Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Zikir (2 Kullanıcı)

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
İslam, dini ibadetleri hem manevi beslenme vesilesi yapmış ve hem de katagorilere ayırmıştır. Resmileştirilen, kayda bağlanan, şartlara bağlanan ibadetler vardır. Ayrıca, kayda bağlanmamış, şartalara bağlanmamış ibadetler de vardır.

Bu ibadetlerin her iki nevisi de kulu Allah’a yaklaştırır.

Namaz dinin direği sayılmıştır. Fakir–zengin, sağlıklı–sağlıksız, mukim–yolcu... herkese emredilmiştir.

Oruç yılda sadece Ramazan ayı içinde tutulması farzdır. Ramazan dışında oruç tutmak nafiledir. Bir kişi Ramazan orucunu keyfi olarak Ramazan dışında tutamaz. Ayrıca oruç tutabilmek için sağlıklı olma gereği de vardır.

Zekat verebilmek için gerekli mal varlığına sahip olmak gerekir. Hac için hem bedeni yeterlilik ve hem de mali kaynak gerekir.

Bu hatırlatmalardan şunu demek istiyoruz ki, İslâm’ın temel şartlarından sayılan ibadetlerimiz, belirli kayıtlara, şart ve rûkünlere bağlıdır. Zaman, mekân, sağlık, malî varlık ve benzeri şeyler söz konusudur.

Ancak hiçbir ön şarta bağlı olmayan, zaman, mekân, sağlık, mal ve benzeri hiçbir şarta bağlı olmayan bir ibadet var ki, hayatın her anını kapsamaktadır. Zikrullah (yani Allah’ı anmak) adı verilen bu ibadette kayıt yoktur, şart yoktur, sınır yoktur, zaman yoktur, mekân yoktur, sayı yoktur, taharet şartı yoktur. Ayakta, otururken, yatarken veya diğer hallerde de yapılır.

Ayet–i Kerime’de zikir için üç hal sayılıyor; "ayakta, otururken ve yanları üzerine yatarken” diye. Şeyhül–İslam Ebussuûd Efendi tefsirinde bu Ayet–i Kerime’yi izah ederken şöyle diyor: “Her ne kadar ayette üç halden bahsediliyorsa da, aslında diğer hallere de işaret vardır. Zikir için bütün haller caizdir. Mesela âdetli veya lohusa olan bir hanım namaz kılamaz, oruç tutamaz, ancak zikrullah yapabilir."

Kur’an–ı Kerim’de şöyle buyuruluyor: “Allah–ı çok zikredin...” Bu ayetteki “çok” kelimesinin bir sınırı koyulmamıştır. Yüz, bin, onbin gibi bir sınır yoktur. Kişi haline durumuna, şartlarına göre Allah’ı zikreder. Zikir çoğu kez Esma–i Hüsna denilen, Allah–ü Teala’nın 99 ismi okunarak yapılır. Ayrıca zikir cümleleri de vardır.

Zikir Kur’an–ı Kerim’de en çok emredilen ibadettir. 300’den fazla ayette zikir konusu işlenir.

Namaz da bir zikirdir, ancak zikir namazdan ibaret değildir. Namazın dışında müstakil olarak zikir vardır.

Zikrin cehri (yeni sesli) hafi (yani kalbi) olarak yapılması caizdir. Ancak dilin ve kalbin müşterek yaptığı zikir hepsinden daha faziletlidir.

Zikirden maksat Allah’ı daima hatırlamak, gaflete düşüp unutmamaktır. İnanarak Allah’ı hatırlayan insan, Allah’ın emirlerini yerine getirir ve yasaklarından sakınır.

Böylece zikir ehli olanların imanı kuvvetlenir. Allah’a karşı olan sevgi ve bağlılıkları artar, nefisleri arınır.

Bu insanların oluşturacağı topluluklar da huzurlu ve mesut olurlar. Zaten yaradılışın gayesi, kulluktur. Zikir insanı temizler, güzelleştirir, yaradılış gayesine taşır.

Öyleyse zikrin mahiyetini öğrenmek, gereğini yapmak lazımdır. Unutulmamalıdır ki; bir toplum zikrullah ile kaynaştığı oranda huzur ve saadet bulur.
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38

Esselamun aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh.

Allah(cc) bütün bir alemi insan için, insanı da kendisinin bilinmesi için yaratmıştır. Peki bizler Allah’ı nasıl biliriz? Ariflere göre Allah’ı, bize olan tecellileri ile biliriz, müşahade ederiz. Allah’ı çeşitli vesileler ile andığımızda –namazda, virdimizi çekerken ve ya Kur’an–ı Kerim tilavet ederken olduğu gibi– O’na olan yakınlığımız, O’nla olan tanışıklığımız artar. Yaşadığımız olaylarda Rabbimizin deyim yerindeyse izlerini, etkilerini görmeye başladığımızda, bir imtihan sürecinde olduğumuzu yeniden hatırlarız. Bir bakarsınız sizin olumsuz olarak değerlendirdiğiniz bir olay zaman içinde hayra dönüşüyor. O zaman “bekleyelim de görelim” diyorsunuz. Çoğu zaman acılar tatlıya bağlanıyor. Allah (cc) kendisini olayların ardında hatta insanların sözlerinin arkasında gizliyor. Allah’ı çok andığımızda gizlenen mutlak güzellik bir şekilde ortaya çıkıyor.

Elimize bir tespih alıp Allah’ı ve ya Rasulünü andığımızda anılan lafızlar zamanla hayatın içinde görülmeye başlıyor. O zaman Allah’ı her halukarda anmak istiyoruz. Kalpten bir vaiz lafızları hatırlatıyor, kimi zaman “Lailahe illallah Muhammedün Rasulullah” diyoruz, kimi zaman “La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyül azim”, bir şeylere kızdığımızda “Hasbünallah veni’ melvekil veni’men Mevla veni’men nasir”, kimi zaman Esma ül Hüsna’dan seçilmiş güzel isimlerle O’nu andığımızda Allah da tevfikini refik eyliyor. Yani Allah’ın yardımı size dost, arkadaş, yoldaş oluyor. Arkadaşımız Allah olunca bizlere de bir güven geliyor, gelmesi gerekli.

“Rasulullah Efendimiz(sav) şöyle buyurmuştur: “Allah–ü Teala bir kuluna hayır murad ederse, o kuluna kalbinden bir vaiz kılar.” Yine Rasulullah Efendimiz, “Her kime kalbinden vaiz olursa, o kimse üzerine Allah’tan bir bekçi olur. Ve bu kalpte zikir yerleşir kalır” buyurmuştur.

Kalbin cilası ve kalp gözünün açılması zikirle hasıl olur ve zikr–i daim’i ancak muttakiler meşgale haline getirirler. Binaenaleyh takva zikrin kapısıdır. Zikir de keşfin kapısıdır. Keşif de fevz–i ekber yani en büyük ve ebedi kurtuluş kapısıdır. Bu saadet, Hakk’a kavuşmak ve vuslat etmektir.”


Allah sizden razı olsun kıymetli kardeşimiz,
Allah’a emanet olun, Rabbimiz emeklerinizi karşılıksız bırakmasın inşaallah,
Selam ve baki dua ile kalın.

motor1hr9.gif
kuranpf3.gif
atlxi8.gif


gif078tw8jw5.gif


Kedi, Aslangiller familyasındandır. Ama 40 tane Kedi bir araya gelse, bir tane Aslan etmez.
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
Kabirlerde haşrolunduktan sonra zikirden mülâkat mertebesine yükselmiş ve böylece göğüslerdeki hakîkat açığa çıkar. Sakın 'Ölümünden sonra insanın yanında Allah'ın zikri kalmaz' diye inkâra kalkışma ve 'İnsan yok oldu. Bu bakımdan Allah'ın zikri nasıl olur da onunla kalır?' deme. Zira insanoğlu, ölümle, yanında zikir kalmayacak şekilde yok olmaz. Aksine onun yokluğu dünya ve mülk ile şehâdet âlemindendir. Melekût aleminden ise yok olmuş değildir; bilakis o âlemde vardır.
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
Zikrin evveli ve âhiri vardır. Evveli, Allah ile ünsiyet ve muhabbeti gerektirir. Sonu ise, yine ünsiyet ve muhabbet gerektirmekte ve bu ünsiyet ve muhabbetten sudûr etmektedir. Zikirden gaye de bu ünsiyet ve muhabbeti elde etmektir. Mürid, işin başında kalbini ve lisanını vesveselerden zoraki olarak çevirip Allah'ın zikrine yöneltir. Eğer bu zikri devamlı bir şekilde yapmaya muvaffak olursa sonunda onunla ünsiyet kazanır ve va'dedilenin sevgisi kalbine yerleşir. Bu keyfiyet sana uzak ve garip görünmesin; çünkü sıradan işlerde de kaide şudur ki; hazır bulunmayan bir kimseyi, yanında devamlı olarak anmak sûretiyle hazırda bulunan bir kişinin kalbine yerleştirmek mümkündür.

Böylece kişi, huzurunda sık sık yâdedilen kimseyi sevmeye başlar. Hatta bazen vasıflarını çok işittiğinden ve yanında fazlasıyla yâdedilmesinden ona âşık bile olur. Böylece ilk önce zoraki olarak ve çokça yâdetmekle âşık olan kimse sonunda o mâşuku çokça yâdetmek durumunda kalır; öyle ki onu yâdetmeksizin duramaz olur.

Zira herhangi birşeyi seven kimse onu çokça yâdetmeye başlar. Tekellüf de olsa birşeyi çokça yâdeden kimse sonunda onu sevmeye başlar. İşte böylece zikrin evveli tekellüf ve zorluktur. Bu hal yâdedilenin sevgisinin ve ünsiyetinin yâdedenin kalbinde yerleşmesine kadar devam eder. Sonra yâdeden kalbine yerleşmiş olan şeyi veya kimseyi yâdetmekten kendisini alamaz. Bu bakımdan bu sefer icab ettiren icab olunan, meyve de meyve veren olur.
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
Âriflerden birinin 'Yirmi sene Kur'an'ın meşakkatini çektikten sonra yirmi sene de onunla nimettendim' sözünün mânâsı da bu olsa gerektir; zira nimetlenmek ancak ünsiyet ve muhabbetten sudûr eder. Ünsiyet ise ancak zorluklar tabiî hâle dönüşünceye kadar uzun süre meşakkatlere katlanmaktan sudûr eder. Bu bakımdan bu durum nasıl uzak ve garip olarak karşılanabilir? Oysa insanoğlu önceleri sevmediği bir yemeği kendisini zorlamak suretiyle yeyip meşakkatini çeker ve böyle devam ederse, sonunda sevmeye başlar. Hatta bazen öyle bir hale gelir ki, artık onsuz duramaz.

Nefis tekellüfle kendisine yükletilen şeyi, tahammül etmek sûretiyle âdet hâline getirir. (Nitekim, şâir bu hakikati şöyle ifade etmiştir:) 'Nefis, kendisine yüklenilen herhangi birşeyi âdet edi-nir'. Yani başta hoşlanmayıp zoraki bir şekilde kendisine yüklenen birşeye sonunda alışır ve o şey kendisi için tabiî olur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt