Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yusufiyeden İnsan Çıktı... (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
web%20site%20reklam.gif
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
İKAZ: Dervişçilik oynama adına gûyâ gaibi kurcalama numarasıyla ebcedle oyalanma sahibi için kayıbdır. Bize gelince: İSLÂM’A MUHATAB ANLAYIŞ’ı yenileyenin “aynı” bir yerde, onun “Yevmiyeleri”, vahy’in 46 cüz’ünden biri olan “RÜY” bahsinde uyarmaları, varoluş hikmetimin keşfi gereği hâlinde bir sır olarak bıraktığı TAKDİM mevzuum-kim olduğum meselesi, bu çerçeve içinde mevzuda geçen âyetler şu, ilgisi içinde hadîsler bu, nihayet doğrudan veya dolaylı olarak “ben kimim?” sırrı etrafında örgüleştirilmiş 50 küsur eser… Bu eser, “ben kimim?” sırrı etrafında kifayete ermiş bir keyfiyetin ilânıdır; hani iki tarafı tanıyan PERDE’nin, bir yüzü Üstadım, öbür yüzü ben, bir fikrî eser. Gerek bahsettiğim ölçü ve ölçülendirmeler, gerekse istidadım mânâsına söylüyorum: “Bilinen ve bulunan aranır”… Bildiğimiz elmanın tahlili hâlinde, keşif belirten yeni bilgiler. Böylece, İKAZ edilen husus da görünüyor: Derviş, dervişliğin yolu üzerindedir. Derviş ebcedle uğraşabilir, ama onun uğraştığı mevzularda ebcedle uğraşarak derviş olunmaz. Eserde müessirin görünmesi şeklinde, eserin İTİBARI, sahibinin kim olduğunu anlatır; eserden çok, eseri yapanla ilgilenme ve dikkate değer bulma anlayışında bile, bunun eserden dolayı olduğu unutulmamalıdır.”



TAKDİM



Allah Sevgilisi’nin, âlemler yaratılmadan Peygamberlik vasfıyla sıfatlandırılmış olması… Fakat Şeyh Takiyüddin Hazretleri bu izâhı beğenmez ve şu harikulâde ölçüyü koyar:
— “Allah’ın takdirinde önce olmanın son Resûl’e mahsus bir tarafı yoktur. Allah’ın ilmi her şeyi kuşatıcıdır ve bu bakımdan öncelik, istisnasız herşeyde vardır. Böyle bir ölçü, öbür Peygamberlerle Sonuncusu arasında bir fark olmadığını gösterir. Allah Sevgilisi’nin ezel âleminde nebîlikle sıfatlandırılmış olmasında öyle bir hususilik olmalıdır ki, başkalarında bulunmasın ve O’nun Allah indinde, yalnız kendisine has kadr ve şerefini göstersin… Yoksa haberin kıymeti kalmamak icâb eder!”
“Herşey O” demenin yeri!



“Allah, herşeyden önce kendi nurundan Muhammed’î nuru yarattı; âlemleri yaratmak dileyince”… Âlem: Allah’tan gayrı, ulvisinden süflisine topyekûn mahlukat… Allah; insanın bâtınını kendi sûretinden, görünür sûretini ise âlemin hakikat ve sûretlerinden yaratmıştır.



İNSAN, “bir şeyin ortaya çıkması” demektir; insana “insan” denmesi, kemâl mertebesine yatkınlığı ve “ünsiyet” ile ilgili olmasıdır. İNSANIN HAKİKATİ, ALLAH’IN KENDİSİNİ GÖRDÜĞÜ BİR AYNADIR ve bu görme sadece insan vasıtasıyla gerçekleşir. Görmenin olabilirliği, insana benzerlik özelliği kazandıran hakikatlerden ortaya çıkar; dolayısıyle insan, kendi varlığında İlâhî hakikatleri barındırır. Bu bakımdan da, İlâhî varlık ve oluşla ilgili bütün hakikatleri ihtiva etmesi sebebiyle, kemâl mertebesiyle ünsiyet etmiş bir aynadır… “Elleys-Mutlak hiçlik” ve “ayna-gözü güzel ve iri olan” arasındaki ebced tevafuku, insanın bâtınının Allah’ın sûretinden olması meselesi ile birlikte düşünülürse, “Herşey O”dan murad anlaşılır; yokluğa ve hiçliğe bürünmeden hâl olarak bundan bahsedilemeyeceği de.



İNSAN’ın bâtını diyoruz; ve insandan murad Allah Sevgilisi… Bu çerçevede bir ebced tevafuku: “Derviş Muhammed” ve “teraî-aynaya bakma, birbirini görme ve görüşme”… Herşey O?



Alem’de herşey, Allah’ın 99 sayısında toplu sayısız isimlerinin tasarrufu altındadır. Buna nisbetle İNSANÎ HAKİKAT, bâtınımızda, Allah’ın kendi sureti üzerine yarattığı… Allah’ın her ismiyle zâtı murad edilmesi ve bu bakımdan o küllün parçalanamaz oluşu, bunun yanında her ismin belirttiği mânânın diğerinden farklı olması gibi, o isimlerin misliymiş gibi duran bir küllün-bütünün içinde ve ona âit olarak, (İNSANÎ HAKİKAT’e âit olarak), Allah’ın isimlerinin-Allah Sevgilisi’nin isimlerinin tasarrufu altındayız. Misil, vahdete aykırıdır, vahdet düşüncesini bozar; bu bakımdan, aynada görünenin aynaya bakana âit olması-insanın batını hakikati ve “Allah’tan başka herşey bâtıl!” ölçüsü içinde, herşeyi O’ndan bilmek üzere “misil” benzetmesi.



Sır birliğinde birlik ve “Berzah” meselesine temas etmeden, bunların anlaşılmasına vesile bir hikmet: Kötü ve çirkin huyların yeri olan nefsin, bedene tevdî edilmiş bir lâtife olması da muhtemeldir. Nitekim beğenilen huyların yeri olan ruh da bu kalıba tevdî edilmiş bir lâtifedir. İNSANLARIN HEPSİ BİRBİRİNİN HÜKMÜ ALTINDADIR VE HEPSİ BİR İNSANDIR. Nefsle ruhun lâtif cisimlerden olmaları, birbirlerinden ayırd edilmelerine mâni değildir; tıpkı meleklerle şeytanın lâtif cisim olmada ortak oluşları gibi.



“De ki, ruh, Allah’ın emrindendir”; âyet meâli… “Emr âlemi”, Allah tarafından hiçbir mertebe ve tavrın vasıtası olmaksızın, ancak “Kün-Ol” emriyle meydana gelen herbir şeydir. “Emr âlemi”, Mutlak Vücud’a izâfetle ikinci sebebtir; “Halk âlemi”ne nisbet ise, birinci sebeb. Tahkik ehli, “Halk âlemi”nden meydana gelen herbir mevcudu kastederler. BÜTÜN YARATIKLAR, RUH VE NEFSİN NETİCESİ OLDU. Zirâ Allah, ruhu hiçbir sebeble değil, ancak ZÂT’ININ ZÂTİYETİ İLE İZHÂR ETTİ; ruhun “emr” ile işaret edilmesi bundandır. Gayrını da RUH İLE İZHÂR ETTİ Kİ, “HALK” DA BUNDAN İBARETTİR.



Berzah: İki âlem arası. Kabir. Dünya ile ahiret arası. Perde… Umumî mânâsıyla, herşeyle herşey arasında olan Berzah, üzerinde durduğumuz işin mânâsından anlaşılıyor ki, her iki tarafı tanıyan ve bakıldığı yöne âit görünen hakikatiyle, Allah’la mahlukat arasında: İNSAN. Berzah’ın özelliği, kendine berzah olmaması; mahlûk İNSAN’da toplanır ve varoluş ve Allah’ta tükeniş sonsuzdur. Bu BERZAH-İNSAN hakikati içinde, her mânânın ona mahsus bir velâyeti, öyle ki, Nübüvvet mânâsının bile ona âit bir velâyeti var. Herşeyde herşey bulunur hikmetiyle birlikte düşünülürse, BERZAH-İNSAN, topyekûn insanlığın bilerek veya bilmeyerek Allah Sevgilisi’nin kadrosu olduğunu gösteren, faniliği “zât sırrı neyse o” olarak O’nda mevcut olan, dolayısıyle O’ndan olduğumuzu belirten bir hakikattir.



Mübdî: Hediye veren. Hediye gönderen. HİDAYETE GETİREN. Hidayete vesile olan. Mürşid. Allah Sevgilisi’nin isimlerinden biri… MEHDÎ: HİDAYETE EREN veya hidayete vesile olan. Sâhib-üz zaman. HUSUSÎ VE ŞAHSÎ BİR TARZDA Allah’ın hidayetine mazhar olan, kendisine Allah tarafından yol gösterilen mânâsındadır… Ahir zamanda geleceği hadîsle sabit ve içinde bulunduğumuz zamanı öyle gören hususî mânâdaki “Mehdî” bahsi, bahsin kendisi için de bir sır olmasına nisbet, İNSAN keyfiyetiyle örtüşmesi çerçevesinde bu eserin mevzuu… Mehd: Beşik. Beslenilecek, büyüyecek yer. Yeryüzü. Yayıp döşemek. Kâr kazanmak. Hazırlanmak… Eserimiz alt başlığı olan “Büyük Doğu-İBDA”, devşirilen mânânın toplulaştırıldığı adresi gösteriyor.



Sayı, Allah’ın varlıktaki görünüşlerinden biri; ve hakikat ile onun müşahhaslaşması olan gerçeke bağlı “olur ve olabilirler” imkânının kurcalanması ve tesbiti yollarından biri de ebced hesabıdır. Hakikat ve gerçeğe bağlı olabilirler imkânı; bir sayı etrafında kümelenen kelimeler arasında, adamına ve mevzuuna göre kolayından anlaşılır mânâlar yanında, keyfiyetini Allah’a havale edeceğimiz, son tecridde herşeyde herşeyin bulunuşunu ve VAHDETİ gösteren mânâlar… Bu eserin usûlünü de söylemiş oluyoruz.





Hem keşif ve hem de icadın içinde bulunduğu kitablık çapta bir fikir devşirmesi için kullandığımız “ebced hesabı” hakkında, uyarıcı bir kısa bilgi: Allah Sevgilisi’nin irşadı, talimi ve dersiyle Hazret-i Ali’nin rivayet ettiği ve sahabîden Hazret-i Cafer-i Sadık’ın da onu genişçe düzenleyerek prensib altına aldığı biliniyor. Ebcedin öğrenilmesi gereği, bizzat Allah Sevgilisi’nin buyruğu ve tavsiyesi. O’na vahyedilen ve Hazret-i Ali’nin “Celcelûtiye Kasidesi” diye neşrettiği dua, baştan aşağı ebced hesabiyle yazılmıştır. Bütün ilimlerin anasının “iştikak ilmi” olduğunu ve öğrenilmesi gerektiğini söyleyen İmâm-ı Gazalî Hazretleri, Celcelûtiye hakkında şerh-açıklama yazmıştır. Cafer-i Sadık Hazretleri, Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, Bayezid-i Bistamî Hazretleri ve İmâm-ı Gazalî Hazretleri gibi gaybî sırlarla uğraşan ve harflerin ilmine çalışanlar, bu gaybî ebced hesabını bir prensib ve anahtar kabul etmişlerdir. Sosyolojinin babası kabul edilen İbn-i Haldun da bu ilmin tarifini yapmıştır. Ebced ve cifirin genel kaidelerinden bir bölümünün kullanılma prensiblerini eserine alan Şeyh Ahmed Elbûnî, “Cifir ilmi, doğru bir senedle Cafer-i Sadık’tan ilim ehline intikal etmiştir” der. Edebiyatçılar ve belagat üstadları, ebcedi ince bir kanun kabul edip, eski zamandan beri kullanmışlardır… İKAZ: Letâfet’in hatırı için, iradî, sun’i ve taklidî olmaması gerekirken, sun’i ve kasdî bir şekilde o gaybî anahtarların taklidi yapılmamalıdır.




Yukarıdaki İKAZ, dervişçilik oynama adına gûyâ gaibi kurcalama numarasıyla ebcedle oyalanmanın, sahibi için kaybını gösteriyor. Bize gelince: İSLÂM’A MUHATAB ANLAYIŞ’ı yenileyenin “aynı” bir yerde, onun “Yevmiyeleri”, vahy’in 46 cüz’ünden biri olan “rüyâ” bahsinde uyarmaları, varoluş hikmetimin keşfi gereği hâlinde bir sır olarak bıraktığı TAKDİM mevzuum-kim olduğum meselesi, bu çerçeve içinde mevzuda geçen âyetler şu, ilgisi içinde hadîsler bu, nihayet doğrudan veya dolaylı olarak “ben kimim?” sırrı etrafında örgüleştirilmiş 50 küsur eser… Bu eser, “ben kimim?” sırrı etrafında kifayete ermiş bir keyfiyetin ilânıdır; hani iki tarafı tanıyan PERDE’nin, bir yüzü Üstadım, öbürü yüzü ben, bir fikrî eser. Gerek bahsettiğim ölçü ve ölçülendirmeler, gerekse istidadım mânâsına söylüyorum: “Bilinen ve bulunan aranır”… Bildiğimiz elmanın tahlili hâlinde, keşif belirten yeni bilgiler. Böylece, İKAZ edilen husus da görünüyor: Derviş, dervişliğin yolu üzerindedir. Derviş ebcedle uğraşabilir, ama onun uğraştığı mevzularda ebcedle uğraşarak derviş olunmaz. Eserde müessirin görünmesi şeklinde, eserin İTİBARI, sahibinin kim olduğunu anlatır; eserden çok, eseri yapanla ilgilenme ve dikkate değer bulma anlayışında bile, bunun eserden dolayı olduğu unutulmamalıdır.




Ebced hesabının her mevzuya şâmil, kullanılabilir, aslında kullanılması gereken rolü ve faydası da açıklanmış olarak, takdimimizi İsmail Hakkı Bursevî Hazretlerinin sözüyle mühürleyelim: “İlim dallarından olan matematik ilmi, bütün ilimlerde yardımcıdır. Fakat keşif ve icadta yine İlâhî İLHAM en büyük müessirdir. Kalbi paslı olana HAKİKAT ÂLEMİ açılmaz!”… Eserimize bakışta bir Fransız stratejistinin sözü uyarıcı olsun: Ben, metafiziği Salih Mirzabeyoğlu kadar farklı ve kendine mahsus olarak açıklayan kimse görmedim. Aklımdaki bütün metafizik kalıpları değişti. Pes!

[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es02.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es02.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es03.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es03.jpg"] [/URL][/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es04.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es04.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es05.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es05.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es06.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es06.jpg"] [/URL][/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es07.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es07.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es08.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es08.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es09.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es09.jpg"] [/URL][/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es10.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es10.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es11.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es11.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es12.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es12.jpg"] [/URL][/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es13.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es13.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es14.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es14.jpg"] [/URL][/URL]
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es16.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es17.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es17.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es18.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es18.jpg"] [/URL][/URL]

[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es19.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es19.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es22.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es22.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es23.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es23.jpg"] [/URL][/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es24.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es24.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es25.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es25.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es26.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es26.jpg"] [/URL][/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es33.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es33.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es34.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es34.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es35.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es35.jpg"] [/URL][/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es36.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es36.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es37.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es37.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es38.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es38.jpg"] [/URL][/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es39.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es39.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es40.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es40.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es41.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es41.jpg"] [/URL][/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es42.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es42.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es43.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es43.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es44.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es44.jpg"] [/URL][/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es45.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es45.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es46.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es46.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es47.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es47.jpg"] [/URL][/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es48.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es48.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es49.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es49.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/erkam[1].jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/erkam[1].jpg"] [/URL][/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es_51.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es_51.jpg"] [/URL][/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es27.jpg"][URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es27.jpg"] [/URL][/URL]
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Görüldü ki, bize karşı girişilen provokasyonlar, ateş üzerine benzinle gitmek gibi bir tesir yapar!.. Üstadım’ın gözleriyle hâdiseyi değerlendirdiğim zaman, söylenecek tek söz şudur: “İşte şimdi ocak kızıştı!”... Biliyorsunuz ALLAH Resûlü, Huneyn gazasında İslâm ordusunun bir ânlık dağılışını tek başına ileri atılışla taarruza döndürürken böyle demişti... “İşte şimdi ocak kızıştı!”... Kendisine yapılacak işkence sırasını beklerken, “Kumandan’a işkence yapıyorlar!” diye ağlayan gençleri görünce, kalbime taşkın bir heyecanla bu mâna dolmuştu... Üstadım, orada arkadaşlarımın ve gençlerin gösterdiği vakar ve aşk tavrını görseydi, ne kadar gurur duyardı... Elbette gördü!..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
(Büyük Doğu-İBDA, İslâmiyetin emir subaylığı... Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezheb, ne de yeni bir içtihad kapısı... Sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifâdelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açma geçidi; ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti 21. Asrın eşiğinde eşya ve hâdiselere tatbik etme işi... Galiba işlerin de en değerli ve pahalısı.)
NECİP FAZIL Kısakürek...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Yeşilırmak

