YOL GÖSTERİCİ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 29 Eyl 2008
- Mesajlar
- 99
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 68
Her şey tek bir noktada başladı. Ve o nokta sonsuz basınç ve ısıdaydı. Ve sonra muazzam bir patlama oldu. İşte bu big bang’di. Normalde patlama sonucu oluşan parçaların gelişi güzel ortalığa dağılması gerekirken, tam tersine bu parçalar birbiri ile uyumlu, her biri ayrı yörüngede yıldız sistemlerine dönüştü. Bu sistemlerin içinde bir sistem vardı ki, diğerlerinden çok farklıydı. Ortasında parlak bir yıldız vardı ve onun adı güneşti. Ve onun etrafında irili ufaklı dokuz yıldız birer tespih tanesi gibi dizili olarak dönmekteydi. Bu dokuzun içinde bir tanesi vardı ki, bulunduğu yer, büyüklüğü ve dönüş hızı ile ayrıcalıklıydı. Ve o yıldız’ın adı dünya idi. İlk bakışta bir portakal’a benziyordu yüzeyi bir portakal gibi kırmızı ve pütürlüydü. Yüzeyini oluşturan kabuk alev alev yanıyordu. Uzun bir zaman sonra dönüşün etkisi ile yüzey kabuğu çürüyen bir portakal gibi kırmızılığını kaybetmeye yani soğumaya başladı. Fakat hala yüzey ısısı kavurucuydu. Bu soğumanın gerçekleşmesi çok uzun bir zaman aldı. Ve nihayet o portakal çürüyerek kırmızı görünümünü tamamen kaybetti. Ve etrafında küflenen bir portakalın küfleri gibi grimsi bir tabaka oluştu. Bu tabaka ileride oluşacak atmosferin ilk haliydi. Yapısında yanma sonucu oluşan karbon dioksit, sülfür ve nitrat gibi zehirli gazlar vardı. Fakat oksijen yoktu. Yani canlı bir hayatın yaşaması için elverişli değildi. Atmosfer tabakası giderek yüzeyden ayrıldı ve yükselerek, dünyanın etrafında bir halka şeklini aldı. Artık dünyanın yüzeyinde yağmurlar yağmaya başlamıştı. Fakat bunlar asit yağmurlarıydı. Sürekli olarak yağıyorlar ve dönerek soğumakta olan dünyanın soğumasını hızlandırıyorlardı. Ve bu asit yağmurları neticesinde portakalın yüzeyinde derin çatlaklar ve çukurlar oluşturmuştu. Ve yüzeyden yükselen asit buharları atmosferin yapısında farklılıklar oluşturmaya başlamıştı. Bu farklılıktan dolayı atmosfer birbirinden farklı özellikler gösteren yedi ayrı tabakaya ayrıldı. Bu tabakaların en altındaki tabaka yani stratosfer, gitgide soğuyarak alçak ve yüksek basıncın etkisi ile yağmurların hızı daha da şiddetlendi ve yapısındaki asit oranı giderek azaldı ve yer kabuğu üzerindeki çukurları doldurarak denizleri oluşturdu. Fakat denizler asit içeriyordu. Aradan uzun bir zaman geçti, kabuk yüzeyi denizlerdeki bu asit muhteviyatını absorbe ederek tuz haline çevirdiler. Ve asit yağmurları giderek tuzlu yağmurlar halini aldı. Atmosfer ile yer arasındaki büyük çapta yıldırımlar ve elektrik boşalmaları olmaktaydı. Dünya yüzeyinde uzun bir süre tuzlu yağmurlar yağdı. Ve yer kabuğu üzerinde kalıcı değişiklikler oluşturdu. Fakat hala atmosfer tabakasının yapısı zehirli gazlar içermekteydi. Ve oksijen seviyesi çok düşüktü. Denizlerin kara ile birleştiği noktalarda yeşil renkte bir takım oluşumlar giderek büyüdü ve kabuk yüzeyinde geniş tabakalar oluşturdular. Bunlar yeşil alglerdi. Atmosferdeki karbondioksiti emerek, oksijen üretiyorlardı. Aradan uzun, çok uzun yıllar geçti ve dünyanın yüzeyindeki atmosfer tabakası şimdiki halini almış, ihtiva ettiği gaz oranları ise yaşam elverir bir seviyeye gelmişti. Yüzey kabuğu iyice soğumuştu. Magma tabakası soğuyan bu kabuğun altından artık eskisi gibi canı istediği vakit yüzeye çıkamıyordu. Yüzey ısıda artık oldukça düşmüş ve canlı organizmaların yaşamasına elverişli bir hale gelmişti. Fakat güneşten yayılan zararlı ışınları filtre edebilecek bir kalkan yoktu. Bir ozon tabakası gerekliydi bunları filtre edebilmek için. Bunun için de dev bir motor gerekliydi. İşte bu dev motor yerkabuğunun altındaki dış ve iç çekirdekti. Sıvı olan dış çekirdek, kendisine göre katı olan iç çekirdeğin etrafında hızla dönerek oluşturduğu ozon gazını yüzeye saldı. Bu ozon gazı fay hatlarının arasından sızarak gökyüzüne doğru yükseldi ve atmosfer tabakasının dışında bir kalkan oluşturdu. Ve böylece insanın yaşayabileceği tüm koşullar oluşmuştu. Son bir eksiklik vardı. Yaşayacak insanın yiyeceği… ve o yüce güç yine ‘’ol’’dedi. Ve dünyanın yüzeyi bitki örtüsü ile kaplandı. Sonra suda ilk canlı hayvan oluştu. Yapısının yüzde sekseni su olan canlı yaşam, işte bu yüzden suda oluştu. Ve karada yürüyen ve havada uçabilen canlılar yarattı yüce Allah. Artık her şey hazırdı. İnsan için, insanın yaşayabileceği ortamda bir dünya yaratılmıştı. Ve yüce Allah yarattıklarının hepsini insana boyun eğdirdi. Ona akıl verdi. Ve insan o aklı sayesinde tüm canlılara hükmetti. Şimdi uzay adını verdiğimiz uçsuz bucaksız o boşlukta çok ufacık bir alanda bir güneş sistemi ve içinde dünya adını verdiğimiz bir gezegen var. Ve kusursuz yaratıcının yaratmış olduğu kusursuz sistemler ile dönüp durmaktadırlar. Kütlesine oranla çok büyük bir hızla dönen dünya asırlardır takip ettiği yörüngesinden asla şaşmaz.
