vaktileyl
Kayıtlı Kullanıcı
Aşkın insanlar üzerinde etkin bir gücü, keskin bir egemenliği, yadsınamaz bir hakimiyeti, çürümeyen bir nüfuzu, dayanılmaz bir baskısı vardır.
En sıkı düğümlenmiş düğümleri çözen de, katılıkları eriten de, buna karşılık sağlamları sarsan ve yasak olanı serbest bırakan da odur.
Aşk, göz ile kalp arasında bir maceranın tanımıdır ki evveli yalnızca bir bakıştır; gerisi vesairedir... O ilk bakıştan sonra âşık durmadan sevgiliyi seyretme, ona bakma arzusu duyar. Çünkü göz ruha açılan büyük bir penceredir. Gönlün sırlarını keşfe çalışır ve en gizli düşünceleri bile açığa vurur. Âşıkın gözü sevgiliden başkası üzerinde eğleşip durmak istemez. Mıknatıs, çekim gücünü göz ile sevgili arasındaki ilişkiden almıştır. Dilbilgisinde sıfatın isme uyduğu gibi göz de sevgiliye uyar, onda eriyip sonsuzluğa karışır.
Eğer sevgiliden başkasına söyleyemeyecek şeylere sahip olunmuşsa aşk kapıda demektir. Bu durumda sevgilinin sözünü can kulağıyla dinlemek, ileri sürdüğü her şeyden dolayı hayret etmek, saçma sapan hatta yalan şeyler bile konuşsa ona hak vermek, haksız olduğu zamanlarda bile onu doğrulamak, ne yaparsa, ne derse peşini sürmek hep aşkın halleridir. Hatta birbiriyle çelişkili durumlar bile bu aşk için söz konusudur. Ayrılık acısının âşıka hoş gelmesi, zamanla ondan zevk alması gibi mesela.
Aşk ilerleyince sevgilinin derdini çekmek mutluluk olabilir. Tabiatta herhangi bir şey haddini aşınca zıddına dönüşür. Bir arabanın tekerleri çok hızlı dönmeye başlayınca sanki tersine dönüyor gibi görülür. Yani bütün trajedilerin sonu komedi, bütün gülmelerin sonu gözyaşıdır. Sevincin de hüznün de aşırısı insanı öldürür. Kahkahalarla gülen kişinin gözünden sonunda yaş akar.
Yıldız sürülerinin çobanları, olsa olsa yalnızlığı seçip inzivaya çekilen ve orada öylece ağlayıp duran âşıklardır. Gecelerin bitmez tükenmez uzunluğunda yıldızları sayıp yıldız yıldız gözyaşları dökerler. Âşıkların gözkapaklarıdır ki bulutlara bu konuda ders verir. Eğer Batlamyus yaşıyor olsaydı, yıldızların akışını gözlemlemek için aşıklardan kendisine bir gözlem ekibi kurardı. Eski bir doğu şiirinde "Yılın en uzun gecesinin hangi gece olduğunu müneccimler ile takvim düzenleyenler değil, ancak gama müptela olmuş âşıklar bilir" denilmiştir. Bu doğrudur.
Aşk, gözyaşı ile gıdalanır, hasret ile beslenir. Yas evinde yüzlerce ağlayıcı olsa yine de en tesirlisi dert sahibinin ahıdır. Yüz dertli bir halka olup otursa, halkanın merkezi elbette en kederli, en yaslı olandır.
Anlatırlar ki Züleyha, Yusuf'u zindana attırdığı vakit onun ayrılığıyla yanıp yakılmaya başlamış. Hem kendisinden ayırmış, hem hasretini çeker olmuş. Bu yüzden zaman zaman zindanı ziyarete gider, sureta "Hükümlüm kaçmış olmasın!" diye kontrol eder ama içten içe de hasret giderirmiş. Eğer Yusuf'u uyurken bulursa hücresinin önünde bekler, seyreder; eğer uyanık bulursa azarlayıp gidermiş. Azarlamasının sebebi de karşılık versin de sesini duyayım diyeymiş. Lakin Yusuf hiç cevap vermezmiş. Nihayet sesini çok özleyince bir köle çağırıp, "Hemen şimdi git, zindanda Yusuf'u yere yık, adamakıllı kamçıla! Öyle vur ki ta uzaktan ah ettiğini duyayım." emrini vermiş.. Köle emre itaate niyetlenmişse de Yusuf'un güzel yüzünü görünce kıyamamış. Hücrede bulduğu bir postu yere serip onu kamçılamaya başlamış. Kölenin her kamçısında Yusuf mahsustan feryad etmekte, çığlık atmaktaymış. Beri taraftan da Züleyha bağırıyormuş: "- Daha hızlı vur, adamakıllı vur!" Nihayet köle Yusuf'a yalvarmış:
- A güneş yüzlü, Züleyha gelir de sırtında kamçı izi göremezse şüphesiz beni öldürür. Hiç olmazsa bir kere omzunu aç, dişini sık, azıcık olsun kamçıya dayan!..
Yusuf elbisesini sıyırdığında köle öyle bir vuruşla vurmuş ki Yusuf yere kapaklanmış, can evi kavrulmuş. Sonra da Yusuf'un ah edişini duyan Zeliha'nın feryadı işitilmiş:
- Yeteeer!..
Kayıp gönül
Dünyalar güzeli Yusuf'a sordular:
- Ey Zeliha'nın gönlünü alıp onu perişan hale koyan. O senin yüzünden acze düştü de derdine derman olmadın; hasta bıraktın onu. Gönlünü kaptın ve geri vermedin. Geri versen ne olur; sen buna kadir değil misin?
- Ben onun gönlünü çelmedim. Ne onun bana gönül verdiğinden haberdarım, ne böyle bir kastım oldu. Onun gönlüyle bir işim yoktur benim.
O dostlar sonra Zeliha'ya sordular:
- Yusuf senin gönlünü nasıl çalmıştı? Dosdoğru söyle bize; gönlün sendeyse ve Yusuf'tan gönül istiyorsan bu, naz yapıyorsun demektir.
Zeliha yeminle söyledi:
- Bedenimdeki her kıldan gönlüm habersiz. Neden ve nasıl âşık oldu, âşık olunca nereye gitti, bilmiyorum.
Sonra o dostlar düşündüler:
- Gönül Yusuf'ta değil ama Zeliha'da da değil. Ne biri gönül almış, ne diğeri bir gönle sahip!.. Peki ama nasıl kayboldu bu gönül, nereye gitti? Bu bir sihir değilse nedir?
*
Peki o halde neden sormuyoruz: Kendi gönlünden haberdar olmayan kişi nasıl olur da başkasına yol bulabilir?
iskender pala
En sıkı düğümlenmiş düğümleri çözen de, katılıkları eriten de, buna karşılık sağlamları sarsan ve yasak olanı serbest bırakan da odur.
Aşk, göz ile kalp arasında bir maceranın tanımıdır ki evveli yalnızca bir bakıştır; gerisi vesairedir... O ilk bakıştan sonra âşık durmadan sevgiliyi seyretme, ona bakma arzusu duyar. Çünkü göz ruha açılan büyük bir penceredir. Gönlün sırlarını keşfe çalışır ve en gizli düşünceleri bile açığa vurur. Âşıkın gözü sevgiliden başkası üzerinde eğleşip durmak istemez. Mıknatıs, çekim gücünü göz ile sevgili arasındaki ilişkiden almıştır. Dilbilgisinde sıfatın isme uyduğu gibi göz de sevgiliye uyar, onda eriyip sonsuzluğa karışır.
Eğer sevgiliden başkasına söyleyemeyecek şeylere sahip olunmuşsa aşk kapıda demektir. Bu durumda sevgilinin sözünü can kulağıyla dinlemek, ileri sürdüğü her şeyden dolayı hayret etmek, saçma sapan hatta yalan şeyler bile konuşsa ona hak vermek, haksız olduğu zamanlarda bile onu doğrulamak, ne yaparsa, ne derse peşini sürmek hep aşkın halleridir. Hatta birbiriyle çelişkili durumlar bile bu aşk için söz konusudur. Ayrılık acısının âşıka hoş gelmesi, zamanla ondan zevk alması gibi mesela.
Aşk ilerleyince sevgilinin derdini çekmek mutluluk olabilir. Tabiatta herhangi bir şey haddini aşınca zıddına dönüşür. Bir arabanın tekerleri çok hızlı dönmeye başlayınca sanki tersine dönüyor gibi görülür. Yani bütün trajedilerin sonu komedi, bütün gülmelerin sonu gözyaşıdır. Sevincin de hüznün de aşırısı insanı öldürür. Kahkahalarla gülen kişinin gözünden sonunda yaş akar.
Yıldız sürülerinin çobanları, olsa olsa yalnızlığı seçip inzivaya çekilen ve orada öylece ağlayıp duran âşıklardır. Gecelerin bitmez tükenmez uzunluğunda yıldızları sayıp yıldız yıldız gözyaşları dökerler. Âşıkların gözkapaklarıdır ki bulutlara bu konuda ders verir. Eğer Batlamyus yaşıyor olsaydı, yıldızların akışını gözlemlemek için aşıklardan kendisine bir gözlem ekibi kurardı. Eski bir doğu şiirinde "Yılın en uzun gecesinin hangi gece olduğunu müneccimler ile takvim düzenleyenler değil, ancak gama müptela olmuş âşıklar bilir" denilmiştir. Bu doğrudur.
Aşk, gözyaşı ile gıdalanır, hasret ile beslenir. Yas evinde yüzlerce ağlayıcı olsa yine de en tesirlisi dert sahibinin ahıdır. Yüz dertli bir halka olup otursa, halkanın merkezi elbette en kederli, en yaslı olandır.
Anlatırlar ki Züleyha, Yusuf'u zindana attırdığı vakit onun ayrılığıyla yanıp yakılmaya başlamış. Hem kendisinden ayırmış, hem hasretini çeker olmuş. Bu yüzden zaman zaman zindanı ziyarete gider, sureta "Hükümlüm kaçmış olmasın!" diye kontrol eder ama içten içe de hasret giderirmiş. Eğer Yusuf'u uyurken bulursa hücresinin önünde bekler, seyreder; eğer uyanık bulursa azarlayıp gidermiş. Azarlamasının sebebi de karşılık versin de sesini duyayım diyeymiş. Lakin Yusuf hiç cevap vermezmiş. Nihayet sesini çok özleyince bir köle çağırıp, "Hemen şimdi git, zindanda Yusuf'u yere yık, adamakıllı kamçıla! Öyle vur ki ta uzaktan ah ettiğini duyayım." emrini vermiş.. Köle emre itaate niyetlenmişse de Yusuf'un güzel yüzünü görünce kıyamamış. Hücrede bulduğu bir postu yere serip onu kamçılamaya başlamış. Kölenin her kamçısında Yusuf mahsustan feryad etmekte, çığlık atmaktaymış. Beri taraftan da Züleyha bağırıyormuş: "- Daha hızlı vur, adamakıllı vur!" Nihayet köle Yusuf'a yalvarmış:
- A güneş yüzlü, Züleyha gelir de sırtında kamçı izi göremezse şüphesiz beni öldürür. Hiç olmazsa bir kere omzunu aç, dişini sık, azıcık olsun kamçıya dayan!..
Yusuf elbisesini sıyırdığında köle öyle bir vuruşla vurmuş ki Yusuf yere kapaklanmış, can evi kavrulmuş. Sonra da Yusuf'un ah edişini duyan Zeliha'nın feryadı işitilmiş:
- Yeteeer!..
Kayıp gönül
Dünyalar güzeli Yusuf'a sordular:
- Ey Zeliha'nın gönlünü alıp onu perişan hale koyan. O senin yüzünden acze düştü de derdine derman olmadın; hasta bıraktın onu. Gönlünü kaptın ve geri vermedin. Geri versen ne olur; sen buna kadir değil misin?
- Ben onun gönlünü çelmedim. Ne onun bana gönül verdiğinden haberdarım, ne böyle bir kastım oldu. Onun gönlüyle bir işim yoktur benim.
O dostlar sonra Zeliha'ya sordular:
- Yusuf senin gönlünü nasıl çalmıştı? Dosdoğru söyle bize; gönlün sendeyse ve Yusuf'tan gönül istiyorsan bu, naz yapıyorsun demektir.
Zeliha yeminle söyledi:
- Bedenimdeki her kıldan gönlüm habersiz. Neden ve nasıl âşık oldu, âşık olunca nereye gitti, bilmiyorum.
Sonra o dostlar düşündüler:
- Gönül Yusuf'ta değil ama Zeliha'da da değil. Ne biri gönül almış, ne diğeri bir gönle sahip!.. Peki ama nasıl kayboldu bu gönül, nereye gitti? Bu bir sihir değilse nedir?
*
Peki o halde neden sormuyoruz: Kendi gönlünden haberdar olmayan kişi nasıl olur da başkasına yol bulabilir?
iskender pala