HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
--------------------------------------------------------------------------------
Zaruret Hallerinin Hükmü
İslâm, kendileriyle ilgili alanlarda fertler ve devlet tarafından İslâm’ın hükümlerinin bütünüyle uygulamaya konulmasını farz kılmakla birlikte şanı yüce Allah'ın bireylere ve devlete, asıl hüküm ile çelişen bir takım işleri yapmayı mübah kıldığı zaruret halleri de söz konusudur:
Şanı yüce Allah kendisini ölümden kurtarmak için helal bir yiyecek bulmayan kimselere kendisini hayatta bırakacak miktarda haram yiyecekler yemesini mübah kılmıştır. Böyle birisinin leş, domuz ve diğer haram yiyecekleri yemesi, insanların mallarından gasb ya da hırsızlık yoluyla dahi olsa kendisini açlıktan kurtarıp ölümden kurtulma yoluna gitmesini mübah kılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O, size ancak (boğazlanmadan) ölmüşü, kanı, domuz etini bir de Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Fakat kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa saldırmamak ve haddi aşmaksızın yerse onun için günah yoktur." [1] "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş, (hayvanlar) ile canavarların yediği (hayvanlar) ... size haram kılındı.” [2]
“Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeksizin bunlardan (o haram yiyeceklerden) yemek zorunda kalırsa ona günah yoktur. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir." [3]
Nitekim yüce Allah zorunlu hallerde devlete de asli hüküm ile getirilenden başka bir takım işleri yapmayı mübah kılmıştır.
Mesela, devlet; zaaf halinde ise, düşmanının kendisini istila etmesinden korkuyor ve onu engelleyemiyorsa, fiili bir savaşta olmakla birlikte düşmanının sayıca ve silah bakımından kendisinden üstün olduğunu dolayısıyla bozguna uğramaktan korkuyorsa, ona karşı direnemeyecek bir halde ise yahut da düşmanlığını önlemeyecek olursa, düşmanına bir miktar mal verebilir.
Nitekim Hendek savaşında yaşananlar böyle bir olaydır. Allah'ın Rasulü (s.a.v), müşrikler dört bir yandan hendeği kuşatıp, Yahudiler de ahidlerini bozduktan sonra Müslümanların karşı karşıya kaldıkları büyük bir sarsıntıyı, ağır bela ve yoğun tehlikeyi görünce, -ki bu sırada müminler, yüce Allah'ın durumlarını nitelendirdiği şu halde idiler: "İşte orada mü'minler imtihan edildi ve oldukça ağır bir sarsıntı ile sarsıldılar." [4] Bunun üzerine Allah'ın Rasulü, Gatafanlıların liderlerine Medine mahsullerinin üçte birini kendilerine vermek karşılığında berberlerinde kavimlerinden olan kimselerle geri dönmelerini teklif etti. Bu olay İbni Hişam'ın siyretinde şöyle anlatılmaktadır:
"İnsanların üzerindeki sıkıntılar iyice şiddetlendiği zaman Rasulullah (s.a.v), Ğatafan'ın liderleri olan Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedir ve El-Haris b. Avf b. Ebu Harise El-Mürri'ye bir haber gönderdi. Onlara, beraber oldukları müttefiklerinden ayrılmaları şartıyla Medine mahsülünün üçte birini vereceğini bildirdi. Allah'ın Rasulü ile onlar arasında sulh yapılması üzerinde anlaşıldı ve anlaşma maddelerinin yazılması için kağıt kalem hazırlandı. Ancak antlaşma imzalanmadı. İmzalanması için ciddi anlamda istek de yoktu. Sadece Ğatafan'ı oyalama için yapılan bir işlemdi. Rasulullah (s.a.v) bunu yapmak istediği zaman görüşlerini almak üzere Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Übade'ye haber gönderdi. Durumu onlara anlattı ve onların görüşlerini aldı. Fakat her ikisi de ona şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü! Senin yapmayı istediğin bir işi biz de yaparız Ancak bu söylediğin, kesinlikle bizim yapmamız gereken Allah'ın sana emrettiği bir şey midir, yoksa kendi görüşüne göre bizden yapmamızı istediğin bir şey midir? Allah'ın Rasulü: Hayır, benim sizden yapmanızı istediğim bir şeydir. Vallahi, bütün Arapların hepsinin tek elden, aynı oktan sizlere atış yaptıklarını, her taraftan üzerinize çullandıklarını gördüğüm için bunu yapmak istedim. Bununla onların güçlerini bozmak, dağıtmak istedim. Bu cevap üzerine Sa'd b. Muaz ona şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü! bizler de onlar da Allah'a ortak koşuyor, putlara tapıyor, Allah'a tapmıyor ve O'nu bilmiyor iken, Medine mahsullerinden ancak ya satın aldıklarını veya bize misafir olarak geldiklerinde kendilerine ikram ettiğimiz şeyi tadabiliyorlardı. Şimdi bizi Allah, İslâm ile aziz kılmış ve aramıza Rasulünü göndermiş iken böyle küçültücü bir taviz mi vereceğiz? Vallahi bizim böyle bir şeye ihtiyacımız yoktur. Allah onlarla bizim aramızda hüküm verinceye kadar, kesinlikle onlara kılıçtan başkasını vermiyoruz. Bunun üzerine Allah'ın Rasulü şöyle buyurdu: İşte siz ve onlar başbaşasınız. Hemen Sa'd b. Muaz antlaşmanın yazıldığı sahifeyi eline alarak üzerindeki yazıları sildi ve ardından da Ğatafanlılara: Haydin bize karşı savaşın bakalım.” [5] dedi.
İşte bu, zorunlu hallerde kâfirlerle birtakım antlaşma akdi yapmanın caiz olduğunu ve bu akitler gereği Müslümanların, geleceği muhakkak ağır zararlardan kurtulması için kâfirlere bir miktar mal verilebileceğini göstermektedir. Aynı şekilde zaruret hallerinde İslâm’ın konuyla ilgili asli hükmüyle çelişen bir takım uygulamalar yapmanın caiz olduğunu da göstermektedir.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bakara: 173
--------------------------------------------------------------------------------
[2] Maide: 3
--------------------------------------------------------------------------------
[3] Maide: 3
--------------------------------------------------------------------------------
[4] Ahzab: 11
--------------------------------------------------------------------------------
[5] İbn Hişam, Siret’inde; İbni Şihab ez-Zührî yoluyla rivayet etmektedir
Zaruret Hallerinin Hükmü
İslâm, kendileriyle ilgili alanlarda fertler ve devlet tarafından İslâm’ın hükümlerinin bütünüyle uygulamaya konulmasını farz kılmakla birlikte şanı yüce Allah'ın bireylere ve devlete, asıl hüküm ile çelişen bir takım işleri yapmayı mübah kıldığı zaruret halleri de söz konusudur:
Şanı yüce Allah kendisini ölümden kurtarmak için helal bir yiyecek bulmayan kimselere kendisini hayatta bırakacak miktarda haram yiyecekler yemesini mübah kılmıştır. Böyle birisinin leş, domuz ve diğer haram yiyecekleri yemesi, insanların mallarından gasb ya da hırsızlık yoluyla dahi olsa kendisini açlıktan kurtarıp ölümden kurtulma yoluna gitmesini mübah kılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O, size ancak (boğazlanmadan) ölmüşü, kanı, domuz etini bir de Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Fakat kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa saldırmamak ve haddi aşmaksızın yerse onun için günah yoktur." [1] "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş, (hayvanlar) ile canavarların yediği (hayvanlar) ... size haram kılındı.” [2]
“Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeksizin bunlardan (o haram yiyeceklerden) yemek zorunda kalırsa ona günah yoktur. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir." [3]
Nitekim yüce Allah zorunlu hallerde devlete de asli hüküm ile getirilenden başka bir takım işleri yapmayı mübah kılmıştır.
Mesela, devlet; zaaf halinde ise, düşmanının kendisini istila etmesinden korkuyor ve onu engelleyemiyorsa, fiili bir savaşta olmakla birlikte düşmanının sayıca ve silah bakımından kendisinden üstün olduğunu dolayısıyla bozguna uğramaktan korkuyorsa, ona karşı direnemeyecek bir halde ise yahut da düşmanlığını önlemeyecek olursa, düşmanına bir miktar mal verebilir.
Nitekim Hendek savaşında yaşananlar böyle bir olaydır. Allah'ın Rasulü (s.a.v), müşrikler dört bir yandan hendeği kuşatıp, Yahudiler de ahidlerini bozduktan sonra Müslümanların karşı karşıya kaldıkları büyük bir sarsıntıyı, ağır bela ve yoğun tehlikeyi görünce, -ki bu sırada müminler, yüce Allah'ın durumlarını nitelendirdiği şu halde idiler: "İşte orada mü'minler imtihan edildi ve oldukça ağır bir sarsıntı ile sarsıldılar." [4] Bunun üzerine Allah'ın Rasulü, Gatafanlıların liderlerine Medine mahsullerinin üçte birini kendilerine vermek karşılığında berberlerinde kavimlerinden olan kimselerle geri dönmelerini teklif etti. Bu olay İbni Hişam'ın siyretinde şöyle anlatılmaktadır:
"İnsanların üzerindeki sıkıntılar iyice şiddetlendiği zaman Rasulullah (s.a.v), Ğatafan'ın liderleri olan Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedir ve El-Haris b. Avf b. Ebu Harise El-Mürri'ye bir haber gönderdi. Onlara, beraber oldukları müttefiklerinden ayrılmaları şartıyla Medine mahsülünün üçte birini vereceğini bildirdi. Allah'ın Rasulü ile onlar arasında sulh yapılması üzerinde anlaşıldı ve anlaşma maddelerinin yazılması için kağıt kalem hazırlandı. Ancak antlaşma imzalanmadı. İmzalanması için ciddi anlamda istek de yoktu. Sadece Ğatafan'ı oyalama için yapılan bir işlemdi. Rasulullah (s.a.v) bunu yapmak istediği zaman görüşlerini almak üzere Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Übade'ye haber gönderdi. Durumu onlara anlattı ve onların görüşlerini aldı. Fakat her ikisi de ona şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü! Senin yapmayı istediğin bir işi biz de yaparız Ancak bu söylediğin, kesinlikle bizim yapmamız gereken Allah'ın sana emrettiği bir şey midir, yoksa kendi görüşüne göre bizden yapmamızı istediğin bir şey midir? Allah'ın Rasulü: Hayır, benim sizden yapmanızı istediğim bir şeydir. Vallahi, bütün Arapların hepsinin tek elden, aynı oktan sizlere atış yaptıklarını, her taraftan üzerinize çullandıklarını gördüğüm için bunu yapmak istedim. Bununla onların güçlerini bozmak, dağıtmak istedim. Bu cevap üzerine Sa'd b. Muaz ona şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü! bizler de onlar da Allah'a ortak koşuyor, putlara tapıyor, Allah'a tapmıyor ve O'nu bilmiyor iken, Medine mahsullerinden ancak ya satın aldıklarını veya bize misafir olarak geldiklerinde kendilerine ikram ettiğimiz şeyi tadabiliyorlardı. Şimdi bizi Allah, İslâm ile aziz kılmış ve aramıza Rasulünü göndermiş iken böyle küçültücü bir taviz mi vereceğiz? Vallahi bizim böyle bir şeye ihtiyacımız yoktur. Allah onlarla bizim aramızda hüküm verinceye kadar, kesinlikle onlara kılıçtan başkasını vermiyoruz. Bunun üzerine Allah'ın Rasulü şöyle buyurdu: İşte siz ve onlar başbaşasınız. Hemen Sa'd b. Muaz antlaşmanın yazıldığı sahifeyi eline alarak üzerindeki yazıları sildi ve ardından da Ğatafanlılara: Haydin bize karşı savaşın bakalım.” [5] dedi.
İşte bu, zorunlu hallerde kâfirlerle birtakım antlaşma akdi yapmanın caiz olduğunu ve bu akitler gereği Müslümanların, geleceği muhakkak ağır zararlardan kurtulması için kâfirlere bir miktar mal verilebileceğini göstermektedir. Aynı şekilde zaruret hallerinde İslâm’ın konuyla ilgili asli hükmüyle çelişen bir takım uygulamalar yapmanın caiz olduğunu da göstermektedir.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bakara: 173
--------------------------------------------------------------------------------
[2] Maide: 3
--------------------------------------------------------------------------------
[3] Maide: 3
--------------------------------------------------------------------------------
[4] Ahzab: 11
--------------------------------------------------------------------------------
[5] İbn Hişam, Siret’inde; İbni Şihab ez-Zührî yoluyla rivayet etmektedir