Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Alem-i berzah (1 Kullanıcı)

_ZÜMRA_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Eki 2007
Mesajlar
9,962
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
45
Berzah "iki şey arasında bulunan bölge, sınır, köprü ve geçiş yeri” anlamına gelir. Bu manada her tabaka ve bölüm arasında bulunan geçiş bölgesini kapsayan bir anlam genişliğine sahiptir. Istılahta ve din dilinde ise, ölüm ile başlayan ve yeniden dirilme denilen haşre kadar geçen süre ve bu zamanda ruhların bulunduğu yer ve ruhani hayat demektir. Bu sebeple insan ruhu açısından bakıldığı zaman bu hayata “kabir hayatı” denilmektedir. Buna göre her insan ölümünden sonra, yani ruhun bedeni terk etmesinden sonra mutlaka “berzah âlemine” yani “kabir hayatına” geçecektir. Bedenin çürümesi ve dağılması, toprağa karışması veya yanarak ve parçalanarak yok olması bu hayatı etkilememektedir. Çünkü bu hayat bedeni ve maddi değil ruhanî bir hayattır. Bu sebeple de âlem-i berzaha “âlem-i ervâh” ve “dâru’l-ervâh” da denilmektedir. Hayat ile ölüm arasında da “rüya âlemi” vardır. Bu âlem maddi âlem ile manevi ve ruhâni âlemler arasındaki berzahı ifade eder.

İnsanın ruhlar âleminde yaratılması ile dünyaya gönderilmesi arasında anne karnında geçen zaman bir berzah olduğu gibi, dünyadan ahrete geçmek için ruhun bedenden ayrılması ile tekrar dirilmesine kadar geçen süreye de berzah denilmektedir. Böylece “berzah madde âlemi ile mana ve ruh âlemi arasındaki geçiş ve hazırlık süresi ve bu âlemdeki değişim sürecidir. (Seyid Şerif Cürcânî, Ta’rifât, Kahire-1938, s. 38; Râgıb El-Isfahânî, Müfredât, 56)

Berzah ifadesi Kur’ân-ı Kerimde üç yerde geçer. Birincisi “iki deniz arasında perde olduğunu ve suların birbirine karışmadığını” ifade eden ayette; (Rahman, 55:10-20) yine “tatlı ve tuzlu suların aralarında bulunan görünmeyen berzah, yani perdenin olduğunu” ifade eden ayette; (Furkan, 25:53) bir de “ölümden sonra ba’s olunduğu güne kadar ruhların kalacağı yeri” ifade eden ayette (Mü’minun, 23:99-100) geçmektedir. Her üç yerde de berzah geçiş bölgesi ve sınır anlamını ifade etmektedir. Bu âlemin kişinin ameline göre kısa ve uzun süreceğini de yüce Allah “Kabirden çağrıldığınız zaman derhal kemâl-i tazimle icabet edeceksiniz ve orada pek az bir zaman kaldığınızı zannedeceksiniz” (İsra, 17:52) ayeti ile sabittir. Böylece berzah âleminin ölümle başlayarak cesetlerin haşrine kadar geçen ruhâni âleme verilen bir isim olduğu anlaşılmaktadır.

İmanla kabre giren mü’minlerin ruhları bu âlemde rahat ve saadet içinde bulunurlarken, müşriklerin ve günahkâr mü’minler ise azap içinde bulunacaklardır. Âlem-i berzahda ruhların pek çok mertebeleri vardır. (Şah Veliyyulah Dehlevî, Huccetullah’l-Bâliğa, 1:34-36) Nitekim Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Kabir var hiç kimse inkâr edemez. Herkes ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de üç tarzda üç yoldan başka bir yol yoktur. Birinci yol: O kabir ehl-i iman için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır. (Buhari, Cenâiz, 68, 87; Müslim, Cennet, 70; Tirmizi, Cenâiz, 70) İkinci yol: Ahireti tasdik eden fakat sefahat ve dalalette gidenlere bir haps-i ebedi ve bütün dostlarından bir tecrit içinde bir haps-i münferit, yalnız başına bir hapis kapısıdır. Üçüncü yol: ahrete inanmayan ehl-i inkâr ve dalalet için bir idam-ı ebedî kapısıdır” (Sözler, 2004, s. 232) buyurarak bu mertebelere işaret etmiştir.

Kabir hayatı hayat mertebelerinden biri olup ruhanî bir hayattır. (Bediüzzaman, Mektubat, 2005, s. 18) Peygamberimiz (sav) “Kabir cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur” (İbn-i Mâce, Züht, 31) buyurmuşlardır. İman ve Salih amel sahipleri kabirde güzel bir hayat geçirirlerken, kâfirler ve günahkârlar cehennemden açılan pencerelerle büyük azap çekeceklerdir. (Taftazanî, Şerhu’l-Akaid, 251; Müslim, İman, 34; Tirmizi, Kıyame, 26) Allah yolunda yapılan her şey bakiye ınkılab ederek bekaya mazhar olacağı gibi âlem-i berzahta da ziyadar, munis birer manzara olarak sahibine fayda sağlarlar. (Sözler, 49)

Müminlerin ruhları bir derece serbest oldukları için evliyaların ruhları temessül ederek dünyadaki dostlarına görünebilir ve rüyada ehl-i iman ile münasebet kurabilirler. (Mektubat, 18) Bunun pek çok örnekleri vardır. Vefat eden ruhlar ile görüşerek dünyadaki haberleri alabilirler. Kendilerini ziyarete gelenlerin selamlarını alırlar ve dualarını işitirler. (Porf. Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi, Diyanet, Ankara-1985, 4:504-505)

Kabir suali haktır. “Münker ve Nekir” adında meleklerden bir grup insanın dünyaya gönderiliş amacını gerçekleştirip gerçekleştirmediği konusunda ölünün ruhuna “Rabbin kimdir?” “Dinin nedir?” “Peygamberin kimdir?” şeklinde sorular sorarlar. (Tecrid-i Sarih, 4:496) Dünyada insan bir makama ve mevkiye gelebilmek veya bir üst eğitime geçebilmek için imtihanlardan geçtiği bir gerçektir. Ahretin yüksek makamlarına geçmek isteyen birinin de dünyada yaratılış amacı olan Rabbini tanımak ve peygamberine itaat ederek dinine uymak konusunda imtihandan geçmesinden daha tabii ve akla uygun bir şey olamaz. Burada insanın meleklerin sorularına cevap vermesi elbette zordur. Dili tutulur ve şaşkınlığından konuşamaz. İşte o zaman dünyada iman ile yaptığı ibadetleri ve iyilikleri gelerek ona yardımcı olurlar.

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde kabir azabının olacağını “Firavun ve adamları sabah akşam ateşe atılırlar; kıyamette de Firavun ve hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun” (Mü’min, 40:46) ayeti ile sabittir. Sabah akşam azaba atılmaları ruhanî olarak âlem-i berzahta, kıyamette ise bedenleri ile azabın en dehşetlisine atılmaları, cehenneme atılmalarını açıkça ifade etmektedir.

Dünyada yakınlarının Kur’an okuyarak ve hayır yaparak sevabını kabirdekilere bağışlamalarının onlara fayda vereceği de peygamberimizin (sav) uygulamaları ile sabittir. Nitekim peygamberimiz (sav) kabristandan geçerken durur ve bir hurma dalını alarak ikiye bölüp iki mezara diker. Sonra da “Bu iki kabirde bulunan ölülerden birisi koğuculuk yaparak laf taşıdığı, diğeri de idrardan sakınmayarak temizliğe dikkat etmediği içindir azap çekiyorlardı. Bu iki dal kurumadığı sürece o ikisinin çektiği azabın hafiflemesini umarım” (Buhari, Cenâiz, 82; Müslim, İman, 34; Ebu Davud, Taharet, 26) buyurmuşlardır.

Âlem-i berzahın bir diğer hayat mertebesi de “şühedâ hayatıdır.” Şehitlerin bedenleri ile ölmedikleri halde berzah âleminde oldukları ve kendilerini ölmüş bilmedikleri için de en son yaptıkları işi yapmaya devam ettikleri hadislerde ve Bediüzzaman Said Nursi’nin izahlarında sabittir. Yüce Allah Kur’ân-ı kerimde şehitler hakkında “Allah yolunda ölen ve öldürülenleri ölülerden saymayınız. Onlar diridirler, rableri katında rızıklandırılırlar; ama siz onların farkında olmazsınız” (Bakara, 2:154; Âl-i İmran, 3:169) buyurarak onların ölümlerinin bizim bildiğimiz bir ölüm olmadığını ve kabir hayatına da benzemediğini ifade etmiştir.

Bediüzzaman hazretleri bu ayetlerin tefsiri olarak şöyle buyurur: “Nass-ı Kur’anla şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şühedâ, hayat-ı dünyeviyelerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenab-ı Hak kemâl-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz ve zahmetsiz bir hayatı âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş biliyorlar. Yalnız kendilerini daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar. Kemâl-i saadetle mütelezziz oluyorlar. Ölümdeki acılığı hissetmiyorlar. (Tirmizi, Cihad, 6; Nesai, Cihad, 35) Ehl-i kuburun çendan ruhları bakidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet şühedânın lezzetine yetişmez.” (Mektubat, 16-17)

Manevî şehitlerin de durumu aynıdır. Onlar da şehit mertebesinde vefat ettikleri için kendilerini ölmüş bilmezler. Talebe-i ulumun ölümü de bu neviden olduğu için şehit olarak vefat eden bir talebe kendisini medresede zannederek suâl-i melekin “Men Rabbüke” sorusuna “Men müpteda, rabbüke onun haberidir” şeklinde cevap vererek melekleri güldürdüğü ehl-i keşfin müşahedesi ile sabittir. (Şualar, 329; Kastamonu Lâhikası, 255)

Şehitler ölmediklerine göre peygamberlerin kabirlerindeki halinin de onlardan daha üstün bir mertebede olduğu ve ümmetlerinin salâvatlarını işittiği ve onlara manevi imdat ettiği elbette inkâr edilemez. Aynı şekilde Hz. İsa’nın ve Hz. İdris’in (as) hayatları elbette nass-ı kur’ânın ve peygamberimizin (sav) haber verdiği şekildedir.

Kabirleri ziyaret etmek ve burada ölüler için Kur’ân okumak ve sevabını ruhlarına bağışlamak kadınlar için câiz, erkek mü’minler için de sünnettir. Nitekim peygamberimiz (sav) kabir başında ağlayan bir kadına sabır tavsiye etmiş ve onu ziyaretten men etmemiştir. (Buhari, Cenâiz, 7; Müslim, Cenâiz, 15) Hz. Aişe (ra) kardeşinin kabrini ziyaret etmiştir. (Tirmizi, Cenâiz, 61) Peygamberimiz (sav) bizzat kendisi annesinin kabrini ziyaret etmiş ve kabri başında ağlamıştır. (Müslim, Cenâiz, 36; İbn-i Mâce, Cenâiz, 48; Ebu Davud, Cenâiz, 77) “Kim benim kabrimi ziyaret ederse hayatımda ziyaret etmiş gibidir” (Mansur Ali Nâsıf, Tâc, 2:190) buyurmuştur. Yine peygamberimiz (sav) “Kabirleri ziyaret ediniz; zira bu size ahreti hatırlatır, dünya hırsını önler, kişiyi züht ve takvaya ve iyilik yapmaya yöneltir.” (Müslim, Cenâiz, 108; Tirmizi, Cenâiz, 59; İbn-i Mâce, Cenâiz, 47) buyurmuşlardır.

Kabirde okunan ve ölülere bağışlanan dua ve niyazların, ibadet ve iyiliklerin sevabı onlara ulaşır ve ölüleri rahatlatır, azaplarının hafiflemesine ve nurlarının artmasına vesile olur. Nitekim Kur’ân-ı Kerimde “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce ölenlerimizi ve geçmişlerimizi affet” (Haşr, 59:10) ayeti ölüler için af talebinin onlara fayda verdiği ve bununla affa mazhar olacakları ifade edilmiştir. Kabirde dikilen ağaçların tesbihatının sevabı dahi ölülerin azabının hafiflemesine vesile olduğu hadisle sabittir. (Buhari, Cenâiz, 82; Müslim, İman, 34; Ebu Davud, Taharet, 26) Elbette okunan Kur’ânın faydası olacak, Kur’an-ı Kerim hürmetine rahmet-i ilâhiye onları mahrum bırakmayacaktır.

Peygamberimiz (sav) Bedir Gazvesinden sonra yerde ölü olarak yatan Kureyşin büyüklerine “Rabbinizin va’dettiği azabın doğru olduğunu anladınız mı?” şeklinde hitap etmiştir. Hz. Ömer’in (ra) “Bu cesetler sizi duyar mı?” demesi üzerine “Evet! Siz bunlardan daha iyi duymazsınız; ama onlar cevap veremezler” buyurmuştur. (Müsned-i Ahmet, 2:121)

Peygamberimiz (sav) kabirleri ziyaret edenlerin ve kabristandan geçenlerin dua etmelerini istemiş ve şöyle dua etmelerini tavsiye buyurmuşlardır: “Ey mü’min ve Müslümanlar diyarının ahalisi! Ey ehl-i kubûr! Sizlere selam olsun. İnşallah biz de sizlere katılacağız. Allah’tan size de bize de afiyet dilerim. Allah bizi de sizi de affetsin.” (Müslim, Cenâiz, 104; İbn-i Mâce, Cenâiz, 36; Tirmizi, Cenâiz, 58-59)

Kabirde Kur’ân-ı Kerimden “Yasin Suresi” ve muhtelif sure ve ayetler okunarak sevabı ölülerin ruhlarına bağışlanır. Okunan ayet ve surelerin ahreti ve ölümü hatırlatıcı ve öldükten sonra dirilmeyi izah ve ispat edici olması menduptur. Böylece kabir ziyaretinin hem ölüye hem de diri olanlara faydası olur.
M. Ali KAYA

 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt