mektubat
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 4 Eki 2006
- Mesajlar
- 2,308
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 42
- Konum
- İstanbul
- Web Sitesi
- www.caglarnetwork.com
Erdal Bey, telefonu kapatırken şöyle diyordu:
— Pazartesi günü görüşürüz, biz çalıştığınız yere geliriz inşallah, çok teşekkür ederim.
Söyleyeceklerini merak ve heyecanla bekleyen kızı Yasemin’e dönerek:
— Tamam kızım, Ankara’daki arkadaşımla görüştüm. Bizi Pazartesi günü bekliyor. Birlikte gider onun bahsettiği yurda bakarız. Okula yakın bir yerdeymiş, beğenirsen orada kalırsın, yürüyerek gider gelirsin, olur mu?
— Yaşasın, ne iyi arkadaşın varmış baba, bize yardımcı olacak birisinin olması ne güzel!
Yasemin, Erdal Beyin en büyük kızıdır. Henüz liseyi bitirmiş, 17 yaşında üniversite imtihanında sınıf öğretmenliğini kazanmış bir öğretmen adayı. Ankara’da bir üniversitede okumak, Yasemin’in en büyük hedefi olmuş, hedefine kavuşmak için gece gündüz çalışmış, uykusundan, yemeğinden fedakârlık etmiş, sonunda hedefine ulaşmıştı. Çevresindeki arkadaşlarından bazıları ortaokuldan, bazıları da liseyi bitirdikten sonra, okumamışlar, evde ailelerinin yanında kalmayı tercih etmişlerdi. Yasemin’e göre, ana kuzusuydu, korkaktı onlar. (Otursunlar bakalım analarının dizlerinin dibinde, ben öğretmen olayım, kendi maaşımı alıp kendi ayaklarımın üzerinde durayım da görsünler, çok pişman olacaklar) diye içinden hep söyleniyordu. Herkesin başaramadığı bir şeyi başarmış olmanın verdiği bir üstünlük edasıyla, kendini şimdiden öğretmen gibi görmeye başlamıştı bile. Tabii ya, artık o bir üniversiteliydi ve diğer yaşıtlarından daha üstün, daha akıllıydı. Akıllı olmasa, daha bilgili olmasa kazanabilir miydi imtihanı? Aslında öğretmenliği, bir bayanın en rahat çalışabileceği meslek olduğu için, babası daha çok istemişti. Kendisi tıp veya eczacılık istiyordu; ama puanı yeterli değildi.
Yasemin, Tokat gibi küçük bir şehirden, Ankara gibi büyük bir şehre gitmenin heyecanını yaşıyor, bir taraftan da kendisini nelerin beklediğini, hiç tanımadığı, bilmediği bir şehirde yalnız ne yapacağını düşünüyordu. Bu durum onu, hem tedirgin ediyor, hem de korkutuyordu. Ailesine düşündüklerinden ve hissettiklerinden hiç söz etmiyordu; çünkü onu göndermekten vazgeçmelerinden korkuyordu. Pazartesi sabahını iple çekiyor, günler saatler geçmek bilmiyordu. Nihayet, babası akşam otobüs biletlerini sallayarak, sokak kapısından içeri girdi. Yasemin koşarak babasının yanına gelip boynuna sarıldı:
— Babacığım aldın ha biletleri, saat kaça aldın? Ne zaman gidiyoruz?
— Dur kızım, dur. Sabah 5.30’da hareket ediyoruz. Vakitlice gidelim ki, işlerimizi akşam olmadan bitirelim.
— Tamam, babacığım, sen nasıl istersen. Biz zaten annemle bavulumu hazırlamıştık. Baba, sen hiç Ankara’ya gittin mi? Nasıl, gerçekten dedikleri gibi büyük bir şehir mi?
— Evet, bir kaç kere gittim, büyük bir şehir. Hadi bakalım, çok acıktım, çağır kardeşlerini, sofrayı hazırlayın da yemeğimizi yiyelim.
— Peki, babacığım, hemen...
Yasemin bütün gece, bir o tarafa, bir bu tarafa dönüp durmuş, heyecandan pek uyuyamamıştı. Nihayet, kurduğu saat alarmı çalmaya başlayınca, hemen yatağından fırlayıp, saatin alarmını kapattı. Hızla lavaboya gidip, abdest alıp, evdekileri kalkmaları için uyandırdı. Baktı ki, salonda babası seccadesinin başında ellerini kaldırmış dua ediyordu. Bir müddet babasını kapı aralığından seyretti, sonra annesinin yanına giderek birlikte sabah namazlarını kıldılar. Annesi bir ara dua ederken ağlıyordu sanki… Ya da Yasemin’e öyle gelmişti. Baba ve annesinin kendisinden ayrılacağı için ağladıklarını düşündü. Odasına giderek hazırlandı. O hazırlanırken annesi kahvaltıyı çoktan hazırlamıştı bile. Yasemin’in ilkokula giden ikiz kardeşleri vardı. Yavaşça kardeşlerinin odasına girerek onları uyandırmadan öptü ve kahvaltı için mutfağa geçti. Annesi Yasemin’in gözünün içine hüzünlü bir şekilde bakıyor, Yasemin annesine baktığındaysa, annesi gözlerini ondan kaçırıyordu.
— Hadi ama anne, yeter artık, şimdi beni ağlatacaksın.
— Güzel kızım seninle ilk ayrılığımız bu, çok zor, hiç bilmediğin memleket, ne yer ne içersin?
Annesinin boğazına düğümlendi lokmalar, daha fazla konuşamadı. Konuşmasına da gerek yoktu zaten, eline düşen iki damla gözyaşı kızı için ne kadar endişelendiğini, onu ne kadar sevdiğini ve ayrılmanın ne kadar zor olduğunu anlatıyordu. Yasemin yerinden kalkarak annesinin boynuna sarıldı:
— Sen merak etme anneciğim, ben başımın çaresine bakarım, büyüdüm artık. Hem sık sık ararım, sen ararsın, konuşuruz. Fırsat buldukça gelmeye çalışırım. Hadi ağlama, bak beni de ağlattın.
— Sen cahilsin, daha ne gördün ki, kolay mı sanıyorsun bilmediğin şehirde yaşamayı, gelip gitmeyi. Hem yalnız ne yaparsın, oradaki arkadaşların buradaki saf temiz kızlara benzemez...
Yasemin’in babası araya girdi:
— Hanııım, yeter artık, giderayak moralini bozma çocuğun. Haydi kızım, hazırlan da çıkalım, ancak yetişiriz otobüse.Yasemin, annesinin elini öpüp kendisine dua etmesini isteyerek kapıdan çıktı. Baba kız, bir süre sonra otobüsteydiler. Otobüs, Ankara yol güzergâhında hareket ediyordu. Pencere tarafında oturan Yasemin, hem dışarıyı seyrediyor hem de annesinin ayrılırken söylediklerini düşünüyordu. Sahi, annesi ne demek istemişti gelip gitmek derken, sonra arkadaş için söylediği sözler, Tokat’taki arkadaşlarının saf ve temiz olduğunu söylerken, ne demek istemişti. Yeni arkadaşları canavar olacak değildi ya, annesi abartmış olmalıydı. Böyle düşünürken, geceden de uykusuz olmanın yorgunluğuyla uyuyakaldı. Gözlerini açtığında, Ankara’nın içindelerdi. Etrafına bakınarak:
— Neredeyiz babacığım?
— Geldik sayılır kızım. Yarım saat sonra inşallah otogardayız.
Trafik yoğunluğundan kırk beş dakika sürmüştü otogara gitmek. Etrafındaki insanların karınca misali koşuştuğunu, korna seslerini, bir yere yetişme telaşında olan insanları görünce bir an korktu. Babasının koluna sıkıca yapışan Yasemin, (Bu koca şehirde ne yapacağım) diye geçirdi içinden. Babası, bir taksi çağırarak arkadaşının yanına gideceklerini söyledi Yasemin’e.
* * *
Erdal Bey, yavaşça kapıyı tıklatıp aralık olan kapıdan içeri başını uzattı ve gözleriyle arkadaşı Sinan Beyi aradı. Tam karşıda oturan Sinan Beyi görünce derin bir oh çekerek:
— Selamün aleyküm abiciğim, dedi.
— Ve aleyküm selam Erdal abi, hoş geldiniz. Buyurun, şöyle oturun, diye yer gösterdi Sinan Bey.
Erdal Bey kapıya doğru yürüyerek:
— Gel kızım, Sinan amcan buradaymış diye kızını odaya aldı.
Sinan Bey, karşısında gencecik temiz yüzlü, bir o kadar da şaşkın olan kızcağıza şöyle bir bakıp, buyurun oturun diyebildi. Hoşbeşten sonra, Yasemin şaşkın görüntüsünden kurtulup, biraz kendini toparlayabilmek için lavaboya gitmek istediğini usulca babasına söyleyince, Sinan Bey, Erdal Beye lavabonun yerini tarif etti. Yasemin odadan dışarı çıkınca Sinan Bey:
— Abiciğim, telefonda bizim çocuğu üniversiteye kaydettirmeye geleceğiz deyince, ben oğlunu getireceğini düşünmüştüm.
— Yok, abi, bizim oğlanlar daha küçük, ilkokuldalar. O günleri de
görürüz inşallah.
— İnşallah ama şaşkınlığımı mazur görün. Kızınızı okutmaya, hem de böyle büyük bir şehre getirmeniz, beni çok şaşırttı.
— Niçin şaşırdın anlamadım.
— Ortam malum, biz oğlanlarımızı koruyamıyoruz. Onlar, ailelerin nafakasını temin edecekler, bunun için, şartlar ne olursa olsun, okumak zorundalar; ama sen bir kız çocuğunu kurtlar sofrasına bırakıp gideceksin. Bu ne cesaret, ona şaşırdım. Gün geçmiyor, biz burada bir olay duymayalım.
— Eee, ne yapalım, şartlar değişti artık. Dünyanın bin bir türlü hali var, ilerisini düşünmek lazım değil mi? Evlenince kocası bakmazsa, boşarsa ne olacak? Hiç olmazsa bir mesleği olsun dedik. Sen boş ver bunları, bize bir kız yurdu lazım, bahsettiğin yurt nerede, hemen gidip bakalım. Daha okul kaydı falan var, işimizi bitirip dönelim istiyoruz.
— Benim bahsettiğim yurt erkek yurduydu. Dediğim gibi, ben kız çocuğu beklemiyordum. Sen de kız olduğundan bahsetmedin.
Sinan Bey, arkadaşının hata yaptığını anlatamayacağını düşünüp, çare aramaya başladı. Tanıdığı yurt müdürünü arayarak, güvendiği bir kız yurdu olup olmadığını sordu. Birkaç adres yazarak Erdal Beye verdi.
— Efendim, bir kez daha düşünseniz, sonra çocuğa yazık olmasın. Hani burası büyük şehir, kalabalık, yetmiş iki buçuk milletten insan var, hırlısı hırsızı, dinlisi dinsizi var. Bir kızın, günaha düşmeden, başı belaya girmeden okuması, nasıl mümkün olacak bu devirde, bilemiyorum.
—Abi daha ne düşüneyim, çocuk heveslendi, buraya kadar da geldik. Allah büyük, bir deneyelim, güvenilir bir yurt da bulursak, bakarsın olur. Baktık olmuyor, geri döneriz.
— Bu iş denemeye gelmez. Acaba yılan sokar mı diye elimizi yılanın ağzına sokamayız ki…
— Ne demek o?
Bu arada Yasemin, oda kapısında belirmişti.
— Gel kızım. Sinan abi, senin cep ve ev telefonunu bizim kıza versek de sıkıştığında arasa olur mu?
— Tabii, hemen bir kartımı vereyim, bak arkasına da ev telefonumu yazdım. Darda kaldığında arayıp bizim hanımla da görüşebilir, evdekiler ilgilenirler.
— Sağ ol abi, Allah razı olsun. Haydi Allahaısmarladık.
Baba kız, Sinan Beyin adreslerini verdiği yurtlara giderek incelediler. Bir kız yurduna karar verip anlaştılar. 4 kişilik bir odada kalacaktı Yasemin. Yurt görevlisi onu odasına çıkartarak yatak ve dolabını gösterdi.
Bütün gün yurt araştırıp yoruldular, acıkmış olduklarını fark edince, eşyaları yurda bırakarak, yemek için yurt yakınındaki bir lokantaya gittiler. Hem yemek yiyip hem sohbet ediyorlardı.
— Yurdu beğendin mi kızım?
— Güzel babacığım, sonuçta evim değil ki.
— Ooo şimdiden evi özledin öyle mi?
— Babaa…
— Hadi bakalım, yemeğini bitir de kalkalım. Bak, okula nasıl gidildiğini öğrendin, değil mi? Zaten aynı okulda okuyan kızlar vardır yurtta, onlarla gidip gelirsin. Bir sıkıntın oldu mu, Sinan amcanı da ararsın.
— Tamam, babacığım hadi kalkalım.
