-Esmani-
Kayıtlı Kullanıcı
FİL SURESİ
1 - Görmedin mi Rabb'in fil sahiplerine ne yaptı?
2 - Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
3 - Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.
4 - Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı.
5 - Ve onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.
HEPSİ HELÂK OLDULAR
Ebrehe, Mahmûdeye bindirdi ki birini
O, aslen mümin olup, gizlerdi kendisini.
Hem de Nukayl bin Lebîb diyorlardı ki ona.
Eğilip, şöyle dedi o filin kulağına:
(Dikkat et, Beytullahı yıkmaya gidiyorsun.
Sakın hücûm etme ki, yoksa helâk olursun.)
Sürdüler Mahmûde’yi sonra Kâbe yönüne.
Lâkin o yürümeyip, bakıyordu önüne.
Okşadılar gitmedi, vurdular kâr etmedi.
Önüne yem koydular, bir adım yürümedi.
Başka yöne sürdüler, gitti hem de koşarak.
Lâkin Kâbe yönüne gitmedi tek bir ayak.
Nukaylın o sözüne uymuş idi tâbii.
Sanki olduğu yere çakılmıştı mıh gibi.
Hiç böyle değillerdi halbuki diğer filler.
Lâkin Mahmûde’deydi o gün bütün ümitler.
İşte tam o sırada, deniz ötelerinden,
Garip bir Kuş sürüsü peydâh oldu ki birden,
O yerde, böyle kuşlar hiç de bulunmuyordu.
Her biri, gagasında birer Taş tutuyordu.
Taşlar, Nohuttan küçük, büyüktü Mercimekten.
Geldiler dalga dalga bir bilinmez cihetten.
Ebrehe ve ordusu, kaç kişiyse o zaman,
Kuşlar da o kadardı, değildi fazla, noksan.
Evvelâ Beytullahı tavâf eden o kuşlar,
Gelip, o askerlerin üzerinde durdular.
Attılar o taşları onların üzerine.
Bu vazîfeyi görüp, gittiler geri yine.
Her bir taş, bir askerin girerek kafasından,
Mermi gibi deler ve çıkardı ayağından.
Miğferli olsa bile, etmiyordu yine fark.
Her taş, vazîfesini yapıyordu muhakkak.
Velhâsıl Ebrehenin askerleri, filleri,
Yalnız Mahmûde hâriç, helâk oldu herbiri.
Ebrehe bunu görüp, kaçtı memleketine.
Ve yolda yakalandı bir Cüzzâm illetine.
Bir anda, her yerine yayılmıştı işbu dert.
Sonra memleketine vâsıl oldu nihâyet.
Ve lâkin Ebrehenin kahrına memur olan,
O Kuş da, başı üzre gelmiş idi havadan.
Vazîfesi gereği, o da attı taşını.
Deldi taş mermi gibi Ebrehenin başını.
Ayağından çıktı ve o dahî oldu helâk.
Hakka karşı duranın, sonu budur muhakkak.
Ebrehe askerine, müslümânlar geriden,
Bakıp, hiçbir hareket görmeyince birinden,
Dediler: (Öğrenelim vaziyeti bir gidip.)
Akıllı bir zât idi lâkin Abdülmuttalip.
Dedi ki: (Bekliyelim, belki de bu kâfirler,
Hareketsiz durmakla, hîle yapabilirler.
Ben sessizce yaklaşıp, göreyim hâllerini.
Şâyet geri dönmezsem, tâkip edin siz beni.)
Gidip şâhid oldu ki, cümlesi olmuş helâk.
Vermiş cezâlarını onların cenâbı Hak.
1 - Görmedin mi Rabb'in fil sahiplerine ne yaptı?
2 - Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
3 - Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.
4 - Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı.
5 - Ve onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.
HEPSİ HELÂK OLDULAR
Ebrehe, Mahmûdeye bindirdi ki birini
O, aslen mümin olup, gizlerdi kendisini.
Hem de Nukayl bin Lebîb diyorlardı ki ona.
Eğilip, şöyle dedi o filin kulağına:
(Dikkat et, Beytullahı yıkmaya gidiyorsun.
Sakın hücûm etme ki, yoksa helâk olursun.)
Sürdüler Mahmûde’yi sonra Kâbe yönüne.
Lâkin o yürümeyip, bakıyordu önüne.
Okşadılar gitmedi, vurdular kâr etmedi.
Önüne yem koydular, bir adım yürümedi.
Başka yöne sürdüler, gitti hem de koşarak.
Lâkin Kâbe yönüne gitmedi tek bir ayak.
Nukaylın o sözüne uymuş idi tâbii.
Sanki olduğu yere çakılmıştı mıh gibi.
Hiç böyle değillerdi halbuki diğer filler.
Lâkin Mahmûde’deydi o gün bütün ümitler.
İşte tam o sırada, deniz ötelerinden,
Garip bir Kuş sürüsü peydâh oldu ki birden,
O yerde, böyle kuşlar hiç de bulunmuyordu.
Her biri, gagasında birer Taş tutuyordu.
Taşlar, Nohuttan küçük, büyüktü Mercimekten.
Geldiler dalga dalga bir bilinmez cihetten.
Ebrehe ve ordusu, kaç kişiyse o zaman,
Kuşlar da o kadardı, değildi fazla, noksan.
Evvelâ Beytullahı tavâf eden o kuşlar,
Gelip, o askerlerin üzerinde durdular.
Attılar o taşları onların üzerine.
Bu vazîfeyi görüp, gittiler geri yine.
Her bir taş, bir askerin girerek kafasından,
Mermi gibi deler ve çıkardı ayağından.
Miğferli olsa bile, etmiyordu yine fark.
Her taş, vazîfesini yapıyordu muhakkak.
Velhâsıl Ebrehenin askerleri, filleri,
Yalnız Mahmûde hâriç, helâk oldu herbiri.
Ebrehe bunu görüp, kaçtı memleketine.
Ve yolda yakalandı bir Cüzzâm illetine.
Bir anda, her yerine yayılmıştı işbu dert.
Sonra memleketine vâsıl oldu nihâyet.
Ve lâkin Ebrehenin kahrına memur olan,
O Kuş da, başı üzre gelmiş idi havadan.
Vazîfesi gereği, o da attı taşını.
Deldi taş mermi gibi Ebrehenin başını.
Ayağından çıktı ve o dahî oldu helâk.
Hakka karşı duranın, sonu budur muhakkak.
Ebrehe askerine, müslümânlar geriden,
Bakıp, hiçbir hareket görmeyince birinden,
Dediler: (Öğrenelim vaziyeti bir gidip.)
Akıllı bir zât idi lâkin Abdülmuttalip.
Dedi ki: (Bekliyelim, belki de bu kâfirler,
Hareketsiz durmakla, hîle yapabilirler.
Ben sessizce yaklaşıp, göreyim hâllerini.
Şâyet geri dönmezsem, tâkip edin siz beni.)
Gidip şâhid oldu ki, cümlesi olmuş helâk.
Vermiş cezâlarını onların cenâbı Hak.