Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yargı (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
YARGI
Yargı (kaza), bağlayıcı olmak üzere hükmü bildirmek demektir. Yargı ile insanlar arasındaki anlaşmazlıklar çözümlenir ya da toplum hakkına zarar verecek olan şey önlenir. İster yönetim yapısında yer alan bir yönetici olsun, ister memur olsun, ister Halife veya ondan daha aşağıda bulunan her hangi bir şahıs arasındaki anlaşmazlıklar olsun, yargı ile İnsanlar arasındaki anlaşmazlıklar ortadan kaldırılır.

Yargının meşruiyyetinin asıl delili, Kitap ve sünnettir. Kitaptan delil yüce Allah'ın şu ayetleridir: ُ "Ve aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet." [1] "Aralarında hüküm vermek üzere, Allah'a ve Rasulü’ne davet olunduklarında..." [2]

Sünnetten deliline gelince: Rasulullah (s.a.v) bizatihi yargı işini üstlenmiş ve insanlar arasında hüküm vermiştir. Buna dair rivayetlerden birisi de Buhari'nin, Peygamber (s.a.v)'in hanımı Aişe (r.anha)'dan yaptığı şu rivayettir:

"Aişe der ki: Utbe b. Ebi Vakkas, kardeşi Sa’d b. Ebi Vakkas'a şunu söylemişti: Zem'a'nın cariyesinin oğlu benden doğmadır. Onu alıp, yanıma getir. Mekke'nin fethi yılı Sa'd, o çocuğu alıp getirdi ve şöyle dedi: Bu benim kardeşimin oğludur. Onun hakkında bana, böyle vasiyette bulunmuştu. Bunu üzerine Abd b. Zem'a kalkıp şöyle dedi: Hayır, bu benim kardeşimdir. Babamın cariyesinin oğludur. Babamın döşeği üzerinde doğmuştur. Bunun üzerine her ikisi de süratle Rasulullah (s.a.v)'e gittiler. Sa'd dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü! Bu, benim kardeşimin oğlu olup, kardeşim onun hakkında bana vasiyette bulunmuştu. Abd b. Zem'a da dedi ki: Bu benim kardeşimdir. Babamın cariyesinin oğludur. Babamın döşeğinde doğmuştur. Rasulullah: “O senindir, ey Abd b. Zem'a.” Daha sonra Peygamber şöyle buyurdu: “Çocuk, doğduğu döşeğe aittir. Zina yapana da taş (recm cezası ya da mahrumiyet) vardır.” [3]

Rasulullah (s.a.v) hâkimler tayin etmiştir. Ali'yi Yemen kadılığına tayin etmiş ve ne şekilde hüküm vereceğine dair onun dikkatini çekmek üzere vasiyette bulunarak şöyle demiştir: "Hasımlar senin huzuruna geldiklerinde, ötekinin de sözünü dinlemedikçe onlardan birisi lehine hüküm vermeyesin. (Ancak) o takdirde nasıl hüküm vereceğini bilebilirsin.” [4] Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde şu ifade yer almaktadır: "Birbirinden davalı iki kişi sana geldikleri zaman birincisini dinlediğin gibi diğerini de dinlemeden bir şey söyleme.” [5]

Rasulullah (s.a.v) Muaz b. Cebel'i Cened'e kadı olarak tayin etmişti. Bu tayin, yargının meşruiyyetinin delilidir. Yargının meşruiyyetinin bir diğer delili de Aişe'den rivayet edilen yukarıdaki hadistir. Bu rivayette, Rasulullah (s.a.v) Sa'd ile Abd b. Zem'a'nın, Zem'a'nın cariyesinin oğlu hususunda anlaşmazlığa düşerek onların her birisinin çocuğun kendisine ait olduğunu iddia etmesi üzerine, ne şekilde hüküm verdiğini açıkça görmekteyiz. Allah'ın Rasülü, onlara şer’i hükmü belirterek Zem'a'nın cariyesinin oğlunun Zem'a'nın oğlu Abd'in kardeşi olduğunu, ayrıca çocuğun döşeğe ait olduğunu bir kaide olarak ifade buyurdu. Rasulullah (s.a.v)'in verdiği bu hüküm, şer’i hükmü bildirmektedir. Ayrıca bu hükmü kabul etmek için onları mecbur etmiş ve Abd b. Zem'a da çocuğu almıştır. İşte yargıyı tarif eden delil budur. Bu tarif bir vakıanın nitelendirilmesidir. Fakat bu vakıa şer’i bir tarif olduğundan, şer’i tarif de şer’i hüküm sayıldığından dolayı bu hükmün kendisinden çıkartıldığı bir delilin bulunması kaçınılmazdır. İşte bu hadis yargıyı tarif eden delildir.

Bazıları yargıyı; insanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlamaktır şeklinde tarif etmektedir. Ancak böyle bir tanım bir bakıma yetersizdir. Diğer bir açıdan ise bu, Peygamber efendimizin fiil ve sözünde varid olduğu şekilde yargı vakıasını nitelendirmemektedir. Bu, ancak, yargıdan ortaya çıkması mümkün olan veya olmayan bir sonucu ortaya koymaktadır. Hâkim, bir mesele hakkında hüküm vermekle birlikte, yargıya müracaat eden iki kişi arasındaki husumeti sona erdirebileceği gibi erdirmeyebilir de. Bunda dolayı "kaza" (yargı) için en derli toplu tarif, konunun başında geçen hadisten istinbat edilen tariftir.

Diğer taraftan böyle bir tanım, Aişe yoluyla gelen hadiste de belirtildiği üzere insanlar arasındaki yargıyı da kapsamına almaktadır. Yine bu tarif, "hisbe"yi de kapsamına almaktadır. Hisbe ise: "Toplum hukukuna zarar veren hususlarda, bağlayıcı olmak üzere şer’i hükmü haber vermektir." Bu da bir yığın buğdayın satımıyla ilgili hadisi şerifte varid olan bir kurumdur. Müslim'in sahihinde, Ebu Hureyre'den rivayet edilen şu hadis yer almaktadır: "Rasululah (s.a.v), bir buğday yığınının yanından geçerken elini, o yığının ortasına daldırmış parmağına nemli bir bölüm isabet edince şöyle buyurmuştur: "Ey buğdayın sahibi, bu da ne oluyor?" Adam: “Ey Allah'ın Rasulü, ona yağmur isabet etti” deyince; şöyle buyurdu: “Herkesin onu görmesi için neden buğdayın üst tarafına koymadın? (Bizi) aldatan, benden değildir.” [6]

Yargı, mezalim davalarına bakmayı da kapsar. Çünkü bu davalara bakmak da yargının kapsamı içerisindedir. Yönetimin bir parçası değildir. Zira "mezalim", yönetici aleyhine bir şikayettir. Mezalim: İnsanlar ile; Halife yardımcılarından biri, valileri veya memurları arasında meydana gelen anlaşmazlıklar hususunda, yada gereğince insanlar arasında hüküm verilecek ve yönetilecek şer’i bir nassın manasında görülen ihtilaf hususunda bağlayıcı olmak üzere şer’i bir hükmü haber vermektir.

Mezalim, Rasulullah (s.a.v)'in fiyatlandırmaya dair hadisi şerifinde varid olmuştur. Çünkü Allah'ın Rasülü (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Herhangi bir kimsenin, kan ya da mal hususunda kendisine yapmış olduğum bir zulüm ve bir haksızlığın karşılığını benden istemeksizin aziz ve celil olan Allah'ın huzuruna çıkmayı ümid ederim.” [7]

Yine Peygamber'in "Her kimin bir malını aldımsa işte malım, ondan alıversin, her kimin sırtına vurdumsa, işte sırtım, gelsin ona kısas uygulasın." Bu hadis; yöneticinin, valinin yahut da memurun yaptığı bir işin zulüm olduğunu iddia edilen hususların mezalim hâkimine götürüleceğini ifade etmektedir. Mezalim hâkimi de bağlayıcı olmak üzere şer’i hükmün ne olduğunu bildirir. Buna göre yargının bu tarifi, Rasulullah (s.a.v)'in hadis ve uygulamalarında varid olan üç yargı türünü de kapsamaktadır. Söz konusu bu türler ise; insanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözmek, toplum hakkına zarar veren şeyleri önlemek ile yöneticiler ve memurlar ile yönetilenler arasındaki anlaşmazlığı kaldırmaktır.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Maide: 49


--------------------------------------------------------------------------------

[2] Nur: 51


--------------------------------------------------------------------------------

[3] Buhari, 6646; Malik, 1224


--------------------------------------------------------------------------------

[4] Tirmizi, 1252


--------------------------------------------------------------------------------

[5] Ahmed b. Hanbel, 707


--------------------------------------------------------------------------------

[6] Müslim, 147


--------------------------------------------------------------------------------

[7] Ahmed b. Hanbel, 12131; Enes b. Malik yoluyla rivayet etmiştir
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Tarih tekerrürden ibarettir derler. Geçmişlerinden ders almayanlar, o acı günleri tekrar yaşamaktan da asla kurtulamazlar. Bir başka ibret de, başkalarının hatalarından ders almayanlar, aynı hataları kendileri yaşamaktan kurtulamazlar diyen atalarımız, gerçekten çok doğru söylemişler.


Ne yazık ki bugün bizler, geçmişten hiç ders almayan bir toplum görüntüsü ile yaşıyoruz. Ne yaşadıklarımızdan, nede geçmişte yapılan yanlışlardan dersler almadığımız o kadar açık ki. Bizleri yönetenlerin yaptıklarını, söylemlerini ne takip ediyoruz, nede söylediklerini akıl süzgecinden geçiriyoruz. Sizlere birkaç örnek vermek istiyorum. Vereceğim bu örneklerle, acaba bizleri yönetenler tutarlılık ve samimiyet testinden geçebiliyorlar mı, yorum sizlerin.


Daha dün, Türk silahlı kuvvetlerinin düşüncelerine, yaptıklarına, söylemlerine karşı çıkanlar, günümüzde sergilenen onca olayları unutarak, kendisine bağlı olarak çalışmış, Genelkurmay başkanlığı yapmış bir komutan, terörün başı ilan edildiğinde ses çıkarmayanları, savunmayanları bizler unutmadık. Bugün bazı kişiler, ya da bazı ne söylediğinin farkında olmayan basın mensubu, TSK ya karşı uygun olmayan sözler söylediğinde, yanlış anlamlara gelecek fikirler açıkladığında, dün söylediklerinin tam tersini yaparak, TSK yı savunmaya geçip, aşağıdaki sözleri söyleyenler, acaba bu sözlerinde ne kadar samimidirler?


(Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına, ağza alınmayacak hakaretler yapmak açık söylüyorum zavallılıktır.)


Bu düşünceye yürekten katılıyorum, TSK ya layık olmadığı sözleri söyleyenler, onları küçük düşürenler ZAVALLIDIRLAR. Ama daha önce ki silahlı kuvvetler farklımıydı? Bu güvene, bu övgüye bu savunmaya laik değil miydiler de, bugün çok üzücü bir durumdalar? Silahlı kuvvetlerimiz, dünde bugünde bizlerin göz bebeğiydi. Dün neyse bugünde aynı insanlar. Birkaç kişinin değişmesi, emekli olması bir bütünü farklılaştırmaz. Yapılan yanlışlar varsa bunlar kişiseldir, tümünü asla bağlamaz. Dün söylenenleri bizler unutmadık, bugün onlara yapılanları da gözlerimizle görüyoruz, şahit oluyoruz, yapılanları unutmamızda zaten mümkün değil. Peki, bu sözler, TSK yı savunur görüntüsü vermenin ardındaki düşünce ne olabilir? Doğrusu söyleyecek çok şeyler var. Her şey zamanı geldiğinde, su yüzüne çıkacaktır. Allah ın adaletinden kimse kaçamaz.


Hatırlarsanız Sayın Başbakanımız, bedelli askerlik için ne demişti seçimden önce?

(Ben Tayyip Erdoğan olarak, böyle bir sorumluluğunun altına giremem. Parası olan var, olmayan var. Parası olan bastıracak kurtulacak, parası olmayan askerliği yapacak. Seçimden sonra referanduma götürürüz.)

Peki, seçimden sonra ne oldu? Tüm söylenenler unutuldu ve parası olan bir gün bile askerlik yapmadı. İşte bizleri yönetenler, işte halkımızın tepkisizliği. Bu tür davranışlar acaba eğitimli, bilinçli, kendisini yönetenleri özgür iradesi ile seçen toplumlarda olur mu? Yorum sizlerin. Neye layıksak, Allah onu verecektir.


İçinde bulunduğumuz durumun, tedirgin edici düşündürücü haline, bir örnek daha vermek istiyorum. Ülkemizin de kabul ettiği, Kredi derecelendirme kurumu, şöyle bir açıklama yaptı ve Sayın Başbakanımız çok sert tepki gösterdi.


(Kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor's'un, Türkiye'nin ''pozitif'' olan kredi notu görünümünü ''durağan'' olarak revize etmesine, Başbakan Erdoğan sert tepki gösterdi. )


Aynı kuruluş, geçmişte ülkemizin notunu çok daha kötü durumlardan, daha yüksek konumlara getirmiş ve bu kuruluşun verdiği notlar, değerlendirmeler hükümet ve bazı basın kuruluşları tarafından, çok olumlu delil olarak gösterilmişti halka hatırlarsanız. Ama bazı kesim tarafından hayretle karşılanıp, tıpkı Başbakanımızın bugün söylediği gibi, siyasi bir karar diyerek, ne değişti de notumuz yükseldi, diye itiraz edenler olmuştu.


Peki, bu kuruluşun ülkemizin notunu indirmesini, Sayın Başbakanımız nasıl karşıladı ve ne tür bir üslupla cevap verdi dersiniz? Basından alıntılar yaparak, hatırlatmak istiyorum.


(Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Standart&Poors'un Türkiye'nin kredi notunu pozitiften durağana çevirmesiyle ilgili olarak, ''Bu tamamen ideolojik bir yaklaşım. Bunu kimse yutmaz. Bunu sen Tayyip Erdoğan'a yutturamazsın'' dedi.


''Standart&Poors bir açıklama yaptı. Ben bunu çok garipsedim. Neden derseniz, pozitifte olan Türkiye durağana indi. Neye göre sen bunu durağana indiriyorsun? Çünkü belli bir süre pozitifte kalan bir ülkeyi artırması gerekirken, bakıyor ki Türkiye'yi artırırsam ideolojik olarak bu bize sıkıntı doğurur. Biz bunu durağanda tutalım.


Bu hesabı biz de az çok biliyoruz. Şu anda alan el, olmayan veren el olan bir Türkiye var. Sen bu Türkiye'nin kalkıp da kredi notunu durağana indirirsen, bunu yemezler. Ve bunun bedelini 'Ben artık seni kredi kuruluşu olarak tanımıyorum' demek suretiyle açıklarız.)



Tüm söyledikleri doğru olabilir. Yani siyasi amaçlı yapmış olabilirler. Çünkü onlardan beklenir. Peki, daha öncede Türk toplumu işsizlikle, açlıkla mücadele ederken, hiçbir şey değişmemişken kredi notunun birden bire yükselmesini, neden övgüyle topluma anlattınız ve bunu örnek gösterdiniz? Artan ihracatın, halkın cebine ne faydası oldu? Ya ihracattan fazla yapılan ithalatı, nasıl açıklayacaksınız?


Ülkesinde yatırım olmayan, bol ve ucuz üretim yapamayan ülkeler, ithal etmekten başka çaresi yoktur. Bugün kullandıklarımıza bakalım isterseniz, acaba hangisi Türk malı? Daha da ilginci, üzerinde Türk malı yazanların içinde, Çin malı olduğunu görmemiz, bizlerin ne halde olduğunu çok iyi özetliyor. Başkalarına kızmak yerine, önce yaptıklarımızı gözden geçirelim.


Kalkınma hızında, ülkeler arasında neredeyse ilk sıralara geldiğimizi açıklayan hükümet, acaba ne kadar samimi? Kalkındık ama toplum olarak, hala işsizlikte öndeyiz. Kalkınan halk mı, yoksa küçük bir azınlık mı? Enflasyonu rakamlar ile oynayarak düşürdüğümüzde, ortaya çıkan acıklı tabloyu, halk fark etmiyor mu sanıyorsunuz?


Kapitalist yönetimin çöktüğünü, hala fark edemeyenlere söyleyecek sözüm yok. Amerika zorlukla ayakta duruyor. Avrupa can çekişiyor. Ama bizler hala onların peşi sıra giderek, ne derece yanlış bir yol izlediğimizin farkında bile değiliz.


Toplumun genel çoğunluğunun aldığı ücret, fakirlik sınırının da altında. Sendikaların sözü bile geçmez oldu. Çünkü ülkemizde sendikalı işçi kalmadı da ondan. Devlet eliyle güvencesiz bir toplum yaratıldı. Sözleşmeli memur, sözleşmeli işçi adı altında. İşverenin ya da devletin, bir tek sözü ile işten atılan, bir toplum olmakla mı övünüyoruz? Bumu bizlerin kurmaya çalıştığı adaletli, huzurlu düzen?


Geçen gün 1 Mayıs işçi bayramı kutlandı. Ben işçi olsam, işçi bayramını geçmişte olduğu gibi, mutlu ve coşkulu kutlamazdım. Çünkü artık ülkemizde işçi diye bir sınıf neredeyse kalmadı. İşçi sınıfının adı bile anılmıyor. Siz hakkını aramak için, greve giden bir iş yerini duydunuz mu? Duyamazsınız buna yeltenenler, hemen susturuluyor engelleniyor. Hakkını aramaya kalkanlarda hemen işten atılıyor. İşçi kardeşlerimiz, 1 Mayısı YAS günü ilan etmelidirler. Çünkü artık işçi sınıfı, ne yazık ki can çekişiyor. Bu acı ve keder ortamında, yapılan haksızlıklar karşısında, bayram değil ancak YAS tutulur.


Sayın Başbakanımızın, derecelendirme kuruluşuna verdiği cevapta, asıl yadırgadığım üsluptur. Bu üslup, gerçekten ülkemiz halkını korkutuyor, ürkütüyor. Bırakın ülkemizin halkını tedirgin ettiğini, artık Dünya farkına vardı, onları da ürkütüyor.


Sayın Başbakanımızın verdiği bu cevabın, bir cümleyle özeti, benim istediklerimi söylemediğiniz an, sizi yok sayarım. İşte bizleri yönetenlerin, rakipsizliğinin, denetimsizliğinin, kontrolsüz gücün tek elde toplanmasının yasama, yürütme ve yargı erklerinin, özgür olmamasının getirdiği büyük tehlike. Allah yardımcımız olsun.


Başbakanımızın bahsettiği kredi kuruluşu şimdide, geçmişte de siyasi kararlar vermesi muhtemeldir, bunda hiç şüphe yok. Geçmişte notumuzu yükselten aynı kuruluş, acaba birden bire neden yükseltti notumuzu diye neden sormadık, araştırmadık? Siyasi amaçlarla yükseltmiş olamaz mı? On yılda, toplum içinde işsizliğe çare mi bulundu? Devlet hangi yatırımları yaptı, sattığı kitler karşısında? Yaptıkları yollarla övünenler, toplumun sofralarına koyacak lokmaların, nasıl eksildiğinin farkında mı acaba. Emekli, memur, işçi daha refah mı yaşıyor düne göre? Hastanelerde tüm sorunlar mı çözüldü, yoksa sorunlara yeni problemler eklenerek, koskoca bir dağ mı oluştu. Adalet mi sağlandı bu ülkede, yoksa korku imparatorluğumu çöktü toplumun üstüne?


Ülkemiz de kalkınma hızının arttığı ile övünenler acaba halkın, işçinin, memurun refahının, alım gücünün arttığını söyleyebilirler mi? Toplumda mutlu azınlığın arttığını, zenginin daha zengin olduğu, fakirin daha fakir bir yaşam sürdüğünü bizlerin göremediğini mi zannediyorlar? Belki toplumun bir kısmını, geçici olarak herhangi bir nedenle aldatabilirler, ama onlarda bir gün Allah ın izniyle, her şeyin farkına varacaklardır. Allah ın adaletinden kimse kaçamaz.


Kredi derecelendirme kuruluşuna verilen cevap, aslında çok düşündürücü ve ibret dolu düşünene, düşünmek isteyene. İşimize geldiğinde bu kuruluşu kabul edeceğiz, işimize gelmediğinde, onu tanımamakla tehdit edeceğiz. Ne yazık ki bugün ülkemizin her safhasında aynı politika uygulanmaktadır. Böyle bir politika, elbette bir gün iflas edecektir. Hiç kimsenin yaptığı adaletsizlik, yanına kar kalmamıştır.


Bizler ne geçmişten, nede yaşadıklarımızdan ders almayan bir toplum olduk. Elbette bunun nedenleri vardır. En önemli nedeni eğitimsizlik ve düşünmeyi, karar vermeyi başkalarına bırakmamızdan kaynaklanmaktadır. Allah özgür iradeyi ve aklı bizlere vererek, akıl, mantık ve Kur’an ın önerileri ile yaşamamızı ister bizlerden. Ama bizler aklı ve Kur’an ı bir kenara bırakıp, akılla Kur’an ı anlayamazsın mantığıyla yaşadığımız içinde, doğruyu bulmakta zorlanır bir toplum olduk. Aklını kullanmayanlara da ibretlik bir cevabı vardır Yaradan ın. Yunus suresi 100. ayetinde şöyle uyarır bizleri.


(Akıllarını güzelce kullanmayanları, Allah pislik içinde bırakır.)


Bizler ne yazık ki, ne geçmişte söylediklerimizi hatırlarız, nede bugün yaptıklarımızı geçmişimizle kıyaslarız. Bir rüzgârın etkisiyle savrulur gideriz toz misali. Sizlere bir örnek daha vermek istiyorum. Birçok internet sitelerinden ulaşabileceğiniz bir bilgiyi sizlere, bugün yaşadığımız güncel bir konuyla karşılaştırmanız için tekrar hatırlatmak istiyorum. Hatırlatmamın nedeni, bizleri yönetenlerin izledikleri yol ve takındıkları tavrın, farkına varmamız adınadır.


Önce sizlere Fatih Sultan Mehmet in bedduası başlığı altında, bugün anlatılan bir rivayeti nakletmek istiyorum. Söylediğim gibi bu bir rivayet, doğru olup olmadığı tartışılır. Naklettiğim rivayet, Sayın Başbakanımızın belediye başkanlığı zamanında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi kaynaklı ve daha da dikkat çekici olanı, bu bilginin, kitabın ön sözünün Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan a ait olması. Lütfen dikkatle okuyunuz.



BEDDUA

''Fatih İstanbul'u alıp da, alayla Ayasofya önüne geldiği zaman, derinden derine bir inilti işitti. Sesin geldiği tarafa bir adam gönderdi.

Sakalları uzamış, hali perişan bir keşiş bulup getirdiler. Huzura çıkardılar. Korktu, teskin ettiler.

Niçin hapsedildin diye sordular? Keşiş fala baktığını ve kuşatma hazırlıkları sırasında Konstantin'in kendisini çağırıp, İstanbul'u Türklerin alıp almayacağını bildirmek için, remil atmasını söylediğini, remilde İstanbul'un Türklerin eline geçeceğini söylemesi üzerinde de, Konstantin’in kızarak onu zindana attırdığını hikâye etti ve şimdi karşınızda bulunuyorum, demek ki falım doğru imiş.

Bunun üzerine Fatih de İstanbul'un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair remil atmasını ve doğruyu söylerse, ödüllendirileceğini bildirdi.

Keşiş remil attı ve şöyle dedi:

- İstanbul Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak, lakin öyle bir zaman gelecek ki emlak ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak.

Bu falın bildirdiği sonuçtan büyük üzüntü duyan Fatih ellerini kaldırarak, İstanbul'da edindiğim yerleri ecnebilere satanlar, Allah'ın gazabına uğrasınlar!' diye beddua etti.''

Kaynak şudur: A. Süheyl Ünver - "İstanbul Risaleleri"

Yayınlayan: İstanbul Büyükşehir Belediyesi

Önsöz: Recep Tayyip Erdoğan



Yukarıdaki rivayetin, doğru olup olmadığını elbette bilemeyiz. Şahsi düşüncem Fatih gibi çok özel bir insanın, fala baktırarak konuşacağına ben inanmıyorum. Peki, bu örneği neden verdim. Önemli olan rivayetten kıssadan hisse çıkarmaktır. İstanbul Belediye Başkanlığı zamanında, Sayın Başbakanımız, bu anlatılana o zaman inanmış olmalı ki, Belediyenin yayınladığı bir kitapta bu rivayete yer vermiş. Bizzat Sayın Başbakanımız da önsözünü yazarak, topluma sunmuş, yayınlamış olması önemlidir.


Sayın Başbakanımız, eğer yine bizleri yöneten diğer Başbakanlarımızdan örnek alarak, dün dündür bugün bugündür diyerek, geçmişte düşündüklerine ve inandıklarına bir sünger çekiyor da, bugün ben çok farklıyım diyorsa, bu söylediklerim meclisten dışarı. Yok, eğer geçmişini inkâr etmiyor ve söylediklerine sahip çıkıyor ve inanıyorsa, sanırım Fatihin yukarıdaki rivayetine de önem veriyor demektir.


Bu durumda, bu hükümetin çok yakında çıkardıkları ve güncelliğini koruduğu, yabancılara arsa ve mülk satışını genişleterek, satışına izin verdikleri kanunu, bir kez daha düşüneceklerini, gözden geçireceklerini umut ederim. Gözden geçirmeyenlere de, Fatihin bedduasını hatırlatırım.



Fatih, peygamberimizin övgüsüne mazhar olan bir liderdi. Tahminlerini fallara, büyülere bağlayarak söyleyeceğine ihtimal vermiyorum, bu bizim inancımıza da uymaz. Ama gelecekte İstanbul un topla tüfekle yıkılamayacağını, ancak yanlış siyaset güden liderlerin hataları ile el değiştireceğini, hikâyede anlatılan keşişten, çok daha iyi, Fatih in tahmin edeceğine inanıyorum. İnşallah bu kıssadan bir hisse alırız.


Toplum olarak, bazı gerçeklerin farkına varamamanın acısını yıllardır çekiyoruz. Lütfen artık farkında olalım. Bizleri topla tüfekle yıkamayanlar, ülkemizi farklı yollardan ele geçirmenin planlarını yapıyorlar.


Bizleri yönetenlere, özellikle Sayın Başbakanımıza sesleniyorum. Bizim bizden başka dostumuz yoktur. Ne Amerika nın, nede Avrupa nın oyunlarına gelmeyiniz. Onlar vaat ettiklerinden, işlerine gelmediğinde hemen cayarlar.


Sen onların inançlarına tabi olmadıkça, onlar da senin yanında, senden yana asla olmazlar. Bu uyarıları lütfen hatırlayalım. Bu uyarılar Allah katından geliyorsa, bunun nedenlerini dikkatle düşünmeden hareket edersek, toplum olarak hüsrana uğrayacağımızı, çok acılar çekeceğimizi unutmamalıyız.


Liderler tarihe iki şekilde geçerler. Birincisi lanet ve nefretle anılan bir lider olarak, ikincisi toplumuna, halkına adaletle hükmeden, onlara mutlu ve huzurlu bir ortam hazırlayan bir lider olarak. Dilerim bizleri yönetenler, tarihe toplumunu adaletle yönetip, huzuru ve mutluluğu getiren, iyi hatırlanan liderler arsında olurlar.


Ülke olarak çok zorlu bir imtihandan geçiyoruz. Rabbim cümlemize yardımcı olsun inşallah. Dilerim toplum olarak gönül gözleri açık, aklını, mantığını, özgür iradesini bizzat kendisi kullanan, Rabbin halis kullarından oluruz.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt