Küçük bir sandalda yaşıyoruz, hırslarımızla, kavgalarımızla duygularımızla. Burada yaşıyoruz ailemizle, dostumuzla, düşmanımızla.
Sandalda daha iyi bir yer kapmaya çalıştıkça daha çok sallanıyoruz.
Ben buradayım, kardeşlerimde buranın hemen diğer ucunda.
Kimi hayatını yaşıyor, kimi daha iyi bir köşe arıyor, kimi sallanmaktan korkuyor. Kiminin hâkimiyet hayalleri var bu sandala, kimide tutunmaya çalışıyor.
Bazen bir feryat işitiyorum, ardından kahkahalar eşlik ediyor sallantılara. Bazen yanıma küçük bir çocuk oturuyor, elleri de üşümüş, umutları da. Sonra yerine büyükçe bir adam geliyor, küçük çocuk umutlarını emanet bırakıp bana buharlaşıyor ve kayboluyor bulutlarda. Oysa ben buradayım, sağ kalan kardeşlerimde hemen şurada.
Filistinli küçük bir çocuk görüyorum, yanımda ki adamın mermisine çarpmış, her tarafı kan.
Sulara yarı gömülü halde sandala tutunuyor. Gözleri birisini arıyor, ama bilmiyor; annesi biraz önce gitti.
Yeter! Bırak şu sandalı, bakma bana öyle. Senin umutlarını taşıyacak kadar güçlü değilim.
Tutup çekemiyorum seni, mübarek alnından öpemiyorum işte. Hem ben hiç namlu görmedim, hem burası sıcak, bak hem de kapatınca gözlerimi görmüyorum seni.
Daha fazla bakmaya devam edersen öyle benden sanacaklar seni. Şirin gözükmeliyim yanımdaki adama, gözyaşı dökmemeliyim sana. Hem medeni biri o. İş anlaşmalarımız var üstelik, hem yakında evine davet edecek beni. Dedim ya, imaj meselesi, sana uzatamam ellerimi.
Filistinli çocuğun yalvaran bakışları donuk sinelerde eriyor ve kayboluyor. Kablolar ve uydular bu çocuğun duygularını taşımıyor. Dünya en güzel vahşet fotoğrafına ödül veriyor.
Sonra herkes televizyonlarının başında hayattan kayıp giden bu çocuğu izledi. Kimisi elinde coca cola’sıyla Amerika’ya küfür etti, kimisi bu filmin kaç dalda Oscar’a aday olduğunu merak etti.
Henüz ben sandalın içindeyim burada, varsayımlara göre kardeşlerimin mezarları da hemen şurada.
Sandalda daha iyi bir yer kapmaya çalıştıkça daha çok sallanıyoruz.
Ben buradayım, kardeşlerimde buranın hemen diğer ucunda.
Kimi hayatını yaşıyor, kimi daha iyi bir köşe arıyor, kimi sallanmaktan korkuyor. Kiminin hâkimiyet hayalleri var bu sandala, kimide tutunmaya çalışıyor.
Bazen bir feryat işitiyorum, ardından kahkahalar eşlik ediyor sallantılara. Bazen yanıma küçük bir çocuk oturuyor, elleri de üşümüş, umutları da. Sonra yerine büyükçe bir adam geliyor, küçük çocuk umutlarını emanet bırakıp bana buharlaşıyor ve kayboluyor bulutlarda. Oysa ben buradayım, sağ kalan kardeşlerimde hemen şurada.
Filistinli küçük bir çocuk görüyorum, yanımda ki adamın mermisine çarpmış, her tarafı kan.
Sulara yarı gömülü halde sandala tutunuyor. Gözleri birisini arıyor, ama bilmiyor; annesi biraz önce gitti.
Yeter! Bırak şu sandalı, bakma bana öyle. Senin umutlarını taşıyacak kadar güçlü değilim.
Tutup çekemiyorum seni, mübarek alnından öpemiyorum işte. Hem ben hiç namlu görmedim, hem burası sıcak, bak hem de kapatınca gözlerimi görmüyorum seni.
Daha fazla bakmaya devam edersen öyle benden sanacaklar seni. Şirin gözükmeliyim yanımdaki adama, gözyaşı dökmemeliyim sana. Hem medeni biri o. İş anlaşmalarımız var üstelik, hem yakında evine davet edecek beni. Dedim ya, imaj meselesi, sana uzatamam ellerimi.
Filistinli çocuğun yalvaran bakışları donuk sinelerde eriyor ve kayboluyor. Kablolar ve uydular bu çocuğun duygularını taşımıyor. Dünya en güzel vahşet fotoğrafına ödül veriyor.
Sonra herkes televizyonlarının başında hayattan kayıp giden bu çocuğu izledi. Kimisi elinde coca cola’sıyla Amerika’ya küfür etti, kimisi bu filmin kaç dalda Oscar’a aday olduğunu merak etti.
Henüz ben sandalın içindeyim burada, varsayımlara göre kardeşlerimin mezarları da hemen şurada.