HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
ZEKÂNIN KULLANILMASI VE HIZLI DÜŞÜNME
Daha önce kıvrak zekânın, zekânın kullanılmasından doğduğunu; algıya veya algılanan şeye "dikkat etme"nin kıvrak zekâ sürecini başlattığını; işleme girişmenin ise bu sürecin meyvesi durumunda olduğunu söylemiştik. Ayrıca "zekâ kullanımı"nın "hızlı algı" ve "hızlı bağlantı kurma"dan geçtiğinden söz etmiştik. Geriye hızlı zekânın veya zekâ kullanımının, nasıl gerçekleştiğinden bahsetmek kalıyor.
Kıvrak zekâ, zekânın kullanılmasından ibârettir. Zekânın sür’ati, doğal olarak gerçekleşmez. Aksine hızlı ve oldukça sıkıntılı bir işlemdir. Hızlı zekâ, hissedilen bir şeye dikkat etmekten doğar. Zira insanların çoğu, zaten zeki olup kıvrak zekâya yetecek kadar zekâya sahiptir. Bu nedenle zekâyla ilintili olmasına karşın kıvrak zekâ, zekâyı var edemez. Zira zekâ, her insanda fıtrî olarak var olan bir unsurdur.
Zekâ, zihinsel/aklî bir eylem olup bu eylemin tüm fonksiyonlarını bünyesinde barındırmaktadır. Zihinsel eylem ise, şu aşamalardan geçmektedir: Önce dış etkenin beyne sinyal göndermesi veya bu etkenin duyular tarafından beyne taşınması, ardından kişinin önceden bildiği bilgilerle algının bir araya gelmesi ve sonunda zihinsel eylemin gerçekleşmesi. İnsan konuşan, yani düşünen bir canlı olduğuna göre her insan, "düşünme eylemi"nde bulunur. Bu, bir insanın zeki olduğu ve bir şeylere karar verecek kadar zekâya sahip olduğunu gösterir. Zekâ ise, "aklî eylem"den daha öte bir kavramdır. Zira zekâ hızı, algılama ve bağlantı kurma hızıyla ortaya çıkar. Demek ki sür’at varsa, zekâ ancak o zaman vardır. Bu bağlantıyı kurma hızı yoksa, zekâ da yoktur. Sür’atin, hem bağlantı kurmada hem de algılamada gerçekleşmesi gerekir. Kişi, olgu hakkında ön bilgilere sahip olmadan, hızlı bağlantı kurma eylemini gerçekleştiremez. Algı devreye girer girmez bu bilgiler somutlaşır. Salt algılama, tek başına bu bilgileri somutlaştırmak için yeterlidir. Eğer kişide ön bilgiler varsa; olgularla bu bilgiler arasında hızlı bağlantı kurma işlemi, doğal bir şekilde oluşur. Bizzat algılama eylemi, kişideki ön bilgileri seri bir şekilde ortaya çıkardığına göre hızlı bağlantı kurma işlemi, algıdan başka bir etkene ihtiyaç duymaz.
Hızlı algılamak için de "dikkat etmek", daha da önemlisi "seri bir şekilde dikkat etmek" gerekir. Söz, iş, oluş, olgu ve olayı seri bir şekilde fark etmek (yani dikkat etmek), zekâ kullanımının ilk ve temel aşamasıdır. Zekâ kullanımını ve dolayısıyla kıvrak zekâyı sağlayan ilk aşama olduğundan, "dikkat etme" veya "seri bir şekilde dikkat etme" aşaması üzerinde, büyük bir titizlikle durmak gerekir. Çünkü kıvrak zekâ, zekâ kullanımını; zekâ kullanımı ise dikkati veya sür’atli bir şekilde dikkat etme eylemini gerektirir. Demek ki "dikkat etme" veya "seri bir şekilde dikkat etme" eylemi, kıvrak zekâ ile zekâ kullanımının ortak paydasıdır. Başka bir ifadeyle "dikkat", zekânın kullanılması eyleminin ardından, kıvrak zekâ yetisini sağlayan temel faktördür. Öyleyse zekânın kullanılması, dolayısıyla kıvrak zekâ süreci insanda nasıl oluşur? sorusunu cevaplamak için, "dikkat" unsurunu irdelemek gerekir.
"Dikkat", algılanan şeyi araştırmak veya bu şeyle ilgili bilgi sahibi olmak için sürekli performans göstermektir. Bu performans olmadıkça, "dikkat"ten söz edilmez. Yukarıda verdiğimiz örnekte şoför, bir maddenin caddede aktığını görmüştü. Eğer bu maddenin ne olduğu konusunda kafa yormayıp aldırış etmeden gitseydi, "dikkat" unsuruna sahip olmaz; dolayısıyla ne zekânın kullanımı ne de kıvrak zekâ olgusu gerçekleşirdi. Şoförün bu maddeyi tanımak için gösterdiği performans, tüm işlemin temelini oluşturur. Demek ki yapılacak ilk iş, performans göstermektir. Başka bir ifadeyle hissedilen şeyin özünü, mahiyetini anlamak için ciddi, yoğun ve seri bir eyleme girişmektir. Her şey, bu özü anlamaya bağlı olduğundan, bu yolda performans göstermek şarttır.
Kadı Süleyman'ın, bir çocuk üzerinde iki kadının hak iddia etmesi üzerine, son derece kıvrak bir biçimde hangi kadının çocuğun gerçek annesi olduğunu bilmesiyle ilgili kıssa, buna örnek verilebilir. Bu kıssada; iki kadından her biri, çocuğun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Süleyman, çocuğunu ölüme terk etmektense herhangi bir kişiye verip yaşamasını sağlama cesaretini gösterebilecek annenin, çocuğun gerçek annesi olacağını düşünüyordu. Bunun üzerine Süleyman, çocuğun iki kadın arasında paylaşılmasını, yani öldürülüp ikiye ayrılmasını önerdi. Ancak Süleyman, açıkça öldürülmesini önermeyip -gerçek olmayan annenin yapay davranışlarının önüne geçmek için- kapalı bir şekilde öldürülmesini, yani ikiye ayrılmasını önerdi. Çocuğun öldürülmesi teklifi, gerçek anneyi ortaya çıkaracaktı. Annelerden biri, öneriye karşı çıkarken diğeri kabul etti. Böylece Süleyman, çocuğun ikiye ayrılmasına karşı çıkan kadının, çocuğun gerçek annesi olduğunu; kabul edenin ise yalancı anne olduğunu anladı. Çünkü gerçek anne, çocuğun ikiye ayrılmasının onun ölmesi anlamına geldiğini hemen algılayıp öneriyi reddetmişti. Gerçek annenin öneriyi reddetmesi, yalancı annenin ise kabul etmesi, kadı Süleyman'ın kafasında düşünsel bir algı olarak seri bir şekilde şekillenmiş; algının ortaya çıkmasıyla da önceden bildiği bilgilerle bağlantı kurarak çocuğun, iki parçaya bölünmesini reddeden annenin, gerçek anne olduğunu algılamıştır.
Bu algılayış, kıvrak zekâdan; kıvrak zekâ, zekânın kullanımından; zekânın kullanımı ise "dikkat etme"den doğmuştur. "Dikkat etme" ise algıya ve bu algının hız kazanmasına ön ayak olmuştur ki böylece, doğal olarak önceden bilinen bilgilerle (ön bilgilerle) zihin arasında hızlı bir bağlantı kurma eylemlerinin, aynı anda kullanımından doğmuştur. Bu durum, zekâ kullanımı ve gereken işlemin yapılmasını -yani gerçek annenin kim olduğuna karar verilmesini- beraberinde getirmiştir. İşte Süleyman'ın bu öyküsü de benzin örneği, "nerelisiniz?" sorusundan ne anlaşıldığı ile ilgili örnek ve soyut-somut bir şeyi algılamakla ilgili diğer örnekler gibi, algının gücünü ön plana çıkarmaktadır. Zira algı, ilk eylemdir. Eylemi, dikkat faktörü meydana getirir. "Dikkat"ten algı; ardından "hızlı algılama" doğar. Ardından da peş peşe dizilen anlamlar, zihinde çağrışımlar yaparlar. İşte bu sırada, zekânın kullanımı ve kıvrak zekâ meydana gelir.
Bütün bu eylemlerde temel unsur, "Dikkat etme"dir. Peki "dikkat" nasıl meydana gelir? "Dikkat", kısaca yaşama eylemidir, yani doğal olarak gelişir. "Uyanık olma" olgusunun "dikkat"i doğurduğu ve ona rehberlik yaptığı doğrudur. Ancak "yakaza" gerçekte canlı varlıklara özgü olmasının yanında yaşamanın, dirliğin zorunlu unsurlarından biridir. Eğer adem oğlundan biri olan Zeyd, "uyanıklığa" sahip değilse bu, onun ya tembel ya uykuda ya da ölü olduğu anlamına gelir. Dolayısıyla ondan, "dikkat" etmesi veya zekâsını kullanması beklenemez. Çünkü o, yaşamla nitelendirilmediği sürece aslında yoktur. Yaşam, kişinin "uyanık" olmasını gerektirir. "Uyanık"lığın varlığı ile ancak "dikkat" unsuru var olabilir. Buna karşılık yine de "dikkat"in, "uyanık"lıktan kaynaklandığı söylenemez. Dahası "dikkat" meydana gelirken "uyanık"lığın oluşum süreci henüz yoktur. Çünkü "uyanık olma", yaşamanın zorunlu unsurlarındandır. Fakat "dikkat" olgusu, ancak "uyanık olma" durumunda ortaya çıkar. Nasıl ki "uyanıklık", doğal olarak ortaya çıkıyorsa aynı şekilde "dikkat" unsuru da doğal olarak "uyanık olma" ile, yani hayatın var olmasıyla somut hale gelir. O halde temel unsur, "uyanık olma" değil, "dikkat" unsurudur. Zira "uyanıklık", kendisinde hayat var olduğu sürece, canlı varlıkta mevcudiyetini sürdürür. "Dikkat" ise ancak performansla, yani algılanan şeye özel ilgi göstererek onun özüne, mahiyetine "dikkat" etmekle mümkündür. Başka bir ifâdeyle, hissedilen şeye özel bir performans harcayarak onu tanımaktır. Yani zekânın kullanılması ve kıvrak zekâ eylemi, nesneyi tanıma işlemi bittikten sonra gerçekleşir. Bu nedenle her şey, bu bilginin ne kadar sağlıklı olup olmadığına bağlıdır. Sağlıklı bir biçimde zekânın kullanılması, kıvrak zekâ, nesne hakkında yargıya varmak ve sonunda bir işleme girişmek, bu bilgiye bağlıdır. Bu bağlamda sağlıklı bilginin önemi, bir anlamda her şeyi gölgede bırakacak niteliktedir. Zira kurtaran da yok eden de; başarılı k˝lan da başarısız kılan da bu bilginin niteliğidir. Sağlıklı bilgiye sahip olmak, konunun can alıcı noktalarından biridir.
Sözgelimi benzin örneğinde akan madde su olduğu halde kişi, bunun benzin olduğu gerekçesiyle kaçma girişiminde bulunursa, belki de daha tehlikeli bir sonuçla karşı karşıya kalabilir. Fakat söz konusu maddenin su olduğunu ve yanıcı özelliği olmadığını fark edip yoluna devam ederse, herhangi bir tehlikeye maruz kalmaz. Burada şoförün, akan maddeyi tanıması ve bu maddenin su değil benzin olduğunu "fark etmesi"; buna "dikkat etmesi" bu kişinin, hissedilen şeyin mahiyetini iyi bildiğini gösterir. Bu bilgiye bağlı olarak "hızlı bağlantı kurma" eylemi ve gereken işlemi yapma girişimi gerçekleşmiştir. Ancak bütün bu aşamalar, hissedilen şeye ne kadar dikkat edildiği ve bu şey hakkında ne kadar sağlıklı bilgiye sahip olunduğuyla ilintilidir. Bu nedenle zekânın kullanılması, herhangi bir şeyi kullanmaya benzemez. Dahası zekâ kullanımı, hem kompleks hem de son derece derin olan bir meseledir. Meselenin karmaşık olması, bir şeyi tanımak için büyük bir performans göstermenin zorunlu oluşundan ileri gelmektedir. Zira nesneler, birbirine benzerler ve onları ayırt etmek de sanıldığı kadar basit değildir. Üstelik nesneleri tanımak için sür’ate de ihtiyaç vardır.
Zekâ kullanımının, derin bir mesele olmasının nedeni ise "hızlı algılama"dan doğmasından kaynaklanır. Fakat mesele bu kadar basit değildir. Zira "hızlı alg˝lama"yı yakalamak için dikkat etmek; elde edilen bilginin sağlıklı, doğru bir bilgi olup olmadığını tartmak gerekir ki, bu da derin bir meseledir. Sadece hızlı algılamayı kazanmak yetmez; aynı zamanda algılamanın bu hızının "dikkat etme"den mi, "hızlı bağlantı kurma" gibi mekanik bir fonksiyondan mı, yoksa başka bir faktörden mi doğduğunu kavramak gerekir. Fakat zekâ kullanımı, bu kadar basit gerçekleşmez. Bu, çok daha derin ve karışık bir eylemdir. Üstelik son derece zor ve hızlı bir eylem olduğundan, gerçeğe götürmek yerine bazen de yanıltabilecek bir eylemdir. Buna meydan vermemek için zekâ kullanımı eyleminin; sağlıklı ve istikrarlı bir şekilde gerçekleşmesi için, gerekli sağlıklı koşullara sahip olması gerekir.
"Zekânın kullanılması" eylemi de tıpkı "hızlı düşünme" eylemi gibi, anti-kompleks ve üzerinde fazlaca kafa yormayı gerektirmeyen, mekanik bir kavram olarak düşünülebilir. Kavram; karmaşık, derin ve sağlıklı koşullara sahip olmayı gerektirmesi itibarıyla üzerinde kafa yormayı, yoğunlaşmayı zorunlu kılan bir kavram olmasına karşılık, öz itibarıyla kompleks olmayan gayet basit bir kavramdır. Bu nedenle bu kavramı, mekanik bir kavram olarak düşünmeye meyletmek en doğru veya en azından doğruya en yakın yoldur. Öyleyse "zekânın kullanılması" kavramı, tıpkı nesnelere konulan adlar gibi, zekânın kullanılmasından başka bir anlam çağrıştırmamalıdır. Böyle olduğunu düşünmek, bu yolda eyleme girişmek için yeterlidir. Başka bir ifadeyle, "zekânın kullanılması" eylemine bu adı vermek yeterlidir. Zira bu kavramı meydana getiren "zekâ", kişiler tarafından zaten önceden bilinmektedir. "Kullanmak" ise, eylem için performans göstermek anlamındadır.
Bu bağlamda "zekânın kullanılması" kavramını, mekanik bir kavram olarak düşünmek, onu düşünme ve felsefe yoğunluğundan uzak tutmak için en iyi yoldur. Öyleyse "zekânın kullanılması", zekânın kullanılmasından başka bir şeyi çağrıştırmamalıdır.
Daha önce kıvrak zekânın, zekânın kullanılmasından doğduğunu; algıya veya algılanan şeye "dikkat etme"nin kıvrak zekâ sürecini başlattığını; işleme girişmenin ise bu sürecin meyvesi durumunda olduğunu söylemiştik. Ayrıca "zekâ kullanımı"nın "hızlı algı" ve "hızlı bağlantı kurma"dan geçtiğinden söz etmiştik. Geriye hızlı zekânın veya zekâ kullanımının, nasıl gerçekleştiğinden bahsetmek kalıyor.
Kıvrak zekâ, zekânın kullanılmasından ibârettir. Zekânın sür’ati, doğal olarak gerçekleşmez. Aksine hızlı ve oldukça sıkıntılı bir işlemdir. Hızlı zekâ, hissedilen bir şeye dikkat etmekten doğar. Zira insanların çoğu, zaten zeki olup kıvrak zekâya yetecek kadar zekâya sahiptir. Bu nedenle zekâyla ilintili olmasına karşın kıvrak zekâ, zekâyı var edemez. Zira zekâ, her insanda fıtrî olarak var olan bir unsurdur.
Zekâ, zihinsel/aklî bir eylem olup bu eylemin tüm fonksiyonlarını bünyesinde barındırmaktadır. Zihinsel eylem ise, şu aşamalardan geçmektedir: Önce dış etkenin beyne sinyal göndermesi veya bu etkenin duyular tarafından beyne taşınması, ardından kişinin önceden bildiği bilgilerle algının bir araya gelmesi ve sonunda zihinsel eylemin gerçekleşmesi. İnsan konuşan, yani düşünen bir canlı olduğuna göre her insan, "düşünme eylemi"nde bulunur. Bu, bir insanın zeki olduğu ve bir şeylere karar verecek kadar zekâya sahip olduğunu gösterir. Zekâ ise, "aklî eylem"den daha öte bir kavramdır. Zira zekâ hızı, algılama ve bağlantı kurma hızıyla ortaya çıkar. Demek ki sür’at varsa, zekâ ancak o zaman vardır. Bu bağlantıyı kurma hızı yoksa, zekâ da yoktur. Sür’atin, hem bağlantı kurmada hem de algılamada gerçekleşmesi gerekir. Kişi, olgu hakkında ön bilgilere sahip olmadan, hızlı bağlantı kurma eylemini gerçekleştiremez. Algı devreye girer girmez bu bilgiler somutlaşır. Salt algılama, tek başına bu bilgileri somutlaştırmak için yeterlidir. Eğer kişide ön bilgiler varsa; olgularla bu bilgiler arasında hızlı bağlantı kurma işlemi, doğal bir şekilde oluşur. Bizzat algılama eylemi, kişideki ön bilgileri seri bir şekilde ortaya çıkardığına göre hızlı bağlantı kurma işlemi, algıdan başka bir etkene ihtiyaç duymaz.
Hızlı algılamak için de "dikkat etmek", daha da önemlisi "seri bir şekilde dikkat etmek" gerekir. Söz, iş, oluş, olgu ve olayı seri bir şekilde fark etmek (yani dikkat etmek), zekâ kullanımının ilk ve temel aşamasıdır. Zekâ kullanımını ve dolayısıyla kıvrak zekâyı sağlayan ilk aşama olduğundan, "dikkat etme" veya "seri bir şekilde dikkat etme" aşaması üzerinde, büyük bir titizlikle durmak gerekir. Çünkü kıvrak zekâ, zekâ kullanımını; zekâ kullanımı ise dikkati veya sür’atli bir şekilde dikkat etme eylemini gerektirir. Demek ki "dikkat etme" veya "seri bir şekilde dikkat etme" eylemi, kıvrak zekâ ile zekâ kullanımının ortak paydasıdır. Başka bir ifadeyle "dikkat", zekânın kullanılması eyleminin ardından, kıvrak zekâ yetisini sağlayan temel faktördür. Öyleyse zekânın kullanılması, dolayısıyla kıvrak zekâ süreci insanda nasıl oluşur? sorusunu cevaplamak için, "dikkat" unsurunu irdelemek gerekir.
"Dikkat", algılanan şeyi araştırmak veya bu şeyle ilgili bilgi sahibi olmak için sürekli performans göstermektir. Bu performans olmadıkça, "dikkat"ten söz edilmez. Yukarıda verdiğimiz örnekte şoför, bir maddenin caddede aktığını görmüştü. Eğer bu maddenin ne olduğu konusunda kafa yormayıp aldırış etmeden gitseydi, "dikkat" unsuruna sahip olmaz; dolayısıyla ne zekânın kullanımı ne de kıvrak zekâ olgusu gerçekleşirdi. Şoförün bu maddeyi tanımak için gösterdiği performans, tüm işlemin temelini oluşturur. Demek ki yapılacak ilk iş, performans göstermektir. Başka bir ifadeyle hissedilen şeyin özünü, mahiyetini anlamak için ciddi, yoğun ve seri bir eyleme girişmektir. Her şey, bu özü anlamaya bağlı olduğundan, bu yolda performans göstermek şarttır.
Kadı Süleyman'ın, bir çocuk üzerinde iki kadının hak iddia etmesi üzerine, son derece kıvrak bir biçimde hangi kadının çocuğun gerçek annesi olduğunu bilmesiyle ilgili kıssa, buna örnek verilebilir. Bu kıssada; iki kadından her biri, çocuğun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Süleyman, çocuğunu ölüme terk etmektense herhangi bir kişiye verip yaşamasını sağlama cesaretini gösterebilecek annenin, çocuğun gerçek annesi olacağını düşünüyordu. Bunun üzerine Süleyman, çocuğun iki kadın arasında paylaşılmasını, yani öldürülüp ikiye ayrılmasını önerdi. Ancak Süleyman, açıkça öldürülmesini önermeyip -gerçek olmayan annenin yapay davranışlarının önüne geçmek için- kapalı bir şekilde öldürülmesini, yani ikiye ayrılmasını önerdi. Çocuğun öldürülmesi teklifi, gerçek anneyi ortaya çıkaracaktı. Annelerden biri, öneriye karşı çıkarken diğeri kabul etti. Böylece Süleyman, çocuğun ikiye ayrılmasına karşı çıkan kadının, çocuğun gerçek annesi olduğunu; kabul edenin ise yalancı anne olduğunu anladı. Çünkü gerçek anne, çocuğun ikiye ayrılmasının onun ölmesi anlamına geldiğini hemen algılayıp öneriyi reddetmişti. Gerçek annenin öneriyi reddetmesi, yalancı annenin ise kabul etmesi, kadı Süleyman'ın kafasında düşünsel bir algı olarak seri bir şekilde şekillenmiş; algının ortaya çıkmasıyla da önceden bildiği bilgilerle bağlantı kurarak çocuğun, iki parçaya bölünmesini reddeden annenin, gerçek anne olduğunu algılamıştır.
Bu algılayış, kıvrak zekâdan; kıvrak zekâ, zekânın kullanımından; zekânın kullanımı ise "dikkat etme"den doğmuştur. "Dikkat etme" ise algıya ve bu algının hız kazanmasına ön ayak olmuştur ki böylece, doğal olarak önceden bilinen bilgilerle (ön bilgilerle) zihin arasında hızlı bir bağlantı kurma eylemlerinin, aynı anda kullanımından doğmuştur. Bu durum, zekâ kullanımı ve gereken işlemin yapılmasını -yani gerçek annenin kim olduğuna karar verilmesini- beraberinde getirmiştir. İşte Süleyman'ın bu öyküsü de benzin örneği, "nerelisiniz?" sorusundan ne anlaşıldığı ile ilgili örnek ve soyut-somut bir şeyi algılamakla ilgili diğer örnekler gibi, algının gücünü ön plana çıkarmaktadır. Zira algı, ilk eylemdir. Eylemi, dikkat faktörü meydana getirir. "Dikkat"ten algı; ardından "hızlı algılama" doğar. Ardından da peş peşe dizilen anlamlar, zihinde çağrışımlar yaparlar. İşte bu sırada, zekânın kullanımı ve kıvrak zekâ meydana gelir.
Bütün bu eylemlerde temel unsur, "Dikkat etme"dir. Peki "dikkat" nasıl meydana gelir? "Dikkat", kısaca yaşama eylemidir, yani doğal olarak gelişir. "Uyanık olma" olgusunun "dikkat"i doğurduğu ve ona rehberlik yaptığı doğrudur. Ancak "yakaza" gerçekte canlı varlıklara özgü olmasının yanında yaşamanın, dirliğin zorunlu unsurlarından biridir. Eğer adem oğlundan biri olan Zeyd, "uyanıklığa" sahip değilse bu, onun ya tembel ya uykuda ya da ölü olduğu anlamına gelir. Dolayısıyla ondan, "dikkat" etmesi veya zekâsını kullanması beklenemez. Çünkü o, yaşamla nitelendirilmediği sürece aslında yoktur. Yaşam, kişinin "uyanık" olmasını gerektirir. "Uyanık"lığın varlığı ile ancak "dikkat" unsuru var olabilir. Buna karşılık yine de "dikkat"in, "uyanık"lıktan kaynaklandığı söylenemez. Dahası "dikkat" meydana gelirken "uyanık"lığın oluşum süreci henüz yoktur. Çünkü "uyanık olma", yaşamanın zorunlu unsurlarındandır. Fakat "dikkat" olgusu, ancak "uyanık olma" durumunda ortaya çıkar. Nasıl ki "uyanıklık", doğal olarak ortaya çıkıyorsa aynı şekilde "dikkat" unsuru da doğal olarak "uyanık olma" ile, yani hayatın var olmasıyla somut hale gelir. O halde temel unsur, "uyanık olma" değil, "dikkat" unsurudur. Zira "uyanıklık", kendisinde hayat var olduğu sürece, canlı varlıkta mevcudiyetini sürdürür. "Dikkat" ise ancak performansla, yani algılanan şeye özel ilgi göstererek onun özüne, mahiyetine "dikkat" etmekle mümkündür. Başka bir ifâdeyle, hissedilen şeye özel bir performans harcayarak onu tanımaktır. Yani zekânın kullanılması ve kıvrak zekâ eylemi, nesneyi tanıma işlemi bittikten sonra gerçekleşir. Bu nedenle her şey, bu bilginin ne kadar sağlıklı olup olmadığına bağlıdır. Sağlıklı bir biçimde zekânın kullanılması, kıvrak zekâ, nesne hakkında yargıya varmak ve sonunda bir işleme girişmek, bu bilgiye bağlıdır. Bu bağlamda sağlıklı bilginin önemi, bir anlamda her şeyi gölgede bırakacak niteliktedir. Zira kurtaran da yok eden de; başarılı k˝lan da başarısız kılan da bu bilginin niteliğidir. Sağlıklı bilgiye sahip olmak, konunun can alıcı noktalarından biridir.
Sözgelimi benzin örneğinde akan madde su olduğu halde kişi, bunun benzin olduğu gerekçesiyle kaçma girişiminde bulunursa, belki de daha tehlikeli bir sonuçla karşı karşıya kalabilir. Fakat söz konusu maddenin su olduğunu ve yanıcı özelliği olmadığını fark edip yoluna devam ederse, herhangi bir tehlikeye maruz kalmaz. Burada şoförün, akan maddeyi tanıması ve bu maddenin su değil benzin olduğunu "fark etmesi"; buna "dikkat etmesi" bu kişinin, hissedilen şeyin mahiyetini iyi bildiğini gösterir. Bu bilgiye bağlı olarak "hızlı bağlantı kurma" eylemi ve gereken işlemi yapma girişimi gerçekleşmiştir. Ancak bütün bu aşamalar, hissedilen şeye ne kadar dikkat edildiği ve bu şey hakkında ne kadar sağlıklı bilgiye sahip olunduğuyla ilintilidir. Bu nedenle zekânın kullanılması, herhangi bir şeyi kullanmaya benzemez. Dahası zekâ kullanımı, hem kompleks hem de son derece derin olan bir meseledir. Meselenin karmaşık olması, bir şeyi tanımak için büyük bir performans göstermenin zorunlu oluşundan ileri gelmektedir. Zira nesneler, birbirine benzerler ve onları ayırt etmek de sanıldığı kadar basit değildir. Üstelik nesneleri tanımak için sür’ate de ihtiyaç vardır.
Zekâ kullanımının, derin bir mesele olmasının nedeni ise "hızlı algılama"dan doğmasından kaynaklanır. Fakat mesele bu kadar basit değildir. Zira "hızlı alg˝lama"yı yakalamak için dikkat etmek; elde edilen bilginin sağlıklı, doğru bir bilgi olup olmadığını tartmak gerekir ki, bu da derin bir meseledir. Sadece hızlı algılamayı kazanmak yetmez; aynı zamanda algılamanın bu hızının "dikkat etme"den mi, "hızlı bağlantı kurma" gibi mekanik bir fonksiyondan mı, yoksa başka bir faktörden mi doğduğunu kavramak gerekir. Fakat zekâ kullanımı, bu kadar basit gerçekleşmez. Bu, çok daha derin ve karışık bir eylemdir. Üstelik son derece zor ve hızlı bir eylem olduğundan, gerçeğe götürmek yerine bazen de yanıltabilecek bir eylemdir. Buna meydan vermemek için zekâ kullanımı eyleminin; sağlıklı ve istikrarlı bir şekilde gerçekleşmesi için, gerekli sağlıklı koşullara sahip olması gerekir.
"Zekânın kullanılması" eylemi de tıpkı "hızlı düşünme" eylemi gibi, anti-kompleks ve üzerinde fazlaca kafa yormayı gerektirmeyen, mekanik bir kavram olarak düşünülebilir. Kavram; karmaşık, derin ve sağlıklı koşullara sahip olmayı gerektirmesi itibarıyla üzerinde kafa yormayı, yoğunlaşmayı zorunlu kılan bir kavram olmasına karşılık, öz itibarıyla kompleks olmayan gayet basit bir kavramdır. Bu nedenle bu kavramı, mekanik bir kavram olarak düşünmeye meyletmek en doğru veya en azından doğruya en yakın yoldur. Öyleyse "zekânın kullanılması" kavramı, tıpkı nesnelere konulan adlar gibi, zekânın kullanılmasından başka bir anlam çağrıştırmamalıdır. Böyle olduğunu düşünmek, bu yolda eyleme girişmek için yeterlidir. Başka bir ifadeyle, "zekânın kullanılması" eylemine bu adı vermek yeterlidir. Zira bu kavramı meydana getiren "zekâ", kişiler tarafından zaten önceden bilinmektedir. "Kullanmak" ise, eylem için performans göstermek anlamındadır.
Bu bağlamda "zekânın kullanılması" kavramını, mekanik bir kavram olarak düşünmek, onu düşünme ve felsefe yoğunluğundan uzak tutmak için en iyi yoldur. Öyleyse "zekânın kullanılması", zekânın kullanılmasından başka bir şeyi çağrıştırmamalıdır.