Erdal Bey kızını yurda bırakıp vedalaştıktan sonra, kendisi de Tokat’a dönmek üzere hareket etti.
* * *devamı var.
— Pazartesi günü görüşürüz, biz çalıştığınız yere geliriz inşallah, çok teşekkür ederim.
Söyleyeceklerini merak ve heyecanla bekleyen kızı Yasemin’e dönerek:
— Tamam kızım, Ankara’daki arkadaşımla görüştüm. Bizi Pazartesi günü bekliyor. Birlikte gider onun bahsettiği yurda bakarız. Okula yakın bir yerdeymiş, beğenirsen orada kalırsın, yürüyerek gider gelirsin, olur mu?
— Yaşasın, ne iyi arkadaşın varmış baba, bize yardımcı olacak birisinin olması ne güzel!
Yasemin, Erdal Beyin en büyük kızıdır. Henüz liseyi bitirmiş, 17 yaşında üniversite imtihanında sınıf öğretmenliğini kazanmış bir öğretmen adayı. Ankara’da bir üniversitede okumak, Yasemin’in en büyük hedefi olmuş, hedefine kavuşmak için gece gündüz çalışmış, uykusundan, yemeğinden fedakârlık etmiş, sonunda hedefine ulaşmıştı. Çevresindeki arkadaşlarından bazıları ortaokuldan, bazıları da liseyi bitirdikten sonra, okumamışlar, evde ailelerinin yanında kalmayı tercih etmişlerdi. Yasemin’e göre, ana kuzusuydu, korkaktı onlar. (Otursunlar bakalım analarının dizlerinin dibinde, ben öğretmen olayım, kendi maaşımı alıp kendi ayaklarımın üzerinde durayım da görsünler, çok pişman olacaklar) diye içinden hep söyleniyordu. Herkesin başaramadığı bir şeyi başarmış olmanın verdiği bir üstünlük edasıyla, kendini şimdiden öğretmen gibi görmeye başlamıştı bile. Tabii ya, artık o bir üniversiteliydi ve diğer yaşıtlarından daha üstün, daha akıllıydı. Akıllı olmasa, daha bilgili olmasa kazanabilir miydi imtihanı? Aslında öğretmenliği, bir bayanın en rahat çalışabileceği meslek olduğu için, babası daha çok istemişti. Kendisi tıp veya eczacılık istiyordu; ama puanı yeterli değildi.
Yasemin, Tokat gibi küçük bir şehirden, Ankara gibi büyük bir şehre gitmenin heyecanını yaşıyor, bir taraftan da kendisini nelerin beklediğini, hiç tanımadığı, bilmediği bir şehirde yalnız ne yapacağını düşünüyordu. Bu durum onu, hem tedirgin ediyor, hem de korkutuyordu. Ailesine düşündüklerinden ve hissettiklerinden hiç söz etmiyordu; çünkü onu göndermekten vazgeçmelerinden korkuyordu. Pazartesi sabahını iple çekiyor, günler saatler geçmek bilmiyordu. Nihayet, babası akşam otobüs biletlerini sallayarak, sokak kapısından içeri girdi. Yasemin koşarak babasının yanına gelip boynuna sarıldı:
— Babacığım aldın ha biletleri, saat kaça aldın? Ne zaman gidiyoruz?
— Dur kızım, dur. Sabah 5.30’da hareket ediyoruz. Vakitlice gidelim ki, işlerimizi akşam olmadan bitirelim.
— Tamam, babacığım, sen nasıl istersen. Biz zaten annemle bavulumu hazırlamıştık. Baba, sen hiç Ankara’ya gittin mi? Nasıl, gerçekten dedikleri gibi büyük bir şehir mi?
— Evet, bir kaç kere gittim, büyük bir şehir. Hadi bakalım, çok acıktım, çağır kardeşlerini, sofrayı hazırlayın da yemeğimizi yiyelim.
— Peki, babacığım, hemen...
Yasemin bütün gece, bir o tarafa, bir bu tarafa dönüp durmuş, heyecandan pek uyuyamamıştı. Nihayet, kurduğu saat alarmı çalmaya başlayınca, hemen yatağından fırlayıp, saatin alarmını kapattı. Hızla lavaboya gidip, abdest alıp, evdekileri kalkmaları için uyandırdı. Baktı ki, salonda babası seccadesinin başında ellerini kaldırmış dua ediyordu. Bir müddet babasını kapı aralığından seyretti, sonra annesinin yanına giderek birlikte sabah namazlarını kıldılar. Annesi bir ara dua ederken ağlıyordu sanki… Ya da Yasemin’e öyle gelmişti. Baba ve annesinin kendisinden ayrılacağı için ağladıklarını düşündü. Odasına giderek hazırlandı. O hazırlanırken annesi kahvaltıyı çoktan hazırlamıştı bile. Yasemin’in ilkokula giden ikiz kardeşleri vardı. Yavaşça kardeşlerinin odasına girerek onları uyandırmadan öptü ve kahvaltı için mutfağa geçti. Annesi Yasemin’in gözünün içine hüzünlü bir şekilde bakıyor, Yasemin annesine baktığındaysa, annesi gözlerini ondan kaçırıyordu.
— Hadi ama anne, yeter artık, şimdi beni ağlatacaksın.
— Güzel kızım seninle ilk ayrılığımız bu, çok zor, hiç bilmediğin memleket, ne yer ne içersin?
Annesinin boğazına düğümlendi lokmalar, daha fazla konuşamadı. Konuşmasına da gerek yoktu zaten, eline düşen iki damla gözyaşı kızı için ne kadar endişelendiğini, onu ne kadar sevdiğini ve ayrılmanın ne kadar zor olduğunu anlatıyordu. Yasemin yerinden kalkarak annesinin boynuna sarıldı:
— Sen merak etme anneciğim, ben başımın çaresine bakarım, büyüdüm artık. Hem sık sık ararım, sen ararsın, konuşuruz. Fırsat buldukça gelmeye çalışırım. Hadi ağlama, bak beni de ağlattın.
— Sen cahilsin, daha ne gördün ki, kolay mı sanıyorsun bilmediğin şehirde yaşamayı, gelip gitmeyi. Hem yalnız ne yaparsın, oradaki arkadaşların buradaki saf temiz kızlara benzemez...
Yasemin’in babası araya girdi:
— Hanııım, yeter artık, giderayak moralini bozma çocuğun. Haydi kızım, hazırlan da çıkalım, ancak yetişiriz otobüse.Yasemin, annesinin elini öpüp kendisine dua etmesini isteyerek kapıdan çıktı. Baba kız, bir süre sonra otobüsteydiler. Otobüs, Ankara yol güzergâhında hareket ediyordu. Pencere tarafında oturan Yasemin, hem dışarıyı seyrediyor hem de annesinin ayrılırken söylediklerini düşünüyordu. Sahi, annesi ne demek istemişti gelip gitmek derken, sonra arkadaş için söylediği sözler, Tokat’taki arkadaşlarının saf ve temiz olduğunu söylerken, ne demek istemişti. Yeni arkadaşları canavar olacak değildi ya, annesi abartmış olmalıydı. Böyle düşünürken, geceden de uykusuz olmanın yorgunluğuyla uyuyakaldı. Gözlerini açtığında, Ankara’nın içindelerdi. Etrafına bakınarak:
— Neredeyiz babacığım?
— Geldik sayılır kızım. Yarım saat sonra inşallah otogardayız.
Trafik yoğunluğundan kırk beş dakika sürmüştü otogara gitmek. Etrafındaki insanların karınca misali koşuştuğunu, korna seslerini, bir yere yetişme telaşında olan insanları görünce bir an korktu. Babasının koluna sıkıca yapışan Yasemin, (Bu koca şehirde ne yapacağım) diye geçirdi içinden. Babası, bir taksi çağırarak arkadaşının yanına gideceklerini söyledi Yasemin’e.
* * *
Erdal Bey, yavaşça kapıyı tıklatıp aralık olan kapıdan içeri başını uzattı ve gözleriyle arkadaşı Sinan Beyi aradı. Tam karşıda oturan Sinan Beyi görünce derin bir oh çekerek:
— Selamün aleyküm abiciğim, dedi.
— Ve aleyküm selam Erdal abi, hoş geldiniz. Buyurun, şöyle oturun, diye yer gösterdi Sinan Bey.
Erdal Bey kapıya doğru yürüyerek:
— Gel kızım, Sinan amcan buradaymış diye kızını odaya aldı.
Sinan Bey, karşısında gencecik temiz yüzlü, bir o kadar da şaşkın olan kızcağıza şöyle bir bakıp, buyurun oturun diyebildi. Hoşbeşten sonra, Yasemin şaşkın görüntüsünden kurtulup, biraz kendini toparlayabilmek için lavaboya gitmek istediğini usulca babasına söyleyince, Sinan Bey, Erdal Beye lavabonun yerini tarif etti. Yasemin odadan dışarı çıkınca Sinan Bey:
— Abiciğim, telefonda bizim çocuğu üniversiteye kaydettirmeye geleceğiz deyince, ben oğlunu getireceğini düşünmüştüm.
— Yok, abi, bizim oğlanlar daha küçük, ilkokuldalar. O günleri de
görürüz inşallah.
— İnşallah ama şaşkınlığımı mazur görün. Kızınızı okutmaya, hem de böyle büyük bir şehre getirmeniz, beni çok şaşırttı.
— Niçin şaşırdın anlamadım.
— Ortam malum, biz oğlanlarımızı koruyamıyoruz. Onlar, ailelerin nafakasını temin edecekler, bunun için, şartlar ne olursa olsun, okumak zorundalar; ama sen bir kız çocuğunu kurtlar sofrasına bırakıp gideceksin. Bu ne cesaret, ona şaşırdım. Gün geçmiyor, biz burada bir olay duymayalım.
— Eee, ne yapalım, şartlar değişti artık. Dünyanın bin bir türlü hali var, ilerisini düşünmek lazım değil mi? Evlenince kocası bakmazsa, boşarsa ne olacak? Hiç olmazsa bir mesleği olsun dedik. Sen boş ver bunları, bize bir kız yurdu lazım, bahsettiğin yurt nerede, hemen gidip bakalım. Daha okul kaydı falan var, işimizi bitirip dönelim istiyoruz.
— Benim bahsettiğim yurt erkek yurduydu. Dediğim gibi, ben kız çocuğu beklemiyordum. Sen de kız olduğundan bahsetmedin.
Sinan Bey, arkadaşının hata yaptığını anlatamayacağını düşünüp, çare aramaya başladı. Tanıdığı yurt müdürünü arayarak, güvendiği bir kız yurdu olup olmadığını sordu. Birkaç adres yazarak Erdal Beye verdi.
— Efendim, bir kez daha düşünseniz, sonra çocuğa yazık olmasın. Hani burası büyük şehir, kalabalık, yetmiş iki buçuk milletten insan var, hırlısı hırsızı, dinlisi dinsizi var. Bir kızın, günaha düşmeden, başı belaya girmeden okuması, nasıl mümkün olacak bu devirde, bilemiyorum.
—Abi daha ne düşüneyim, çocuk heveslendi, buraya kadar da geldik. Allah büyük, bir deneyelim, güvenilir bir yurt da bulursak, bakarsın olur. Baktık olmuyor, geri döneriz.
— Bu iş denemeye gelmez. Acaba yılan sokar mı diye elimizi yılanın ağzına sokamayız ki…
— Ne demek o?
Bu arada Yasemin, oda kapısında belirmişti.
— Gel kızım. Sinan abi, senin cep ve ev telefonunu bizim kıza versek de sıkıştığında arasa olur mu?
— Tabii, hemen bir kartımı vereyim, bak arkasına da ev telefonumu yazdım. Darda kaldığında arayıp bizim hanımla da görüşebilir, evdekiler ilgilenirler.
— Sağ ol abi, Allah razı olsun. Haydi Allahaısmarladık.
Baba kız, Sinan Beyin adreslerini verdiği yurtlara giderek incelediler. Bir kız yurduna karar verip anlaştılar. 4 kişilik bir odada kalacaktı Yasemin. Yurt görevlisi onu odasına çıkartarak yatak ve dolabını gösterdi.
Bütün gün yurt araştırıp yoruldular, acıkmış olduklarını fark edince, eşyaları yurda bırakarak, yemek için yurt yakınındaki bir lokantaya gittiler. Hem yemek yiyip hem sohbet ediyorlardı.
— Yurdu beğendin mi kızım?
— Güzel babacığım, sonuçta evim değil ki.
— Ooo şimdiden evi özledin öyle mi?
— Babaa…
— Hadi bakalım, yemeğini bitir de kalkalım. Bak, okula nasıl gidildiğini öğrendin, değil mi? Zaten aynı okulda okuyan kızlar vardır yurtta, onlarla gidip gelirsin. Bir sıkıntın oldu mu, Sinan amcanı da ararsın.
— Tamam, babacığım hadi kalkalım.
Erdal Bey kızını yurda bırakıp vedalaştıktan sonra, kendisi de Tokat’a dönmek üzere hareket etti.
* * *devamı var.