan çıkan su ile söndürülüyor. Lakin hortumu tutan eli görmeseniz, ateşi söndürmek fiilini hortumun kendisine verebilir misiniz? Elbette, hayır! Çünkü ateşi söndürmek için failinde hayat, ilim, kudret gibi sıfatların bulunması gerekir. Hayatı olmayan, ateşi bilmeyen, hortumu tutamayan ateşi söndüremez. Hepsinden önemlisi, söndürmek merhametin neticesidir; rahmeti olmayan bu fiile fail olamaz. Ve bütün insanlar bir araya gelse o ateşi bu hortumun kendisinin söndürdüğüne bizi inandıramaz.
Acaba yeryüzünün ateşini söndürmek, yaşamak ateşinin hararetini dindirmek için, hortum hükmündeki bulutlardan suyu damla damla kim indiriyor?
Elbette, cansız, şuursuz bulutlar bu merhameti ve şefkati hissettiren fiile fail olamaz. O hâlde bulut hortumunu tutan el kim? Kur’an bu sorumuza cevap versin:
“İnsanlar ümitlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan O’dur. Övülmeye layık olan gerçek dost O’dur.” (Şura,42/28)
İşte yağan her bir damla Rahim isminin bir tecellisidir. Ve rahmetin başka tecellileri!
Zehirli bir böceğin karnında şifalı ve en tatlı bir balı bizim için pişirmek ve o böceğin eliyle bize ikram etmek elbette, o böceğin işi olamaz. Demek balı yapan böcek değil, Allah’ın rahmetidir.
Ve bahar mevsiminde cennet hurileri tarzında bütün ağaçlara en güzel elbiseleri giydirip çiçek ve meyvelerle süslendirip onların elleri hükmünde olan kuru dallarıyla lezzetleri farklı, renkleri farklı, kokuları farklı, şekilleri farklı meyvelerle bizi beslemek, elbette rahmetin bir tecellisidir. Yoksa o kuru ağaçlar bizi tanımaz ve bize merhamet etmez.
Ve elsiz bir böceğin eliyle bize ipek gibi yumuşak bir elbiseyi bize giydirmek rahmetin neticesidir. Yoksa o elsiz böcek yemyeşil dut yaprağını yiyip bembeyaz bir ipeği bizim için çıkartamaz.
Ya inek, deve, koyun ve keçi gibi hayvanlara ne demeli! Onlara yemyeşil otu yedirip kan ve fışkıları arasından bembeyaz, besleyici bir sütü çıkarmak ve o hayvanı bir süt fabrikası yapmak elbette, rahmetin işidir.
Ve o koca Güneş’i Dünyamız’a soba ve lamba yapmak, Ay’ı kandil ve takvim yapıp yıldızlarla semanın yüzünü süslendirmek elbette, rahmetin bir tecellisidir.
Şimdi rahmetin insandaki cüzi bir tecellisine bakalım:
- Acaba gözümüz olmasaydı ne yapardık? Kapkaranlık bir âlem!
- Ya kulaklarımız olmasaydı? Sessiz bir âlem!
- Ya dilimiz olmasa ve ona tat alma duygusu verilmeseydi? Konuşmanın ve lezzetin olmadığı bir âlem!
- Ya burnumuz olmasaydı? Kokunun olmadığı bir âlem!
Elbette, böyle bir âlemde yaşamak ne kadar zor olurdu. Acaba el, ayak, parmak gibi maddi; akıl, korku, şefkat ve muhabbet gibi manevi hediyeler olmasaydı ne yapardık? Demek her bir azanın takılışında rahmetin bir tecellisi görünüyor.
İnsanları böyle maddi ve manevi aza ve duygularla süsleyen Allah, hayvanlara da bu âlemden istifade edebilmeleri için lazım olan cihazları takmıştır. Kuşa kanat takıp uçmayı, balığa yüzgeç verip yüzmeyi öğretmiş ve her canlıya rahmetiyle muamele edip hayatının devamı için gerekli olan vücudu ve azaları vermiş. İşte Allah’ın rahmeti her şeyi böyle kuşatmış.
Cenab-ı Hak, rahmetinin eserleriyle kendisini bize Rahim ismiyle tanıttırmak istiyor.
İşte! İnsanın vazifeleri:

  • Bahsettiğimiz ve bahsedemediğimiz rahmetin aynalarında Rahim ismini görmek.
  • O isim ile Allah’ı zikir ve tefekkür etmek.
  • Nimetlerine karşı şükür ve hamd etmek.
  • Ve rahmetin bir cilvesini kalbine yerleştirip mahlukata Allah hesabına şefkat göstermektir.
İnsan bu vazifeyi gördükçe insan-ı kâmil ismine layık olacak ve ahiret âleminde de ebedî saadete nail olmakla Allah’ın rahmetine mazhar olacaktır.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........

Melik, sultan ve padişah demektir. Cenab-ı Hak Melik’tir; bu kâinatın sultanı ve padişahıdır. Her şeyin anahtarı O’nun yanında ve her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir.
Nasıl ki muhteşem bir saray görsek, o sarayın sultansız ve sahipsiz olması mümkün değildir. Biz sultanı görmesek de o saray, varlığı ve ihtişamı ile sultanının varlığına ve ihtişamına delalet eder.
Acaba böyle bir saray bile maliksiz, sultansız olamazsa; kâinat sarayının sultansız, şu âlem memleketinin padişahsız ve şu mülkün maliksiz ve sahipsiz olması mümkün müdür?
Kâinat öyle bir saraydır ki, yıldızlar o sarayın kandilleridir. Dünya ise o sarayda sadece küçücük bir odadır. Güneş o odanın lambası ve sobası, Ay ise gece lambasıdır. Şimdi kâinat sarayında küçük bir gezinti yapalım ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Allah’ın saltanatının haşmetini ve Melik isminin tecellisini bir parça da olsa görelim!
Dünyamız’ın lambası olan Güneş, Dünyamız’dan 1.300.000 defa daha büyüktür.
Bizim galaksimiz olan Samanyolu galaksisinde ise, iki yüz milyar ile üç yüz milyar arasında yıldız vardır. Her biri Güneş büyüklüğünde üç yüz milyar yıldızın kapladığı alanı hayal edebilir misiniz? Acaba bu kadar yıldızı birbirine çarptırmadan gezdiren kim?
Bilim adamları 800.000.000 galaksiyi keşfetmişlerdir. Kendi itiraflarıyla bekli de kâinatın milyonda birini ancak keşfedebilmişler. Acaba kâinatın büyüklüğü ne kadardır?
Güneşin merkez sıcaklığı 20.000.000 santigrat derecedir. (Suyun yüz derecede kaynadığı malumdur.) Eğer Güneş’ten toplu iğne ucu kadar bir madde getirebilseydik, 160 km uzaklıktaki bir maddeyi yakabilirdi. Eğer bütün Dünya odun ve kömür olsaydı, Güneş’in bir günlük ihtiyacını karşılayamazdı. Acaba güneş sobasını söndürmeden yakan kim?
Güneş’in Dünya’ya uzaklığı 150.000.000 km’dir. Samanyolu galaksimizin çapı ise 100.000 ışık yılıdır. (Işığın saniyedeki hızı 300.000 km’dir) Eğer saniyede 10.000 km hızla giden bir rokete binseydik, Galaksimiz’in bir yanından öbür yanına gitmek için 15.800.000.000 yıla ihtiyacımız olacaktı.
Bilim adamları 1.400 adet kuyruklu yıldızı tespit etmişlerdir. En kısasının kuyruk uzunluğu 300.000.000 km.dir.
Güneşimiz’in, Dünya’dan 1.300.000 defa daha büyük olduğunu öğrenmiştik. Şimdi dikkat edin! Hayalin dahi tasavvur edemeyeceği bir yıldızdan söz edeceğiz: Betaklus yıldızı. Bu yıldız o kadar büyüktür ki, çapı iki yüz elli Güneş büyüklüğündedir. Hacimce Güneş’ten on binlerce defa daha büyüktür.
Ve intizamla hareket eden muhteşem bir ordu görsek, ama kumandanını görmesek; o ordunun meliksiz, sahipsiz ve başıboş olabileceğine ihtimal verebilir miyiz? Elbette hayır!
Çünkü askerlerin terbiyesi, düzenli hareketleri, silahlarının verilmesi, elbiselerinin değiştirilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması gibi hâller ispat eder ki, bu ordu bir kumandana ve melike bağlıdır ve onun emriyle hareket ederler.
Acaba böyle küçücük bir ordunun bile idaresi, terbiyesi, beslenmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması gibi hâller, kumandansız ve meliksiz olmaz ve tesadüfe havale edilemezse, şu yeryüzünde yüz binler muhtelif taburlardan oluşan hayvanlar ve bitkiler ordusunun kumandansız ve meliksiz olması mümkün müdür?
Bu öyle bir ordudur ki, milletleri farklı ve silahları farklı ve elbiseleri farklı ve talimatları farklı ve suretleri farklı ve erzakları farklı.
İşte böyle bir ordunun meliksiz ve kumandansız olması hiç mümkün müdür? Bu ordunun öyle bir meliki var ki, hiç birini unutmaz ve hiçbir işi birbirine karıştırmaz.
İşte bu ordu, misalimizdeki ordudan ne kadar büyükse, büyüklüğü ve mükemmelliği nispetinde kumandanları olan Allah’ı, Melik ve Sultan ismiyle bizlere tanıttırır.
Bizim vazifemizse: Kâinat sarayına bakıp bu sarayın sultanı olan Allah’ı,
“Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil edersin. Hayır senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye kadirsin!”(Al-i İmran, 3/26)
ayeti ile zikir etmek ve zemin yüzündeki ordulara bakıp bu orduların kumandanı olan Allah’ı,
“Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fetih, 48/7)
ayetiyle yâd etmek, O’nu Melik ismiyle tesbih ve tefekkür etmek ve her şeyin kendisine itaat ettiği O Melik’e itaat ederek ona abd ve kul olmaktır.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Allah Kuddüs’tür; bütün kusur ve noksanlıklardan uzaktır. Âcizlikten, fakirlikten, zaaftan ve bütün eksikliklerden münezzehtir. Bu ismin diğer bir manası ise, bütün yarattıklarını maddi ve manevi kirlerden temizleyendir.
Evet, güzellik güzelden gelir, mükemmellik kemalden gelir, ihsan cömertlikten ve servet zenginlikten gelir.
Bu âlem bütün güzelliğiyle Cenab-ı Hakk’ın güzelliğine, kusursuzluğuyla O’nun sonsuz ilmine, icadı ve intizamlı hareketleriyle O’nun eşsiz kudretine, hazineleriyle nihayetsiz servetine, ihsanlarıyla O’nun sınırsız cömertliğine işaret eder. Yani sözün özü; kâinat bütün güzelliğiyle ve mükemmelliğiyle O’nun kemaline ve Kuddüs ismine bir aynadır.
Şimdi de Kuddüs isminin diğer bir cilvesi olan, “Yarattıklarını maddi ve manevi kirlerden temizleyen” manasına bakacağız!
Bir sokak görseniz, bir süpürge tarafından temizleniyor ve sizler süpürgeyi tutan eli görmeseniz; acaba bütün dünya toplansa, bu sokağı bizzat süpürgenin kendisinin temizlediğini iddia etse, inanır mısınız? Elbette hayır! Hatta bu iddiaya gülersiniz. Çünkü:
• Sokağı süpürmek için hayat sahibi olmak lazım. Hayatı olmayan süpüremez. Hâlbuki süpürgenin hayatı yok.
• Hem süpürenin kuvveti olmalı. Hâlbuki süpürgenin kuvveti de yok.
• Hem süpürenin iradesi olmalı. Temizlemeyi temizlememeye tercih etmeli. Hâlbuki süpürgenin iradesi de yok.
• Ve bu sıfatlarla birlikte ilmi olmalı, süpürmeyi bilmeli.
• Merhameti olmalı. Sokak sakinlerine acımalı.
• Hikmeti olmalı, faydayı anlayabilmeli. Ve daha birçok sıfatı olmalı...
Hâlbuki bu sıfatların hiçbiri süpürgede yok. İşte bundan dolayı, süpürgeyi tutan eli görmesek de bu hikmetli faaliyeti, bu sıfatları taşıyan bir faile veririz. O eli görmememiz yokluğuna delalet etmez, bilakis bu hikmetli faaliyet onun varlığına delalet eder.
Acaba küçücük bir sokağı temizlemek bile süpürgeye isnat edilemezse, bu koca kâinatı ve kâinatın sokaklarından biri olan Dünya’yı temizlemek, nasıl olur da süpürge hükmündeki sebeplere havale edilebilir.
Evet, bu kâinat ve bu Dünya, daima işler büyük bir fabrika ve her vakit dolar-boşalır bir han ve bir misafirhanedir. Hâlbuki böyle işlek fabrikalar, hanlar ve misafirhaneler enkazlarla ve süprüntülerle çok kirleniyor. Eğer pek çok dikkatle bakılmazsa ve temizlenmezse içinde durulmaz, insan onda boğulur. Hâlbuki bu kâinat fabrikası ve dünya misafirhanesi o derece pak, temiz ve kirsizdir ki lüzumsuz bir şey, menfaatsiz bir madde, tesadüfî bir kir bulunmaz. Bulunsa da çabuk bir şekilde temizlenir. Demek, bu fabrikaya bakan zat çok iyi bakıyor. Ve bu fabrikanın öyle bir sahibi var ki, o koca fabrikayı ve bu büyük sarayı, küçük bir oda gibi süpürtür, temizler.
Bir insan bir ay yıkanmazsa, küçük odasını süpürmezse çok kirlenir, pislenir. Demek bu âlem sarayındaki paklık ve temizlik, hikmetli ve dikkatli bir temizlikten ileri geliyor. Eğer o daimî temizlik ve dikkatle bakmak olmasaydı, bir senede bütün hayvanların yüz bin milletleri yeryüzünde boğulacaklardı. Ve uzaydaki yıldızların enkazları ölüme sebebiyet verecek, dağlar büyüklüğündeki taşları başımıza yağdıracaklardı…
Hâlbuki bu âlem Kuddûs isminin tecellisiyle yıkanmış ve temizliğiyle O’nun Kuddüs ismine ayna olmuştur.
İşte denizler; her gün binlerce balık ölür, ama hiçbir cenaze göremezsiniz.
İşte ormanlar; içlerinde yüz binlerce hayvan yaşar, her gün binlercesi doğar ve binlercesi ölür, ama kirlilik eseri yok.
Ve mahlukların kendilerini nasıl temizlediklerine bak; Kuddüs isminin bir cilvesini gör!
Ve şimdi de Kuddüs isminin askerleri ve memurları olan hayvanata bak! Kim onlara temizlik yapmayı öğretti? Ve kimin emriyle çalışıyorlar?
Acaba yaratılış gayemiz ve vazifemiz Allah’ı tanımak ve O’nu isim ve sıfatlarıyla bilmek olmasına rağmen, hiç bulutlardan indirilen yağmur damlalarıyla yeryüzünün yıkandığını gördüğümüzde Allah’ı Kuddus ismiyle yâd ettik mi?
Yağmurların yağması Kuddüs isminin bir cilvesi olduğu gibi, rüzgârların esmesi de bu ismin bir tecellisidir. Bu sayede havadaki pis kokular ve zemin yüzü temizlenir.
Ve göz kapakları gözleri temizlemekle bu isme aynadır. Ve biz her nefes alıp vermekte kanımızın temizlenmesiyle Kuddüs isminin cilvesine her an mazhar oluruz.
Ve bu ismin tecellisi sayesinde simsiyah topraktan ve kupkuru dallardan çıkartılan tertemiz sebze, meyve ve çiçeklere bak! Ve sonra, "Ya Kuddüs! Ya Kuddüs! Ya Kuddüs!" diyerek, yaratanını tesbih et!
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
Şu anda bizi izlerken, deprem, yangın, sel, malınızın telef olması gibi korkulardan ve endişelerden, emniyet ve güven içinde olmanız Allah'ın hangi isminin bir tecellisidir?
EL-MÜ'MİN:
Bu ismin dört manası vardır.
1. Manası; mahlukatını korkulardan emin kılması ve onları güven içinde yaşatması.
2. Manası; kullarına iman nurunu vermesi ve onları mümin yapması.
3. Manası; Allah’ın emin olması, sözünde sadık olup vaadinden dönmemesi.
4. Manası ise; kullarının emin olup, sözlerinde sadık ve güvenilir olmasıdır.
1. Yarattıklarını korkulardan emin kılması ve onları güven içinde yaşatması
Şimdi başınızdan geçmiş en korkunç hadiseyi düşünün. Bu bir deprem korkusu, yangın korkusu, kaza korkusu veya ölüm korkusu gibi bir korku olabilir. Hayalinizle o ana gidin ve o korkuyu kalbinizde bir daha hissetmeye çalışın. Ve şimdi şunu düşünün: Bir ömür boyu bu korku ile yaşamak zorunda olsaydınız ne yapardınız? Ve hayat sizin için ne kadar zor ve çekilmez olurdu?..
Hal böyle iken acaba şimdiye kadar kalbimize yerleştirilen bu emniyet duygusu için hiç şükür ettik mi?
Ve bu halin, Allah’ın hangi isminin tecellisi olduğunu hiç düşündük mü? Halbuki Allah, “Her şey zıddıyla bilinir.” kaidesiyle, bu nimetin farkına varabilmemiz için bazı insanları bu nimetten mahrum ediyor. Tıp diliyle panik atak, depresyon, ve benzeri hastalıklarla, güven ve emniyet duygusunu onlardan alıyor, yani mümin ismiyle onlara tecelli etmiyor. Ta ki bizler bu nimetin farkına varalım ve Mü'min olan Allah’a şükür secdesi yapalım…
İşte Allah Mü'min ismiyle kuluna tecelli ettiğinde, kalbine korku ve endişelerine karşı bir emniyet duygusu koyar. Eğer bu ismin tecellisi bir an bizden çekilseydi, korku ve endişelerin hücumuyla aklımız başımızdan gidecek ve dünya bize manevi bir cehennem olacaktı. O halde emniyet duygusu büyük bir nimettir, ve Allah’ın mümin isminin bir tecellisidir. Bu isim, insanlarda tecelli ettiği ve İnsanlar bu isme mahzar olarak emniyet içinde yaşadıkları gibi, hayvanlarda da bu isim tecelli eder ve onlarda bu ismin tecellisiyle güven içinde hayatlarını sürdürürler. Bizlere Mü'min ismiyle tecelli edip, kalplerimizi korku ve endişelerden emin kılan ve bizi bu nimetten mahrum etmeyen, Rabbimize sonsuz şükürler olsun.
2. Kullarına iman nurunu vermesi ve onları mümin yapması
Allah Mü'mindir. Bu ismiyle kuluna tecelli ettiğinde kalbinde iman ışığını yakar. Allah’a iman eden her kul bu isme aynadır. Bu ismin tecellisiyle insan ateşe tapmaktan, puta tapmaktan, güneşe ve diğer fanilere kulluk etmekten kurtulur, sahibini, malikini sultanını tanır. Evet iman insanı insan eder, belki insanı sultan eder. İmanda binlerce mertebe vardır. Nasıl ki, güneşin ışığından bir su damlası ile bir denizin hissesi bir olmadığı gibi, Mü'min isminin Hz. Ebubekir-i sıddıktaki tecellisi ile bizlerdeki tecellisi elbette bir değildir. Bize düşen iman hakikatlerini çok tefekkür ile taklidi olan imanımızı tahkike çıkartmak ve bu ismin tecellisinden hissemizi ziyadeleştirmektir.
3. Allah’ın emin olması, sözünde sadık olup vaadinden dönmemesi
Allah Mü'mindir. Yani emindir, sözünde sadıktır. Vaadinden asla dönmez. Çünkü sözünde durmamak, vaadinden dönmek asla izzetine yakışmaz. İşte bu manada Allah, sözünden asla şüphe edilmeyendir. O halde madem Allah Mü'mindir, vaad ettiklerini yerine getirecektir ve madem günahkarlara cehennemi vaat ettiği gibi müminlere cenneti ve rızasını vaat etmiştir. O halde bize düşen; vaadine itimat ederek, ona hakkıyla kulluk etmektir.
4. Kullarının emin olup, sözlerinde sadık ve güvenilir olması
İnsanların emin olup sözlerinde güvenilir ve sadık olması da bu ismin bir tecellisidir. Bu isim bu mana ile azami mertebede Efendimiz (s.a.v) de tecelli etmiş, dost ve düşmanlarının ittifakıyla Muhammedü'l-Emin ismini almıştır. Bize düşen Cenab-ı Hakk'ın bu ismiyle ahlaklanıp sözünde ve özünde doğru ve emin bir mümin olmak ve şu hadisi kulağımıza küpe yapmaktır:
“Doğruluğa yapışın, ondan ayrılmayın. Zira doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete iletir... Kişi doğru söyledikçe ve doğruyu araştırdıkça Allah katında doğru yazılır. Yalandan kaçının, zira yalan kötülüğe götürür. Kötülük de cehenneme iletir. Kişi yalan söyledikçe ve yalan peşinde koştukça Allah katında yalancı yazılır.”
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt