Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Zengin ve yoksul Müslümanlar arasındaki fark (1 Kullanıcı)

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Zengin ve yoksul Müslümanlar arasındaki fark

‘Müslümanlar bir tarağın dişleri gibi eşittirler” hadisini önümüze ayna diye koyup düşünelim, bakalım aynada iskeletini görmeye kadar varan kaç kişi var şunun şurasında? Büyük bir ihtimal birçoğumuz dişleri arasında yuvalanan cesedi göremeyecektir.
İştahla oturduğumuz gıybet sofrasından mazeret ve bahane adlı kürdanları kullanmamıza rağmen bir türlü dişlerimiz arasından bertaraf edemediğimiz kardeş etini ancak iki dişin arasını açmak suretiyle temizleyebileceğiz. İşte bu yüzden bir tarağın dişleri bile bizimkinden çok daha düzgün.
Şirazesi oynayıp dağılmış bir dünyada “nerem doğru ki” mazeretine sığınan boynu eğri develer gibiyiz. Kendi ellerimizle yapıp ihmallerimizle ördüğümüz uçurumlara kader deyip geçiyoruz. Önümüze çıkan bir kara talihten bahsetmiyorum, tırnaklarımızla kendimize inşa ettiğimiz uçurumdan bahsediyorum.
Fakr u zaruret içinde kıvranan bir aile, sokakta sabahlayan bir evsiz, maddi sıkıntılardan dolayı bir türlü evlenemeyen genç, okuyamayan öğrenci, beslenemeyen bebek, sokağa fırlatılan ihtiyar, bunların hepsi kaderin cilveleştiği insanlar öyle mi?
Bu kişilerin mazlumiyeti ve mağduriyetinde bizim hiç payımız yok mudur?
Aynada iskeletimizi görebilmişsek bu meşum hayat sahnelerinde bizim de rolümüz olduğunu inkâr edemeyiz artık.
“Müslümanlar bir tarağın dişleri gibi eşittirler” hadisi öncelikle İslam ortak paydası etrafında bir araya gelmiş olan insanların birbirine sosyal, kültürel ve ekonomik yönden benzerliğine işaret etmektedir.
Müslüman’ın bir başka Müslüman’la arasındaki fark sınıf oluşturmayacak seviyededir. Şayet ekonomik üstünlük sosyal ve kültürel anlamda bir farklılaşmayı doğuruyorsa o zaman Müslümanlardan müşterek refleksler beklemek hayal olur.
Tarağın bazı dişlerinin eşitsizliği geri kalan dişlerin takviyesi ve desteğiyle giderilmelidir. Şimdi aynaya bir daha bakalım ve cevap verelim: Bugün zengin Müslüman’la yoksul Müslüman arasındaki fark acaba iki farklı din mensubu arasındaki farktan daha mı azdır? Yoksul bir Müslüman’la yoksul herhangi bir din mensubu arasındaki ortak noktalar neredeyse Müslüman zenginle Müslüman yoksul arasındaki ortak noktaları ikiye katlayacak derecededir. Zenginlerin dili nasıl aynı ise yoksulların dili de aynıdır.
Mağdurlar, mazlumlar ve yoksullar bidayetten beri hep aynı dili konuşurlar. Bu yüzden yoksullar içlerinde barındırdıkları “fakr” duygusunu keşfettikleri andan itibaren cemaat olmaya daha yatkındırlar. Varsıl olanlar şayet aynı şeyi-fakr duygusunu- içlerinde keşfettiklerinde aynı cemaate dâhil olurlar.
Bu iştirak tarağın dişlerinin eşitlenmesidir. İslam insanın dış yığınaklarını değil iç kazanımlarını dikkate alıp onları makbul birikim kabul eder. Kuşkusuz zenginlik kabahat değildir. Sadece yoksul karşısında sivrilen yanların budaması gerekmektedir. Müşterek bir düzen ve ahenkli bir birliktelik için bu şarttır.
Camide ip gibi saf düzeni olan cemaatin cemiyette bu saf düzenindeki eşitlik ve ahengi unutup baştan savması anlaşılır bir şey değildir. Camide safların düzgün tutulmasının önemi cemiyete hazırlıktır. Cami cemiyetin prototipidir. Cami cemaate, cemaat cemiyete hazırlanır.
Camide ast-üst hiyerarşisi ve kast sistemi nasıl yoksa sokakta ve toplumda da yoktur. Camiyi cemiyetle çatıştırdığımız zaman biri diğerine dar gelecektir hep. Belki de bu yüzden camiler kulağına yaşam soluğu üflenmemiş derin bir sükût içerisinde ve toplum bu yüzden cami sıcaklığından mahrum profan ve fazlasıyla dünyevi.
Adaleti, eşitliği, ahlakı, sabrı ve merhameti mukaddes emanet çetelesine dâhil edip camiye hapsettik. Her namaz vaktinde gelip gidip bu kavramların en mukaddes bildiğimiz taraflarını öpüp yüzümüzü sürdük.
Dışarısı yeterince karanlık ve soğuktu; yoksulluğu aramızda büyüttük. Hiç konuşmamasını içinde bulunduğu durumdan memnun olduğuna yorduk. Şimdi ne aynaya yetişen bir boyumuz kaldı geriye ne de bizi mesut ve eşit kılacak tarağın dişleri.
Hüseyin Akın - Haber 7

Gönlü Dar olanda dünya zenginliği neye yarar...
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
‘Cep’te gizlenen ürkütücü gerçekler!
Nobel ödüllü Amerikan onkolog Devra Davis cep telefonlarıyla ilgili sarcısı bir kitap yazdı ve...

Uğur KOÇBAŞ / VATAN

Nobel ödüllü Amerikan onkolog Devra Davis cep telefonlarıyla ilgili sarcısı bir kitap yazdı; 6 yıl öncesine kadar güvenli zannederdim. Ama öyle deney sonuçları gördüm ve baskıya şahit oldum ki, artık sağlığa alarm derecesinde zararlı olduğunu düşünüyorum...

Dünyanın en önemli kanser uzmanlarından biri olarak bilinen Nobel ödüllü Amerikalı Devra Davis, yeni kitabı “Disconnect” (Bağlantıyı kes) ile gündeme oturdu. Davis, cep telefonlarının sağlığa etkileri konusunda “küresel bir alarm durumu” ilan edilmesi gerekirken, cep telefonu endüstrisinin büyük çabaları sonucunda bu cihazın zararlarını göstermeye çalışan saygın bilim adamlarının karalandığını, hatta dünyanın bir numaralı sağlık otoritesi Dünya Sağlık Örgütü’nde (WHO) bile cep telefonu zararları konusunda entrikalar döndüğünü yazdı. İşte Pittsburg Üniversitesi Onkoloji Departmanı direktörü olan ve sayısız ödüle layık görülen Davis’in kitabından çok çarpıcı satırbaşları:

Bir bilim adamı olarak bundan 6 yıl öncesine kadar cep telefonlarının güvenli olduğuna inanıyordum. Hükümetlerin, sağlık kurumlarının insan sağlığını böylesine tehdit edeceğinden şüphelenilen bir cihazın tüm dünyada hızla yaygınlaşmasına bile bile izin vermeyeceklerini düşünüyordum. Ancak son 6 yılda öğrendiklerim beni bu düşünceden vazgeçirdi.

Kanserli bir hücrenin şu anki modern cihazlar tarafından tespit edilebilmesi için binlerce kez bölünüp çoğalması gerekiyor. Ambulans aramak için kullandığınız cep telefonu aslında ambulansı aramanızın ana sebebi olabilir.

Sigorta şirketleri cep telefonu firmalarına sigorta hizmeti vermiyor çünkü bu firmaların ileride cep telefonlarının ileride sağlık sorunlarından zarar gören insanların açacağı davaların hedefi olacağını düşünüyorlar. 25 yaşına kadar insanların beyinleri gelişmeye devam eder. Çocuklar bundan 5 sene öncesine kadar bu kadar yoğun bir elektromanyetik dalgaların yoğun olduğu bir ortamda yaşamıyordu. Son araştırmalar açıkça ortaya koyuyor ki radyo dalgaları da yarattıkları radyasyonla yaşayan hücrelerin bozulmasına sebep olabiliyor. Bu zarar çocuk beyinleri için çok da riskli. Rus bilim adamlarının cep telefonu kullanan 5-12 yaş arası çocuklar üzerinde yaptıkları 5 yıllık araştırma sonucunda bu çocukların cep kullanmayan yaşıtlarına oranla beyin kapasitesinde düşme, dikkat dağınıklığı ve öğrenme bozuklukları görüldü.

