Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

büyüklerimiz...FOTOĞRAF TOPLU HALDE... (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF

Muhammed Hikmet Tuzkaya Hoca Efendi, Tarîkat Âdâbı kitabında yazıyor ki:

"Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:

"Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik" (Mâide Sûresi, Ayet 48)

Fahri Râzi tefsiri Kebîrinde “Şir’adan murad şeriattır. Minhac’dan maksat nurlu bir yoldur; o da Tarikattır”der.

Şah-ı Nakşibend (k.s) buyuruyor ki: “Tarikat ve hakikat, şeriat’ın hadimleridir.”

Tarikatın birinci şartı: Kalbi Allah’tan gayrisinden tamamen temizlemektir.

İkincisi: Namazda tahrîme makamına kaim; mecrasına cari olan kalbin zikrullah ile istiğrakıdır.

Üçüncüsü: Cenab-ı Hakk’ın muhabbetinde tamamen fâni olmakdır.

Dördüncüsü: Zaruret olmadıkça konuşmamaktır. Zîrâ Afât-ı lisan pek çoktur; gıybet, nemîme, hümeze, lümeze, kizib, iftirâ, istihzâ gibi."

***

İmam-ı Gazalî rahimahullah hazretleri buyururlar ki: “Ulûm-ü Zahirenin tahsilinden sonra tarik-i sofiyye’ye ikbal eyledim. Tariki ilahiyyeye sâlik olanlar ancak sofiyyedir”.

Sofiyye’nin sîretleri ve tarikleri ahsen, ahlâkları güzel ahlâkdır. Eğer farazâ, bilcümle, ukalâ, hükemâ ve ulemâ ittifak ederek, ehl-i tarîkin sîret ve ahlâklarını tebdile uğraşsalar, asla ona muvaffak olamazlar. Zira, sofiyyenin bütün harekat ve sekenâtı, zahiren ve batınen mişkâtı nübüvvet nurundan alınmıştır. Yeryüzünde nübüvvet nurunun ötesinde bir nur yoktur ki, o nur ile ziyâlanmasın.

***

Şeyh Ebü’l Mevâhib Muhammed Şâzelî rehimehullah buyurdu ki, “Bir kimse sofiyye’nin adâbı ile teeddüb etmezse (terbiye olmazsa) edîb (güzel ahlaklı) olamaz.

***

Şeyhül İslâm Zekeriyya (k. s) Şerh-i Münferice’de beyan eder ki: “Ulema, ‘muhalefeti nefs’ (nefsinin arzularıyla cihad) ilmin başı demişlerdir.

Şeyh Abdülkadir Cebeli (k. s) de: “Efdal-û â’mal (en makbul ibadet), nefsine ve arzuya muhalefetdir ve masivadan ırâz (kaçınma) ile beraber Allah-ü Teala Hazretlerine Teveccühün devamıdır” buyurdular.

***

Şeyh İbrahim Ed-Dussûki (k. s) buyurdular ki:

Bizim sözlerimizle ittihaz etmeyen (saymayan, tutmayan) bize yaklaşmasın ve bizi levm etmesin (kınamasın), tarika fenalık etmesin, yaptığını ihlas ile yapsın ki halas ola. Tarikımızı zem edip (kötüleyip) bulandırmasın. İyi bilin ki bu emirler benim değildir. Rabbimizin emirleridir. Eğer ahdinizi bozarsanız, bu ahd Allah’ın ahdidir. Bizim size ihtiyacımız yoktur.

***

Ebu Abdullah ibn-i Menazil rahimehullah: “Eğer bir kulun kendisinden riyasız, şeksiz (şüphesiz) bir nefes “Allah” lafz-ı sahih olduysa, dehrin âhirine kadar (dünyanın sonuna kadar) o kula yeter” buyurdu.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
EHLİ TASAVVUF'TAN - ALLAH İLE KULUN ARASINA GİRMEK

Birçok insana, "gel bir mürşide bağlan, tevbe et, tasavvuf terbiyesine gir, insan tek başına terbiye olmaz, yalnız olarak din güzel yaşanmaz" dendiği zaman, hemen şu sözle karşılık verirler: “Allah ile kul arasına kimse giremez!”

Bu söz, söyleniş amacına göre farklı sonuçlar doğurur.

Tasavvufa itiraz edenlerin çoğu, tasavvuf yoluna girenlerin Allah ile aralarına çeşitli kimseleri koyduğunu, bir mürşide bağlanmakla şirk tehlikesine düştüklerini, kendilerinin ise böyle bir tehlikeden uzak olduklarını anlatmaya çalışırlar. Acaba işin gerçeği böyle midir?

"Allah ile kul arasına kimse giremez” sözünün geçek manası bilinmez ve yerinde kullanılmazsa fitne olur. Fayda değil, zarar verir. Bu zarar imana dokunur, dini zedeler, din kardeşliğini sarsar, cemaat ruhunu öldürür, edebi ortadan kaldırır.

Bu söz, söyleniş niyetine göre farklı sonuçlar doğurur. Eğer “ben Allah’a kullukta önümde kimseyi istemem, peygamber, kitap, alim, mürşid tanımam, istediğim gibi kulluk yaparım, keyfimce ibadet ederim” manasında söyleniyorsa, söyleyeni dinden çıkarır. Daha doğrusu böyle düşünen kimse küfür, isyan ve gaflet içinde kalmış demektir. O hak dine girmemiştir ki, çıkmış olsun.

Eğer, “ben Allah’a giden yolda Allah’ın Peygamberi ve Kitabı ile yetinirim, onlar ne diyorsa onu yaparım, başka kimseyi kabul etmem, alimlere bakmam, velilere bağlanmam, mezhepler beni ilgilendirmez, dini kendi anladığım gibi yaşarım” manasında söylenmişse, insanı sorumlu eder, işini zorlaştırır, sonu tehlikelidir. Çünkü arada alimler olmadan kendi başına dinin öğrenilmesi, anlaşılması ve yaşanması nasıl mümkün olacaktır?

Kur’an ve Sünnet, Allah rızası için hak yolda cemaat olmayı, cemaatın başındaki imama itaat etmeyi, topluca Allah’ın ipine sarılmayı, hep birlikte tevbe etmeyi, bilmediklerimizi alimlere sormayı, takva ve iyilikte yardımlaşmayı, bunun için Allah’ın sadık kulları ile beraber olmayı açıkça emretmektedir. Dinin hükmü bu iken, bir mümin hangi delil ve mantıkla bana bunlar gerekmez diyebilir? Dese bile bunun Allah katında ne kıymeti olabilir?

Eğer bu söz, “Allah benim her halimi görüyor, biliyor, sözümü işitiyor, niyazımı dinliyor. Ben namazda, secdede, zikirde, duada ve tevbede kalbimi Rabbim’e bağlarım, gönlüme kimseyi koymam, kimseden bir şey beklemem. Benim korkum, sevgim, niyetim, hedefim sadece Allah’tır” manasında söyleniyorsa, ne güzel! Doğrusu budur, böyle olması lazımdır. Zaten bütün peygamberler kalbi dünyadan çekip Allah’a bağlamak için gelmişlerdir. Onlara vâris olan alimlerin ve kâmil mürşidlerin işi de budur. Buna ‘Allah adamı’ olmak denir. Kalbin bütün varlıklardan çekilip sadece Yüce Allah’a bağlanması kolayca elde edilecek bir nimet değildir. O tam bir hürriyyet halidir ki arifler o hali elde etmek için nefisleri ile bir ömür mücadele vermişlerdir.


(Dr. Dilaver Selvi'den)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - MÜRŞİD BULMAK İÇİN SEYAHAT

Büyük veli İmam Kuşeyri (k.s), mürşidin gerekliliği hakkında şöyle diyor:

Hakkı arayan kimse, bulunduğu yerde kendisini irşat edecek bir kimse bulamadığı zaman, irşatla görevli zamanının mürşidine gitmeli, onun bulunduğu yere hicret etmeli; yanında kalmalı, terbiye olup kendisine izin verilene kadar kapsından ayrılmamalıdır.

13 Kuşeyri, Risale, II, 742.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - BÜYÜK İMAMLAR NE DEDİ, TASAVVUFA NASIL YAKLAŞTI?

İmam Malik Rh.A.:

Kim tasavvufun öğrettiği ahlâk ve manevi hal ilmiyle yetinip fıkıh öğrenmezse, dinden çıkacak işler yapar, zındık olur. Kim de fıkıhla yetinir, ahlâk ve manevi halleri öğreten tasavvuf ilmini öğrenmezse büyük günahları işler, fasık olur. Her iki ilmi öğrenen kimse gerçek bir müslüman olur.” (Aliyyu’l-Kâri, Şerhu Ayni’l-İlim)

Bu manada İmam Şafii Rh.A. bir hikmet pınarı olan şiirinde şöyle der:

Hem fakih, hem sufi ol, sakın birisiyle yetinme.
Bu sana hak için bir nasihattir dostum, incinme.
Sade fakihin kalbi katı olur, tadamaz takvayı,
Öbürü de cahil kalır, nasıl yapar ıslahı.
” (Muhammed Afif, Divan-ı Şafii)

İmam Malik Rh.A. der ki:

İnsan kendi nefsine hayır veremezse, insanlara da hayır veremez.” (Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya)

Hanefi mezhebinin imamı İmam-ı Azam Rh.A., her iki ilmi bünyesinde toplamış kâmil bir insandı. İlim ve takvasıyla herkese örnek olmuştu. Devrindeki tasavvuf büyükleri ondan ilim ve feyz almışlardı. Meşhur velilerden Davud et-Taî K.S., ilim ve tasavvuf terbiyesi aldığı hocalarını sayarken İmam-ı Azam’ı zikreder. Hanefi fakihlerinden İbnu Abidin Rh.A., İmam-ı Azam için şu değerlendirmeleri kaydeder;

O, bu meydanın yiğitlerindendi. Vera, takva, edep, zikir ve fikirde zirvedeydi. Kendi zamandaki herkes onu ilim gibi takvada da imam görüyorlardı.” (Reddu’l-Muhtar)

Velilerden Davud et-Taî K.S.’yi zühd ve tasavvuf yoluna sevk eden İmam-ı Azam’dır. Davud et-Taî, İmam-ı Azam’ın ilim meclisine devam ederdi. (Kuşeyrî, Risale)

İmam Şafii Rh.A., ilminin ve halinin yüceliğine rağmen sufilerle otururdu. Kendisine:

- Şunların meclis ve sohbetinden ne fayda gördün? diye sorulunca, İmam şu cevabı verdi:

- Onların en fazla şu sözlerinden istifade ettim: “Vakit bir kılıçtır. Sen onu kesmezsen, o seni keser. Yani sen vakitten istifade etmezsen, o senin ömründen bir parça kesip atar. Sen nefsini hayırlarla meşgul etmezsen, o seni kötülüklerle meşgul eder.” (Sülemî, Tabakatu’s-Sufiyye)

Aynı şekilde, İmam Ahmed b. Hanbel Rh.A. de sufî Ebu Hamza el-Bağdadî K.S. ile oturup kalkar, marifet meselelerinde bir zorlukla karşılaştığında, “ya sufi, bu konuda ne diyorsunuz?” diye ona sorardı.

İmam Ahmed b. Hanbel, önceleri pek tanımadığı için ilgilenmediği hatta bazen tenkit ettiği sufileri yakından tanıyınca, etrafındakileri sufilerle oturmaya teşvik etmeye bağladı. Şöyle derdi: “Onlar bildikleriyle amel ederek bize üstünlük sağladılar.” (Şaranî, Envaru’l-Kudsiyye)

Yine İmam Ahmed b. Hanbel Rh.A. sık sık Bişr-i Hafi K.S.’nin meclisinde bulunurdu. Tam manası ile ona bağlanmıştı. Bir defasında talebeleri kendisine:

- Sen hadis ve fıkıh alimi bir müctehitsin, birçok ilimde bir benzerin daha yok. Buna rağmen, niçin böyle hali-ahvali basit bir insanın yanına gidip geliyorsun, bu sana yakışır mı? dediklerinde, İmam:

- Evet, şu saymış olduğunuz ilimlerin hepsini ben ondan daha iyi bilirim, ama o da yücelerden yüce Allah’ı benden daha iyi tanıyor, diye cevap verdi. (Feridüddin-i Attar, Tezkiratu’l-Evliya)

İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasına: “Maruf el-Kerhi’nin yanına hadis almak için mi gidiyorsun?” Diye sorunca, İmam Ahmed b. Hanbel:

- Hayır, hadis almak için gitmiyorum. Fakat işin başı olan Allah korkusu ve marifetullah ondadır. İstifade etmek için gidiyorum, cevabını verdi. (Ebu talib El-Mekkî, Kûtu’l-Kulub)

Tabiun’un büyük müctehitlerinden Süfyan es-Sevrî K.S.: “Eğer sufi Ebu Haşim’i tanımasaydım, kalple ilgili halleri ve riyanın inceliklerini bilemezdim.” der. (Sühreverdî, Avarif)

Hüccetü’l-İslâm İmam Gazali Rh.A. de şöyle der:

“Kesinlikle anladım ki bütün halleriyle Allah yolunu tutmuş kimseler ancak sufilerdir. Onların tutumları en güzel tutum, yolları en doğru yol ve ahlâkları en temiz ahlâktır. Daha dorusu, bütün akıllıların aklı, tüm hakimlerin hikmeti ve dinin inceliğini kavramış alimlerin bilgisi bir araya gelse ve onların hal ve ahlâklarını daha iyisi ile değiştirmek isteseler, buna güçleri yetmez. Çünkü, gerçek sufiler dini en mükemmel şekliyle yaşamaktadır. Onların zahirî ve batınî bütün hal ve hareketleri peygamberlik nurundan alınmadır. Bilindiği gibi yeryüzünde nübüvvet nurundan başka aydınlanacak başka bir nur da yoktur.”

Tasavvuf yolu hakkında ne denebilir ki? Bu yolun ilk şartı manevi temizlik ve kalbi Allah’tan başka bütün şeylerden arındırmaktır. Bu yolun esası, kalbi tamamen Allah’ı zikretmeye adamaktır. Sonu ise O’nun irade ve rızasında fani olmaktır.

Bu öyle bir haldir ki, usulünce yoluna girenler bizzat tadarak öğrenirler. Onu bizzat tadarak, yaşayarak öğrenemeyenler, bu yolu kat etmiş sufilerle sık sık beraber oldukları takdirde, tecrübeyle ve işiterek bu halin varlığına kesin olarak inanır, yaşanan manevi haller sayesinde onu iyice anlarlar, Sufilerle düşüp kalkanlar, onların sohbetlerine katılanlar, onlardan bu imanı ve irfanı elde edebilirler. Çünkü sufiler öyle kimselerdir ki, onlarla oturan şaki (rahmetten mahrum) olmaz.” (el-Munkiz mine’d-Dalâl)

Sultanu’l-ulema Şeyh İzzuddin b. Abdüsselam Rh.A. de şöyle der: “Ben gerçek İslâm’ı ancak Şeyh Ebu’l-Hasen eş-Şazelî’ye intisaptan sonra anladım.” (Şaranî, Letaifu’l-Minen)

Son olarak büyük fakih ve arif İmam Şaranî Rh.A.’i dinleyelim:

İslâm’ın ilk asırlarında manevi ve kalbî hastalıklar çok az olduğu için, insanlar bir kâmil mürşide ihtiyaç duymuyorlardı. Onlar bildikleri ile amel ediyor, bir bütün olarak takva ve edebi koruyorlardı. O nesil gidip de ortalığı manevi hastalıklar kaplayınca, cahiller bir tarafa, alimler bile amelden geri kaldılar. Bu nedenle bildiği ile amel edebilmesi için, alimlerin bir kâmil mürşide intisapları zaruri oldu.” (Envaru’l-Kudsiyye)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - TASAVVUF NE ZAMAN DOĞDU?

Seyyid Muhammed Gamari (ks) Hazretlerine,

"Tasavvuf vahy-i semavî midir?" diye tasavvufun kaynağı ve özü hakkında bir soru sorduklarında, şöyle cevap vermişlerdir:

"Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e vahy-i semâvî nazil olduğu vakit, tarikat da onunla beraber, esas olarak kurulmuştur. Çünkü tasavvuf, şüphesiz ihsan makamıdır."
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - MUHABBETULLAH, GÖNÜLE GİRMEK VE MİR'AC

Abdulkadir Geylani Hazretleri Risale-i Gavsiye'de buyurur ki:

Rabbim buyurdu ki:

" ... Muhabbet (gönülden gelen sevgi) daima iki taraflıdır; sevgi, sevenle sevilen arasındadır. Seven, sevgiyi aşıp fenâ bulunca sevgilisine kavuşur. "

" ... Benim, Nebî ve Resullerden başka öyle kullarım var ki onların ahvaline dünya ve ahiret ehlinden hiç bir kimse muttali olamaz; hatta ne cennet, ne de cehennem ehlinden bir kimse, ne cennet bekçisi Rıdvan, ne de cehennem bekçisi Mâlik onların ahvalini bilebilirler. Ben onları ne cennet, ne de cehennem ehli kıldım. Ne sevap ehli, ne de azab ehli eyledim; ne hûri için, ne de gılman için onlara bu imkanı verdim. Tanımasalar bile onlara gönülden inanan kimselere müjdeler olsun! ... Onların şu dünyada alametleri şudur: Bedenleri az yemek ve az içmekten eriyip gitmiştir. Nefisleri şehvetlerden geri kalmış, yanmıştır. Gönülleri hatıralardan paklanmıştır. ... Onlar Bekâ Yârânı’dır, Allah dostlarıdır. "

" ... Bana bakmak istediğin zaman, içinde Benden başkası bulunmayan bir gönül seç!"