Gözyaşı yüklü bulut toprak altında kaynak
Sakarya`nın derdine kıvrılır Yeşilırmak

Bizdendir onun âşkı emanet ve anahtar
Benzerler benzeşirler zamanı işte akar

Nasıl ki Allah emri O ol deyince olur
Yeşilırmak nefsinde emre uyarken budur

Fikir aşk ve hürriyet ayrılmazlar güzelden
Sırrı malûm sırrında sözleşmişler ezelden

O ki güneşe ayna akis kapan bir görgü
Yıldız yıldız kıvılcım yeni çağda bir örgü

İşte düğümün ucu işde insan ve toplum
Sakarya`nın kalbinde zaman ölçümü buldum

Ne varlık ne de oluş yok da yoktu bir zaman
Ruhum eşyadan gafil ne zaman ne de zaman

Hayat dediğin masal çırpınan suyun sesi
Tek marifet dünyada harcamamak nefesi

İmân sahici imân ateş hattında koşu
Bir günü bir gününe eş olmama buluşu

Yeşilırmak`da hamle sahibi ona kefil
Sakarya`nın ruhunu lif lif açan yeni dil

Fikir fiil ve sanat tek gaye gerçek emek
Bütün dava olmakta Allah`a görünerek

Budur insan rüyâsı gecenin yarısında
Karayılan yelkovan ve akrep arasında

İnkılâba dayanmış saatler döne döne
Büyük Doğu bayrağı İBDA ile en öne

Mânâsını öğrenmiş kurtuluş alayları
Hakikat çevresinde şehitlik adayları

Toplum nedir bilmişler inananlar elele
Sümüklüler kovulmuş ayıklanmış hergele

-`Selam size akıncı!`-`Size selam!` iâde
Doğruyu Allah bilir bizce tamadır vâde

Salih Mirzabeyoğlu
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com

SALİH MİRZABEYOĞLU KİMDİR?

İBDA NEDİR?
Av.Harun Yüksel
TAKDİM
Şimdi okuyacağınız metin, İBDA Fikriyatı'nın kurucusu Mütefekkir Mirzabeyoğlu'nun tutuklanıp, fikir ve aksiyonunu cezaevinden sürdürmeye başlayışından üç hafta kadar sonra, yazarımız Av. Harun Yüksel tarafından, Akademya Konferansları çerçevesinde 29 Ocak 1999 günü Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde verilen konferansın bant çözümüdür. Burada okuyacaklarınız, Büyük İslâm İnkılâbını tezgâhlayan bir büyük Mütefekkir'in ıstırabı değildir yalnızca. Bu satırlarda, çektiği fikir-sanat-aksiyon çilesinden şanlı bir destan dokuyan ÖNCÜ'nün benzersiz "hüviyeti-kimliği" de, konuşmacının zâviyesinden görülebildiğince yeralmaktadır. Sizi bu güzel konferansla başbaşa bırakalım artık...
AKADEMYA

Bugün burada bir kimlikten, çok önemli bir kimlikten, bir fikir-sanat-aksiyon adamının kimliğinden, çok önemli misyonu olan birinden bahsedeceğiz. Belki de bu kimlikler içinde en önemsiz olanı bugün en aktüel olanıdır. Yâni sanık kimliği. Aslında böyle bir insanı sanık kimliğiyle tarif etmek, ona da bize de yazık olur. Hâdiseler onu buraya getirdi. İlahî Takdir'in işlerine karışmayız. Fakat ona bu kimliği giydirmek isteyenlerle de hesabımız var. Bu hesabı hukukî platformlarda, her yerde, her zaman, bir hukukçu olarak, bir aydın olarak, bu ülkenin bir evlâdı olarak göreceğiz, görmeye devam edeceğiz. Zaman zaman burada, her ne kadar önemsiz bir kimlik de olsa, şu ândaki sanık kimliğine de değineceğiz. Konferansa gelmeden önce hatırıma birdenbire geliverdi; burada geçen sene Akademya faaliyetleri çevresinde, bizim de yönetici olarak katıldığımız bir panel verilmişti. Orada çok enteresan bir şey oldu. Bu içinde bulunduğumuz mekânın eskiden Osmanlı döneminin ünlü Mevlevî tekkelerinden biri olduğunu öğrendim. Ve o tekkenin kalıntıları üzerine inşâ edilmiş mekânda konuşuyoruz. Ve o tekkenin en önemli müntesiblerinden biri de, İstanbul'un gerçekten büyük dev şairlerinden olan Şeyh Galib. Sayın Mirzabeyoğlu da büyük bir şair. Fakat biz bugün onun şair kimliği üzerinde durmayacağız. Mesele şu; ben şiirden o kadar anlayan bir adam değilim. Şair kimliği üzerinde gerçekten çok önemli bir çalışma yaptı Remzi Vatansever kardeşimiz. Çalışmasının ismi "Kayan Yıldız Sırrı Üzerine Bir Şerh Denemesi"ydi. Meraklıları için adres gösteriyorum, orada bulabilirler. Şeyh Galib'in hatırıma gelmesi şunu çağrıştırdı. Biz hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığına, her şeyin belli bir düzen içinde gittiğine, "Takdir-i İlâhî"ye inanan insanlarız. Merhum Şeyh Galib, yüzyıllar öncesinden Hazreti Mevlana'dan aldığı feyzi billurlaştırmış büyük insan, büyük şair. Bu bir tevafuk. Mevlevi tekkesindeyiz. Benimle sohbet eden dostlar bilirler. Benim Hazreti Mevlâna'ya ayıracak bir şükran borcum da vardır kendi hayatım içerisinde. Mevlevi tekkesindeyiz. Şeyh Galib'in huzurundayız.
Garib bir şey daha oldu; Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'ndeyiz. Tarık Zafer Tunaya da İstanbul Hukuk Fakültesi'nden benim hocamdır. Şimdi Şeyh Galib nerede? Tarık Zafer Tunaya nerede? Şeyh Galib dev bir Müslüman, Tarık Zafer Tunaya da kendi çapında bir ateist. İyi bir hocaydı. İyi şeyler öğrendik. Bu topraklarda olan değişimi tek başına gösterebilmesi bakımından ben bu tezadı vurgulamak istiyorum. Şeyh Galib'ten Tarık Zafer Tunaya'ya geldik. Yâni Mevlevî Şeyhi büyük şair Şeyh Galib'ten ateist profesör Tarık Zafer Tunaya'ya. Böyle dehşetli bir değişim yaşadık bu topraklarda.
Sayın Mirzabeyoğlu'na, Hukuk Fakültesi'nde Tarık Zafer Tunaya da hocalık yaptı o dönemde. Ve bizim bugün onu konuşacağımız, Tarık Zafer'in talebesi olan Sayın Mirzabeyoğlu, Tarık Zafer'in hiç istemediği bir dünya görüşünü örgüleştirdi bu topraklarda. Ve Şeyh Galib'in güzel dünyasını yeniden ihyâ için dehşetli, müthiş bir fikri ortaya attı. Ve bugüne geldiğimizde, 26 Ocak tarihi Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunun 700. yılı; üstüste garib tevafuklar var. Bir de 1 Şubat 1991 var. 1 Şubat 1991'de Sayın Mirzabeyoğlu'nun sanık kimliği ile, yine aktüel hâle geldiği bir tarih. 1 Şubat 1991'de; ona zorla deli gömleği giydirir gibi, fikir adamı kimliğini çıkartıp, sanatkâr kimliğini çıkartıp, şair kimliğini çıkartıp, sanık kimliğini giydirmek isteyenler bunu beceremediler. Salih Mirzabeyoğlu, 1 Şubat'tan zannediyorum 70 gün sonra bu kimliği üzerinden atmış olarak çıktı. Haysiyetiyle çıktı. Fakat ona 1 Şubat 1991'de revâ görülen zulüm, "İşkence" ismiyle eserleşti. Yüzyıllar boyunca da o eser, ona yapılanlara şâhidlik edecek. Bazı insanlar, bazı insanlara nedense sırf fikirleri yüzünden, sırf onun fikirlerini beğenmedikleri için inanılmaz zulümler ve işkenceler yapıyorlar. Rahmetli Üstadımızın biliyorsunuz, bir eserinin ismi, "Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar"dır.
Yine Üstadımızın "Son Devrin Din Mazlumları" adıyla, sırf inançları ve fikirleri yüzünden zulme uğramış son dönem mazlumlarını anlattığı eseri var. Sayın Mirzabeyoğlu'nun, sanık kimliğinin kendisine giydirilmek istenmesinden hemen önce yayınladığı "Büyük Muztaribler" isimli eseri var. "Büyük Muztaribler", dünya fikir tarihi boyunca gerçekten düşünerek kendilerine ızdırab vermiş, düşünme yüzünden büyük ızdırablar çekmiş; bu sebeble çoğu, aynı zamanda kendilerine verdikleri ızdırab yetmezmiş gibi, bu düşünme eylemleri yüzünden kendi dışındakiler tarafından da zulme uğramışlardır. Yâni Salih Mirzabeyoğlu, düşüncesi hâkim güçler tarafından beğenilmediği için zulme uğrayan ne ilk mütefekkir, eğer dünya böyle gidecekse ne son mütefekkir olacak. Yine onun "Büyük Muztaribler" isimli eserinden takib ederek söylersek; Batı düşüncesinde Sokrat, yoldan sapmış, doğrudan sapmış, kendilerini bu sebeble perişan etmiş, insanlıktan çıkmış Atinalılara hak ve hakikati gösterebilmek bakımından elinden geleni yaptı. Yaptığı şey neydi; yanlışlarını onlara söyleyerek, o yanlışlar yerine hangi doğruya sahib çıkmaları gerektiğini söyledi. Beğenmediler. Sen, dediler, bizim alışkanlıklarımıza, bizim çıkarlarımıza, bizim bizden öncekilerden devraldığımız hayat biçimine karşı çıkıyorsun. Sen kurulu düzeni yıkmak istiyorsun. Ve yargıladılar Sokrat'ı. Suçlusun, dediler. Büyük Jüri toplandı. O meşhur savunmasını yaptı. Baldıran Zehirini içerek ölüme mahkûm ettiler. İçti. Nitekim Sokrat ölümden korkan bir insan olsaydı, cezadan korkan bir insan olsaydı, düşüncelerini cezaya uğramak korkusuyla açıklamaktan korkan bir insan olsaydı, zaten bizim gibi kıvırırdı, söylemezdi. O söyledi, bedelini de ödedi. Bedelinin de öyle olacağını zaten biliyordu. Batı tarihi, aynı zamanda da Batı fikir tarihi, zulme uğramış yığınla tefekkür adamının bulunduğu bir tarihtir. Hani Batı şöyle âdildir, böyle âdildir diye bugün bize itelemeye çalışıyorlar ya, meselâ Bruno'yu yaktılar; Galile dünya dönüyor dediği için seni şöyle yaparız, böyle yaparız, sen düzeni değiştireceksin, dediler. Ne demek dünya dönüyor; dünya dönmüyor, dediler. Ya bu sözünü geri alırsın yahut cezanı çekersin, dediler. O sözünü geri almayı tercih etti. Ama dedi ki, "dünya gene de dönüyor". Dünyanın döndüğü sonradan anlaşıldı. Ama Galile'ye dünya dönüyor dediği için zulmedenleri bugün hayırla yâdeden kim var? Bugün Sokrat'ı düşünceyle uğraşan, fikirle uğraşan herkes tanıyor. Peki Sokrat'ı mahkûm eden jüriden kaç kişiyi tanıyorsunuz? Ve "iyi oldu" diyen var mı içinizde, Sokrat'a Baldıran Zehiri içirenler için? Ve Bruno'yu yakanlar için bugün törenler düzenleniyor mu, aferin helâl olsun adamlara diye? Bu, Batı'dan örnekler. Daha çoğaltılabilir örnekler. Batı'da biliyorsunuz Engizisyon gibi bir kurum var. Sırf bu işler için kurulmuş. Bir de bize dönelim. Yâni Vahdaniyet Yolu'na. Salih Aleyhisselâm'a pusu kurdular, öldüreceklerdi, beceremediler. Hazreti Yahya'nın başını kestiler, niye kestiler: Sırf "Hazret-i İsa gelecek, size kurtarıcı fikirler verecek, aman ona sahib çıkın, aman ona tâbi olun" dediği için. Hıristiyan kaynaklarında bir ismi de "habercidir" ya Hazret-i Yahya'nın! Hz. İlyas'ı ölüme mahkûm ettiler, memleketini terketmek zorunda kaldı. Kendisini ölüme mahkûm eden kurulu düzen, o ölüme mahkûmiyet sebebiyle çaresiz dertlere düştüğü için kendi ülkesine döndü, durumu düzeltti. Say sayabildiğin kadar bitmez. Kâinatın efendisine revâ görülen zulmü nasıl izah edeceksiniz! Kâinatın efendisini öldürmek istemediler mi? O bunu haber almadı mı? Ondan sonra yatağına Hz. Ali'yi koyup hicret etmedi mi? Öldürmek istediler, öldüremediler.
Bu tarafa doğru gelelim. İlk müslümanlara gelelim. İlk müslümanların uğradığı işkenceleri düşünelim. Daha bu tarafa gelelim. İmam-ı Azam'a kurulu düzenin, yine İslâm düzeni olmasına rağmen revâ gördüğü muamele, bugün hangi Müslümanın içini rahatsız etmiyor? İmam-ı Rabbanî Hazretleri'ne de aynı şeyi yaptılar. Onu da zindanlara attılar. Yine İmam-ı Mâlik Hazretleri, zannediyorum sırf içtihadları yüzünden zulme uğradı. Bütün bunları niye söylüyorum. Sanık kimliği bir insanı küçültücü bir kimlik değildir. Hatta biraz "arabesk takılalım" isterseniz. Ahmet Kaya'ya gelelim. Ahmet Kaya der ki; "Bu ülkede başı belâya girmemiş adama adam demem". Maalesef bu ülkenin şartları böyle.
Bir insanın adam olabilmesi için şu yanlışlıklar düzeniyle çatışması gerekiyor bir yerde, bir şekilde. Bu çatışma içinde birşeyleri riske sokması gerekiyor, riski göze alması gerekiyor. Sanık kimliği üzerinde söylenecek daha çok şey var. Fakat tutuklanmanın hemen akabinde, kıymetli kardeşim Hasan Bey, burada Akademya'daki arkadaşlarla birlikte yaptığı basın toplantısında özet olarak, bu kimliği onun üzerinden atmak için zaten söylenebilecek, yine mahkemede bu iddianameye karşı söylenecek, savunması yapılacak olan ne varsa söyledi. Fakat, medyanın yargısız infazı dolayısıyla, bu kimlik üzerinde konuşurken, birtakım şeyleri yeniden söylemekte fayda var, zannediyorum; çünkü hem sizin, hem de benim, mesele şurama kadar geldi, doluyuz. Şimdi, "yasadışı İBDA-C örgütünün lideri yakalandı". Ajans Press'den kupürleri getirttik. TV ve gazete haberlerini toparlattık. Onlara tek tek baktım, hepsini tek tek izledim videoda. Aşağı yukarı medyanın büyük bir bölümünün haber verişi şöyle: "Yasadışı İBDA-C örgütü lideri yakalandı". Şimdi "yasadışı İBDA-C örgütü lideri yakalandı" diyebilmek için, bunu hukuk mantığı içinde söyleyebilmek için, bu insanın yasadışı İBDA-C lideri olduğunun mahkemelerce tesbit edilmiş olması lâzım. Var mı böyle bir şey; yok. İlk defa böyle olduğu zannedildiği için hakkında dâvâ açılıyor. Peki hakkında kesinleşmiş bir hüküm olmayan bir insan için siz nasıl "yasadışı İBDA-C örgütü lideri" diyorsunuz; öyleymiş gibi? Buna mukabil o sorgusu sırasında basına sızdırılan ifadeleri içinde bir cümlesi var; "Ben bir fikir adamıyım". Adama soruyorlar, "ya sen yasadışı İBDA-C'nin lideri misin?" O da diyor ki; "Hayır. Ben bir fikir adamıyım. Ben bıçak yaparım. O bıçakla isteyen ekmek keser, isteyen adam keser, onu da o eylemi yapanlara sorarsınız". Aşağı yukarı 1991'den yana, özellikle sevgili kardeşim Hasan, mahkemelerde yasadışı İBDA-C örgütü diye bir örgütün olmadığını, merkezî bir örgütün olmadığını anlatmaya çalışıyor. Fakat 1980 öncesinin Marksist örgütleriyle mücadele sırasında polisin edindiği refleksler, zihin alışkanlıkları, düşünce alışkanlıkları sebebiyle; polis sürekli merkezî yapılanma peşinde. "Ya, yok böyle bir yapılanma" diyorsun, "vardır vardır" diyor adam. "Marksistler öyle olduğuna göre, siz de öyle yapıyorsunuz". Yahu, biz marksist değiliz. Nereden çıkartıyorsunuz bu şeyleri? Marksizm ayrı bir şey, İBDA dünya görüşü ayrı bir şeydir. Kendinden zuhur diyalektiğinin sistemini kurmuş adam. Ve buna göre de, bu fikre inananlar, legal veya illegal platformlarda bu fikri temsil etmek için, bu fikir uğruna mücadele etmek için örgütleniyorlar. İkincisi de, "bu fikir etrafında illegal örgütlenmeler yok", diyen yok. Bu fikir etrafında illegal örgütler var. Zaten adamlar eylem yapıyorlar, ondan sonra da üstleniyorlar. Diyorlar ki, filan yasadışı, filan İBDA-C bilmem ne adına bu işi yaptık. Biz ne bu yapılanları, ne de yapanları inkâr ediyoruz. Bizim söylemeye çalıştığımız şey şu; bu fikir etrafında, bugüne kadar basından duyduğumuz, illegal olarak eylem yapan 100'e yakın örgüt var. Bu örgütler birbirinden ayrı ve bağımsız örgütler. Bu örgütler, Salih Mirzabeyoğlu tarafından yönetilen örgütler değil. Bunlar, kim kurduysa onlar tarafından yönetilen, kararları kendileri tarafından alınan, eylemleri de kendileri tarafından yapılan, sorumlulukları kendileri tarafından üstlenilen örgütler. Gideceksiniz, bunlar yasaları ihlâl ediyorsa, siz de bunları yakalamak istiyorsanız, bunları bulacaksınız, yakalayacaksınız. Kim neyi yönetiyor, o zaman ortaya çıkacak. Şimdi bir fikir adamı alıyorsunuz, diyorsunuz ki, "arkadaş sen yasadışı İBDA-C örgütünün liderisin". O da diyor ki; "Değilim. Ben bir fikir adamıyım". Şimdi şöyle bir misâl vereyim. Hukukçuluk var ya serde. Marks, Marksizmi kurmuştur. Marksizmin fikir babasıdır, teorisyenidir. Ve dünyada Marks'dan sonra binlerce Marksist illegal örgüt kurulmuştur. İhtilâlci örgüt kurulmuştur. Dünya yüzünde, ki buna Türkiye de dahil, hiçbir savcı, komünist bir illegal Marksist örgütü yakaladığında, ortaya çıkardığında, Marks'ı da sanık olarak göstermek gibi bir düşünceye kapılmamıştır. Yahu Marks'ı sanık olarak göstermiyorsunuz, gösteremiyorsunuz, bunun komik olduğunu biliyorsunuz da, Salih Mirzabeyoğlu'nu niçin başkasının yaptığı eylemler yüzünden, kendisinin ilgisi ve irtibatı olmayan eylemler yüzünden sanık yerine koyuyorsunuz? Biz buna karşı çıkıyoruz. Bu gerçekten bir hukuk komedisi.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Şimdi düşünün; Dev-Sol'a, DHKP-C'ye ait bir birim yakalanmış. Savcı iddianame hazırlayacak. Desin ki; "bu örgütün lideri Marks'dır, ondan sonra Dursun Karataş'tır, ondan sonra da filân filân'dır". Marks öldüğü için dâvânın düşürülmesine karar verilsin, öteki yetkilileri hakkında yargılamaya devam edilsin. Ne Türkiye'deki bu kadar anti-komünist bir şey; Güvenlik Güçleri tarafından uygulama, operasyon yapılmıştır ve dâvâlar açılmıştır. Ne dünyada böyle iddianame hazırlayan savcı, böyle sorgu yapan polis görülmüştür. Eee, o zaman orada yaptığınız şeyleri hiç olmazsa kıyas yapın da, gelip burada adam gibi sorgu yapın, adam gibi iddianame hazırlayın. Şimdi meselenin sanık kimliği tarafını sabaha kadar konuşuruz da, biz oradan şöyle bir viraj alalım. Şeyh Galib'ten bahsettik. Şeyh Galib büyük bir şair ve Sayın Mirzabeyoğlu da büyük şair dedik. Sayın Mirzabeyoğlu, büyük şairdir. Fakat onun şiiri, fikrinin gölgesi altında kalmıştır. Bu da yaklaşık olarak kendi ifadesidir. Şiir uzmanı olarak söylemiyorum da, ondan cesaret ve cüret alarak söylüyorum. Şimdi "Kayan Yıldız Sırrı" diye bir şiir kitabı var burada. "Kayan Yıldız Sırrı" Şaheser-Şah Eser alt başlığıyla yayınlandı. Sadece bundan bir tad alınsın diye, ben o şaheseri size dilim döndüğünce bir okuyayım, bakalım nasıl şairmiş?.

Göklerde kanat açmış gûya gönlümce hür kuş
Ben değil mi yine ben kedere hedef durmuş
Gizleniyor bildiğim saklambaç oyununda
Benim gölge âlemde kendisine kaybolmuş

Bu mahmurluk sırtımda kaplumbağa kabuğu
Rahatı rahatsızlık şu dünyanın seyrinde
Ah geçmiş ne gelecek şimdiyse uçan buğu
Yollar ki birbirine kavuşmanın derdinde

Su üstünde ürperti hep gurbetlik duygusu
Nakışa düşen mânâ deniz üstünde desen
Zamanın nabzımı tutsun diye kurduğu
Dalgada gölge eşya benim gözümde de sen

Bir kayanın üstünde bilmem böyle kaç vakit
Rüyâların izinde tâbirlerin peşinde
Yıldırım düşen levha kumaşım ki mücerret
Açıktan geçen gemi yüreğim o gemide

Tedirgin bekleyişler berzah sırrında hapis
Fikir ki saklı güzel gözümde açık derin
Pervane çeken mihrak nisbet kurduğum akis
Rüyâların ötesi müjde verdi güvercin

Yetti mi? İşte böyle bir şair.
Şimdi böyle bir şiir, Merhum Şeyh Galib tarafından okunsaydı, büyük bir şair olarak ondan büyük keyif alacağından eminim. Fakat dedik ya, üstümüzden 200 yıldır batılılaşma silindiri geçti. Biz kendi zevklerimizden, kendi hayat tarzımızdan, kendi kültürümüzden koptuk, koparıldık. Sayın Mirzabeyoğlu'nun yapmak istediği şeylerden bir tanesi, bizim bu kaybettiğimiz kıymetli değerlerimizi, kaybettiğimiz keyifli hayatımızı, insanca hayatımızı, yeniden, yeni şartlarda, dünyanın geldiği yeni şartlarında "nasıl ihyâ ve inşâ ederiz"dir. Bunun reçetesini yazmış adam. Şimdi bunun reçetesini yazan adama bu sanık kimliğini giydirmek benim vicdanımı kanatıyor. Yâni insan olarak da, aydın olarak da vicdanımı kanatıyor. Bu mevzuya da, takılmış plak gibi zaman zaman döneceğim, dönüp duracağım etrafında. Şimdi asıl mevzuya doğru gelelim fazla dağıtmadan. Bu konferansın benim için çok önemli bir anlamı var, o da şu: Ben bundan 20-25 yıl önce bu insan ve bu fikriyatla tanışmadan önce, klasik cumhuriyet nesilleri çizgisinde, işte topçu popçu formatında bir adamdım. Şayet bu düşünceyle tanışmasaydım, ben şu anda 46 yaşına gelmiş ama hâlâ Televole muhabbetleri yapan, ne bileyim belki kitab okuduğumuz için de işte entel barlara filan takılan, buralarda zevzeklik yapan orta yaşlı bir adam olacaktım. Neticede tabuta da işte böyle pimpirik bir Televoleci olarak girecektik. Bu fikriyat, bu insan, benim hayatımı kurtardı. Benim hayatıma yön verdi. Ben bu insana ve bu fikriyata aslâ ödeyemeyeceğim minnet ve şükran duyguları içindeyim.
O yüzden bu konferans benim için çok önemli. Ben minnet ve şükran duygularımın bir kısmını onu anlatarak gidermeye çalışıyorum, edâ etmeye çalışıyorum, ödemeye çalışıyorum. Bir insanı tanımak o insanın kaç kilo olduğunu bilmek demek değildir. Kimlik meselesi, çok derin bir mevzu. Şimdi biraz kimlik üzerinde konuşacağız. Diyor ki Tilki Günlüğü'nde; "Ben kimim diye sormak, ölüm nedir diye sormakla birdir". Bu kadar kolay gibi görünen "ben kimim" sorusu, aslında dünyanın en çetrefil sorularından biri. Cevabı da en müşkül sorulardan biri. Hepimiz kendimizin kim olduğunu bildiğimizi zannederiz. Gerçekten de kendimize dair hiçbir şeyi bilmiyor da değiliz, kendimize dair bir şeyler biliyoruz. Yaşımızı biliyoruz, başımızı biliyoruz, doğum tarihimizi biliyoruz, mesleğimizi biliyoruz, işimizi biliyoruz, gücümüzü biliyoruz, eşimizi biliyoruz, evladımızı biliyoruz. Kendimiz hakkında epey malûmat sahibiyiz aslında. Ama bütün bu kendimize atfettiğimiz vasıflar, kimlik olarak bizi tam olarak tarif ediyor, tanımlıyorlar mı bahsine geçersek; bence pek tanımlamıyorlar. Hemen Hz. Yunus Emre'nin bir beyitini, bir mısraını hatırlayalım: "Bir ben vardır benden içeru" diyor. Yâni biz tek bir kimliğe mâlik düz varlıklar değiliz. Meselâ bizim dışımızdaki varlıklar; köpektir, kedidir, işte diğeri taştır, dağdır, ovadır gibi. Görünüşleriyle, hemen tanımlanabilen varlıklar. Ama insan öyle bir varlık ki, kendi içine doğru derinleştikçe, yeni yeni kimlikleri olduğunu, içinde yeni ve değişik tanımadığı insanlarla karşılaştığını, ama onun da aslında kendisi olduğunu filân görmeye başlıyor. Şimdi "dilbilgisi ilmi", ben kelimesinde "I. tekil şahıs" der. Birinciliğine bir itirazımız yok ama, insandaki kimlik sayısının fazlalığını gördükçe, tekilliğine benim özellikle çok itirazım var. Hiç de tekil şahıs değiliz, biz çok bir şahısız. Yâni tek gibi görünsek de, acayip, sayısızca çok bir şahısız. Misâl vereceğim; I. tekil şahıs olarak bizzat beni ele alalım. Şimdi ben kimim? "Sen kimsin?" dediklerinde, "ben Harun Yüksel'im" diyorum. Kimliğimi böyle ifâde ediyorum. Ondan sonra teferruata giren olursa, meselâ "sen varlık türleri arasında hangisindensin arkadaş?" dense, "insanız" diyoruz. "Pekiyi insan türü içinden hangi cinse mensubsun?" diye sorsalar, "erkeğiz", diyoruz. "Pekiyi arkadaş, sen neye inanırsın?, putperest misin?, şeytana mı tapıyorsun?, necisin?, ateist misin?" dediklerinde, hemen "elhamdülillah Müslümanız", diyoruz. "Pekiyi Müslümanlığın hangi versiyonundansın? Müslümanlığı nasıl anlıyorsun, hangi dünya görüşü çerçevesinde anlıyorsun?" dediklerinde, İBDA'cıyız diyoruz.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
"Yaşın kaç?" dediklerinde "47 yaşındayız", diyoruz. "Evli misin, bekâr mısın?" dediklerinde, "evliyiz", diyoruz. Medenî hâlimizin kimliği de bu. "Pekiyi çoluğun çocuğun var mı?"; "evet var", diyoruz. "Babayız", diyoruz. Yâni baba kimliğimiz de var. "Hangi ırka mensubsun?", bazıları çok merak eder ya; "Türk'üz", diyoruz. "Nerede doğdun?" diyorlar; "Eskişehir'de doğdum", diyoruz. "Nerede doydun?" diyorlar; "İstanbul'da doymaya çalışıyoruz", diyoruz, falan filân. Yâni burada kendimizi değişik sorulara göre, değişik şekillerde tanımlıyoruz. Vasfediyoruz. Veya birileri bizi değişik vechelerden, değişik şekillerde tanımlıyorlar. Bu vasıflar, yukarıda saydığım bu vasıflar, sayısızca, soru adedince ve soran adedince çoğaltılabilecek vasıflardır.
Bunlar bir tek kimliğin ayrı ayrı vasıfları olarak ele alınabileceği gibi herbiri ayrı bir kimlik olarak da ele alınabilir. Veya bunlardan birini veya birkaçını esas alıp diğer kimlikleri onun alt kimliği olarak da düşünebiliriz. Bak hep "ben kimim?" sorusu üzerinden gidiyoruz. O zaman "Harun Yüksel kimdir?" sorusu tek bir sorudur ama, cevab soran adedince ve sorular adedince, sayısıza yükseliyor. O zaman da ortaya dehşetli bir kargaşa çıkıyor. Arkadaş biz kimiz? Kaybettik kimliğimizi! O kadar kimlik çokluğu içinde... Hani bu Amerikan filmlerinde olur, adam bir çıkartır, bir sürü kredi kartı, kimlik filan ıvır zıvır, bu uzar gider ya, bunların hangisini ne zaman kullanır; düşünmesi bile zor olur bunu. O kadar çokluk içerisinde bunu tek'e irca etmek gibi mükellefiyetimizde var bizim. Yâni bir yerlerde o çokluk tek'e indirilmeli. Pekiyi biz bunu "tek"e nasıl nasıl indireceğiz? Yâni biz kendimizi nasıl tanıyacağız, nasıl bulacağız? Burada kendini bilmek, kendini bulmak, basit bir ilgi konusu gibi görünüyor. Yâni ben kimim? sorusu bir nevî hobi gibi de ele alınabilir. İnsan merak eder ben kimim diye, öyle de olabilir. Veya birisi sizi merak eder, o kimdir diye sorar, öyle de olabilir. Fakat şimdi size bir ölçüden bahsedeceğim. "Rabbini bilen kendini bildi" deniyor. "Rabbini bilen kendini bildi". Eee şimdi biz de Müslümanız, diyoruz. Birader Rabbimizi bilmezsek, bu olacak iş değil. Pekiyi "Rabbini bilen kendini bildi" diye bir usűl ölçüsü koyuyor. Yâni sen Rabbini bilebilmen için kendini bilmen lâzım. Kendini bileceksin ki Rabbini ancak bilebilesin. Yâni daha değişik bir açıdan, kendini ne kadar bilirsen, Rabbini de o kadar bileceksin. Bu kadar büyük bir soru yâni. Şimdi burada, Said kardeşim burada, beni dinliyor, aslında ben onu dinlemek isterdim. İbda fikriyatının "Hakikat-i Ferdiyye" bahsi var. İbda fikriyatının Hakikat-i Ferdiyye bahsi, doğru anlaşılmadan, bir insanın kendini Müslümanca tek kimliğe indirgeyebilmesi mümkün değil. Pekiyi Hakikat-i Ferdiyye bahsi nedir? Şimdi "Hakikat-i Ferdiyye" bahsi için inşaallah Said kardeşim bir gün hazırlanır, onu bize derinliğinden ve inceliğinden anlatır. Ben sadece basite indirerek, indirgeyerek, Hakikat-i Ferdiyye bahsinden, -çok çetin bir bahistir,- bir şeyler söylemeye çalışacağım. Şimdi burada, Ferdin Hakikati Hakikat-i Ferdiyye o, Ferdin Hakikati, insanın hakikati nedir? "Nur-u Muhammedî" veya "Ruh-u Muhammedî" diye bir kavram var ve "Ferdin Hakikati, Nur-u Muhammedî'de veya Ruh-u Muhammedî'de topludur", deniyor. Yâni Ferdin Hakikatini, Yâni Ferdin gerçek kimliğini temsil eden Allah'ın Sevgilisidir. Ve kendimizi bütün ârızî kimliklerimizden, hani o ıvır zıvırlar var ya, yaşım şu, başım bu, işim bu, aşım bu filân diye zaman zaman kendimizi tanımlamak zorunda kaldığımız kimliklerimiz. Bunların herbirinden arındırıp, onun temsil ettiği hakikate, insanın gerçek hakikatine, gerçek insanî hakikate, kendi irademizle teslim etmedikten sonra, "ben kimim?" sorusunu, Müslümanca doğru cevabını bulmak mümkün değildir. İnsansak, Müslümansak, insanın hakikati de, İslâmlığın hakikati de Müslümanlığın hakikati de, O'nda topludur. O "Gaye İnsan-Ufuk Peygamber"dir. Yâni insanlığın gâyesi, peygamberliğin de ufkudur. Bizim kimliğimizin sırrı, O'nda gizlidir. Varlık sebebimiz O'dur, kâinatın varlık sebebi de odur. O öyle bir hakikati temsil eden varlıktır ki, biz o yüzden varız. Kimliğimizi ona varıncaya kadar, arızî kimliklerimizden arındırmadıkça "ben kimim?" sorusunun, Müslümanca doğru cevabını vermemiz muhal görünüyor bu çerçevede. Öyleyse O'na, O'nun öğrettiği yoldan yaklaşabildikçe gerçek kimliğimiz, asıl kimliğimiz, tek kimliğimiz, tekil kimliğimiz ve gerçekten tek değerli kimliğimiz ortaya çıkacak. Geri kalan kimliklerimizi çöpe atsak da olur, olsa da olur, olmasa da olur. Yâni meselâ 47 yaşında olsam ne olur, olmasam ne olur. Avukat olsam ne olur, olmasam ne olur; fakir olsam ne olur, olmasam ne olur. Zengin olsam ne olur, olmasam ne olur. Ama şu anlamda Müslüman kimliğine sahib olamazsam, bütün bunlar olsa bile ben yokum demektir. Çünkü bütün bunlar gelip geçici şeyler, izafî şeyler. Kimlik bahsine niye girdik? "Adam tanımak, surat tanımak değildir", diyen bir dünya görüşü kurucusundan bahsediyoruz. Adam tanımak surat tanımak değildir. Surat-sűret tanımak değildir. Ben aşağı yukarı 30 yıldır onu şahsen tanıyorum. Yâni suratını tanıyorum, sűretini tanıyorum. Ama böyle tanımış olmam onu tanımaya kâfi gelen bir referans değil, bu anlattığım çerçevede. Onun düşüncesini tanımak, onu tanımaktır. Onun düşüncesiyle ona bakmak, onu tanımaktır. Bu yüzden de biz burada onu fikir adamı kimliği üzerinde ağırlıkla duracağız bugün. Fakat kimlik bahsi, kimlik üzerine eğilen insan içinde zor bir bahistir. Yâni "ben kimim?" sorusu ne kadar zor bir soruysa, "o kimdir?" sorusu da en az bu kadar zor bir sorudur. Yine Yunus Emre'ye dönelim. Ne diyor; "Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır". Yâni birinin kim olduğundan bahsedebilmek için, yine insanın kendi kimlik problemini çözmüş olması gerekiyor. "Pekiyi arkadaş, sen kendi kimlik problemini çözdün de mi çıktın karşımıza?" diyeceksiniz. Ben kendi kimlik problemimi sonuna kadar çözmüş olan bir insan olarak karşınızda değilim. Ama ben kendi kimliğimi nasıl çözeceğimin usûlünü bu fikriyattan öğrenmiş bir insanım. Kendimizi tanımaya çalışıyoruz. Kendimizi tanıdıkça, bu düşünceyi tanıyoruz. Yâni Sn. Mirzabeyoğlu her kimse, hangi vasıfları kimliğinde barındırıyorsa, o benim dışımda olarak zaten var. Ben şimdi bendeki Salih Mirzabeyoğlu'nu, yâni bir imajı size anlatıyorum. Bir imaj, aslına ne kadar yaklaşabilirse, o kadar doğru olur. Aslına yaklaşmanın usûlünü de, o eserleri boyunca ortaya koymuş bir insandır. O kadar kimlik problemi üzerine eğilmiş bir insan ki, Yaşamayı Deneme, Gölgeler ve Tilki Günlüğü; tam 8 cildlik roman yazmış. Otobiyografik roman. "Arkadaş ben kimim?", diye düşündüğü için. Kendi kimliğini ararken de hem kendine, kendi kimliğini bulmasını sağlamış, hem de bize kendi kimliklerimizi ve onun kimliğini nasıl bulabileceğimizin usûlünü ortaya koymuş. Şimdi kimlik bahsinde yine Kayan Yıldız Sırrı'ndan, biraz nefes alalım, nasıl olsa tütün içemiyoruz, hava alalım bari. Bir şiir;
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Dünyaya atılan ben
Oltanın ucunda yem
Bir güzele vuruldum
Hayâl içinde âlem

Akıl kümesi mekân
Çeşit çeşit telâşe
Ele teselli gelen
Bana yalancı neş'e

Ruhuma düşen ateş
Çağıran sese durdu
Yolumuz ve hâlimiz
Çareye geçit buldu

Bilinen sen bilen ben
Arada doğan ilgi
Kimbilir hangi elden
Birleşiyor bu çizgi

Şimdi özellikle son dörtlük; "bilinen sen bilen ben" derken o fikre âşina olanlar bilirler ki, Selim kardeşim burada duyuyor, aslında bunun şerhini de yapmıştır... Üstad'dan bahsediyor, Necib Fazıl'dan bahsediyor. "Bilen ben", -Salih Mirzabeyoğlu-, "arada doğan ilgi"... Şimdi ben bu adamı biliyorum ama bu adama karşı benim ilgim nereden doğdu? Yâni beni bu adamı tanımaya iten şey nedir? "Arada doğan ilgi", "kimbilir hangi elden". Şimdi "el"in iştikakları içinde nerelere kadar vardığını, yine Said'i görüyorum orada. "... hangi elden"; hem iştikaklar içinde ilâh mânâlarına kadar gidiyor. Tabiî olarak herşey Allah'tan olduğuna göre, bu ilgiyi doğuran Allah'tır; özünde, esasında O'dur. İnsanî plâna gelirsek, burada "kimbilir hangi elden" derken, Selim nerede? Bir "tecâhül-ü ârif" var. Öyle mi? Aslında "hangi elden" olduğunu biliyor. "... hangi elden"? Abdülhakim Arvasî Hazretleri'ni kasdediyor burada. Arada doğan ilgi "Kimbilir hangi elden" olduğunu biliyor. "... hangi elden"? "Arada doğan ilgi kimbilir hangi elden"; biliyor da bilmemezlikten geliyor. "Tecâhül-ü ârif"in tarifi o ya. Onun "el"i vasıtasıyla o iki kimlik birleşiyor. Burada çok kompleks bir kimlikten bahsediyoruz. Yâni tek başına, ben kendimi anlatıyor olsaydım, bu kadar karışıklık ve kargaşa zaten çıkmazdı ortaya. Ben düz bir adamım. Tilki Günlüğü boyunca özellikle Tilki Günlüğü'ne âşina olanlar, "ya bu adam burada ne demek istiyor?", diye araştıranlar görürler ki, burada üçlü bir kimlik gizli. Yâni, Salih Mirzabeyoğlu kimliğinde aslında tek kişi yok. Şahıs olarak bir tek kişi yok. Burada Necib Fazıl var, görünen ilk, ondan ayrı kimlik olarak. Ve Necib Fazıl'la, rahmetli Necib Fazıl'la Salih Mirzabeyoğlu arasında dehşetli bir aşk var. Müthiş bir ilgi. Ve bu ilgi zorluyor zaten Ferhat'ça, Mecnun'ca ne ortaya çıkarsa. Fakat çok garib de bir şey var, Necib Fazıl'la Salih Mirzabeyoğlu'nu bir araya getiren şey, onlardan ayrı bir kimlik ve kişi. Yâni Tilki Günlüğü'nü tahlil ederken bunu da hissediyorsunuz, çok mübhem olarak geçiyor çoğu yerde de. Asıl kimlik sahibi burada, yâni hani o filmlerde vardır ya, "esas jön" tâbiri içinde asıl rol sahibi, asıl idare eden, asıl misyonu yüklenen, Abdülhakim Arvasî Hazretleri olarak ortaya çıkıyor. Şimdi Abdülhakim Arvasî Hazretleri çok önemli bir insan. O kadar önemli ki, rahmetli Necib Fazıl, 33 başbuğ velîyi anlattığı eserinde, onu zincirin son halkası, tesbihin son halkası olarak, 33'üncü olarak gösteriyor. Bütün büyük velîler içerisinde son büyük velî olarak gösteriyor. Tesbihin tamamlandığı yer. Ve lâkablarını da biliyorsunuz. "Keremli pîrlerin nazarlarına görünen". Tersinden okursak, "keremsizlerin nazarlarına asla görünmeyen". Gizli kalması gerekiyor "keremsizlerin nazarından" demek ki, misyon itibariyle. Tilki Günlüğü'nü biz kurcalarken, neticede işin orada düğümlendiğini ve Salih Mirzabeyoğlu'nun kimliğinden bahsederken Necib Fazıl'ın; ve Abdülhakim Arvasî Hazretleri olmadan onun kimliğinin doğru anlaşılamayacağını gördük. Okuyanlar biliyorlardır, Akademya'da Tilki Günlüğü üzerine iki tane makalem yayınlandı benim. Said'in güzel makalesi yayınlandı. Selim'in iyi çalışmaları var. Oraya bakanlar, buradaki bakmayanlara pek karmaşık gelen şeylerin, o kadar karmaşık olmadığını biliyorlardır. Yâni aslında ben burada Salih Mirzabeyoğlu'nu anlatırken Necib Fazıl'ı anlatıyorum. Aslında Abdülhakim Arvasî Hazretleri'ni anlatıyorum. Üçünün toplu vasıflarını anlatmaya çalışıyorum. Aslında onlar yine Abdülhakim Arvasî Hazretleri'nin Üçışık soyadındaki sırrî ifâde gibi, aynı kaynağın üç ayrı ışığı gibi görünüyorlar.
Burada kimlik bahsi üzerinde, "Salih Mirzabeyoğlu kimdir?" konusu üzerinde bu soruya cevab ararken, bütün bunları da ne kadar sıkıntılı, ne kadar netâmeli, ne kadar zor bir problemi çözmeye tâlib olduğumu göstermek için de söylüyorum. Hani "cahil cesur olur" derler ya. Siz de bizim cehaletimize verin, bu kadar netâmeli bir mevzuya balıklama dalışımızı.
Evet, "Salih Mirzabeyoğlu kimdir?", devam edelim şimdi, düz yola çıkalım. Çok önemli, çok ışıltılı ve çok yönlü bir kimliği olan bir insan, bir fikir adamı, bir sanatkâr, bir şair, tabiî aramızda bilmeyenler vardır. Kıymetli eşleri burada, o biliyor zaten... Aynı zamanda o ressamdır, iyi bir ressamdır ya, yâni öyle Marmaris'te mukim mütekaid darbeci paşamız gibi üflemeden ressam değildir. Çok güzel resimleri vardır. Daha resimlerin sergilemeyi düşünecek fırsatı olmadı. Adam orada sanık, burada bilmem ne, habire oradan oraya sürülmekten sanatkâr kimliği de bir türlü ortaya çıkamadı. Hattâ şöyle bir şey söyleyeyim. Yapılması gerekeni yapıyor, onun misyonu o. Bir dünya görüşü inşâ etti, insanları bu dünya görüşü çerçevesinde iyiye, doğruya, güzele yöneltmek... İyi, güzel ve doğruyu bu topraklarda yeniden inşâ ve ihyâ etmek. Şayet o sanatkâr kimliğini ifâde edebilecek rahat bir zemin olsaydı, dünya görüşü mimarı olmak gibi netâmeli bir iş onun sırtında olmasaydı, dünya görüşü, İbda dünya görüşü ondan önce kurulmuş olsaydı, o dünya görüşünün kurduğu dil zemini üzerinde saf sanat işleriyle uğraşsaydı, dünyanın en harika sanatkârlarından, şairlerinden, ediblerinden, romancılarından biriyle karşı karşıya olduğumuzu, eserlerini görerek çok rahat anlayabiliriz. Anlıyoruz, onun ne kadar büyük sanatkâr olduğunu ama, onun dünya görüşü yeni tamamlanmış ve hayata henüz geçirilememiş olduğu için, bu iş de kolay bir iş olmadığı için, sanatkâr kimliği şimdilik geri plânda duruyor ve biz de sanatkâr kimliğinden ziyade öncelikle onun fikirleri üzerinde durmaya çalışıyoruz. Şimdi Yaşamayı Deneme, Gölgeler, Tilki Günlüğü boyunca sekiz cild dedik. Bu sekiz cild binlerce sayfa, binlerce sayfa, binlerce sayfa. Meselâ dünyanın en büyük romanlarından biri hangisidir. "Harp ve Sulh", Tolstoy'un; kaç cild, 5 cild! İşte Dostoyevski'nin en önemli romanlarından biri "Suç ve Ceza"; kaç cild, 2 cild! Şimdi burada keyfiyet kemmiyet kıyaslaması yapmıyorum. Yâni bir sürü ishal hâlinde yazan yazarlar da var. Bunlardan hepsinden çok yazmış yazarlar da var. Önemli olan ne kadar çok yazdığın değil. O çok yazdıklarının her bir sayfasında gerçekten alın teri, göz nuru, fikir emeği ve derinlik, genişlik, zenginlik var mı, yok mu? Kalite var mı, yok mu?
 

gncl

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Şub 2010
Mesajlar
471
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Web Sitesi
www.gencallarinsaat.com
selamun aleykum ....


mürmüdük. aşağı yukarı yazılarınızın çoğunu takıp etmeye çalişiyorum burdakı yazılarınıda okudum ve şu kanıya vardım....
içeri alabilirler ha sizi,,,, sıtede en uzun konu acan sızsınız ve bunca zamanı nasıl temın edıyorsunuz ınannın aklım almıyor
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
selamun aleykum ....


mürmüdük. aşağı yukarı yazılarınızın çoğunu takıp etmeye çalişiyorum burdakı yazılarınıda okudum ve şu kanıya vardım....
içeri alabilirler ha sizi,,,, sıtede en uzun konu acan sızsınız ve bunca zamanı nasıl temın edıyorsunuz ınannın aklım almıyor
Ve Aleyküm Selam gönüldaş...
Allahcc razı olsun...
Allahcc başıma vereceği belayı sadece ve sadece İSLAM-KURAN-DİN-İMAN-VATAN için versin inşaALLAH...
Başka sebeplerden gelmesin de,vız gelir,tırıs gider...
AŞK BELADAN ÜSTÜN,ŞÜKÜRLER OLSUN...
HANGİ KAHPE DÜŞLERİ SAKLARSA SAKLASIN GECE...
NE ZINDAN KORKUSU,NE ÖLÜM DUYGUSU...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt