Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yaşam hakkında düşünme (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
YAŞAM HAKKINDA DÜŞÜNME
Gelelim yaşam hakkında akıl yürütmeye. Kuşkusuz insandaki "dinamik enerji"nin tatmin edilmesi, yani vücudun yeme içme gibi organik ihtiyaçlarının karşılanması veya örneğin mülk edinme gibi içgüdülerin tatmin edilmesi, insanı doğal ve zorunlu olarak yaşam hakkında düşünmeye sevk etmektedir. Ancak insanın kalkınması için sadece yaşam hakkında düşünmek yetmez. Bu, insanın mutluluğa ermesi, yani "daimi huzur" kazanması için yeterli değildir. Bu nedenle insanın kalkınması ve daimi huzura ermesi için, onun yaşamla ilgili düşünme biçiminin hayata bakış açısı üzerinde kurulu olması gerekir. Zira insan, yaşamını kâinatta idame ettirir. Buna göre yaşamla ilgili düşünme biçimi de yaşadığı dünya hayatına bakış açısı üzerinde kurulu olmalıdır. Aksi takdirde düşünme biçimi, düşük, sınırlı ve dar kapsamlı olur. Dolayısıyla ne bir ilerleme sağlayabilir ne de daimi huzuru elde edebilir. Bunun anlamı da şudur:, "Kâinat, insan ve hayat hakkında düşünme", "yaşam hakkında düşünme"nin temeli olmalıdır. İnsanın kâinat, insan ve hayata ilişkin bir bakış açısı olsun olmasın, tatmin talebini karşılamak için yaşamla ilgili düşünme eyleminde bulunduğu doğrudur. Ancak böyle bir düşünme eylemi ilkel ve tedirgin olmaya devam eder. Üstelik İnsan, kâinat ve hayat düşüncesinin, insanın hayata bakış açısı üzerinde kurulu olması yolunda herhangi bir ilerleme kaydetmez. Mesele bu iki düşünme biçiminden hangisinin öncelikli olduğu meselesi değildir. "Yaşam hakkında düşünme"nin her türlü düşünmeden önce geldiği açıkça ortadadır. Mesele, ileri düzeyde, başka bir deyişle daimi huzurun gerçekleştiği yaşam hakkında düşünme meselesidir. Bu nedenle insanın yaşama ilişkin düşünme eyleminin, hayata bakış açısına göre yapılanması şarttır.

Şu gerçeği de ifade etmek gerekir ki, kendi yaşamını düşünen kişi, ailesinin ve yaşadığı toplumun yaşamını düşünebilecek seviyeye gelir. Ailesini düşünen ümmetini, ümmetini düşünen ise insanlığı düşünebilecek seviyeye ulaşır. Böyle kademe kademe yükselme özelliği insanın fıtratında mevcuttur. Ancak bu yükselme, yapılanabileceği bir temel üzerinde kurulmadan tek başına bırakıldığı zaman, kişi, düşüncesini sadece kendi yaşamıyla sınırlar. Böylece insanda bencillik hakim olur. İnsanın davranışlarında veya hayatının her hangi bir kesitinde bariz bir düşüş ve gerileme sürüp gider. Böyle bir durumda insan ne kalkınma yolunda bir ilerleme kat eder ne de daimi huzura kavuşur. Dolayısıyla yaşamla ilgili düşünme eylemini kendi haline bırakıp, kişinin hayata bakış açısı üzerinde kurmamak, insanın daimi huzura kavuşmasını engeller. İlkel veya geri kalmış toplumların yaşamları, bunun en iyi kanıtıdır.

Ancak yaşamı düşünmek, insandaki dinamik enerjinin yeterli veya uygun bir biçimde tatmin edilmesi anlamına gelmediği gibi, sadece insan benliğinin, onun ailesinin, toplumunun veya ümmetinin düşünme bazında tatmin edilmesi anlamına da gelemez. İnsan, kâinatta yaşar. Dolayısıyla yaşamı hakkındaki düşünme eylemi, sürekli ve mümkün olduğu kadar yüksek standartlı olmalıdır. İnsanın insan olması hasebiyle, "Beka/ölümsüzlük içgüdüsü" neyi gerektiriyorsa, ona sahip olmalıdır. Bu ise, yaşamı insanın hayata bakış açısı üzerinde kurmadan, sadece yaşam hakkında düşünme eyleminde bulunmakla gerçekleştirilmez. Sadece yaşam hakkında düşünmek, ilkel bir düşünce olur ve geri kalmanın izini taşır.

Buna rağmen ister hayata bakış açısı üzerinde kurulu olsun ister olmasın, yaşam hakkında akıl yürütmede önemli olan, "sorumlu bir düşünme"nin var olmasıdır. Sorumlu düşünmeden kasıt, düşünme ve yaşamdan hedeflenen nedir? sorusuna cevap aramaktır. Bu noktada kişinin kendisini başkasına karşı sorumlu hissetmesi önem kazanmaktadır. Başka bir ifadeyle, insan fıtratı kime karşı sorumluluk duygusunu taşıyıp onu korumayı gerektiriyorsa ona önem verilmelidir. Sözgelimi ailenin reisi olan baba, tıpkı karısı ve çocukları gibi, toplumun lideri tıpkı toplumdaki her fert gibi neden hayat hakkında düşündüğünü, hayattan neyi amaçladığını iyice özümsemelidir. Bunlardan her biri, yani baba, anne, çocuklar, lider ve toplumun her bir ferdi, birbirlerine karşı taşıdıkları sorumluluklara dikkat etmelidirler. Zira "Sorumlu düşünme", yaşama ilişkin akıl yürütmenin karakterini oluşturmaktadır. Yaşam hakkında sorumluluk taşımayan bir akıl yürütme, hayvanların dinamik enerjilerini tatmin etme içgüdüsünden farklı olmaz. Bu ise insana yakışmadığı gibi bu düzeyde bir düşünmeye sahip olması da doğru olmaz.

Kendini başkalarına karşı sorumlu hissederek akıl yürütmek, yaşam hakkında düşünmede minimum şarttır. Gerçi bu şart insanın kalkınıp daimi huzura kavuşması için yeterli değildir. Ancak insanı hayvan mertebesinden daha üst bir konuma çıkarmak için gerek koşuldur. İlişkilendirme özelliğine sahip bir beyni olan insanın, dinamik enerjisini tatmin etmekten başka bir problemi olmayan hayvandan farkı işte budur.

Kişinin hayatına biçim veren, onun hayatla ilgili düşünme biçimidir. Aile, klan, toplum ve ümmette, hatta insanlığın hayatına belli bir biçim veren de bu düşünme şeklidir. İnsanlığın hayatını, maymun veya domuz, altın veya tenekeyle eşdeğerli kılanda yine bu düşünme biçimidir. Başka bir ifadeyle, hayatı aziz ve refah dolu kılan da mutsuz, huzursuz ve sürekli ekmek peşinde koşturan bu düşünme şeklidir.

Kapitalist sistemin, yaşama ve insanlığın tüm hayatına atfettiği bakış açısı irdelendiği zaman, insanlığı mutsuzluğa ve huzursuzluğa, bireyi ise tüm hayatını ekmek peşinde koşmakla geçirir hale getirdiği görülür. Kapitalizm, insanlar arası ilişkileri, ardı arkası kesilmeyen kavga ilişkilerine dönüştürmüştür. Bu, beni de seni de ayakta tutan ekmeği kapma kavgası şeklinde ortaya çıkan bir ilişkidir. Aramızdaki bu kavga, ekmeği kapıp başkasını ondan mahrum edene dek veya içimizden herhangi birinin bu ekmekten yaşayabileceği kadar bir pay alıp kalanını başkasını daha da zengin etmek için verdiği ana dek sürüp gider. Kapitalist düşüncenin verdiği bu görüntü bile onun bu dünya hayatını nasıl mutsuzluk ve huzursuzluk diyarına çevirdiğini, insanlar arasında ne denli sürekli bir kavga ortamı doğurduğunu görmeye yeter.

Gerçi kapitalist dünya görüşü de kâinat, insan ve hayata ilişkin genel düşünceden doğmuş, yani hayata dair belli bir bakış açısı üzerinde kurulmuş, hatta kapitalist toplumlara ilerleme ve kalkınma imkânı da vermiştir. Ancak bütün bunlara rağmen, kapitalizm bu toplumları ve insanlığı mutlu edememiştir. Halkları, ümmetleri ve tüm insanlığı mutsuzluğa sürüklemiştir. Çünkü emperyalist ve sömürgeci düşünce, kapitalizmin ürünüdür. Kapitalizm, bir taraftan bir kısım insanlara kendilerine gelen mektupların hizmetçiler, yani köleler tarafından altın tepsilerde sunulması imkânını verirken, diğer taraftan da bir kısım insanları bu zengin kesime hizmetçi veya köle haline getirerek onların artıklarından dahi istifade edebilme hakkından yoksun bırakmıştır. Zengin Amerika'da, imparatorluk hayalleri kuran İngiltere'de ve kendini şan, şeref, soyluluk hayallerine kaptıran Fransa'da yaşamın bu tip örneklerine sık sık rastlanır. Bütün bunların yanında emperyalist ve sömürgeci düşüncenin insanları köleleştirmesi ve onların kanını emmesi de işin cabası. Bütün bunlar, sorumluluk hissetmeyen bir yaşam düşüncesinin hakim olmasından kaynaklanmaktadır. Böyle bir düşüncede bireyin bir başkasına karşı sorumluluk taşıması söz konusu olmadığından, gerçek sorumluluktan bahsedilemez. Kapitalist düşüncenin yaşama ilişkin bakış açısında aile, klan, toplum veya ümmete karşı sorumluluk duygusu zaman zaman ortaya çıksa da bu hal, gerçek sorumluluktan uzaktır ve sadece insandaki dinamik enerjinin tatminini garanti altına almaktan öteye geçemez.

Sosyalist düşünce, yaşama ilişkin -proletaryaya, işçi sınıfına karşı- sorumlu bir düşünme biçimini ortaya koymaya yeltenmişse de, zamanla yolundan sapmış, bu çabası slogana ve ütopyaya dönüşmüştür. Bu ise sosyalist düşüncenin "başkasına karşı sorumluluk taşıma" duygusundan kademe kademe uzaklaşmasına neden olmuştur. Öyle ki başkasına karşı sorumluluk taşıma uzaklığı bakımından sosyalist düşünceyle kapitalist düşünce arasında bir fark kalmamıştır. Bu nedenle sosyalist düşünce, gerçekte insani bir düşünce olmaktan çok nasyonalist, milliyetçi bir düşünceye dönüşmüştür.

Bütün bunlara bağlı olarak Avrupa, Amerika ve Rusya gibi dünya hayatına yön veren devletlerin yaşama ilişkin düşünme biçimleri, hayata bakış açıları üzerinde kurulu olsa da, "başkasına karşı sorumluluk taşıma" ilkesinden yoksun kalmıştır. Fikren düşük olan bir insanın kendisini başkasına karşı sorumlu hissetmemesi doğaldır. Ancak anlaşılamayan bir durum vardır ki, o da başkasına karşı kendini sorumlu hissetme düşüncesinin, başkasını köle edinme ve kendi egosunu tatmin etmek için başkasını sömürme düşüncesiyle yer değiştirmesidir. Bu nedenle günümüz dünyasında kaydedilmiş akıl almaz kalkınma ve ilerlemeye rağmen, insanların ve özellikle toplumların zengin kesimlerinin yaşama ilişkin düşüncelerinin "başkasına karşı sorumluluk duyma" ilkesinden uzak oluşu aklı başında, basiretli her insanı şöyle bir sonuca götürür: İnsanların yaşama ilişkin düşünceleri ilerleme kaydetmemiş, aksine geri kalmıştır. İnsanların bu düşünceleri huzurlu değil, aksine huzursuzluk ve endişe doludur. Bu böyle kaldıkça insan hayatına zarar vermeye, onu mutsuzluğa sevk etmeye devam eder. Öyleyse yapılması gereken, "yaşama ilişkin sorumsuz düşünce"yi ortadan kaldırıp onun yerine "yaşama ilişkin sorumluluk taşıyan düşünce"yi kurmak ve "sorumluluk" duygusunu yaşamın ayrılmaz bir parçası haline getirmektir.

Ekmeğin (maddenin) insanlar arası ilişkileri oluşturduğu doğrudur. Yaşama ilişkin düşüncenin, insanın dinamik enerjisini tatmin etme yolunda bu ekmeği nasıl elde edebileceği düşüncesinden kaynaklandığı da doğrudur. Ancak insanlar arası ilişkilerden kastettiğimiz, "ben yerim" veya "sen yersin" ilişkisi değil, "ben değil, sen ye" ilişkisidir. "Ben seni doyurmak için ekmek peşindeyim, sen de beni doyurmak için ekmek peşindesin" felsefesidir. "Ben kendi ekmeğimi kazanmak için seninle kavga ederim, sen de kendi ekmeğini kazanmak için benimle kavga edersin" felsefesi değildir. Yani ilişkilerde hakim olan, "bencillik" değil, "fedakârlık"tır. Başka bir ifadeyle, hem senin hem de benim sömürüyle değil, "verme"yle mutlu olmamızdır. Şair, bu gerçeği ne güzel ifade etmiş:

"Ona kompliman yapıp

Ballandıra ballandıra

Övdüğün zaman kendisini

Görürsün ki:

Sanki o değil

Dilendiğin şeyi sana verecek olan

Sensin ona veren dilendiğini."

Bu demektir ki insan, "Beka içgüdüsü"nü tatmin etmek için almaktan hoşlandığı gibi, aynı şekilde refah düzeyi yükseldiğinde yine "beka içgüdüsü"nü tatmin etmek için "vermek"ten de hoşlanır. Cömertliğin göstergesi olan "verme" eylemi de tıpkı "mülk edinme" ve "alma" eylemleri gibi insanın "beka içgüdüsü"nün birer görüntüleridir.

Ancak yaşama ilişkin düşünmek demek, insanın düşüncesini başkası üzerinde yoğunlaştırması anlamına gelmez. Çünkü yaşama ilişkin düşünme eylemi, düşünen insanın dinamik enerjisini tatmin etmesi yolunda gerçekleştirdiği eylemdir. Eylemin doğru bir seyirde gitmesi için bu şarttır. Burada mesele başkasının dinamik enerjisini tatmin etmek için düşünmek değil, yaşama ilişkin düşünme eylemini gerçekleştirirken başka insanlara karşı da sorumluluk duygusu taşımaktır. Çünkü insan yaşama ilişkin düşünürken, başka insanların dinamik enerjisini tatmin etmek amacıyla düşünmez. Aksine kendi dinamik enerjisini doyurmak amacıyla düşünür. Ancak şu var ki, insan düşüncesi "başkasına karşı kendini sorumlu hissetme" karakterini kazandığında "mülk edinme" duygusu "verme" duygusuna, "korkma" duygusu "takdir etme" duygusuna dönüşür. Her iki durumda da insan, "beka içgüdüsü"nü tatmin etmek amacıyla dinamik enerjisini doyurmuş olur. Fakat insan yaşama ilişkin düşüncesine "başkalarına karşı sorumluluk hissetme" karakterini kazandırdığında "beka içgüdüsü"nün "yüce" yönünü "çirkin" yönüne tercih etmiş olur. İşte bütün mesele, yaşama ilişkin düşünme eylemine, "başkalarına karşı kendini sorumlu hissetme" anlayışını kazandırmaktan ibarettir. Ancak böyle bir anlayış insana, seçkin ve hoş bir hayat tarzı getirebilir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt