ferahhfeza
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 18 Ağu 2007
- Mesajlar
- 10,922
- Tepki puanı
- 8
- Puanları
- 0
- Yaş
- 46
- Web Sitesi
- ferahhfeza.blogcu.com
"Ben aşk kervanı içinde sonsuzluğa doğru gece gündüz yol almadayım.”
-Hz.Mevlânâ-
Çöle düşmüş hasret adımları vardı gecede. Rabtedilen yıldızlı hüzne gök olmaktı murâd…Bir ağaç gölgesi dinlenişte ağaç kurur muydu? Ve sorar mıydı bütün mahlûkât: Yolculuk nereye?
Eriye eriye ham kalmazdı meyve.Âteş renk verecekti,renk ise hayat…İffet pınarları akacak, ark çoğalacaktı.Emsâli elifti susmuşluğu bol, ermişliği doğruluk olan dalın. Tekmil eczâsı bir tablacı duygularımın. Sinema koltuğundan hiç kalkmayan izleyici gibiyim. Vizyonda görüntüm. Gör, üzüntümde günah. Ellere ne gam; bana yazılıyor ayrılığın kâffesinin târihçesi. Takvim kâğıtlarında adımın dilekçesi. Maddesi mânâya akamamış çelimsiz gidişler...Tahakkum edici bir iç ses, emredici bir nefs. Zümremde firkat şirâzesi. Müntehâma dayanacak bir fânus titreyişi...Hîbe etmeliyim kendimden kendimi. Vîrân olmuş bir düşe üşümeler bırakarak...
Ey hasta! Hadi kalk; kalk ve titre, titre ve sokul. Aşk mektebine çağrıldın, gönlünde ezel ibâresi... Her şey bir rüyâdan ibâret, uyanacaksın imdi. Nefer olduğunu unuttuğun o günden beri seferdesin, adın seferî... Sefer tasında katık edeceğin bir umut var, mataranda gözyaşı şerbeti... Tuzluyu tatlı eyliyorlar bu bahar, haberin olmadı mı? Yer-gök seyrangâh, mürekkebin seyir defterine akmadı mı?
Posta kutusu dolu, her bakışın bir mektup. İçimin kuytusunda harfler grup grup... O vavın kıvrılışı, elifin ve he'nin dert yakan sadrı... Kaç kez yıkıldın, kaç kez bitti sandın zamanı? Bakraçlarda tıklım tıklımdı acı... Dünyâya patlamak mı yoksa çiçek olup açmak mı? Tütsüleri nereye sakladın ey hasta? Kokun gelmiyor kalbim; yolculukta bir yerlerde neye eğlendin? Rüzgâr, âvâze sessizliktir terasta... Yanına fazla eşyâ alma, kaldıramazsın! Hücre gezginisin, yerlerde duramazsın!
Nahîf yakarışların göç alan bir yörede. Tel örgüleri, sınır boyları, vize... Pasaportsuz gezebilir miyim hüzün müzemi? Mâzimde bir ilâhi iz uğruna, görmezden gelebilir miyim süveydâ mahşerini?... Mülhem gel-gitlerde seyyah, rehber ister! Aç önümü ey aşk! Tercüme et hâlimi, yolumu göster! Nemli toprağımda nebâtât, ayrık otu garipliğinde. Yolculuk nereye, savrulmuşluğum eker mi beni her menzile? Duraksız mı kaldım sarmaşık sarılığında?
Güz güzlüğünü bilir iki gözüm; gelir mevsimsiz, üzgünüm. Yolculukta gariptir yürek, öksüzdür. Başı çöker böğrüne. Böğür, yeni yazılmış kitâbe. Evvelde olan ve şimdi bulunan bir mezar başı gibi, râyiha dolanırsa dört bir yanda, kabristan anne duâsıyla şenlenmiştir biline! Ölüler mi diri, diriler mi ölü, ne biline?
Kaderde Yûsuf kuyuda. Pay ettiler zindanı Züleyhâ'ya... Dâirelerin keşfi, samanyolu sergisiydi. İç örgüsü bir keşmekeş, ortalık yalan, riyâkâr ve serkeş. Âlemi kurtarmaya gidiyordu, kendisi müebbet çilekeş... Bir zahmet ezele kadar git'dedim içime, içine yerleş... Yer bulamadım, yorgunum,ey ayakta kalmaktan tâkatsiz olan rûhum; özündeki cevhere dalgıç olma sözü ver!... Engerek vâdisinden altın tozu getiriver. Sim ve zere yakışır bir sözle, aşkın dilsizliğinde direnç kazan! İrkil ve uyan!... Uyandırılmayı bekleme! Vakit bile gezgin, emir almış gitmekte...
Dağ şelâlesinde mersiye okunur, ölüler doğrulur, duâlar buyrulur... Pâre pâredir leylî. Siyah ücrâ, beyaz kefen ve kundak. Doruklar, vefâ semineri. Kürsüde Kelâm-ı Hakk... Teçhizât, dürüst değnek; dergâh, halka halka zincir izi... Kabul edin kölenizi. Ey aşk; ciğerimde pişmiş bir somun gibi veriyorum heybemi...
Atım, çakılı kaldı bir yokuşta. Kaftanım sırmalı, mürassâ bir nakışta... Aklımı târ u mâr eden bu hengâmda, merkezde kudretli bir ses: "Fe eyne tezhebûn.../ Nereye gidiyorsunuz? O Kur'ân ancak bir öğüttür, bütün âlemler için. İçinizden dürüst olmak isteyenler için."(Tekvîr Sûresi,26-28)
***
Kanlı sayfalarda şehid olunan bir er... Seferde nefer olmek lâzım geldi, yevm-i aşk dirildi. Köpüklenen dalgalar ve kırılan kalemlerde koru aklını, tut saklını... Kirâmen Kâtibîn her dem yazıcı. Zeytûnî gök bezminde, kalbin reşhâsı ne âlemde? Tutyâ akar, ulyâ zemine. Derbederim, beyhûdeyim, bitkinim... Her yanımda acıdan mâmul alevler sarılı. Gidenler nasıl gitti de, ben kaldım geride? Gayb perdesi açılsa, sırrım kalır mı gecelerin diline? Çapulcu derlerse bedesten girişinde, zünûbuma zonklayan bir ağrı kalır. Eşiğine düştüğüm aşk, tutar acûzeyi kaldırır. Her gençlik ihtiyarlıktan bir hâtıra taşır...
Yaşlı gelsem de çamurlanan yollardan, nikâbını zühremden aralar mısın? Şehbâl açar mı şehlâ gözlerin? Muhtırası verilir mi bu bilmecenin? Çözemedim seni ey aşk; ne çok bağlanmışsın, şefkate mi karışmışsın, düğüm düğüm yanmışsın. Seyr ü seferimde tek bir adım bile atamazken ben; şehrâyin bir gülüşle ruhsatnâmeni yazmışsın. Topal olsam da ya da sürüngen, kızmazsın değil mi? Çok ötelere ilâhî bestenle güfte ederken gölgemi, içimin ışıklarına yedek enerji vererek," Yâr'dan uzaklık cân fenâlık" dersin,değil mi?...
Fenâ olduğumu bile bile yollardayım. Bekâma gün saymaktayım. Kekeme hâlimi de bilir bu yollar ama ben yolları bilemem. Cehâlet, ünitelerce çağımda. Yol tezkereme 'lâ edri' yazıyorum, derdimi soranlara tek kelime söylüyorum, bilmiyorum... Yolculukta büyük dertlerin anlatımı ne fayda? Aç haritayı, yol kendini anlatmakta!
İlk basamak,secde izinden kalma burak. Yol düz olsa da, dik çıkıyor bu sefer. Midenden kalbine, kalbinden göklere; fikriyâtın ayakları, haydi ileriye! Derûnumdaki gezegenlerde seyrân eyliyorum. Gözlerimi açıyorum bir rüyâdan uyanmış gibi kalbimden kalbime göçüyorum. Kabristan bekçileri dikiliyor önüme, birer Fâtiha ile hayâta yeniden başlıyorum. Ey Aşk; doğum yerim neresi? Çadırlar,çimenler, şehirler... Memleketim hangisi? Mim sıcaklığında, buralı değilim; susuyorum! Seyyahım; yıllardır, aylardır, yollardır gidiyorum... Bir arpa boyu yol almamışım. Çulsuzum, fakirim,kendimi sultan sanmışım. Katmanlı sanrılarda hasarzede yüreğimi sarraf diye kanmışım. Vehmim devirler geçirmiş, selsebil ağlayışlarda vefâtlar kazanmışım...
Bugün kumbaramdan bir ölü daha çıktı. Yine de esîrim nefse, standart med-cezîre... El-pençe dîvanda Ol Şâhın huzurunda, gâfil cânımın hüzzam makâmında ömür barajımı dolduruyorum. Dostlar 'yolculuk nereye' dediğinde sükûtumu sunuyorum. Hâl böyleyken bile yaz yaz neticelenmiyor kavruk hazanlar. Müptelâ olmuşum gizli tünellerin, leyl geçitlerin gedâlık bildirisine... Tasmamı asıyorum; Allâh'ım, aşk kervanına "yolcu" diye rûhumu sunuyorum.
Kestirme yolunu öğret, açıkta bırakma bizi. Tâdât et sevdiklerinle, zillete verme biletimizi. Nâmütenâhi hazinende nasipli kıl sessizliğimizi. Âdâbınla edepkâr eyle bâtın ve zâhirimizi. Vefâna ver de bizi, ellere verme... Tazarrûmuzu yol hâllerimizdeyken koru. Birine müracaat etmek her dem elzemli.
Münâcâtımız çöle düşmüş hasret adımlarımızdır. Murâdımız, raptedilen yıldızlı hüzne gök olmaktır. Esfel-i sâfilîne dûçâr eyleme bizi... Yersizlerin yerde işi ne? Yolculuk, ezelden ebede... Ebed, Allâh yârenliğinde...
"Ben aşk kervanı içinde
sonsuzluğa doğru gece gündüz yol almadayım."
...
Fâtıma Zehra MERİNOS
Ay Vakti Dergisi, sayı: 87