" ... Mi’rac, Benden başka her şeyden sıyrılıp yükselmektir. Böyle bir mi’racın kemâli yükselme ve huzurda sağa - sola iltifat etmemektedir. "
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - TASAVVUF SÜNNET-İ MÜEKKEDEDİR

Osman Nuri TOPBAŞ Efendi Hazretleri buyuruyorlar ki:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hayatın her sahasında üsve-i hasene olduğu gibi, insanları terbiye ve tezkiye etme konusunda da en güzel bir örnektir. Onun, peygamber olarak pek çok vazîfe ve salâhiyeti bulunmaktadır. Ancak bunlar içerisinde Cenâb-ı Hakkın, Ona verdiği şu dört vazife temâyüz etmekte ve daha da ehemmiyet kazanmaktadır:

1. İlâhî vahyi almak. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Allâh Teâlânın, ekseriyetle Cebrâil -aleyhisselâm- vâsıtasıyla gönderdiği ilâhî kelâmına mazhar olmuştur. Cenâb-ı Hakk'ın dileyip lutfetmesiyle vâkî olan bu vahye muhâtab olma keyfiyeti, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellemin dâr-ı bekâya irtihâliyle nihâyete ermiştir.

2. Kurân-ı Kerîmle nâzil olan ahkâm ve hakîkatleri, hadis-i şerîflerde ve Siyer-i Nebîde vârid olduğu üzere şerh ve îzah etmek. Rasûlullâhın bu ilmî salâhiyeti (otoritesi) müçtehidler tarafından devâm ettirilmiştir. İlâhî ahkâmın şerh ve îzâhı, beşerî hayâtın yeni îcâp ve ihtiyaçları karşısında ictihad adı altında devâm edip gitmektedir. Ehli bulunmadığı durumlarda bu keyfiyet, bâzan rafa kalkmış gibi görünse de, ona âit lüzûm ve zarûret hep bâkî kalmıştır. Bu vazîfe, ictihad makâmına erişen âlimlere âittir.

3. Dînin emir ve nehiylerini müessese ve nizâm hâlinde tatbîk eden ve canlı tutan dârî otoriteye sâhip olmak. Bu da halîfeler (ulül-emr) tarafından devralınıp devâm ettirilmiştir.

4. Ruhlarda tasarruf etmek sûretiyle insanların iç âlemini tezkiye edip düzeltmek. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimize âit olan vahyi nakletme dışındaki bütün vazifelerin O'nu tâkip edenler tarafından bir şekilde devam ettirilmesi nasıl matlûb ve mecbûrî ise, O'nun, insanların iç âlemini tezkiye edip düzeltme vazifesinin de nihâyete ermemesi ve bunun meşâyıh tarafından kıyâmete kadar devam ettirilmesi aynı şekilde matlûb ve mecburîdir. Çünkü müminlerin sâdece zâhirinin değil, bâtınının da temizlenmesi, ancak ve ancak bu sûretle mümkün olabilmektedir. İşte tasavvufî usûl ve esasların ana menşei, rûhu Kur'ân ve hadislerde mevcûd olan bu nebevî faâliyetin her zaman ve mekânda temâdîsinden ibârettir. Meşâyıh zümresi ve onların kesintisiz devâm etme gerçeğinin kaynağı, bu îcâb ve ihtiyaçtır.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
MÜRŞİD-İ KAMİLİN ALAMETLERİ

İnsanların mertebece en mükemmelleri peygamberlerdir. Peygamberlik yani
nübüvvet ve risaletin kapısı kapanmıştır, lakin mirascıları devam etmektedir. Ulemadan irşada kabiliyeti olan yani veli-i mürşid, Peygamber’ in zamanından itibaren kıyamete kadar devam edecekler.

Demek irşad ve velayet kapısı kapanmayacaktır. Bunun kapanması, dinin ortadan kaldırılması demektir.

Allah Teala bir kulunu hidayet etmek murad ettiğinde onu veli-i mürşide sevk eder. Kalbi samimiyet ve ihlas şartıyla, eli veli-i mürşidin eli içindeyken tevbe etmesiyle hidayete erer. Bu da hidayet için Adetullah’tan biridir. Hidayet ettiği vakitte veli-i mürşide sevk eder; dalalete sevk etmek murad ettiğinde de, veli-i mürşidi ondan uzaklaştırır.Nitekim El-Kehf süresinin,

“...Allah kimi hidayete erdirirse, işte o hakikaten (sırat-ı müstakime)
ulaşmıştır. Kimi de sapıklığa sevk ederse, artık elbette onun için de (irşad
edecek) bir veli-i mürşidi bulamazsın.” Mealindeki 17’nci ayetinde veli-i
mürşide işaret edilmiştir.İbrahim Hakkı konuyu buraya getirerek şöyle dedi:

Keramat-ı veli hakdır nebisi mu’cizatıdır
Keser az müddet içre çok mesafe Evliyaullah

Allah Teala’ nın sevdiği kulunun kerametleri hakdır. Ve onun kerametleri nebisinin mucizeleridir. Az bir müddette çok mesafeyi evliyaullah geçer.

Veli, ismi fail manasındaysa, Allah’ ı seven ve Allah Teala’ nın da
ondan hoşnut olduğu; ismi mef’ ul manasındaysa, Allah Teala’nın kendisine
yardımcı olması manasındadır. Her iki itibarla veli iki kısımdır. Birincisi,
nebilerin nübüvvet makamlarına mirasçı olup bilfiil irşadda bulunmayan
zevattır. İkincisi, rasullerin risalet makamına mirasçı olandır. İşte buna
veli-i mürşid denilir. Bu makamda olanlara veli-i mürşid denildiği gibi,
“Sıddikun” da denilir. Fakat Hikem-i Ataiyye’ de tasrih olduğu üzere, veli-i
mürşidi tanımak, Allah Teala’yı tanımaktan zordur. Zira Allah Teala’ nın
varlığını, birliğini, kudretini göstermeyen hiçbir zerre yoktur. Veliyi
gösteren hiçbir delil yoktur. Onun için veli-i mürşidi tanımak daha
zordur... Evet, veli-i mürşidi tanıyan mutlaka hidayete erer.

Beyazıd Bestami kaddesallahu sırrahussami’ nin birgün: “Beni gören
mutlaka ahirette Allah Teala’ yı görecek ve hidayete erecektir.”demesi
üzerine, ulemai su’ dan biri: “Bu çok ifratlı bir sözdür. Çünkü Ebu Cehil
Peygamber’i gördü; ne hidayete erdi, ne de ahirette Allah Teala’ nın Zat-ı
Şerif’ ini görecek.” Demiş; Beyazıd kendisine şu cevabı vermiştir: “Hayır,
öyle değildir. Ebu Cehil Peygamber’ i, Ebu Talib’ in yetimi Muhammed bin
Abdullah olarak gördüğünden, kemalatından mahrum oldu. Lakabı Ebu-l-Hikme
iken Ebu Cehil oldu. Fakat arkadaşı olan Hazret-i Ömer Radıyallahu
Anh, Peygamber Sallalahu Aleyhi ve Sellem’ i Muhammed Rasulullah olarak
gördü. Dolayısıyla hidayete erdi ve Onun ikinci sırdaşı oldu. Binaenaleyh
Peygamber’ i dahi bir beşer olarak görmek, hidayetten ulaştırmaya vesile
olur. Görülmez mi, El-Araf suresinin: “...(Habibim) onları Sana bakar
görürsün.Halbuki onlar (Allah’ ın elçisi) olarak Seni görmezler.” Mealindeki
198’nci ayetinde bu beyan edilmiştir.”

Evet böylece mü’minler aşağıda sıralayacağımız evsafa haiz veli-i
mürşidi, mürşid olarak görürlerse ve sayesi altına girerlerse Allah Teala’
nın izniyle hidayete ererler.Zira Allah Teala onları, hidayete erdirmek için
vesile kılmıştır. Evet veli-i mürşid...

Allah Teala kuluna hidayeti dilediği zaman, ona tevfiki de ihsan eder.

Tevfik, Allah Teala’ nın kuluna verdiği kuvvetle, onu razı gördüğü ahlak
ve taate sevk etmesidir. Kulun buna talib olması, saadetidir; reddetmesi de
şekavettir.

Hidayet, Allah Teala’ nın kuluna herhangi bir vesile ile hayr yolunu
tarif etmesi, hayrı işlemek imkanını kalbine atmasıdır.Kulun bunu kabul
etmesi saadet, reddetmesi dalalettir.

Kulun Allah Teala’ dan kendisine verilen tevfik ve hidayeti kabul etmesi
rüşd; reddetmesine gayy denilir.

Tevfik ve hidayette, mürşide ihtiyac yoktur. Amma kulun bunları kabul
etmesinde veli-i mürşid şarttır.

Veli-i mürşid, özü, sözü ve hareketi birleşmiş; iman, İslam ve ihsan
makamlarına kavuşmuş sadık bir beşerdir. Allah Teala, böyle olan sadıklarla
beraber olmamızı emretmiş; Et-Tevbe 119’uncu ayette:
“Ey iman edenler Allah’ tan korkun.Ve Sadıklarla beraber olun.”
buyurmuştur. Evet bu emr, vücübu ifade etmektedir. Sadıkların da evsafı her ne
kadar, El-Bakara suresinin 177’nci ayetinde beyan edildiyse de yine de
ayet-i kerimeyi gözönüne getirip veli-i mürşidi tanımak ve beraberinde olmak
için gayreti harcamamız lazımdır.O ayette imandan sonra, sadıktırlar,
emindirler, yakin üzerindedirler, namaz kılarlar, zekatın dışında infak
ederler, takva sahibidirler, halkın eziyetine tahammül etmekte, günahları
terk etmekte ve emrleri yerine getirmekte sabredicidirler, ahidlere
vefalıdırlar, zekat verirler, Allah yokunda cihad ederler diye on vasıfları
beyan edilmiştir. Fakat bununla beraber mutemed kitablardan vasıflarını,
alametlerini bilelim:

1-Müridin ihtiyacını giderecek derecede fıkıh ilmine; itirazcıların
şübhelerini izale edecek derecede de akaid ilimlerine yetkili olmasıdır. Aksi
takdirde, ifsad edeceği ıslah edeceğinden fazla olur.

2- Kalbi ilimlerin inceliklerine ve nefsin afatlarına, ruhi hastalıklara
vakıf olmasıdır.Aksi takdirde kendisine olan ruhi hastalık müridlerine
akseder.

3- Müslümanlara umumen, müridlerine hususen rahm ve şefkat sahibi
olmasıdır.Onlardan zayıfları gördüğü vakitte, rıfk u mülayemetle nasihat
etmesi gerekir.Hatta keşfen alınlarında şaki olduklarını görse dahi yine de
şefkat etmesi gerekir.

4- Hiçbir müridinin ayıbını diğerine bildirmemesidir. Şayed birini irşad
etmek için bir şey söylerse, tenhada söylemesidir

5- Müridlerinin mallarını almaktan sakınması ve onların elindeki
menfaatlere göz dikmemesidir.

6- Emr-i ma’ ruf ve nehy-i anilmünkeri tebliğ etmede kusur
etmemesidir. Yakınına ve uzağına, çekinmeden usanmadan ma’ rufu tebliğ
etmesi, yasaklardan vazgeçirmeye çalışması cihad olduğu gibi, irşadıdır. Bu
vazife de ne kadar mükemmel olursa, o kadar veli-i mürşiddir.

7- İhtiyaçtan fazla müridlerinin yanında oturmamasıdır. Oturduğu vakitte
tedrisatı, adab ve erkanı, şeriat ve tarikati bildirmesi gerekir.

8- Nefsinin hevasına kapılmama, güldürmekten sakınması, başı boş söz
söylememesidir.

9- Kendisine hürmet etmeyen kimseyi tahkir etmemesi; ve hürmetini kimseye
emretmemesi, şöyleki, normal bir avam tabakası gibi görünmesidir.Bununla
beraber vakarını koruması ve fazlaca, yani kıymetini düşürecek derecede
hareket etmemesi gerekir.

10- Kabiliyetli ve azameti kalblerinde yerleşmiş müridlerine tenhada özel
muamelede bulunmasıdır.

11-Bir müridinin kalbinden kendisinin düştüğünü gördüğü takdirde, öfkeli
ve gazab suretinde onu kovmamasıdır. Böyle birisini kovmak istediğinde,
zahiri iltifatını kesmesidir.

12- Halini ıslah ve faydalanmak için gelenlere iltifat etmesi ve hiçbir an
irşad etmekten gafil kalmamasıdır.

13- Müridlerinden biri kendisine bir keşfini yahud rüyasını yahud
müşahedelerini anlattığı zaman onu güzel dinlemesi ve fakat şu kemale erdin;
yahud da bu kemalattan mahrum oldun; yahud keşif ve rüyan şeytanidir veya
rahmanidir dememesidir. Zahiri telkinle, uygun gördüğü şeriat emrini
bildirmesi kafi gelir. Her halukarda bu hususta müridlerini ümidsizliğe
düşürmemesi ve mağruriyete de kapılmamalarını temin etmesi lazımdır.

14-Müridlerinin varidatlarını, keşif ve kerametlerini, rüya ve
müşahedelerini, ıhvanına yahud ıhvanından başkasına söylemelerini
engellemelidir. Has olan müridlerinin başka bir şeyhle sohbet etmesini de
engelleyebilir. Fakat bu umumi değildir.

15- Yalnız kalabileceği bir yeri; ve müridleriyle olabileceği bir yeri
yeri temin etmesidir.

16- Müridlerini, hareketleri, ibadetleri, yeme ve içmelerinden haberdar
etmemesidir. Şayed müridlerinden biri kendisini takib ederse, onu azarlaması
lazımdır.

17- Müridlerinin aşırı yeme ve içmeye dalmalarını men etmesidir.

18- Sevgisi, teslimi ve ihlas kalbinde yerleşmiş müridinin, başka kamil
bir şeyhle sohbetini men etmesidir. Şayed onun sohbetinden zarar görmezse
serbest bırakmalıdır. ekmel-ul-ulema diyor ki: “Bizim zamanımızda meşayıhın
bunu tatbik etmesi doğru değildir . Çünkü zamanımızda bu menhiyat daha büyük
zarar getirir.”

19- Umera ve hukemenın meclislerinden sakınmasıdır. Onlar yanına
geldiklerinde hürmette kusur etmemelidir. Özellikle fasık olan hükema ve
umeranın yanlarına gidenin irşadı zayıftır.

20-Tebliğ ve irşadda yumuşak olmasıdır.

21-Müridlerinden biri onu davet ettiğinde, menhiyat olmadığı takdirde
icabet etmesidir. İcabet edemediği yerlerde mazereti beyan etmeli ve iffetini
korumalıdır.

22-Müridlerin meclisinde sükunetle oturmasıdır. Onların yanında ayağını
uzatmamalıdır. Yumuşak sesle onlara sohbet etmelidir. Şöyleki kendisine taklid
edenlerden her biri numune olabilsin.

23-Müridlerinden biri ziyaretine geldiğinde, ona yüzünü ekşitmemesi;
ayrıldığında ona dua etmesidir. Kendisi müridini ziyaret ettiğinde, en güzel
hal üzere olmasıdır.

24- Dara düşen müridlerini sorması; ayrılan müridlerin neden ayrıldığını
araştırması; elinden geldiği kadar müridinin ihtiyacını gidermesi; müridine
yardım etmekten aciz kaldığında ona dua etmesidir.

25-Kamil bir şeyhten seyr-i süluku tamamlaması ve icaze
almasıdır. İcazesiz posta oturanın dostu şeytandır.

26- Fakir ve zenginler arasında fark etmemesidir.

27- Süslü püslü elbiseleri talep etmemesi; ve pek yırtık da giymemesi;
izzet ve şerefini giyiminde saklamasıdır.

28- Beka makamına geçmemiş ise, kendi rabıtasını men etmesi vacibtir.

29- Benlikten sakınmasıdır.

30- Müridlerin zekatını kabul etmemesidir. Meğer çok fakir veya miskin
olsa, o zaman en emin müridlerinden alması caizdir.

31- Filan yerde filan kimse, bana şu kadar bağışta bulundu veya hürmet
etti gibi sözleri asla ağzına almamasıdır. Çünkü böyle söylemek
dilenciliktir.

32- Evladlarının istikbali için mal, mülk hazırlamamasıdır. Çünkü onların
rızkı Allah’ a aiddir. Şayet Cenab-ı Hakk Rezzak ismiyle ona tecelli edip
zengin kılarsa, tabii ki çoluk çocuklarının haklarını düşünmelidir.

33- Müslümanların türbelerini ücretsiz ziyaret etmesidir.

34- Ehli şeriatin ehli tasavvufa yaptıkları itirazlara teslim
olmasıdır. Mesela şeriatte bilgin bir hukukçu dese ki, zamanımızda ehli irşad
yoktur; onun itikadına iştirak edip evet demesi lazımdır; ta ki inkarı
ziyade olmasın. Yani münkirini daha daha inkara sokmamalıdır.

35- Kendisine muasır meşayıhları hiçbir zaman tenkid etmemesidir.

36- Kendisine talib olmayanlara, kalblerini celbemek için telkinde
bulunmamasıdır. Bilhusus sahibli müridlere dikkat etmek gerekir.

37- Duayı taleb edenlere dua için acele etmemesi; sonra eğer istikamete
arzusu varsa dua etmesidir.

38- Misafirlerine bizzat hizmet etmesidir.

39- Kendisine ve yahud müridlerine nasihatte bulunanlara diliyle ve yahud
mektubla teşekkürünü bildirmesidir. Zira bu kamilin alametidir.

40- Şer’ i maslahatın dışında cemaatlere gitmemesidir; namaz cemaati
müstesna. Ne kadar kamil olursa olsun namazı cemaatle kılmayı terk edemez.

41- Kendisinden ikrah edeni haklı görmesidir. Tasfiye-i nefsin
alametlerinden birisi de budur.

Şeyhin bundan başka yüz kadar alameti vardır. Ancak biz bu kadarla iktifa
ettik. Kut-ul-Kulub, Tenvir-ul-Kulub, Sirac-ul-Kulub ve İhya’ nın şerhinden
burayı özet olarak aldım. Şeyh Abdulvahhab Şa’rani’ nin Lataif-ul-Minen eseri
baştan sona kadar, kamil mürşidin alametini anlatmaktadır. Meşayıhın
ittifakıyla şeyhin fıkhı güzel bilmesi, şayet kendisi ümmi ise etrafında
fıkıh bilginlerinin bulunması şarttır. Bunsuz hiçbir zaman irşad sahih
olmaz. Cahillerin peşine düşmek kadar zarar yoktur.

İktibas: Ehli Sünnetin Nazarı, İtikadın Ölçüsüdür. Üstaz İsmail Çetin rahimehullah Dilara Yayınları s.568
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - NEFS TERBİYESİNİN ÖNEMİ

İmam Rabbani Hazretleri buyurur:

"Bedenin hastalığı, ibâdetlerin yapılmasını güçleştirdiği gibi, Bâtının (kalbin) hasta olması da güçleştirir. Allah teâlâ, İslâmiyeti, nefs-i emmâreyi, arzularından, âdetlerinden vazgeçirmek için gönderdi. Nefsin istekleri ve İslâmiyetin istekleri birbirinin zıddıdır, aksidir. O hâlde, ibâdetleri yapmakta güclük çekmek, nefsin kötülüğünü gösteren bir alâmettir. Nefsin arzularının kuvveti, bu güçlüğün çokluğu ile ölçülür. Nefsin hevâsı, arzuları kalmayınca, güçlük de kalmaz."

"ibâdet yapmak güç gelen kimseler; böyle bozuk kimselere, ibâdetlerin zor gelmesine sebeb, nefslerinin karanlığı ve şehvânî arzularının kötülüğüdür. Bu karanlık ve kötülükler, nefs-i emmâreden hâsıl olmaktadır. Nefs-i emmâre, Allah Teâlânın düşmanıdır."


(Mektubat-ı Rabbani, 289. Mektup)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - YİNE RABITA; YANİ SEVGİ VE KALBİ BAĞLILIK

İmam A'zam Ebu Hanife Hazretleri (Radıyallahu Anh), Resullulah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Ravza-i Mutahhara'sında yapmış olduğu münâcât (yalvarış) ında şöyle demiştir:

"Ey Efendim! Benim sana tutkun bir kalbim ve Senin aşkınla kaplanmış bir ruh kalıntım var."

"Sustuğum zaman, bütün sükûtum sen (i düşünmekle geçmek) dedir, konuştuğumda ise senin yüceliğini medhederim."

"Duyduğum zaman ancak senden hoş sözleri duyarım, Baktığım zaman da ancak seni görürüm."

(Ebû Hanîfe, ed-Dürru'l-Meknûn, Beyit No: 43-45)

***

Bu en büyük müctehidin, bu kadar fasîh ve belîğ ifadeleri, Resulullah (Sallahu Aleyhi ve Sellem) e karşı olan rabıtasının kuvvetini ne kadar güzel bir şekilde ortaya koymaktadır.
 

smyyes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
3,791
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
30
abi kusura bakmazsanız birşey sormak istiyorum.
bu kimkimdir abi yok mu artık.
o kadar katkısı olmuş...saçma bi soru ama merak işte:)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - KALB VE ZİKİR

İnsanın kalbi sağlam olursa, bütün vücudu da iyi olur. Kalp bozulursa, bütün vücut bozulmuş olur. Kalp ALLAH Teâlâ‘nın zikrinin yapıldığı yerdir. Kalp ölürse, bütün vücut yok olur.

Nakşibendîlikte asıl önemli olan, kalbi ıslah etmektir. Zikirden maksat, kalbi bütünüyle çalıştırmaktır. Çalışmaya başlayan kalp, saat gibi işler.

O zaman kalbin sahibi hangi işle meşgul olursa olsun, kalp zikretmeye devam eder. Böylece insanın her ânı zikirle ve ibadetle geçer.

Rabbü‘l-âlemin mahzun kalplere rahmet eder. Mahzun gönülleri çok sever. Çünkü mahzun kalplerin huzur bulması, ancak ALLAH Teâlâ‘nın merhamet etmesi ile rahatlar.

O zaman yüce ALLAH‘ın nazargâhı olan kalpler de yücelir, ilâhî sevgi ile dolar. Bu, kalbe ALLAH zikrinin yerleşmesidir. Ama dünya sevgisi ile dolu olan kalpler, ALLAH‘tan gafildir. Kişi ne kadar mahzun olur ve ALLAH‘a muhtaç olduğunu idrak ederse, o kadar ALLAH katında değerli görülür.

Seyyid Abdülhakim Bilvanisi Hz.(k.s)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
abi kusura bakmazsanız birşey sormak istiyorum.
bu kimkimdir abi yok mu artık.
o kadar katkısı olmuş
Tam karşınızda duruyor gönüldaş kardeşim...
Allahcc sorandan,sual eden din kardeşimden razı olsun...
Rabbim yar ve yardımcın olsun inşaALLAH...
Besmele...Selam...Dua...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - MÜRŞİD-İ KAMİLLERE OLAN İHTİYAÇ

Osman Nuri Topbaş Hazretleri:

Bu fânî âlemden ebedî âleme saâdetle geçiş, ancak îman rehberliği ile mümkündür.

Îman rehberleri ise; peygamberler, ilâhi kitaplar ve onların gösterdiği istikâmet üzere kalbî hayatlarını tanzîm eden Hak dostlarıdır. Târih boyunca peygamberler, velîler ve sâlihler, ancak îman vecdiyle yaşanabilecek fazîlet tezâhürlerinin canlı misalleri olmuşlardır.

 

smyyes

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
3,791
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
30
Tam karşınızda duruyor gönüldaş kardeşim...
Allahcc sorandan,sual eden din kardeşimden razı olsun...
Rabbim yar ve yardımcın olsun inşaALLAH...
Besmele...Selam...Dua...
Rabbim hepimizden razı olsun inşallah
cevaba çok şaşırdım yalnız.
siz olabileceğinizi hiç düşünmemiştim:a12:

hayırlı geceler abi.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - KALB VE GÜZEL AHLAK

909. [2:148, Hadîs No: 1543]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, âlimlere uyulmadığı, ağır başlı kimselerden haya edilmediği, insanların dilleri güzel sözler ettiği halde kalbleri hayvan kalbi gibi olan bir zamana erişmeyeyim

Allahu Alem biz işte o zamandayız.. Forumlarda, Nette bolca örneği görüldüğü üzere alimlere ittibayı kerih görenler, alimleri küçümseyenler, Mürşid-i Kamilleri İslam dışı imiş gibi göstermeye çalışanlar, malesef Peygamberimizin Allah'a sığınarak bizleri uyardığı bu zamanın olumsuz tesiri altında kalmışlardır.. Alimlere uyanlar azaldı malesef.. İkinci olarak, insanlar arasından haya kaldırılmış gibi.. Her melanet aşikar işlenir hale gelmiş.. Oysa haya yani utanma İmandan diye tavsif edilmiş.. Fakat en acısı da Peygamberimizin verdiği haberdeki kalbi hayvan kalbi üzere olanların çoğalması ki bu kötü ahlaklı kimseler demektir, Allah cümlemizi bu hallerden muhafaza etsin... Hayvan kalbi, Allah'tan gafil kalb demek.. Tasavvufun günümüzdeki en önemli hizmeti de böyle bir zamanda az da olsa kalbi zikir yaptırırak kimilerini bu felaketlerden muhafaza etmesidir.. Yine de dikkatinizi çekmek isterim ki İslam'da kalbin merkezi konumu ve önemi, pek büyüktür.. Sureten insan olduk, tamam, sireten de insan olmak için Kalb çok çok önemli.. İşte bu Hadis-i Şeriften, başlığımızla ilgili çıkarabileceğimiz en belirli netice budur.. Bir sonraki Hadis-i Şerifte bunu bir kez daha öğrenmiş olacağız:

***

Bir adam Resulullah'a (as), "İslam nedir?" diye sorunca şöyle buyurdu: "İslam, kalbini Allah'a teslim etmen ve Müslümanlara ne elinle ne de dilinle hiçbir kötülük yapmamandır." Adam, "hangi îslam (teslimiyet) daha erdemlidir?" dedi. Resulullah (as) "imandır" buyurdu. Adam, "iman nedir?" dedi. Resulullah (as), "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ölümden sonra yeniden dirilmeye inanmandır" buyurdu. Adam, "peki hangi iman daha erdemlidir?" diye sordu. Resulullah (as) "hicrettir" buyurdu. Adam, "hicret nedir?" dediğinde, Resulullah (as), "hicret (göç) tüm kötülüklerden göç etmen, onları terk etmen ve onlardan uzaklaşmandır" buyurdu.
(Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 68-69)

Kalbini Allah'a teslim etmek... Bilsek ki bu ne büyük bir kelamdır..

Demek ki asıl Hicret de insanın kötü ahlaklardan kurtulup güzel ahlak sahibi olmasıymış.. Bu da başlı başına Velayet terbiyesinin konusudur..


 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - KALB KATILIĞINDAN ALLAH'A SIĞINALIM

888- İbni Ömer'den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayete göre demiştir ki, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

"Allah'ı anmaksızın çok söz söylemeyin. Çünkü Allah Tealâ'yı anmaksızın çok konuşmak kalb için bir katılıktır.

Allah Tealâ'dan insanların en uzak kalanı kalbi katı olanıdır.
" (Tirmizî)

***

Allah korusun.. Demek ki kalbin katılaşması büyük bir zarar.. Bir felaket..

Kimlerin kalbi katı olur imiş; Allah'ı zikretmeyenlerin.. Allah için oturmayanların, Allah için konuşmayanların... Kalbi katı olanda güzel ahlaktan da eser kalmaz, merhametsiz, hoşgörüsüz, affetmekten uzak olur.. Bunların hepsinden Allah'a sığınırız..

İşte Tasavvufun bir güzelliği de burda ortaya çıkar:

Zikirin, sohbetin, muhabbetullahın, sevmenin, sevilmenin, Allah için biraraya toplanmanın, Allah için sohbet etmenin bütün şartlarını sağlayan Tasavvuf, insanları daimi bir kalb katılığından da muhafaza etmiş olur.. Zira bu saydığımız özelliklerin hepsi insanın kalbini yumuşatır.. Kalbin demini ve zevkini elde etmesine alettirler..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - YİNE KALB, HEP KALB

Hâtim-i Esam Hazretleri buyuruyor ki:

Beş türlü kalb vardır.

1- Kalb vardır ölüdür
2- Kalb vardır hastadır
3- Kalb vardır gâfildir
4- Kalb vardır mühürlüdür
5- Kalb vardır sapasağlamdır

Kâfirin kalbi ölüdür. Günahkârın (günah işlemeyi adet edinenin) kalbi hastadır. Nasîbsiz kimsenin kalbi gâfildir. Kalbimizde perde vardır diyerek fenâ iş yapanın kalbi de mühürlüdür. Allahu Teâlâdan korkup dâimâ ibâdette bulunan kimsenin kalbi de sağlam olan kalbdir.


Ehlullah buyurmuştur:

Beş şey vardır, kalp katılaştığı zaman onun ilacı olur:

Birincisi, sâlih kimselerle görüşmek ve onların meclisinde bulunmak.

İkincisi, Kur’ân-ı Kerîm'in mânâsını düşünerek okumak.

Üçüncüsü, karnını doyurmayıp, helâldan az bir şey yemekle yetinmek. Zîrâ helâl yemek kalbi aydınlatır.

Dördüncüsü, Allahu Teâlânın kâfir ve günahkâr için hazırladığı acı azâbı ve tehdidini düşünmek.

Beşincisi, kendisini Allahu Teâlâya kulluk vazifesini yapmakta âciz ve noksan görmek, bununla berâber Allahu Teâlânın lütuf ve ihsânını düşünmektir. Bu tefekkür olup, bundan hayâ meydana gelir.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - YİNE KALB, HEP KALB

Zünnûn-i Mısrî hazretlerine;

-Bozulan kalbi düzeltmek için ne yapmak lâzımdır? diye sorduklarında;
-Beş şey yapmalıdır. Helâl yemek, Kur’ân-ı Kerîm okumak, sâlihlerle sohbet, gece ibâdet etmek, seher vaktinde ağlamak cevâbını vermiştir. Orada bulunanlar tekrar;
-Kalbini en güzel koruyan kimdir? diye sorduklarında;
-Diline en çok hâkim olan cevâbını vermişlerdir.

İmâm-ı Birgivî Hazretleri de buyurdu ki:

"Kalbi ıslâh etmek, her şeyden daha önemlidir. Çünkü kalp, bedende emrine itâat edilen ve her hükmü yerine getirilen bir hükümdâr gibidir. Vücûddaki uzuvlar onun emri altındaki hizmetçilerdir."
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt