Süleyman Demirel başı türbanları olanlar gitsin Arabistanda okusun diye bir
açıklama yapmıştı geçen günlerde işte ona kapak olacak bir yazı...
İBRETLİK YAŞAM HİKAYESİ
Yaşantımın her döneminde, yokluk içinde olmalarına rağmen evlatlarını
okutabilmek için çırpınan, kendilerini paralayan ana-babalara tanık oldum.
Bunların içinde öyle biri var ki, onu anmadan geçmem mümkün değil!
Hacı Yahya idi ismi. Köylü uzatmaz, kestirmeden "Hacı" derdi ona. Karısı
Ümmügül köyün en güzel hamurunu açar, nerede düğün dernek olsa tandıra ilk
koşan olurdu. Yağmur dualarında kazan kazan dökülen pilavların, etli
ekmeklerin üzerinde hep onun emeği, alın teri vardı. Kurban edilen keçileri,
koyunları kekik dolu otlaklarda güden, köyün çobanlığını yapan küçük oğlunu
da unutmamak gerek.
Köyün çocukları koşup oynarken o çobanlık yapar, bir yandan da okula gitmeye
çabalardı. Zeki çocuktu. Köylerinde bulunan ilkokulda, okumayı sınıfında ilk
söken öğrenci olmuştu. Öğretmeni, ilk kez bu kadar çabuk okuyabilen bir
öğrenciye sahip olmanın heyecanıyla babası Hacı Yahya'yı okula çağırmış, "ne
yaparsan yap bu çocuğu okut" diye tembih etmişti.
Yokluk içinde boğuşan Hacı Yahya, öğretmenin söyledikleriyle gururlanmış
diğer taraftan da büyük bir tasanın içine düşmüştü. Elinde avucunda yokken
nasıl okuturdu oğlunu? Onun okuma gayretini görüyordu ama elinden gelen bir
şey yoktu. "Hele bir ortaokula gelsin düşünürüz" dedi, konuyu kapattı.
Zaman çabuk geçti. Küçük çoban ilkokulu bitirdi, sıra ortaokula geldi.
Köylerinde ortaokul yoktu. Babasının onu şehre gönderip okutması da
imkansızdı. "Galiba kaderimde çobanlık var" diye düşünüyordu. O böyle
umutsuzluk içindeyken bir akşam üstü Hacı Yahya Ümmühan Hanım'a seslendi;
"oğlanın eşyalarını hazır et, birazda azık hazırla, yarın onu şehre götürüp
okula bırakıp geleceğim."
Küçük çoban yaşamının ilk uykusuz gecesini geçirdi. Sabaha kadar dualar
edip, Allah'a şükretti. İsteği olmuştu. Okumaya devam edecekti. Babasının
yüzünü kara çıkarmamaya ant içti. Evine tekrar döndüğünde "büyük adam"
olacaktı.
Ertesi sabah Hacı Yahya komşusunun merkebini alıp, kendi merkebini de oğluna
verip şehre doğru yola koyuldu. Okula gelince müdürden kayıt için gerekli
evrakları öğrendiler. 6 adet vesikalık fotoğraf, 15 kuruşluk damga pulu, iyi
hal ve kafa kağıdı gerekliydi. Onlarda bunların hiçbirisi yoktu. Hepsini
çıkartmanın masrafı ise 55 kuruş ediyordu. O güne kadar Hacı Yahya'nın
cebinde hiç 55 kuruş olmamıştı. Yola çıkarken eşten dosttan aldığı borçla
oğlunu orta okula yazdırıp köyüne geri döndü.
Okulda A, B ve C adında üç ayrı şube vardı. A şubesinde memur çocukları, B
şubesinde esnaf ve orta halli ailelerin çocukları, C şubesinde ise köylü ve
yoksul ailelerin çocukları toplanmıştı. Hacı Yahya'nın oğlunu C şubesine
verdiler. Yüzleri yanmış, ayaklarında ayaklarından büyük ayakkabılar, üstü
başı dökülen, üzerlerinde analarının diktiği önlüklerin bulunduğu çocuklarla
doluydu sınıf. Hacı Yahya'nın oğlu bu sınıfta olmaktan hiç gocunmamıştı ama
öğrencilerin maddi durumlarına, üstlerine başlarına göre sınıflandırılmaları
ve bu kriterlere göre okutulmaları zoruna gitmişti. Ona göre "herkes eşit
şartlarda eğitim görmeliydi!"
13 yaşında okumak için gurbete çıkan delikanlı, parasız yatılı okulun
ardından lise için bir başka şehre gitmek zorunda kaldı. Burada da
derslerindeki başarısıyla dikkatleri üzerine çekti. Biri hariç tüm dersleri
10'du. Bir tek beden eğitimi 7 idi. Atletik olmayan vücut yapısı, bu
kadarına izin veriyordu çünkü.
Ve gün geldi, liseyi de bitirdi. Üniversiteyi kazanarak İstanbul'a yerleşti.
Onun bu başarısı Hacı Yahya'yı gururlandırmıştı. "Ne iyi ettim de okuttum
oğlumu" diyordu. Oysa mühendis çıkan oğlu, babasının göğsünü kabartmaya daha
yeni başlamıştı!
İlk olarak Elektrik İşleri Etüd İdaresi'nde işe başladı. Eğitim için
gönderildiği Amerika'dan döndükten sonra Barajlar Dairesi Başkanı ardından
DSİ Genel Müdürü oldu. Başarı grafiği yükseldikçe yıldızı parlamaya, yıldızı
parladıkça yükselmeye devam etti.
İşte böyle. Hacı Yahya'nın azimle okuttuğu oğlu gördünüz mü nasıl büyük adam
oldu! Bu yazdıklarımı çevresindekilerle paylaşmak isteyenler olabilir.
Onlardan bir ricam var. Belki Hacı Yahya'yı tanıyanlar çıkar diye
söylüyorum.
Bu yaşanmış hikayeyi anlatın ama ne olur o küçük çobanın cumhurbaşkanlığına
kadar yükseldiğini ve bir gün, inancının gereği olarak başını kapatan
kızlarımıza "okumak istiyorsanız Suudi Arabistan'a gidin" dediğini kimseye
söylemeyin.
Söylemeyin de rahmetli Hacı Yahya'nın kemikleri daha fazla sızlamasın ne
olur!
(alıntıdır)
açıklama yapmıştı geçen günlerde işte ona kapak olacak bir yazı...
İBRETLİK YAŞAM HİKAYESİ
Yaşantımın her döneminde, yokluk içinde olmalarına rağmen evlatlarını
okutabilmek için çırpınan, kendilerini paralayan ana-babalara tanık oldum.
Bunların içinde öyle biri var ki, onu anmadan geçmem mümkün değil!
Hacı Yahya idi ismi. Köylü uzatmaz, kestirmeden "Hacı" derdi ona. Karısı
Ümmügül köyün en güzel hamurunu açar, nerede düğün dernek olsa tandıra ilk
koşan olurdu. Yağmur dualarında kazan kazan dökülen pilavların, etli
ekmeklerin üzerinde hep onun emeği, alın teri vardı. Kurban edilen keçileri,
koyunları kekik dolu otlaklarda güden, köyün çobanlığını yapan küçük oğlunu
da unutmamak gerek.
Köyün çocukları koşup oynarken o çobanlık yapar, bir yandan da okula gitmeye
çabalardı. Zeki çocuktu. Köylerinde bulunan ilkokulda, okumayı sınıfında ilk
söken öğrenci olmuştu. Öğretmeni, ilk kez bu kadar çabuk okuyabilen bir
öğrenciye sahip olmanın heyecanıyla babası Hacı Yahya'yı okula çağırmış, "ne
yaparsan yap bu çocuğu okut" diye tembih etmişti.
Yokluk içinde boğuşan Hacı Yahya, öğretmenin söyledikleriyle gururlanmış
diğer taraftan da büyük bir tasanın içine düşmüştü. Elinde avucunda yokken
nasıl okuturdu oğlunu? Onun okuma gayretini görüyordu ama elinden gelen bir
şey yoktu. "Hele bir ortaokula gelsin düşünürüz" dedi, konuyu kapattı.
Zaman çabuk geçti. Küçük çoban ilkokulu bitirdi, sıra ortaokula geldi.
Köylerinde ortaokul yoktu. Babasının onu şehre gönderip okutması da
imkansızdı. "Galiba kaderimde çobanlık var" diye düşünüyordu. O böyle
umutsuzluk içindeyken bir akşam üstü Hacı Yahya Ümmühan Hanım'a seslendi;
"oğlanın eşyalarını hazır et, birazda azık hazırla, yarın onu şehre götürüp
okula bırakıp geleceğim."
Küçük çoban yaşamının ilk uykusuz gecesini geçirdi. Sabaha kadar dualar
edip, Allah'a şükretti. İsteği olmuştu. Okumaya devam edecekti. Babasının
yüzünü kara çıkarmamaya ant içti. Evine tekrar döndüğünde "büyük adam"
olacaktı.
Ertesi sabah Hacı Yahya komşusunun merkebini alıp, kendi merkebini de oğluna
verip şehre doğru yola koyuldu. Okula gelince müdürden kayıt için gerekli
evrakları öğrendiler. 6 adet vesikalık fotoğraf, 15 kuruşluk damga pulu, iyi
hal ve kafa kağıdı gerekliydi. Onlarda bunların hiçbirisi yoktu. Hepsini
çıkartmanın masrafı ise 55 kuruş ediyordu. O güne kadar Hacı Yahya'nın
cebinde hiç 55 kuruş olmamıştı. Yola çıkarken eşten dosttan aldığı borçla
oğlunu orta okula yazdırıp köyüne geri döndü.
Okulda A, B ve C adında üç ayrı şube vardı. A şubesinde memur çocukları, B
şubesinde esnaf ve orta halli ailelerin çocukları, C şubesinde ise köylü ve
yoksul ailelerin çocukları toplanmıştı. Hacı Yahya'nın oğlunu C şubesine
verdiler. Yüzleri yanmış, ayaklarında ayaklarından büyük ayakkabılar, üstü
başı dökülen, üzerlerinde analarının diktiği önlüklerin bulunduğu çocuklarla
doluydu sınıf. Hacı Yahya'nın oğlu bu sınıfta olmaktan hiç gocunmamıştı ama
öğrencilerin maddi durumlarına, üstlerine başlarına göre sınıflandırılmaları
ve bu kriterlere göre okutulmaları zoruna gitmişti. Ona göre "herkes eşit
şartlarda eğitim görmeliydi!"
13 yaşında okumak için gurbete çıkan delikanlı, parasız yatılı okulun
ardından lise için bir başka şehre gitmek zorunda kaldı. Burada da
derslerindeki başarısıyla dikkatleri üzerine çekti. Biri hariç tüm dersleri
10'du. Bir tek beden eğitimi 7 idi. Atletik olmayan vücut yapısı, bu
kadarına izin veriyordu çünkü.
Ve gün geldi, liseyi de bitirdi. Üniversiteyi kazanarak İstanbul'a yerleşti.
Onun bu başarısı Hacı Yahya'yı gururlandırmıştı. "Ne iyi ettim de okuttum
oğlumu" diyordu. Oysa mühendis çıkan oğlu, babasının göğsünü kabartmaya daha
yeni başlamıştı!
İlk olarak Elektrik İşleri Etüd İdaresi'nde işe başladı. Eğitim için
gönderildiği Amerika'dan döndükten sonra Barajlar Dairesi Başkanı ardından
DSİ Genel Müdürü oldu. Başarı grafiği yükseldikçe yıldızı parlamaya, yıldızı
parladıkça yükselmeye devam etti.
İşte böyle. Hacı Yahya'nın azimle okuttuğu oğlu gördünüz mü nasıl büyük adam
oldu! Bu yazdıklarımı çevresindekilerle paylaşmak isteyenler olabilir.
Onlardan bir ricam var. Belki Hacı Yahya'yı tanıyanlar çıkar diye
söylüyorum.
Bu yaşanmış hikayeyi anlatın ama ne olur o küçük çobanın cumhurbaşkanlığına
kadar yükseldiğini ve bir gün, inancının gereği olarak başını kapatan
kızlarımıza "okumak istiyorsanız Suudi Arabistan'a gidin" dediğini kimseye
söylemeyin.
Söylemeyin de rahmetli Hacı Yahya'nın kemikleri daha fazla sızlamasın ne
olur!
(alıntıdır)