Önce sigara şimdi ‘cep’e karşı

Sigaranın zararlarının tartışıldığı 1970’lerde sigara konusunda çok önemli araştırmalara imza atan Alman profesör Franz Adlkofer, şimdiye dek cep telefonları için yapılan ve AB’nin 3 milyon euro’luk fonla desteklediği REFLEX çalışmasında da başroldeydi. Cep telefonu konusunda kararı “belirsiz” olarak açıklanan bu çalışmanın açıklanmayan sonuçlarından biri radyo dalgalarının hücrelerin normal olarak çalışmasına engel olduğunun tespit edilmesi, bu durumun yeni çıkan 3G telefonlarda önceki telefonlara oranla çok daha ciddi şekilde görülmesiydi.

Cep telefonlarını üzerinde taşıyan, günde 2 ile 4 saat arasında kullanan erkeklerin sağlıklı sperm sayıları diğer erkeklere göre çok daha düşük. 2006 yılında GATA’daki bilim adamları tarafından yapılan araştırma sık cep telefonu kullanan erkeklerde spermlerin daha az hareketli ve daha az sağlıklı olduğunu gösterdi. Bu çalışma 7 farklı ülkedeki uzmanların araştırmalarıyla da desteklendi.
Cep’in mucidi şimdi en azılı düşmanı
Şu anda dünyada cep telefonlarıyla ilgili en önemli araştırmaları daha önce cep telefonu endüstrisinde bilim adamı olarak çalışan ve modern cep telefonlarının tasarlanmasında büyük rol oynayan Utah Üniversitesi profesörü Om Gandhi yapıyor. Amerikan senatosunda 5 yaşındaki çocukların beyinlerinin cep telefonu dalgalarından nasıl etkilendiğine dair bir sunum da yapan Gandhi, bu kaygılarını dile getirmeye başlamasının ardından cep telefonu üreticilerinin bir numaralı hedefi oldu. 2000’li yıllardan itibaren yaptığı araştırmalara hiçbir fon sağlanmadı, onu karalamak için cep telefonu firmaları tarafından uzmanlar çalışmalarında hatalar bulsunlar diye özel olarak tutuldu. Gandhi cep telefonu firmalarının cihazların sağlığa etkilerini test ederken cihazın kafatasından 1.5 santim uzakta tutulduğunu varsaydığını , oysa ki telefon beyinden her 1 milimetre uzaklaştırıldığında beyne elektromanyetik dalgaların erişiminde yüzde 10 azalma görüldüğünü, bu nedenle testlerde cihazların zararsız çıkmasının da çok normal olduğunu söyledi. Yeni nesil telefonlar konusunda ise şu uyarıda bulunuyor: İlk cep telefonlarında sadece tek bir anten vardı. Ancak şimdiki akıllı telefonlarda hem GPS anteni, hem telefon anteni, hem internet için özel anten bulunuyor. Bu da radyasyonun 3’e katlanması demek.

Blackberry’nin telefon kullanıcılarına “Bu telefonu vücudunuzdan 2.5 santim ötede tutunuz” diye uyarıda bulunduğunu biliyor musunuz?

WHO'da cep telefonu krizi
Dünya Sağlık Örgütü Başkanı koltuğundan indirildi...

2003 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nde kimsenin çok da haberi olmayan bir cep telefonu krizi yaşandı. WHO’nun Harvard mezunu Norveçli başkanı Gro Harlem Brundtland WHO’daki ofisi içerisinde cep telefonu kullanılmasını yasakladı.

Ofisin çevresine odaya girenlerin mutlaka cep telefonlarını kapatması yönünde uyarılar da asıldı. Bir gün, ziyarete gelen gazetecilerle konuşurken röportaj sırasında başı ağrıyınca “Kimsenin telefonu açık mı?” diye sordu. Fotoğrafçının telefonunu titreşime aldığı ortaya çıktı.

Uzun süredir cep dalgalarına maruz kalmadığı için odada bir cep telefonunun açık olması bile onu etkilemişti. Dünya Sağlık Örgütü’nün cep tehlikesi konusunda daha aktif olması gerektiğini savundu. Ancak bu kaygıları dile getirmesinden 5 ay sonra görevinden oldu. Arkasında cep telefonu endüstrisinin adamı olarak bilinen ve “cep telefonları zararsız” kampanyasının dünyadaki en önemli temsilcisi olarak görülen yardımcılarından Avustralyalı Michael Repacholi’nin olduğu savunuldu. Repacholi, 3 yıl sonra elektromanyetik dalgaların zararlarıyla ilgili yapılan ve “zararsız” sonucuna varılan çalışmada cep telefon endüstrisinden para aldığı ortaya çıkınca WHO’daki görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Başkan’ın “deli” olduğuna WHO yönetim kurulunu ikna ederek görevden alınmasını sağlayan Rapacholi hakkında 2008’de, Amerika’da “insanlığa karşı işlediği suçlar nedeniyle” dava edildi. Dava dilekçesinde Nazi doktoru Joseph Mengele’ye benzetilen Repacholi’nin tıp eğitimi almış bir kişi olmamasına rağmen WHO’da cep telefonlarıyla ilgili ilk çalışmanın başına getirildiğini, onun da cep telefonu şirketlerinin çıkarları doğrultusunda hareket ettiği ileri sürüldü.

