Bilindiği üzere toplumun temelini aile oluşturur. Bir toplumun sağlıklı ve huzurlu olması, her şeyden önce aile yapısının sağlam olmasına bağlıdır. Aile fertleri arasındaki ilişkiler, karşılıklı sevgi, saygı, şefkat ve dayanışma gibi güzel değerler esas alınarak düzenlenirse; o aile uyum içinde ve mutlu olur. Hayatın ve birlikte olmanın verdiği haz birlikte yaşanır.
İnsan, hayatı boyunca yalnız yaşayabilen bir varlık değildir. İhtiyaçlarını karşılayabilmek için bir can yoldaşına muhtaçtır. Uyumlu bir eş, kadın için de, erkek için de, mutluluk ve güven kaynağıdır. Hayatın acı-tatlı günleri birlikte paylaşılır.
Evlilikte, fert ve toplum için sayısız fayda ve iyilikler vardır. Bunlar dünya hayatının mutluluğu ile ebedî hayatı kazanmaya vesile olan ilâhî nimetlerdir. Evlenmek, insanı haramdan uzaklaştırır. Nesli çoğaltır ve korur. Vatana, millete ve devlete güç kazandırır. Evlilik, ailenin temel taşıdır. Peygamberimiz (s.a.v.) onu tavsiye etmiş, evlenerek bizlere örnek olmuşlardır. Bu hususta: “Ey gençler topluluğu! Kimin gücü yeterse evlensin. Çünkü evlilik, gözü, (haramdan) sakındırır ve iffeti en iyi şekilde korur...” buyurmuşlardır.
Ailevî birliktelik Allah Teâlâ'nın insanoğluna ihsan ettiği en büyük emanet ve nimetlerden birisidir. Din ve dünya hayatı ancak yuva ile güzel ve düzenli olur. Aile ortamı olmadan dini hayatın tam manasıyla yaşandığını söylemek zor olur. Bekar insan noksandır. Eş olmadan dünya hayatı da güzel ve düzenli olmaz. Bu sebeple aile herkese hayır getiren mübarek, mahrem ve şerefli bir emanettir.
İlk yuva cennette kurulmuştur. Hz. Adem (a.s) ile Hz. Havva validemizin evlilikleri cennette olmuştur. Bu sebeple Allah için yapılan evlilikte, cennetten bir tat vardır.
Evlilik, dünyada cennetin bir numunesini yaşamak ve bir derece cennet hayatının tadını tatmaktır. Cennete girildiğinde yuvasız ve yalnız hiç kimse kalmayacak, herkes bir aile ortamında olacaktır.
Yuva, insanlık cemiyetinin temelidir. Evlilik, bu temeli Allah'ın adıyla atmak ve insanlık şerefine uygun bir bina yapmaktır. Dünyada insanlık hayatı yuva üzerine kurulmuş ve aile düzenine göre şekillendirilmiştir.
Bütün dinlerde aile yuvası temel birimdir; insanlık binasının esasıdır. Aile olmadan, nesep korunmadan din yaşanamaz, hukuk uygulanamaz, hayatın bir manası olmaz. Bunun için şu beş şey bütün dinlerin ortak hedefi olmuştur:
1-Canı korumak,
2-Aklı korumak,
3-Namusu ve aileyi korumak,
4-Nesli korumak,
5-Malı korumak.
Yüce Allah kullarına evlenmeyi ve yuva kurmayı emretmiştir. Çünkü erkek ve kadın fıtratı buna göre yaratılmıştır. Kulluk, fıtrata uyarak yapılınca güzel ve tamam olur. Yoksa din noksan yaşanır. Din noksan yaşanınca insan da noksan kalır. Kamil olmak için evlenmek, yuva kurmak, yuva hukukunu ayakta tutmak şarttır.
Evlenmek, bir insanlık görevidir. O, bütün peygamberlerin sünneti ile amel etmektir. Edep üzere kurulan bir yuva, insanın şahsına, ailesine ve bütün insanlığa bir hizmettir.
Hadis-i şerifte belirtildiği gibi yüce Allah cemiyette herkesi insanlık ve aile yuvasının bir işinden sorumlu tutmuştur.
İdareciler, yönettikleri halktan sorumludur.
Koca, ailesinin himaye ve terbiyesinden sorumludur.
Kadın, kocasının şeref ve nesebini korumaktan sorumludur.
Kısaca herkes insanlık ve aile yuvasının üstlendiği hizmetinden sorumludur."
Edep üzere kurulan yuvada iki türlü hayat vardır:
Birisi manevî hayattır. Bu, kalbin uyanması ve Allah'a yönelmesidir. Bunun meyvesi ahirette cennet nimetleridir. Çünkü insan evlilik ile yuvada bir huzur bulur ve tat alır. Bu tadın hiç bitmemesini ister. Bu ise dünyada mümkün değildir. Ebedi tadın yeri ahirette cennettir. Kendisi seven ve ailesini düşünen kimse, dünya tadıyla yetinmeyip cennete yönelir. Oraya girişin sebebi iman, ibadet ve güzel ahlaktır. Bu durumda kul, kendisini cennet nimetlerine ****ürecek imana yapışır, ibadetlere yönelir, güzel ahlaka sarılır. Yuva bunun sebebi olur. Yuvadaki bu hikmet üzerinde çok ciddi düşünmelidir.
Evliliğin insana faydası sadece bu olsaydı, yine içine girmeye yeter ve zahmetini çekmeye değerdi.
Yuva ile bulunan diğer hayat, yeni nesil kazanmaktır. Nesil insanın bir şekilde kendi varlığını devam ettirmesidir. Nesil, malı değil manevi değerleri korumak, taşımak ve yaymak için lazımdır.
İslam ümmetinin çoğalması ve kuvvetlenmesi için evlenip yuva kurmak ayrı bir fazilettir. Bunun bir de ahiretteki netice ve müjdeleri vardır. Bu konuda Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur
“Evleniniz, çoğalınız; çünkü ben ahirette sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere övüneceğim”
“Rabbimiz! Bize eşlerimiz ve çocuklarımızdan gözümüzü aydın edecek nesiller ver ve bizleri takva yolunda gidenlerin rehberi yap” (Furkan 25/74) ayetinde yuvanın hedefleri gösterilmektedir. Bunlar, takva, terbiye, güzel nesil ve yeryüzünde hakkın şahitleri olmaktır.
Günümüzde insanlık cemiyeti böyle yuvaların özlemini çekmektedir.
Asıl Amaç
Evlilikle kurulan yuvanın asıl amacı, ilahi emre uyarak vazife görmektir. En önemli vazife, yuvadaki edep ve hukukları koruyarak Allah rızasına ulaşmaktır.
Bu temel vazifelerin başında erkek ile kadının haramdan korunması, birbiri ile kalp huzurunu yakalaması, bu huzurla güzel kulluğa koşması ve cemiyete iyi bir nesil yetiştirmesi gelir. Evlenmenin amacı, sadece erkek ve kadının cinsel duygularını tatmin etmekten ibaret değildir. Şehvet duygusu neslin devamı için bir araçtır.
Yuva, kâinata yayılan ilahî sevgiyi tatmaktır. Sevgi yüce Allah'ın erkekle kadın arasına koyduğu bir rahmettir. Bütün yuvaları ayakta tutan, anne ile babayı kaynaştıran, onlara yuvanın yükünü taşıtan bu rahmet ve sevgidir.
Hadiste bu rahmet bir temsille şöyle anlatılır:
"Yüce Allah rahmetini yüz parçaya böldü. Bir parçasını dünyadaki varlıklar arasında paylaştırdı.
Bunun tecellisini her varlıkta görebilirsiniz. Hayvanlarda bile. Hani, bir hayvan yavrusunu emzirirken incinmesin diye ayağını kaldırır ve rahatça emmesini sağlar ya; işte bu o rahmetin eseridir.
Bütün vahşi hayvanlar o rahmet ile yavrularına şefkat gösterir, onları korur, besler ve büyütür.
Yüce Allah kıyamet günü bu bir rahmeti doksan dokuz rahmeti ile birleştirip halka öyle rahmet eder." (Müslim)
Mutlu olmak bütün insanların tek arzusudur. Mutluluk fıtrata, cinse, nefse ve zevke göre değişse de hedef birdir; o da sevinmek ve huzurlu olmaktır.
İnsan için huzur gönülle bulunacak ve tadılacak bir şeydir. Huzur sebepleri her gönle göre değişir. Bir gönle acı veren şeyler, diğerine tat verebilir. Bir gönlün kaçtığı ve korktuğu şeylerle diğeri ünsiyet ve muhabbet edebilir. Bir gönlün sıhhat ve zenginlik içinde bulduğu huzuru, diğeri hastalık ve fakirlik halinde yakalayabilir. Huzura giden yollar, halkın fıtratları adedince farklıdır.
Konumuz, yüce Allah'ın dostluğu için yaratılan insanın huzuru ve mutluluğudur. Dinimizde mutluluk insan için bir hayal değildir. O hayat olarak hazırlanıp önümüze konmuştur: Ona giden yol açılmış, ulaşma şekli öğretilmiş, örnekleri gösterilmiştir.
İBRET: HANIMIN HATASINI HİZMETİNE BAĞIŞLA
Hz. Ömer devrinde bir adam hanımı ile arada bir ağız kavgası edip çekişiyordu. Adam hanımına laf anlatamayınca bunalmış, halifeden yardım ve akıl istemek için evine gelmişti.
Evin kapısını çalmak için yaklaştığında içeriden bir kadının yüksek sesle konuştuğunu duydu. Biraz dikkat edince, bunun Hz Ömer'in hanımı olduğunu anladı. Baktı ki Hz Ömer de aynı durumda. Adam şaşırdı; koca halife, kendisine karşı sesini yükselten hanımını sükûnetle dinliyordu. Kapıyı hiç çalmadan hemen geri döndü.
GÜZEL GEÇİM VE EŞLERİN BİRBİRLERİNE KARŞI HAK VE SORUKLULUKLARI
Güzel geçimin başladığı nokta gönüldür. Sevginin kaynağı yüce Allah’tır. Daimi huzur yüce Allah iledir. Gerçekten Allah'a yönelmiş, ilâhî aşktan bir derece tatmış, maddenin ötesinde bir âlemin olduğunu anlayıp ona kalbini açmış bir insanla geçinmek çok kolaydır; çünkü bu insanın derdi Allah’tır, huzuru hak iledir.
Hep ‘ben’ diyende huzur olmaz, ‘ben haklıyım’ diyenle hak bulunmaz.
Güzel geçim güzel ahlaktır. Güzel ahlakın temeli tevazudur. Tevazu, ailede, işte, cemiyette ve her yerde güzel geçim için vazgeçilmez bir ahlaktır. O elde edilmeden gerçek huzur bulunmaz.
Tevazu, kendinin haddini, karşıdakinin hakkını bilmektir.
Tevazu, hakkına razı olmaktır.
Tevazu, doğruyu kim söylerse söylesin onu kabul etmektir.
Tevazu, yüceliğin ancak Allah’a ait olduğunu anlayıp kendini beğenmeyi ve halkı küçük görmeyi terk etmektir.
Tevazu, her kulda yüce Hak’tan ait bir hak ve değer olduğunu bilip Allah için onlara edeple davranmaktır.
Tevazu, “herkes yahşi ben yaman” diyerek kendi noksanlarına bakmak ve kusurlarına çare aramaktır.
Kusuru kendisinde arayan kimse, hem kusurunu kolay bulur, hem de karşısındakine karşı edepli olur. Niyeti doğruyu bulmak olana yüce Allah yardım eder, sabır verir, anlayışını açar, kalbini genişletir, nefsinin sertliğini giderir, şeytanın hilesini gösterir, hakkı sevdirir, haklıyı buldurur.
Böylece hayat güzel olur.
Bencil ve kibirli bir aile, ne yapsalar huzuru bulamazlar.
Yüce Yaratıcısının hükmü karşısında saygı ile eğilmeyen baş kibirlidir. Kibirli kimse katı olur; o ince bir aşkla sevmeyi bilmez, incelip de bir gönle giremez. Böyle birisi düşmanıyla değil, dostu ile bile geçinemez. Ta tövbe edip gerçek tevazuyu elde edene kadar.
Aşağıdaki örnek İslam'ın nuru ile terbiye olan sert bir insanın nasıl inceldiğini göstermektedir:
İBRET: HANIMIN HATASINI HİZMETİNE BAĞIŞLA
Hz. Ömer devrinde bir adam hanımı ile arada bir ağız kavgası edip çekişiyordu. Adam hanımına laf anlatamayınca bunalmış, halifeden yardım ve akıl istemek için evine gelmişti.
Evin kapısını çalmak için yaklaştığında içeriden bir kadının yüksek sesle konuştuğunu duydu. Biraz dikkat edince, bunun Hz Ömer'in hanımı olduğunu anladı. Baktı ki Hz Ömer de aynı durumda. Adam şaşırdı; koca halife, kendisine karşı sesini yükselten hanımını sükûnetle dinliyordu. Kapıyı hiç çalmadan hemen geri döndü.
O sırda Hz. Ömer birisinin kapıya doğru geldiğini fark etmişti. Gelen kimsenin kapıyı çalmadan geri döndüğünü görünce, hemen arkasından çıkıp adamı geri çağırdı ve ne için geldiğini, niçin geri döndüğünü sordu. Adam,
"Ya Ömer, bir derdim vardı, size akıl danışmaya gelmiştim; fakat gördüm ki siz de aynı dert içindesiniz. Onun için rahatsız etmek istemedim!" dedi. Hz. Ömer,
"Derdin neydi?" diye sordu. Adam,
"Hanımım, bazen bana karşı evde yüksek sesle konuşuyor, sözlerime sertçe karşılık veriyor, canımı sıkıyor. Gördüm ki bu durum sizin evde de oluyor" dedi. O zaman Hz. Ömer adamı bir kenara çekerek ona,
"Bak, hanımların kocaları üzerinde pek çok hizmeti ve hakkı vardır. Bunun için kendilerine tahammül etmeliyiz.
Onlar bizim evimizi beklerler.
Ekmek ve yemeğimizi pişirirler.
Çocuklarımızı emzirirler.
Elbise ve evimizi temizlerler.
Cinsi ihtiyacımızı gidererek biz harama düşmekten korurlar. Ben bana bu kadar hizmeti dokunan bir kadına niçin tahammül etmeyeyim" dedi.
Bunları bir halifeden dinleyen adam, biraz düşündü ve,
"Benim eşim de aynı hizmetleri görüyor" dedi. O zaman Hz. Ömer,
"Kardeşim, hanımının sıkıntısına tahammül göster. Dünya hayatı çok kısadır; gelir geçer!" dedi. (zeheb, el-kebâir, 179)
Hak adına yeri gelince demir gibi sert olan Hz. Ömer (r.a), yine hak hatırına yeri gelince kadife gibi yumuşak olabilmekteydi. Onun tek derdi hakkın hatırını korumaktı.
İşte tevazu denen şey budur.
İnsan halka gösterdiği tevazu kadar Hak katında yücelir.
GÜZEL GEÇİM BİR SANATTIR
Güzel geçim, kötü ve bozuk davranışlı insanla olur. Güzel huylu kimse ile hoş geçinmeye güzel geçim denmez. Bu, al gülüm ver gülüm cinsinden bir ikram çeşidi olup insanın cevherini ortaya çıkarmaz.
Ailemiz ahlâkımızı yansıtan bir aynadır. Herkes kendisini en iyi bu aynada görür. Ailede yapmacık olmaz, gizli huylar saklanmaz; içimiz ne varsa dışarıya o çıkar.
Bir kadının en güzel şahidi kocasıdır; kocanın da hanımıdır. Herkes kendisini ailesine karşı davranışları ile tanımalı, nefsinin huylarını bu ortamda tespit etmeli ve yanlışını tedaviye çalışmalıdır.
Bunun için Allah dostları kendilerindeki ahlâkı görmek, ölçmek ve geliştirmek için yanlarında kötü davranışlı bazı insanların bulunmasını isterler, bunu bir fırsat bilirler ve ondan istifade ederlerdi.
Velilerden Yahya b. Ziyad’ın (rah), kötü huylu bir kölesi vardı. Bir gün kendisine, “Bu kötü huylu köleyi niçin yanında tutuyorsun; onu sat da kurtul. Sen bunu bedava vermiş olsan yine kazançlı olursun” dediklerinde, o büyük zat şöyle demiştir:
“Hayır, onu satmayacağım, ben onun kötü huylarına sabrederek geniş olmaya ve yumuşak davranmaya alışıyorum”
Güzel ahlâk dünyanın en büyük servetidir. Ona sahip olan kimse öyle mutlu olur ki artık onun huzurunu kimse bozamaz. Çünkü o, yüce Allah ile huzuru bulmuştur ve artık herkese huzur verir.
Allah ile huzur bulanlar öyle bir kuvvet ve kabiliyet kazanır ki artık kendisini sevmeyeni bile sever, ona gelmeyene gider, haksızlık edeni affeder, vermeyene verir. Sertlik gösterene gülümser. Kendisine cahilce davranan kimseye hiç bulaşmaz, ona acır ve ‘kal selâmetle' deyip yoluna devam eder.
Mümin her işte kendi ahlâkını kontrol etmelidir. O, kendisine nasıl davranıldığına değil, kendisinin nasıl davrandığına bakmalıdır. Ona karşı hanımı, çocuğu, komşusu, iş arkadaşı bir kusur yapsa, ilk sorusu şu olmalıdır:
“Ben yüce Rabbime karşı ne kusur işledim ki bana karşı bu kusur işlendi. Acaba bu kusurda benim bir kusurum var mıdır?”
Evet akıllı ve adaletli kimseler böyle düşünür. Kendisinde bir kusur bulursa onu terk eder ve Allah’tan affını ister. Sonra karşısındaki kimsenin kusuru için bir mazeret arar. Mazeret bulursa onu affeder, bulamazsa kendisini güzel bir şekilde uyarır; kusurunu anlaması için yardımcı olur. Böyle bir kimsenin kızması da sevmesi gibi fayda verir, ilaç olur, insanı kötülükten kurtarır.
İşte bu ahlaka sahip olan bir kadın veya koca hayatının her anını huzur içinde ve hayır üzere geçirir. Böyle bir kalbi ve ince edebi elde etmek için ne yapılsa azdır. Rehbere gitmeden iş çok zordur.
İBRET: BİR HAK DOSTUNUN HASRET MEKTUBU
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin İstanbul'da iken, dört eşine ayrı ayrı gönderdiği mektuplarından, küçük eşi Zeliha Hanım'a yazdığı mektup şudur:
Ve izzetli, hürmetli, akıllı, gayretli, şefkatli, güzel yüzlü, şirin sözlü, melek huylu, çelebi kollu, nâzik belli, şirin yıldızlı, has ve talihim, oğlum annesi, gönlüm cânânesi, inci tânesi hatunum ve hanımım küçük kadın Zeliha hatun huzuruna;
Candan selâmlar ve gönülden dualar edip, ol mülâyim hatırın kat kat sual ederiz. Allah'ın birliğine emanet veririz.
Benim küçük kadınım, benim emektarım. Ne keyiftesin, ne haldesin ne demdesin? Neyliyorsun, ne işliyorsun? İyi misin, hoş musun? Allah muînin (yardımcın) olsun. Kendin uşak (küçük) iken uşak hizmetine düştün. Allah emeklerini zayi etmesin, seni bana bağışlasın. Bir dahi dünya gözü ile görüşmek müyesser eylesin; âmin!
Acep cihanda senin gibi var mıdır? Zeliham! O tatlı canını seveyim, o tatlı bakışlarını seveyim. Hiç fikrimden gitmezsin. Böylece âyân gönlümde durursun. Maşallah, maşallah! Benim nazlı aşığım, senin için yollarda ve İstanbul'da besteler yazıyorum, öğreniyorum ki, inşaallah gelende seninle ses sese verelim de çok türlü besteler, güzel kitaplar okuyalım. Allah Teâlâ'ya âşık olalım, safalar edelim.
Bir küçük kadın gördüm, hemen sana benzettim. Selâm-sabah ettim. Sesi dahi sana benzerdi. Senin hatırın için sokak ortasında ona yârenlik edip ahvalini sordum. Bir ihtiyar kocası varmış, zindanda, ona ekmek ****ürmüş. On kuruş borcunu verip onu halâs edip sevabını sana bağışladım.
Allah Tealâ senden razı olsun. Zira ben senden yer-gök dolusu razıyım. Allah Şeyh Osman'ı bize bağışlasın, âmin! Ve cümle küçük kadınlar sana kurban olsun! Ve büyük kadınlar bacılarına kurban olsun! Benim hakkımda siz bana dünya yetersiniz. Hak Tealâ dördünüzü bana dünyada bağışlasın ve ahirette Firdevs-i Âlâda dahi sizi bana versin. Âmin, ya Erhame'r-Râhimin.
GÜZEL GEÇİMİN SIRRI
Büyük veli İmam Şa’rânî (k.s) güzel geçimin sırrını şöyle açıklar:
“Mümin kardeşim! Eğer sen hanımının doğru, güzel huylu ve ahlâklı olmasını istiyorsan, kendin yüce Allah’a karşı doğru olmaya bak. Birçok insan bunu bilmediklerinden ve kendi nefislerinin huylarına bakmadan hanımının ahlâkından şikâyet etmektedir. Eğer bu inceliği bilmiş olsalardı önce kendi kusurlarına bakar, onları düzeltir ve böylece hanımlarının kötü ahlâkı da kendiliğinden düzelmiş olurdu.
Allah kendisinden razı olsun, ben bu durumu kendi ailem üzerinde çok denedim. Ben ne zaman açık veya gizli bir kusur işlesem bunun hemen onda bir yansımasını görürdüm. Hâlbuki o gerçekte güzel ahlâklı bir kadındı. Ancak ben değişince o da elinde olmadan değişiyordu. Buna çok defa şahit oldum. Bunun için hanımımda sevmediğim bir hareket görsem hemen kendimi kontrol ederdim. Onun benim yüzümden değiştiğini düşünürdüm. Ben kendime çeki düzen verince onun da kendiliğinden düzeldiğini görürdüm.”
İBRET: KUSURUMU AİLEMDE SEYREDİYORUM
Fudayl bin Iyaz (k.s) demiştir ki:
“Ben yüce Allah’a karşı bir kusur işlediğim zaman, bunun sonucunu bineğimde, hizmetçimde ve hanımımda görürdüm. Onların bana karşı tavrı değişir, huyları sertleşirdi. Ben bunu anlar, pişman olur, hemen tövbe ve istiğfar ederdim. Onların da kötü huyu yok olurdu. Ben bundan tövbemin kabul edildiğini anlardım. Çok defa da tövbe edip pişmanlık duyduğum halde bineğimin huysuzluğu, hizmetçi ve hanımımın itaatsizliği devam ederdi. Ben bundan tövbemin kabul edilmediğini anlar, daha dikkatli olurdum.”
GÜZEL GEÇİM YÜCE ALLAH’IN EMRİDİR
Aile reisi olan erkek yüce Allah’a karşı sorumludur. Onun ailesine güzel davranması fazdır. Zulüm haramdır. Bunun için kadınlarla güzel geçinmelidir. Onlardan gelecek sıkıntılara katlanmalıdır. Kadınların tabiatı bunu gerektirmektedir. Böyle davranmakla kişi onlara merhamet etmiş olur. Bu konuda yüce Allah,
“Hanımlarınızla iyi geçinin” buyurmuştur.
Diğer bir ayette onların hakkını yücelterek, şöyle buyurmuştur:
“Onlar ( kadınlar) sizden sağlam bir söz almışlardı.”
Başka bir ayette de,
“…Ve yanınızdaki arkadaşa iyilikte bulunun…” buyurmaktadır.
Müfessirlerden bazıları: “yanınızdaki arkadaşınıza” ifadesiyle kastedilen kimsenin evdeki hanım olduğunu söylemişlerdir.
Hz. Peygamber'in (s.a.v) vefatından önce ashabına tavsiyede bulunduğu ve sesi kısılıncaya kadar tekrar ettiği üç tavsiye arasında kadınlara iyi davranma konusu da vardı. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Namaza dikkat edin, aman namaza dikkat edin.
Elinizin altında bulunanlara güçlerinden fazla yük yüklemeyin!”
“Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkun! Onlar sizin yanınızda bir nevi esirdirler.”
“Siz onları yüce Allah’ın emaneti olarak aldınız ve Allah’ın emri ve izni ile namuslarını kendinize helal kıldınız!”
Hanımla iyi geçinmek demek sadece ona eziyet etmemek değildir. Bilakis hanımdan gelecek eziyetlere de katlanmak demektir. İyi geçinmek, hanım öfkelenip kendini kaybettiğinde, akıllı olmak, ağır davranmak ve sabretmektir.
Nisa 4/21
Nisa 4/36
Kurtubi, el-Cami, 5/165.
Ebu Davud, Edeb, 123; İbnu Mace, Vasaya, 1. Cenaiz, 64;
Nesai, Süna-i Kübra, nr. 7097.
Müslim, Hac, 148.
****.menzil.net sitesinden alınmıştır.
İnsan, hayatı boyunca yalnız yaşayabilen bir varlık değildir. İhtiyaçlarını karşılayabilmek için bir can yoldaşına muhtaçtır. Uyumlu bir eş, kadın için de, erkek için de, mutluluk ve güven kaynağıdır. Hayatın acı-tatlı günleri birlikte paylaşılır.
Evlilikte, fert ve toplum için sayısız fayda ve iyilikler vardır. Bunlar dünya hayatının mutluluğu ile ebedî hayatı kazanmaya vesile olan ilâhî nimetlerdir. Evlenmek, insanı haramdan uzaklaştırır. Nesli çoğaltır ve korur. Vatana, millete ve devlete güç kazandırır. Evlilik, ailenin temel taşıdır. Peygamberimiz (s.a.v.) onu tavsiye etmiş, evlenerek bizlere örnek olmuşlardır. Bu hususta: “Ey gençler topluluğu! Kimin gücü yeterse evlensin. Çünkü evlilik, gözü, (haramdan) sakındırır ve iffeti en iyi şekilde korur...” buyurmuşlardır.
Ailevî birliktelik Allah Teâlâ'nın insanoğluna ihsan ettiği en büyük emanet ve nimetlerden birisidir. Din ve dünya hayatı ancak yuva ile güzel ve düzenli olur. Aile ortamı olmadan dini hayatın tam manasıyla yaşandığını söylemek zor olur. Bekar insan noksandır. Eş olmadan dünya hayatı da güzel ve düzenli olmaz. Bu sebeple aile herkese hayır getiren mübarek, mahrem ve şerefli bir emanettir.
İlk yuva cennette kurulmuştur. Hz. Adem (a.s) ile Hz. Havva validemizin evlilikleri cennette olmuştur. Bu sebeple Allah için yapılan evlilikte, cennetten bir tat vardır.
Evlilik, dünyada cennetin bir numunesini yaşamak ve bir derece cennet hayatının tadını tatmaktır. Cennete girildiğinde yuvasız ve yalnız hiç kimse kalmayacak, herkes bir aile ortamında olacaktır.
Yuva, insanlık cemiyetinin temelidir. Evlilik, bu temeli Allah'ın adıyla atmak ve insanlık şerefine uygun bir bina yapmaktır. Dünyada insanlık hayatı yuva üzerine kurulmuş ve aile düzenine göre şekillendirilmiştir.
Bütün dinlerde aile yuvası temel birimdir; insanlık binasının esasıdır. Aile olmadan, nesep korunmadan din yaşanamaz, hukuk uygulanamaz, hayatın bir manası olmaz. Bunun için şu beş şey bütün dinlerin ortak hedefi olmuştur:
1-Canı korumak,
2-Aklı korumak,
3-Namusu ve aileyi korumak,
4-Nesli korumak,
5-Malı korumak.
Yüce Allah kullarına evlenmeyi ve yuva kurmayı emretmiştir. Çünkü erkek ve kadın fıtratı buna göre yaratılmıştır. Kulluk, fıtrata uyarak yapılınca güzel ve tamam olur. Yoksa din noksan yaşanır. Din noksan yaşanınca insan da noksan kalır. Kamil olmak için evlenmek, yuva kurmak, yuva hukukunu ayakta tutmak şarttır.
Evlenmek, bir insanlık görevidir. O, bütün peygamberlerin sünneti ile amel etmektir. Edep üzere kurulan bir yuva, insanın şahsına, ailesine ve bütün insanlığa bir hizmettir.
Hadis-i şerifte belirtildiği gibi yüce Allah cemiyette herkesi insanlık ve aile yuvasının bir işinden sorumlu tutmuştur.
İdareciler, yönettikleri halktan sorumludur.
Koca, ailesinin himaye ve terbiyesinden sorumludur.
Kadın, kocasının şeref ve nesebini korumaktan sorumludur.
Kısaca herkes insanlık ve aile yuvasının üstlendiği hizmetinden sorumludur."
Edep üzere kurulan yuvada iki türlü hayat vardır:
Birisi manevî hayattır. Bu, kalbin uyanması ve Allah'a yönelmesidir. Bunun meyvesi ahirette cennet nimetleridir. Çünkü insan evlilik ile yuvada bir huzur bulur ve tat alır. Bu tadın hiç bitmemesini ister. Bu ise dünyada mümkün değildir. Ebedi tadın yeri ahirette cennettir. Kendisi seven ve ailesini düşünen kimse, dünya tadıyla yetinmeyip cennete yönelir. Oraya girişin sebebi iman, ibadet ve güzel ahlaktır. Bu durumda kul, kendisini cennet nimetlerine ****ürecek imana yapışır, ibadetlere yönelir, güzel ahlaka sarılır. Yuva bunun sebebi olur. Yuvadaki bu hikmet üzerinde çok ciddi düşünmelidir.
Evliliğin insana faydası sadece bu olsaydı, yine içine girmeye yeter ve zahmetini çekmeye değerdi.
Yuva ile bulunan diğer hayat, yeni nesil kazanmaktır. Nesil insanın bir şekilde kendi varlığını devam ettirmesidir. Nesil, malı değil manevi değerleri korumak, taşımak ve yaymak için lazımdır.
İslam ümmetinin çoğalması ve kuvvetlenmesi için evlenip yuva kurmak ayrı bir fazilettir. Bunun bir de ahiretteki netice ve müjdeleri vardır. Bu konuda Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur
“Evleniniz, çoğalınız; çünkü ben ahirette sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere övüneceğim”
“Rabbimiz! Bize eşlerimiz ve çocuklarımızdan gözümüzü aydın edecek nesiller ver ve bizleri takva yolunda gidenlerin rehberi yap” (Furkan 25/74) ayetinde yuvanın hedefleri gösterilmektedir. Bunlar, takva, terbiye, güzel nesil ve yeryüzünde hakkın şahitleri olmaktır.
Günümüzde insanlık cemiyeti böyle yuvaların özlemini çekmektedir.
Asıl Amaç
Evlilikle kurulan yuvanın asıl amacı, ilahi emre uyarak vazife görmektir. En önemli vazife, yuvadaki edep ve hukukları koruyarak Allah rızasına ulaşmaktır.
Bu temel vazifelerin başında erkek ile kadının haramdan korunması, birbiri ile kalp huzurunu yakalaması, bu huzurla güzel kulluğa koşması ve cemiyete iyi bir nesil yetiştirmesi gelir. Evlenmenin amacı, sadece erkek ve kadının cinsel duygularını tatmin etmekten ibaret değildir. Şehvet duygusu neslin devamı için bir araçtır.
Yuva, kâinata yayılan ilahî sevgiyi tatmaktır. Sevgi yüce Allah'ın erkekle kadın arasına koyduğu bir rahmettir. Bütün yuvaları ayakta tutan, anne ile babayı kaynaştıran, onlara yuvanın yükünü taşıtan bu rahmet ve sevgidir.
Hadiste bu rahmet bir temsille şöyle anlatılır:
"Yüce Allah rahmetini yüz parçaya böldü. Bir parçasını dünyadaki varlıklar arasında paylaştırdı.
Bunun tecellisini her varlıkta görebilirsiniz. Hayvanlarda bile. Hani, bir hayvan yavrusunu emzirirken incinmesin diye ayağını kaldırır ve rahatça emmesini sağlar ya; işte bu o rahmetin eseridir.
Bütün vahşi hayvanlar o rahmet ile yavrularına şefkat gösterir, onları korur, besler ve büyütür.
Yüce Allah kıyamet günü bu bir rahmeti doksan dokuz rahmeti ile birleştirip halka öyle rahmet eder." (Müslim)
Mutlu olmak bütün insanların tek arzusudur. Mutluluk fıtrata, cinse, nefse ve zevke göre değişse de hedef birdir; o da sevinmek ve huzurlu olmaktır.
İnsan için huzur gönülle bulunacak ve tadılacak bir şeydir. Huzur sebepleri her gönle göre değişir. Bir gönle acı veren şeyler, diğerine tat verebilir. Bir gönlün kaçtığı ve korktuğu şeylerle diğeri ünsiyet ve muhabbet edebilir. Bir gönlün sıhhat ve zenginlik içinde bulduğu huzuru, diğeri hastalık ve fakirlik halinde yakalayabilir. Huzura giden yollar, halkın fıtratları adedince farklıdır.
Konumuz, yüce Allah'ın dostluğu için yaratılan insanın huzuru ve mutluluğudur. Dinimizde mutluluk insan için bir hayal değildir. O hayat olarak hazırlanıp önümüze konmuştur: Ona giden yol açılmış, ulaşma şekli öğretilmiş, örnekleri gösterilmiştir.
İBRET: HANIMIN HATASINI HİZMETİNE BAĞIŞLA
Hz. Ömer devrinde bir adam hanımı ile arada bir ağız kavgası edip çekişiyordu. Adam hanımına laf anlatamayınca bunalmış, halifeden yardım ve akıl istemek için evine gelmişti.
Evin kapısını çalmak için yaklaştığında içeriden bir kadının yüksek sesle konuştuğunu duydu. Biraz dikkat edince, bunun Hz Ömer'in hanımı olduğunu anladı. Baktı ki Hz Ömer de aynı durumda. Adam şaşırdı; koca halife, kendisine karşı sesini yükselten hanımını sükûnetle dinliyordu. Kapıyı hiç çalmadan hemen geri döndü.
GÜZEL GEÇİM VE EŞLERİN BİRBİRLERİNE KARŞI HAK VE SORUKLULUKLARI
Güzel geçimin başladığı nokta gönüldür. Sevginin kaynağı yüce Allah’tır. Daimi huzur yüce Allah iledir. Gerçekten Allah'a yönelmiş, ilâhî aşktan bir derece tatmış, maddenin ötesinde bir âlemin olduğunu anlayıp ona kalbini açmış bir insanla geçinmek çok kolaydır; çünkü bu insanın derdi Allah’tır, huzuru hak iledir.
Hep ‘ben’ diyende huzur olmaz, ‘ben haklıyım’ diyenle hak bulunmaz.
Güzel geçim güzel ahlaktır. Güzel ahlakın temeli tevazudur. Tevazu, ailede, işte, cemiyette ve her yerde güzel geçim için vazgeçilmez bir ahlaktır. O elde edilmeden gerçek huzur bulunmaz.
Tevazu, kendinin haddini, karşıdakinin hakkını bilmektir.
Tevazu, hakkına razı olmaktır.
Tevazu, doğruyu kim söylerse söylesin onu kabul etmektir.
Tevazu, yüceliğin ancak Allah’a ait olduğunu anlayıp kendini beğenmeyi ve halkı küçük görmeyi terk etmektir.
Tevazu, her kulda yüce Hak’tan ait bir hak ve değer olduğunu bilip Allah için onlara edeple davranmaktır.
Tevazu, “herkes yahşi ben yaman” diyerek kendi noksanlarına bakmak ve kusurlarına çare aramaktır.
Kusuru kendisinde arayan kimse, hem kusurunu kolay bulur, hem de karşısındakine karşı edepli olur. Niyeti doğruyu bulmak olana yüce Allah yardım eder, sabır verir, anlayışını açar, kalbini genişletir, nefsinin sertliğini giderir, şeytanın hilesini gösterir, hakkı sevdirir, haklıyı buldurur.
Böylece hayat güzel olur.
Bencil ve kibirli bir aile, ne yapsalar huzuru bulamazlar.
Yüce Yaratıcısının hükmü karşısında saygı ile eğilmeyen baş kibirlidir. Kibirli kimse katı olur; o ince bir aşkla sevmeyi bilmez, incelip de bir gönle giremez. Böyle birisi düşmanıyla değil, dostu ile bile geçinemez. Ta tövbe edip gerçek tevazuyu elde edene kadar.
Aşağıdaki örnek İslam'ın nuru ile terbiye olan sert bir insanın nasıl inceldiğini göstermektedir:
İBRET: HANIMIN HATASINI HİZMETİNE BAĞIŞLA
Hz. Ömer devrinde bir adam hanımı ile arada bir ağız kavgası edip çekişiyordu. Adam hanımına laf anlatamayınca bunalmış, halifeden yardım ve akıl istemek için evine gelmişti.
Evin kapısını çalmak için yaklaştığında içeriden bir kadının yüksek sesle konuştuğunu duydu. Biraz dikkat edince, bunun Hz Ömer'in hanımı olduğunu anladı. Baktı ki Hz Ömer de aynı durumda. Adam şaşırdı; koca halife, kendisine karşı sesini yükselten hanımını sükûnetle dinliyordu. Kapıyı hiç çalmadan hemen geri döndü.
O sırda Hz. Ömer birisinin kapıya doğru geldiğini fark etmişti. Gelen kimsenin kapıyı çalmadan geri döndüğünü görünce, hemen arkasından çıkıp adamı geri çağırdı ve ne için geldiğini, niçin geri döndüğünü sordu. Adam,
"Ya Ömer, bir derdim vardı, size akıl danışmaya gelmiştim; fakat gördüm ki siz de aynı dert içindesiniz. Onun için rahatsız etmek istemedim!" dedi. Hz. Ömer,
"Derdin neydi?" diye sordu. Adam,
"Hanımım, bazen bana karşı evde yüksek sesle konuşuyor, sözlerime sertçe karşılık veriyor, canımı sıkıyor. Gördüm ki bu durum sizin evde de oluyor" dedi. O zaman Hz. Ömer adamı bir kenara çekerek ona,
"Bak, hanımların kocaları üzerinde pek çok hizmeti ve hakkı vardır. Bunun için kendilerine tahammül etmeliyiz.
Onlar bizim evimizi beklerler.
Ekmek ve yemeğimizi pişirirler.
Çocuklarımızı emzirirler.
Elbise ve evimizi temizlerler.
Cinsi ihtiyacımızı gidererek biz harama düşmekten korurlar. Ben bana bu kadar hizmeti dokunan bir kadına niçin tahammül etmeyeyim" dedi.
Bunları bir halifeden dinleyen adam, biraz düşündü ve,
"Benim eşim de aynı hizmetleri görüyor" dedi. O zaman Hz. Ömer,
"Kardeşim, hanımının sıkıntısına tahammül göster. Dünya hayatı çok kısadır; gelir geçer!" dedi. (zeheb, el-kebâir, 179)
Hak adına yeri gelince demir gibi sert olan Hz. Ömer (r.a), yine hak hatırına yeri gelince kadife gibi yumuşak olabilmekteydi. Onun tek derdi hakkın hatırını korumaktı.
İşte tevazu denen şey budur.
İnsan halka gösterdiği tevazu kadar Hak katında yücelir.
GÜZEL GEÇİM BİR SANATTIR
Güzel geçim, kötü ve bozuk davranışlı insanla olur. Güzel huylu kimse ile hoş geçinmeye güzel geçim denmez. Bu, al gülüm ver gülüm cinsinden bir ikram çeşidi olup insanın cevherini ortaya çıkarmaz.
Ailemiz ahlâkımızı yansıtan bir aynadır. Herkes kendisini en iyi bu aynada görür. Ailede yapmacık olmaz, gizli huylar saklanmaz; içimiz ne varsa dışarıya o çıkar.
Bir kadının en güzel şahidi kocasıdır; kocanın da hanımıdır. Herkes kendisini ailesine karşı davranışları ile tanımalı, nefsinin huylarını bu ortamda tespit etmeli ve yanlışını tedaviye çalışmalıdır.
Bunun için Allah dostları kendilerindeki ahlâkı görmek, ölçmek ve geliştirmek için yanlarında kötü davranışlı bazı insanların bulunmasını isterler, bunu bir fırsat bilirler ve ondan istifade ederlerdi.
Velilerden Yahya b. Ziyad’ın (rah), kötü huylu bir kölesi vardı. Bir gün kendisine, “Bu kötü huylu köleyi niçin yanında tutuyorsun; onu sat da kurtul. Sen bunu bedava vermiş olsan yine kazançlı olursun” dediklerinde, o büyük zat şöyle demiştir:
“Hayır, onu satmayacağım, ben onun kötü huylarına sabrederek geniş olmaya ve yumuşak davranmaya alışıyorum”
Güzel ahlâk dünyanın en büyük servetidir. Ona sahip olan kimse öyle mutlu olur ki artık onun huzurunu kimse bozamaz. Çünkü o, yüce Allah ile huzuru bulmuştur ve artık herkese huzur verir.
Allah ile huzur bulanlar öyle bir kuvvet ve kabiliyet kazanır ki artık kendisini sevmeyeni bile sever, ona gelmeyene gider, haksızlık edeni affeder, vermeyene verir. Sertlik gösterene gülümser. Kendisine cahilce davranan kimseye hiç bulaşmaz, ona acır ve ‘kal selâmetle' deyip yoluna devam eder.
Mümin her işte kendi ahlâkını kontrol etmelidir. O, kendisine nasıl davranıldığına değil, kendisinin nasıl davrandığına bakmalıdır. Ona karşı hanımı, çocuğu, komşusu, iş arkadaşı bir kusur yapsa, ilk sorusu şu olmalıdır:
“Ben yüce Rabbime karşı ne kusur işledim ki bana karşı bu kusur işlendi. Acaba bu kusurda benim bir kusurum var mıdır?”
Evet akıllı ve adaletli kimseler böyle düşünür. Kendisinde bir kusur bulursa onu terk eder ve Allah’tan affını ister. Sonra karşısındaki kimsenin kusuru için bir mazeret arar. Mazeret bulursa onu affeder, bulamazsa kendisini güzel bir şekilde uyarır; kusurunu anlaması için yardımcı olur. Böyle bir kimsenin kızması da sevmesi gibi fayda verir, ilaç olur, insanı kötülükten kurtarır.
İşte bu ahlaka sahip olan bir kadın veya koca hayatının her anını huzur içinde ve hayır üzere geçirir. Böyle bir kalbi ve ince edebi elde etmek için ne yapılsa azdır. Rehbere gitmeden iş çok zordur.
İBRET: BİR HAK DOSTUNUN HASRET MEKTUBU
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin İstanbul'da iken, dört eşine ayrı ayrı gönderdiği mektuplarından, küçük eşi Zeliha Hanım'a yazdığı mektup şudur:
Ve izzetli, hürmetli, akıllı, gayretli, şefkatli, güzel yüzlü, şirin sözlü, melek huylu, çelebi kollu, nâzik belli, şirin yıldızlı, has ve talihim, oğlum annesi, gönlüm cânânesi, inci tânesi hatunum ve hanımım küçük kadın Zeliha hatun huzuruna;
Candan selâmlar ve gönülden dualar edip, ol mülâyim hatırın kat kat sual ederiz. Allah'ın birliğine emanet veririz.
Benim küçük kadınım, benim emektarım. Ne keyiftesin, ne haldesin ne demdesin? Neyliyorsun, ne işliyorsun? İyi misin, hoş musun? Allah muînin (yardımcın) olsun. Kendin uşak (küçük) iken uşak hizmetine düştün. Allah emeklerini zayi etmesin, seni bana bağışlasın. Bir dahi dünya gözü ile görüşmek müyesser eylesin; âmin!
Acep cihanda senin gibi var mıdır? Zeliham! O tatlı canını seveyim, o tatlı bakışlarını seveyim. Hiç fikrimden gitmezsin. Böylece âyân gönlümde durursun. Maşallah, maşallah! Benim nazlı aşığım, senin için yollarda ve İstanbul'da besteler yazıyorum, öğreniyorum ki, inşaallah gelende seninle ses sese verelim de çok türlü besteler, güzel kitaplar okuyalım. Allah Teâlâ'ya âşık olalım, safalar edelim.
Bir küçük kadın gördüm, hemen sana benzettim. Selâm-sabah ettim. Sesi dahi sana benzerdi. Senin hatırın için sokak ortasında ona yârenlik edip ahvalini sordum. Bir ihtiyar kocası varmış, zindanda, ona ekmek ****ürmüş. On kuruş borcunu verip onu halâs edip sevabını sana bağışladım.
Allah Tealâ senden razı olsun. Zira ben senden yer-gök dolusu razıyım. Allah Şeyh Osman'ı bize bağışlasın, âmin! Ve cümle küçük kadınlar sana kurban olsun! Ve büyük kadınlar bacılarına kurban olsun! Benim hakkımda siz bana dünya yetersiniz. Hak Tealâ dördünüzü bana dünyada bağışlasın ve ahirette Firdevs-i Âlâda dahi sizi bana versin. Âmin, ya Erhame'r-Râhimin.
GÜZEL GEÇİMİN SIRRI
Büyük veli İmam Şa’rânî (k.s) güzel geçimin sırrını şöyle açıklar:
“Mümin kardeşim! Eğer sen hanımının doğru, güzel huylu ve ahlâklı olmasını istiyorsan, kendin yüce Allah’a karşı doğru olmaya bak. Birçok insan bunu bilmediklerinden ve kendi nefislerinin huylarına bakmadan hanımının ahlâkından şikâyet etmektedir. Eğer bu inceliği bilmiş olsalardı önce kendi kusurlarına bakar, onları düzeltir ve böylece hanımlarının kötü ahlâkı da kendiliğinden düzelmiş olurdu.
Allah kendisinden razı olsun, ben bu durumu kendi ailem üzerinde çok denedim. Ben ne zaman açık veya gizli bir kusur işlesem bunun hemen onda bir yansımasını görürdüm. Hâlbuki o gerçekte güzel ahlâklı bir kadındı. Ancak ben değişince o da elinde olmadan değişiyordu. Buna çok defa şahit oldum. Bunun için hanımımda sevmediğim bir hareket görsem hemen kendimi kontrol ederdim. Onun benim yüzümden değiştiğini düşünürdüm. Ben kendime çeki düzen verince onun da kendiliğinden düzeldiğini görürdüm.”
İBRET: KUSURUMU AİLEMDE SEYREDİYORUM
Fudayl bin Iyaz (k.s) demiştir ki:
“Ben yüce Allah’a karşı bir kusur işlediğim zaman, bunun sonucunu bineğimde, hizmetçimde ve hanımımda görürdüm. Onların bana karşı tavrı değişir, huyları sertleşirdi. Ben bunu anlar, pişman olur, hemen tövbe ve istiğfar ederdim. Onların da kötü huyu yok olurdu. Ben bundan tövbemin kabul edildiğini anlardım. Çok defa da tövbe edip pişmanlık duyduğum halde bineğimin huysuzluğu, hizmetçi ve hanımımın itaatsizliği devam ederdi. Ben bundan tövbemin kabul edilmediğini anlar, daha dikkatli olurdum.”
GÜZEL GEÇİM YÜCE ALLAH’IN EMRİDİR
Aile reisi olan erkek yüce Allah’a karşı sorumludur. Onun ailesine güzel davranması fazdır. Zulüm haramdır. Bunun için kadınlarla güzel geçinmelidir. Onlardan gelecek sıkıntılara katlanmalıdır. Kadınların tabiatı bunu gerektirmektedir. Böyle davranmakla kişi onlara merhamet etmiş olur. Bu konuda yüce Allah,
“Hanımlarınızla iyi geçinin” buyurmuştur.
Diğer bir ayette onların hakkını yücelterek, şöyle buyurmuştur:
“Onlar ( kadınlar) sizden sağlam bir söz almışlardı.”
Başka bir ayette de,
“…Ve yanınızdaki arkadaşa iyilikte bulunun…” buyurmaktadır.
Müfessirlerden bazıları: “yanınızdaki arkadaşınıza” ifadesiyle kastedilen kimsenin evdeki hanım olduğunu söylemişlerdir.
Hz. Peygamber'in (s.a.v) vefatından önce ashabına tavsiyede bulunduğu ve sesi kısılıncaya kadar tekrar ettiği üç tavsiye arasında kadınlara iyi davranma konusu da vardı. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Namaza dikkat edin, aman namaza dikkat edin.
Elinizin altında bulunanlara güçlerinden fazla yük yüklemeyin!”
“Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkun! Onlar sizin yanınızda bir nevi esirdirler.”
“Siz onları yüce Allah’ın emaneti olarak aldınız ve Allah’ın emri ve izni ile namuslarını kendinize helal kıldınız!”
Hanımla iyi geçinmek demek sadece ona eziyet etmemek değildir. Bilakis hanımdan gelecek eziyetlere de katlanmak demektir. İyi geçinmek, hanım öfkelenip kendini kaybettiğinde, akıllı olmak, ağır davranmak ve sabretmektir.
Nisa 4/21
Nisa 4/36
Kurtubi, el-Cami, 5/165.
Ebu Davud, Edeb, 123; İbnu Mace, Vasaya, 1. Cenaiz, 64;
Nesai, Süna-i Kübra, nr. 7097.
Müslim, Hac, 148.
****.menzil.net sitesinden alınmıştır.