Şimdi, biran için dünyanın bu yörüngeden saptığını varsayalım. Diyelim ki, büyük bir meteor geldi ve öyle bir açıdan dünyaya çarptı ki, dünya bir bilardo topu gibi yörüngesinden çıktı ve ters istikamette dönerek güneşin çekim gücünden kurtuldu.
Olabilecekleri şöyle bir düşünelim;
Öncelikle güneşten uzaklaştığı için, dünyada sürekli gece hâkim olur. Gökyüzüne baktığımızda yıldızlar daha parlak ve daha büyük görünürler. Dünya yüzeyinde çok hızlı bir soğuma başlar. Bu hızlı soğumanın bir sonucu olarak, fay hatları harekete geçer ve depremler meydana gelir. Ve giderek iklim kışa dönüşür. Bitkiler fotosentez yapamadıkları için hızla sararmaya başlarlar ve atmosfere oksijen yerine karbondioksit vermeye başlarlar. Bu da havadaki oksijenin giderek tükenmesine ve solunum zorluklarına neden olur. Önce kanatlı hayvanlar, böcekler ve sürüngenlerden başlayarak tüm hayvanlar hızla telef olmaya başlar ve ölen hayvanların hızla çürüyen bedenleri havayı daha da kirletir. Bu süreç en fazla bir aydır. Yeryüzündeki tüm yaşam en fazla bir ay içinde son bulur.
Sonsuz güç ve ilim sahibi Allah’ın kurmuş olduğu sistemlerin yapısındaki en ufak bir değişiklik bile, işte böyle tüm sistemin çökmesi ile sonuçlanır.
Onun kurmuş olduğu sistemler ve içerdikleri hassas dengeler, bir canlı hücresinde de, solar sistem gibi devasa bir kütlesel yapıda da ayni hassas dengeleri içermektedir.
Başka bir deyişle; ‘’O’’ zerreden kütleye, her şeyi en kusursuz bir biçimde yaratandır.
ALLAH YAR VE YOLDAŞINIZ OLSUN.
(Akın Örsmen 9.10.2006)
YOL GÖSTERİCİ
Şimdi, biran için dünyanın bu yörüngeden saptığını varsayalım. Diyelim ki, büyük bir meteor geldi ve öyle bir açıdan dünyaya çarptı ki, dünya bir bilardo topu gibi yörüngesinden çıktı ve ters istikamette dönerek güneşin çekim gücünden kurtuldu.
Olabilecekleri şöyle bir düşünelim;
Öncelikle güneşten uzaklaştığı için, dünyada sürekli gece hâkim olur. Gökyüzüne baktığımızda yıldızlar daha parlak ve daha büyük görünürler. Dünya yüzeyinde çok hızlı bir soğuma başlar. Bu hızlı soğumanın bir sonucu olarak, fay hatları harekete geçer ve depremler meydana gelir. Ve giderek iklim kışa dönüşür. Bitkiler fotosentez yapamadıkları için hızla sararmaya başlarlar ve atmosfere oksijen yerine karbondioksit vermeye başlarlar. Bu da havadaki oksijenin giderek tükenmesine ve solunum zorluklarına neden olur. Önce kanatlı hayvanlar, böcekler ve sürüngenlerden başlayarak tüm hayvanlar hızla telef olmaya başlar ve ölen hayvanların hızla çürüyen bedenleri havayı daha da kirletir. Bu süreç en fazla bir aydır. Yeryüzündeki tüm yaşam en fazla bir ay içinde son bulur.
Sonsuz güç ve ilim sahibi Allah’ın kurmuş olduğu sistemlerin yapısındaki en ufak bir değişiklik bile, işte böyle tüm sistemin çökmesi ile sonuçlanır.
Onun kurmuş olduğu sistemler ve içerdikleri hassas dengeler, bir canlı hücresinde de, solar sistem gibi devasa bir kütlesel yapıda da ayni hassas dengeleri içermektedir.
Başka bir deyişle; ‘’O’’ zerreden kütleye, her şeyi en kusursuz bir biçimde yaratandır.
ALLAH YAR VE YOLDAŞINIZ OLSUN.
(Akın Örsmen 9.10.2006)
YOL GÖSTERİCİ