İşte kanıtlar

İnsanlarda kansere yol açtığı bilinen maddelere maruz kalan fareler de mutlaka ama mutlaka bu hastalığa yakalanıyor. Bu nedenle farelere başka maddelerden gelecek zararların da insanları aynı şekilde etkileyebileceği düşünülerek cep konusunda fareler üzerinde birçok araştırma yapılıyor.

5 SAATTE BÜYÜK DEĞİŞİM

Atina Üniversitesi’nde fareler uzerinde yapılan deneyde de 1 saat cep telefonu ve wifi bulunan ortamda kalan farelerin öğrenme bozukluğu çektiği, uzun süre bu dalgalara maruz kalan farelerin de 5 saat önce öğrendiklerini bile unuttukları görüldü. Hamile farelerin de bu dönemde cep telefonu dalgasına maruz kalmalarının ardından hücrelerinin bozulduğu, bu bozukluğun yavrularında da beyin zararına yol açtığı belirlendi.

BEYİN DUVARINI İNCELTTİ

İsveç’teki Rausing Laboratuvarı tarafından yapılan araştırma sonucunda günde 2 saat cep telefonunun tehlikeli dalgalarına maruz kalan hayvanlarda beyni zararları maddelerden koruyan beyin-kan duvarının inceldiğini ve güçsüzleştiğini gözlemledi. Ve vücuttaki hücre bozulmalarını tedavi eden genlerin de bu işlevlerini yerine getiremedikleri belirlendi.

EN ÇOK ZARARI ÇOCUKLARA

2010 yılında Avusturyalı bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre çocukların kemik ilikleri yetişkinlere oranla 10 kat daha fazla radyasyon emiyor.

KANSERDE 3 KAT ARTIŞ

Dünyanın en çok cep telefonu kullanan ülkesi olan İsrail’de 20 yaş altındaki kişilerde başın cep telefonunun tutulduğu bölgesindeki organlardaki kanserlerle ilgili vakalarda 3 kat artış kaydedildi.

Kullanım kılavuzlarında iPhone için 1.5, Blackberry içinse 2.5 santimetre ‘kulağınızdan uzak tutun’ deniyor...

Korunma yolları
Kitapta cep telefonu dalgalarının zararlı etkilerinden korunmakiçin bir reçete de sunuluyor.

1 - Kesinlikle ama kesinlikle cep telefonunu kulaklıkla kullanın. Mümkünse kablolu bir kulaklık ile konuşun. Wireless ve Bluetooth kulaklıkları kullanmadığınız sürece açık tutmayın.

2 - SAR değeri düşük bir telefon alın. (Değişik telefonlar için SAR değerlerini SARVALUES -- adresinden öğrenebilirsiniz)

3 - Asansör gibi kapalı alanlarda ve otomobil, metro, tren gibi toplu taşıma araçlarında telefon kullanmamaya özen gösterin. Düşük sinyal seviyesi olan yerlerde görüşmelerinizi mümkün olduğunca kısa tutun.

4 - Telefonun elektromanyetik dalga yayan antenleri arka bölümündedir. Telefonu mutlaka cebinizde taşıyacaksanız vücudunuza temas eden yön ekranın olduğu taraf olsun.

5 - Hamile kadınlar cep telefonunu karın bölgelerinden uzak tutsunlar.

6 - Kulaklık kullanamadığınızda telefonu hoparlörden kullanmaya özen gösterin.

7 - Haberleşmenizi mümkün olduğunca SMS aracılığıyla yapın.

8 - Telefonu uyurken kapatmayacaksanız kesinlikle yastığınızın altına koymayın, yatağınıza da mümkün olduğunca uzakta tutun.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Bazen sadece bir kişi, bin kişiye bedel gibi...
Bini olmasa olur da, olmasa olmaz o biri...

&

İhvan kardeştir. Hani, “mümin müminin kardeşidir” buyuran Habibulah’ın haber verdiği gibi… Biyolojik bir bağı olsun ya da olmasın, “gardaşım!” diyebildiğin kişi… Bir anadan değil, bir babadan doğduğun, “can” diye seslendiğin insan…

Her birinin yaşı, cinsiyeti, maddesi ve ruhaniyeti başka başka; fakat onları bir araya getiren öyle bir kuvvet ki, adı “can baba!” Hangi elde yetiştiğini söylemeden, bir talebeyi, bir insanı anlamak mümkün olabilir mi? Elbette hayır. Madem ki böyledir, ihvandan evvel, babadan bahsetmek lazım gelir. Destur diyelim de öyle başlayalım; zira ondan bahsederken edeple dönen bir dile, aşkla yanan bir gönle ihtiyaç var:

O başkasına benzemez. Evlâdının gönlündeki derinliklere nüfûz ederken, işinde öyle mâhirdir ki duymazsın bile, belli etmez. Zaten, sana senin halini hissettirecek olsa, utancından mahvolursun. “Gözsüz görme dersleri”ni bizzat kendisi vermektedir. Sanır mısın ki her bir halini görmez!? O, yanında ol ya da olma, karşısına otur ya da oturma, seni seyreder. Canların babasıdır kolay değil! Canın yandığı vakit senden çok yanar, senden çok gözyaşı döker. O can baba, Habibullah’ın vârisi olduğundan, “ümmeti ümmeti!” diye yakaran Rasûl’e benzer de, “evlâdım, evladım!” diyerek ağlar. Kendi derdini bizim derdimizde unutmuş, mesaisini kızlarının ve kuzularının yetişmesine adamış, mubarek bir vazifenin, yorulmaz eri olmuştur. Kırmaz! Hakk’ın takdirinden de öylesine razıdır ki, kırılmaz.

Bilirsin. Kimseler tutmasa o tutacak ellerinden, kimseler bakmasa o bakacak yüzceğizine. Kapısında beş dakika dolanmak bile ferahlatır. Ve o, kapısını evlâdına sonuna kadar en fedakâr şekilde açmıştır. Onun tebessümüne sebep olmak ne büyük nimet ve hüznüne, kederlenmesine yol olmak ne büyük vebaldir! Sadece ayağını değil, kalbini, zihnini, her yanını denk almak yaraşır onun evladına. Sadece karşısındayken değil, her an, her yerde… Zaten ona aşkla bağlı olan için, huzurdan gayrı yer kalmaz ki. “Ben size şahdamarınızdan daha yakınım” buyuran Allah’ın sevgili dostudur O! Dost, dostun ahlakından nasip alır. Ve işte böylece, seyrime her an dalan, ben kendisinden gafil olsam da benimle dolanan, kontrolü, görüşü ve duası altında her türlü imtihanı başkalarından daha rahat atlatabildiğim, varlığı sanki cennet huzuru ve yokluğu sanki cehennem çukuru olan bir şefkat, firaset ve asalet abidesidir O!

Sever, sevilir. Gönlü engin bir samimiyet merkezi olduğundan, Allah ona sayısız yardımcı gönderir. Mesuliyeti ağırdır; fakat mâşuku Hakk olan için, her zorluk aşılasıdır. Nefsi için istemez. Nefsi için sinirlenmez. Hevâsından söz etmez. Varisliğinin hakkını vermek, kendisi de son nefeste yalnızca iman ile Rabbine ermek derdindedir. Biriktirmez, dağıtır. Nice sırla yüklüdür de çatlamaz. Sorumlu olduğu nice insan vardır da, birini bile unutup da atlamaz.

Vefâ da cefa da ondadır. Yükümüzden beli bükülmez, nûru çoğalır. Derdimizden yıkılmaz, daha da derin bir heybet kazanır! Madem ki can baba böyledir, evladı da ondan elbet nasip alır. Şimdi biraz ihvana bakalım hele, onda durum nasıldır:

Hani “Can gardaşı” dır ya ihvan. Dersin ki bazen, “yahu, akrabamla bile böyle yakın hissetmiyorum. Onlarla bile bu kadar sık görüşmüyorum.” Öyle başkadır. Öyle özel… Evine vardığında, buzdolabını rahatça açıp atıştıracağın, anahtarını gönül ferahlığıyla bırakacağın, “ciğer pârem!” diyebileceğin, seveceğin ve sevileceğin, Allah’ın izniyle “emin” olduğuna inanıp, her bir şeyini teslim edebileceğin insandır ihvan!

Gündüzünü Hakk rızasını kazanma ve Hakk’tan râzı olma kaygısıyla yaşayan, gecesini hataları ve günahları için ağlamakla sabaha vardıran gönüldür o. Herkes gibi değildir. Virdi vardır. Sohbeti vardır. Kimsesi olmasa da başını yaslayacağı “pür nûr” bir omuz vardır. Mürşidinin, yani gönül tabibibin omzu…..

İhvana “mürid” derler. Mürşidinin ardında, onun yolunda yordam öğrenen, hamlıklarını aşk ateşiyle olgunluğa çeviren nasipli adam yani! Yani Hakk’a giden! Yani derdi Hakk olan! Yani kendisinden, bu sebeple hiç şeytanlık ummadığın! Güvendiğin, sevdiğin, inandığın adamdır ihvan! Hani, “Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir” hadisindeki öznedir. Öyle sanırsın.

İhvan, en fazla affedendir. Karşısına hangi kusur çıkarsa çıksın, sevgiyle setredendir. Onun düzeltmesi, kardeşine gıyabında ettiği duayla… Düzelmesi, nefsini daha çok sorgulamasıyla… Aynasına en çok bakandır ihvan! Hani, mümin de müminin aynası ya, kendini daha net görmek için, en çok bakışandır. Tümseği, çukuru, puslusu, paslısı, yenisi, eskisi… Ayna işte hepisi!

İhvan nedir bilir misin? Tüm bu ideal tariflere rağmen, yine de pek sevdiğin ve güvendiğin için, belki de en ağır imtihanları kendisiyle yaşayacağın kişidir. Beş parmağın beşi bir değil ya hani, ihvanın da hepsi bir değildir. Büyükler bunu şöyle tarif ederler: “Kimisi yüzde beş, kimisi yüzde doksan beş”. Yüzde yüz ihvan yok mudur, böyle mürid yok mudur? Yüzde yüz oldun mu zaten “mürşid” oldun be kardeşim.… Bir tek o kemale ermiştir, gerisi hep eksik! Gel gör ki, bazı “eksikler”, o kâmili diline itirazla dolamış da, “bence” demeye alışmışlardır. Kimi ihvan, maazallah, mürşidinden bile çok bilir (!) Kimi ise maşallah, en güzel şekilde haddini bilir. Çocuk gibidir ihvan. Kimisi bir bakışla, kimisi korkutmayla, kimisi de tokatla yola gelir.

Bazen, şaşarsın ihvanla yaşadıklarına. “Nasıl olur, dersin, bunu bana nasıl yapar!?”. İyi bil ki, eğer o ihvan ve sen de benim gibi aşk yolunda çömez bir talebe isen, başına gelen her şey senin daha iyi olman, daha olgun bir müride dönüşmen içindir. Olanlar sana ağır, şer ve kötü görünebilir. Hani sana rahmet, sana nimet, sana lutuf gelen ve geldi diye pek sevindiğin işler var ya, onların zekatı say beğenmediğin diğerlerini…
Sen, kendisiyle imtihan edildiğin, canını yakan her kardeşle birlikte, yoldan çıkmaya kalkıyorsun. Pireye kızıp yorgan yakmaya niyetleniyorsun. İyi bil ki, gözlerini ve gönlünü raptetmen gereken kişi mürşidindir. Sen, eğer ihvanın kusurunu yola ve tüm diğer yolculara isnad edersen, pek ahmakça bir iş etmiş olursun. O vakit, Müslümanların nicesinin de haline bakıp dinden mi çıkacaksın? Bu mudur yapılması gereken? Elbette hayır! Sen, ihvanında “kusur” olarak gördüğün bir hâl, ucu sana dokunmuş ve ciddi bir zarara girmene sebep olmuş bile olsa, yolunda kal! “Gak ile gelip, guk ile giden” gibi olacaksan, zaten hiç adam olmamışsın demektir. Bir de şunu unutmayacaksın: Kişi, kınadığını yaşamadan ölmez! O halde gel, ihvanın kusuruyla meşgul olmayı bırak da, dönüp tekrar tekrar aynada kendine bak.

Kardeş dediğin nedir ki… Nihayetinde Kabil de Habil’i öldürdü. Demek ki ölümün bile kardeşinin elinden olabilir. Yaşadığın sürece her şey mümkün. Duamız umudumuz o ki, ihvan dediğin, Kabil olup kıymasın cana. Fakat hikmeti gereği yaşanırsa böyle işler, buna da şaşma. Sana yaşattığı ağır imtihanlara bakıp da, bu ne biçim iştir deme. Bu, öyle bir iştir işte! İtirazdan ikiye ayrılacak olsan, feryat figan bağırsan, hazımsızlıktan çatlayacak raddeye gelsen değişmez! Takdir edilmiştir. Belki yaşamışsındır, belki de yaşayacak. Hikmetini ara! Hayra yor! Baktın ki buna gücün yetmedi, say ki kötü bir rüya gördün, dön soluna tükür!

Sen nasıl görürsen gör, senin nasıl bir mürşidin varsa, onun da vardır. Eğer kardeşler, kendi aralarında kavgaya tutuşmaya, ceza kesmeye kalkışırlarsa, bunun sonu da gelmez, hayrı da olmaz. De hele baba niye vardır! Ve de hele, baba evladını senden daha iyi tanımaz mı? Söyle, ceza yetkisi çocukta mıdır, yoksa babada mı? Hem sen haddini aşıp da, kardeşine ceza vermeye kalktığın vakit, nefsinin işi ne ki, coşar da seni yoldan çıkartır. Haklı iken haksız, canlı iken cansız düşersin. Senin canın ve canlılığın rızada değil mi?! O halde ne diye hikmetini çözemediğin her işte, yeni bir itiraza düşersin!?

Bir düşün de insafa gel! Senin hata yapma payın var da, kardeşinin yok mu? Hayırda ortaklık var da, hatada ortaklık yok mu? Hep en ideal ve en kâmil tavrı beklerken, “ben ne kadarım ki” diye sordun mu? Tamam, hiç olmayacak bir hareketle mağdur edilmiş, düşmanından bile görmeyeceğin tavrı görüp, hatta iğfal edilmiş de olsan, dön de hikmete bak! Vallahi, ihvanının eliyle göreceğin zarar, düşmanının eliyle göreceğin hayırdan daha iyidir. Çünkü ne olursa olsun, hâli, kapasitesi, kabiliyeti ne kadar olursa olsun, ona bir “Hakk dostunun” nazarı değmiştir.

Bilir misin, ihvanın hatası neden güzeldir? Çünkü o, nefsine yenik düşüp bir yanlış etse de, ardından tevbe etmesini ve mahcup olmasını bilir. Bunu dedim diye sanma ki hepsi aynı derecede biliyor bu işi. Hayır, öyle değil! Fakat işte, o yoldadır ve seni de elinde tutanın elindedir.

Kardeşinden ötürü ne kadar canın yanarsa yansın, babanın hatırını unutma! Sakın kendi kendine silmeye, itmeye, atmaya kalkışma! Eğer cidden hak ediyorsa, o “ârifler şâhı” zaten gereğini yapmasını senden daha iyi bilir. Ceza ve şikayet değil, af tarafı ol ki, sen de en az onun kadar affa muhtaçsın. Ne o, yoksa kardeşinin hatasını gözünde büyütüp de, kendi yanlışlarını unutan mı olacaksın? De hele, nerede kaldı o zaman, nefsini sorgulama edebin?! Nerede kaldı, her gece ismini anıp ahlakına imrendiğin hazreti Ebu Bekir’in, “beni öyle büyüt, öyle büyüt ki, cehennemde başka kimseye yer kalmasın!” yakarışından alacağın nasip?!

Biliyorum. Her durumda yine de dönüp, “bu da nefsimin kötülüğünden oldu” demek kolay iş değil. Yediği tokadı hak ettiğini düşünmek, “bu da işte şu hatamın kefaretidir” diyebilmek, her baba yiğidin harcı değil! Biliyorum, vurana vurmak, kıranı kırmak ister nefis. Ama sen, zoru başarmaya azmetmeyecek ve zahmeti rahmet bilmeyeceksen, de hele, bu yolda işin nedir?! Hem bilmiyor musun ki, Allah merhametlilerin en merhametlisi, affedenlerin en güzelidir… Ve eser, elbette müessir değildir; ama müessirden bir ses verir… Sen Rahmân’ın eseri değil de nesin? Şimdi belki, “ya adalet!?” diyeceksin,” ya suçluların cezası!?” De ki madem o kadar adalete âşıksın, cesaretin varsa, önce kendin için iste. Ama eğer buna güç yetiremiyorsan, kendin için Allah’tan rahmet dileniyorsan, “gerçek imana ermenin, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemekle mümkün olduğunu” hatırlatırım. Allah’ı en çok Rahman ve Rahim isimleriyle anan sen, ne olur ki kardeşlerin için öyle olsan!? Varsa çok haklı bir âhın, zaten, yerde mi kalacak sanırsın?!

Seni, en ihtiyaç duyduğun anda yapayalnız bıraksa da, ihvan ihvandır. Orada sana, “Allah’tan gayrı dost yok” dersini, o kardeşi vesile ederek vermişlerdir. Ummadığın taş olup başını yarsa da ihvan ihvandır. Onu taş eden, elbet senin başını kavileştirmek dilemiştir. Hem sanki senin başın çok mu yumuşak! Kim bilir onun da canı, sana çarpmakla nasıl acımıştır!

Yine de “yok, dayanamıyorum” diyorsan, o vakit mesafe koy. Bu sünnettir. Yine de düşün, Rasulullah aleyhisselam’ın “bana fazla görünme” buyurduğu Vahşi kadar da mı zalimlik etti sana kardeşin? Değilse, kime bu tafran, neye bu nefretin?

Zannediyorsun ki ihvan melektir. Yahu değil! Sen ne isen o da odur! Yani insandır. Yani beşerdir. Çiğ süt emmiştir. Sanma ki adı ihvan olmakla sütten çıkmış kaşık oldu. Bazen çocuk, bazen deli, bazen gafildir. Bazı günahkar, bazı cüretkâr olabilir. Dedikodunu eder, hatta kuyunu kazar. De ki işte, kardeşse, Yusuf aleyhisselamı kuyuya atan da kardeştir. Yalan söyler, kandırır, her bir günaha düşer. Sanıyor musun ki ihvan hep hayra götürür. Yok, bazen de uçurumun kenarına götürür. Ama yine de ihvandır. Yüze vurmak yoktur! Şeytana bakar gibi bakarak aşağılamak yoktur! Neden? Çünkü uçurumun kenarına geldiğinde, “Allah’ım kurtaarr!!” demeyi öğrenirsin… Ve bu pek kutlu bir bilgidir.

Elbette Yusuf huyludur ihvan. Elbette temizdir, paktır. Lakin karşına Züleyha olup da çıkarsa şaşırma, bu da haktır. Hem, bilir misin, Züleyha bazı kadındır, bazı adam… Her kılıkta karşına çıkması mümkün madem, burhanı fark etmek için, dikkatle bak. Ve eğer korunmuşlardan olduysan çok şükret! Yanılmışlardan olduysan, için için yan da de ki: “Yâ Rabbi! Affını lûtfet!”

İşte böyle gardaşım! Dediğim diyeceğim o ki, beş parmağın beşi bir değil! Herkes ihvan; ama kimi başta, kimi ayakta; kimi yolda, kimi sapakta. Bazısı halkada, bazısı kapıda. Kimi en mahrem sırlar odasında, kimi sokakta. Bakıyorum, bazısı uslu bir kedi gibi olmuş büzüşmüş, kucakta; bazısı keçi olmuş, dediğim dedik, köşede bucakta! Allah’ın sayısız isminin, çeşit çeşit tecelli ettiği yerdir ihvan…

Kimi dönme dolap gibi olmuş. Tevbe eder eder yanlışa döner. Belki de dersin ki, “böylesinin bu yolda işi ne yahu!”. Öyle deme. Sen, hayırsız oldu, zaaf gösterdi diye evladını atıyor musun? Hem, o beğenmediğin ihvan, bir de o velinin elinde, eteğinde olmasa, ne hallere düşer biliyor musun? Hem fena mı, dönüp dolaşıp yine kapıya geliyor işte. Üstelik onların bazısı çok utanır da halinden, “ahh der, ben bu yola zarardan başka neyim? Kurtulun benden, atın beni gideyim! ”. Halbuki nereye gidiyorsun a garip? Bilmiyor musun ki sürüden ayrılanı kurt kapar! Bilmiyor musun ki o mubârek çoban kuvvetlidir, senin gibi yaramazlarla yorulmayacak kadar…!

Hâsılı, vaziyeti ne olursa olsun, ihvan, her haliyle menzile götürür. Sana yapılmış ve senin “kötülük” addettiğin işi unut. Kardeşine yaptığın ve senin “iyilik” addettiğin işi de unut. Gayrısını unut ki, baktığın ne varsa hakikati Hakk’tır.

&

Allah’ım! Bizi yol kenarlarında cansız, cânansız koma. İç yüzünü çözemediğimiz için zorlanacak olursak, isabetli bakışlar ver de, her sebepte Sen’i görelim. İhvanımız ve gönül hekimimiz için, ferahlık ve huzur vesilesi olalım..…

Sevelim, sevilelim… Sevinip, sevindirelim Rabbim! Amin.

Neslihan Nur TÜRK
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt