Arşın nuru suya indi
Suyun rengi nura döndü
Hep susuzlar suya kandı
Muhammed doğduğu gece
Yerden göğe nur atladı
Yediler Kırk’a katıldı
Keşişler dilin tutuldu
Muhammed doğduğu gece
Yunus ider ey kardeşler
Akar gözden kanlı yaşlar
Secde kıldı dağlar taşlar
Muhammed doğduğu gece.
Nereye baksak, hangi yöne yönelsek, nereden özlü bir ses işitsek; orada Yunus var, Mevlana var. Şimdi biz her ikisini de diğer aşıklardan daha iyi tanıyoruz. Bir de henüz tanımadıklarımız, eserlerini okuma fırsatı bulamadığımız aşıklar, veliler, erenler var aslında.
Hepsi de tevhidi yani birliği haykırıyor. Allah (cc) sayıca birdir, sıfatça da birdir, yani hem Ehad hem de Vahid’dir.
Gerçek mutluluk, O’nun Vahdaniyetini ve Ehadiyetini anlayabilmek, hissedebilmekle başlar. İnsanlar tevhidi bilirlerse, birbirleriyle daha iyi dost olabilirler. Çünkü hepsinin suretleri farklı olsa da siretlerinde ortak olan ve değişmeyen bir öz, bir güzellik vardır. Belki bunu imanın kemaline yaklaşmak olarak tanımlayabiliriz.
Tabii, peygamberler dışında kimsenin imanı Hz. Ebubekir Efendimizin kemali gibi değildir. Bunu bizzat Resulullah (sav) söylüyor. O sıddıkiyet makamındadır. Bir gün O’nunla görüşebilmek umudumuz olsun. Fahr–i Kainat Efendimizin sancak–ı şerifleri altında hangi simalar, hangi nur yüzlüler, hangi güzel gönüllüler, hangi şakirler, hangi zakirler, hangi salikler arz–ı endam edecek?
Yunus ve Mevlana yalnız bize değil, bütün bir kainata feyz ve muhabbet kaynağıdır. Her insanın özünde bu feyzden alabilecek yetenek vardır. Bir fetih yani bir açılma, bu açılmayı sağlayabilecek bir ilham gerekiyor. Bu ilhamı güzel Allah’tan başka kim verebilir sevgili okuyucular? Bir de dua etmek var. Güvenip dayandığımız Rabbimize iltica etmek, su içerken bu ne güzel bir nimettir diyebilmek, dostlarımızla konuşurken “Allahım sen ne güzel insanlar yaratmışsın, benim de ahlakımı güzel eyle” diyebilmek var. Hep güzele niyet etmek ve hep güzel olanı aramak var. Sin ve Şın’ı özüne sindirmek var. Allah bizleri sabredenlerden ve şükredenlerden eylesin.
Suyun rengi nura döndü
Hep susuzlar suya kandı
Muhammed doğduğu gece
Yerden göğe nur atladı
Yediler Kırk’a katıldı
Keşişler dilin tutuldu
Muhammed doğduğu gece
Yunus ider ey kardeşler
Akar gözden kanlı yaşlar
Secde kıldı dağlar taşlar
Muhammed doğduğu gece.
Nereye baksak, hangi yöne yönelsek, nereden özlü bir ses işitsek; orada Yunus var, Mevlana var. Şimdi biz her ikisini de diğer aşıklardan daha iyi tanıyoruz. Bir de henüz tanımadıklarımız, eserlerini okuma fırsatı bulamadığımız aşıklar, veliler, erenler var aslında.
Hepsi de tevhidi yani birliği haykırıyor. Allah (cc) sayıca birdir, sıfatça da birdir, yani hem Ehad hem de Vahid’dir.
Gerçek mutluluk, O’nun Vahdaniyetini ve Ehadiyetini anlayabilmek, hissedebilmekle başlar. İnsanlar tevhidi bilirlerse, birbirleriyle daha iyi dost olabilirler. Çünkü hepsinin suretleri farklı olsa da siretlerinde ortak olan ve değişmeyen bir öz, bir güzellik vardır. Belki bunu imanın kemaline yaklaşmak olarak tanımlayabiliriz.
Tabii, peygamberler dışında kimsenin imanı Hz. Ebubekir Efendimizin kemali gibi değildir. Bunu bizzat Resulullah (sav) söylüyor. O sıddıkiyet makamındadır. Bir gün O’nunla görüşebilmek umudumuz olsun. Fahr–i Kainat Efendimizin sancak–ı şerifleri altında hangi simalar, hangi nur yüzlüler, hangi güzel gönüllüler, hangi şakirler, hangi zakirler, hangi salikler arz–ı endam edecek?
Yunus ve Mevlana yalnız bize değil, bütün bir kainata feyz ve muhabbet kaynağıdır. Her insanın özünde bu feyzden alabilecek yetenek vardır. Bir fetih yani bir açılma, bu açılmayı sağlayabilecek bir ilham gerekiyor. Bu ilhamı güzel Allah’tan başka kim verebilir sevgili okuyucular? Bir de dua etmek var. Güvenip dayandığımız Rabbimize iltica etmek, su içerken bu ne güzel bir nimettir diyebilmek, dostlarımızla konuşurken “Allahım sen ne güzel insanlar yaratmışsın, benim de ahlakımı güzel eyle” diyebilmek var. Hep güzele niyet etmek ve hep güzel olanı aramak var. Sin ve Şın’ı özüne sindirmek var. Allah bizleri sabredenlerden ve şükredenlerden eylesin.