Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

yardım istiyorum ! (1 Kullanıcı)

hemisferland

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Mar 2009
Mesajlar
4
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
iyi günler, kafam çok karışık. Bazen Allahın olması gerektiğini düşünüyorum bazende nasıl olduğunu anlayamayıp aslında yokmuş gibi geliyor. bu yüzden dinsel anlamda çok zayıfım. bir çok şeyi anlayamıyorum. bana yol gösterecek ve ufkumu açacak birilerini arıyorum. şimdiden herşey için teşekkür ederim...
 

DİLEK-HİLAL

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Şub 2009
Mesajlar
194
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Merhaba kardeşim bu sitede bilgili hafız öğretmen arkadaşlarımız var sana yazıcaklardır güzel şekilde elbette hepimiz yazarız her ilimde iyi olanlara öncelik vermek gerek ben senin için yardım istedim
 

hemisferland

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Mar 2009
Mesajlar
4
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
çok teşekkür ederim. Allah sizden razı olsun.
 

buğday tanesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Eyl 2008
Mesajlar
28
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
arkadaşım etrafına bak etrafında gördüğün herşey bütün kainat ve en başta kendini incele bunlrın hepsi allahın varlığınıon bir işarati o kadar mükemmel bir düzen işleyiş varki vücudunda allahtan başka kim böle bişeyi var edebilirki
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
ALLAHÜ TEÂLÂNIN VARLIĞINA İNANMAK
İnsan dahâ çocukken etrâfında gördüğü eşyânın nereden geldiğini ve nasıl oluşduğunu araşdırmağa başlar. Çocuk gelişdikçe, üzerinde yaşamakda olduğu bu dünyânın nasıl mu’azzam bir eser olduğunu anlıyarak hayretden hayrete düşer. Hele yüksek tahsîlini yaparak, her gün etrâfımızda görülen bütün bu eşyâ ve mahlûkların inceliklerini öğrenmeğe başlayınca, hayreti hayranlığa dönüşür. İnsanların, büyük bir sür’at ile fezâda tek başına dönmekde olan, içerisi ateş dolu, toparlak (iki kutbu biraz basık) bir küre üzerinde, sırf yer çekimi kuvveti ile kalabilerek yaşaması ne büyük bir mu’cizedir. Yâ etrâfımızdaki dağlar, taşlar, denizler, canlı varlıklar ve nebâtlar, nasıl bir büyük kudret sâyesinde meydâna gelebilmekde, gelişmekde ve dürlü dürlü hâssalar göstermekdedir. Hayvanların bir kısmı toprak üstünde yürürken, bir kısmı havada uçar ve bir kısmı su içinde yaşar. Güneş, düşünebileceğimiz en yüksek harâreti sağlar ve nebâtların yetişmesini, ba’zılarının içinde ise, kimyevî değişikliklere sebeb olarak, un, şeker ve dahâ nice maddelerin meydâna gelmesini te’mîn eder. Hâlbuki dünyâ, kâinât içinde ufacık bir varlıkdır. Güneş ve etrâfında dönen seyyârelerden meydâna gelen, içinde dünyâmızın da bulunduğu güneş sistemi, kâinât (evren) içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek çok sistemlerden biridir. Kâinâtdaki mu’azzam güc ve kuvveti îzâh için bir küçük misâl verelim:İnsanların en son elde etdikleri mu’azzam enerji kaynağı, atomları parçalıyarak veyâ birleşdirerek meydâna çıkardıkları atom enerjisidir. Hâlbuki, insanların “en büyük enerji kaynağı” saydıkları atom bombasının enerjisi, büyük yer sarsıntılarında ortaya çıkan enerji ile karşılaşdırılacak olursa, bu enerjinin, on binlerce atom bombası enerjisinden dahâ fazla olduğu görülür.

İnsan, kendi vücûdunun ne mu’azzam bir fabrika ve laboratuvar olduğunun farkında değildir. Hâlbuki, yalnız nefes alıp vermek bile mu’azzam bir kimyâ hâdisesidir. Havadan alınan oksijen, vücûdda gıdâ maddelerini yakdıkdan sonra, karbon dioksit hâlinde dışarı çıkarılır.

Sindirim (hazm) sistemi ise, sanki bir fabrikadır. Ağızla alınan gıdâ maddeleri ve içecekler, mi’de ve bağırsaklarda parçalanıp öğütüldükden sonra, vücûda fâideli kısmı, ince bağırsaklarda süzülerek kana karışmakda ve posası dışarı atılmakdadır. Bu mu’azzam hâdise, devâmlı ve otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılmakda, vücûd bir fabrika gibi işlemekdedir.

İnsanın vücûdunda dürlü dürlü ve çok karışık formüllü maddeler i’mâl eden, dürlü dürlü kimyâ reaksiyonları meydâna getiren, analiz yapan, tedâvî eden, tasfiye eden ve zehrleri yok eden, yaraları tedâvî eden, dürlü maddeleri süzen, enerji veren tertîbât olduğu gibi, mükemmel bir elektrik şebekesi, manivela tertibâtı, elektronik bilgi sayar, haber verme te’sîsâtı, ziyâ, ses alma, basınç yapma ve ayarlama tertîbâtı, mikroplarla mücâdele ve onları yok etme sistemi mevcûddur. Kalb ise, hiç durmadan işleyen mu’azzam bir pompadır. Eskiden, Avrupalılar, (Bir insanın vücûdunda bol su, biraz kalsiyum, biraz fosfor ve biraz da inorganik ve organik maddeler vardır. Onun için bir insan vücûdunun kıymeti beş-on liradan ibâretdir) derlerdi. Bugün, Amerika Üniversitelerinde yapılan hesâblar, insan vücûdunda durmadan meydâna gelen muhtelif kıymetli hormon ve enzimlerle bir çok uzvî maddelerin en azından milyonlarca dolar kıymetinde olduğunu meydâna koymuşdur. Hele, bir Amerikan profesörünün dediği gibi, (Devâmlı olarak, böyle kıymetli maddeleri muntazemân meydâna getiren bir tertibât yapmağa kalkacak olursak, dünyâda bulunan bütün paralar, bunu yapmağa kâfî gelmez). Hâlbuki, insanda bütün bu maddî mükemmeliyyet yanında, anlama, düşünme, ezberleme, hâtırlama, hükm ve karar verme, sevişmek gibi çok mu’azzam, ma’nevî kudretler de bulunmakdadır. Bu kudretlerin kıymetini ölçmek, insanlar için imkânsızdır. Demek ki, insanın bedeni yanında bir de (Rûh)u mevcûddur. Beden ölür, rûh ölmez.

Hayvanlar âlemine dikkat ile bakacak olursak, Allahü teâlânın sonsuz kudreti, insanı büsbütün hayrete düşürür. Ba’zı canlı mahlûklar o kadar küçükdür ki, bunları ancak mikroskop altında görebiliriz. Ba’zılarının görülebilmesi için (meselâ virüsleri incelemek için) bir milyon def’a büyüten elektronik ültra mikroskoplara ihtiyâc vardır.

En büyük iplik fabrikalarının çeşidli makinalarla yapdığı sun’î ipeğin mikdârı küçücük bir ipek böceğinin yapdığı ipek mikdârının çok altındadır. Eğer minimini Ağustos böceğinin boyu, bizim ses çıkarmak için kullandığımız âletler kadar büyütülmüş olsa, yapılan ince hesâblara göre, çıkaracağı sesle camlar kırılır, dıvarlar yıkılırdı! Bunun gibi, eğer bir ateş böceği, büyük bir sokak lâmbası kadar büyütülmüş olsa, bütün bir mahalleyi gündüz gibi aydınlatabilirdi. Böyle akıl almaz derecede mükemmel ve mu’azzam eserler karşısında hayrân olmamak kâbil midir?Bunlar Allahü teâlânın varlığını, azametini, yüceliğini, büyüklüğünü ve kudretini göstermeğe yetmez mi?O hâlde, ancak pek ufak bir parçasını gördüğümüz bu kâinâtın bir hâlıkı [yaratıcısı] ve anlamağa aklımızın ermediği pek mu’azzam bir kudret sâhibi vardır.Bu yaratıcının hiç değişmemesi ve sonsuz var olması lâzımdır. İşte, bu yaratıcı, (ALLAHÜ TEÂLÂ)dır. İslâmiyyetde ilk esâs, Allahü teâlânın varlığına ve sıfatlarına inanmakdır.

Etrâfımıza iyice bakdığımız, târîhi okuduğumuz zemân, cismlerin yok olduklarını, başka cismlerin meydâna geldiklerini görüyoruz. Dedelerimiz, eski milletler yok olmuşlar, binâlar, şehrler yok olmuş. Bizden sonra da başkaları meydâna gelecek. Fen bilgimize göre, bu mu’azzam değişiklikleri yapan kuvvetler vardır. Allaha inanmıyanlar, (Bunları tabî’at yapıyor. Herşeyi tabî’at kuvvetleri yaratıyor) diyorlar. Bunlara deriz ki, (Bir otomobilin parçaları, tabî’at kuvvetleri ile mi bir araya gelmişdir?Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların te’sîri ile bir araya yığılan çöp yığını gibi mi bir araya gelmişlerdir?Otomobil, tabî’at kuvvetlerinin çarpmaları ile mi hareket etmekdedir?) Bize gülerek, (Hiç böyle şey olur mu?Otomobil, akl ile, hesâb ile, plân ile, birçok kimsenin titizlikle çalışarak yapdıkları bir san’at eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akl, fikr yorarak, hem de trafik kâidelerine uyarak, şoför tarafından yürütülmekdedir) demez mi?Tabî’atdaki her mahlûk da, böyle bir san’at eseridir. Bir yaprak parçası, mu’azzam bir fabrikadır. Bir kum dânesi, bir canlı hücre, fennin bugün biraz anlıyabildiği ince san’atların birer sergisidir. Bugün fennin buluşları, başarıları diye öğündüklerimiz, tabî’atdaki bu güzel san’atlardan birkaçını görebilmek ve taklîd edebilmekdir. İslâma karşı olanların kendilerine önder olarak gösterdikleri, İngiliz tabîbi Darwin[1] bile (Gözün yapısındaki san’at inceliğini düşündükçe, hayretimden tepem atacak gibi oluyor) demişdir. Bir otomobilin tabî’at kuvvetleri ile, tesâdüfen meydâna geleceğini kabûl etmiyen kimse, başdan başa bir san’at eseri olan bu mu’azzam âlemi tabî’at yaratmış diyebilir mi?Elbette diyemez. Hesâblı, plânlı, ilmli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yapdığına inanmaz mı?(Tabî’at yaratmışdır. Tesâdüfen var olmuşdur) demek, câhillik ve ahmaklık olmaz mı?

Allahü teâlânın, sayamıyacağımız kadar çok nizâm ve âhenk içinde yaratdığı varlıklar tesâdüfen olmuşdur diyenlerin sözleri câhilcedir ve fen bilgilerine aykırıdır. Şöyle ki:Üzeri birden ona kadar numaralanmış on taşı bir torbaya koyalım. Bunları elimizle torbadan birer birer ve sıra ile, ya’nî önce bir numaralı, sonra iki numaralı ve nihâyet on numaralı olacak şeklde çıkarmağa çalışalım. Çıkarılan bir taşın numarasının sıraya uymadığı görülürse, çıkarılmış olan taşların hepsi hemen torbaya atılacak ve yeniden, bir numaradan başlamak üzere, çıkarmağa çalışılacakdır. Böylece, on taşı numaraları sırası ile ardarda çıkarabilme ihtimâli on milyarda birdir. On adet taşın bir sıra dâhilinde dizilme ihtimâli bu kadar az olursa, kâinâtdaki sayısız nizâmın tesâdüfen meydâna gelmesine imkân ve ihtimâl yokdur.

Daktilo ile yazmasını bilmeyen bir kimse, bir daktilonun tuşlarına gelişigüzel, meselâ beş kerre bassa, elde edilen beş harfli kelimenin, türkçe veyâ başka bir dilde bir ma’nâ ifâde etmesi acabâ ne derece mümkindir?Eğer, gelişigüzel tuşlara basmakla bir cümle yazmak istenilse idi, ma’nâsı olan bir cümle yazılabilecek mi idi?Kaldı ki, böyle rastgele tuşlara basmakla bir sahîfe yazı veyâ kitâb teşkil edilse, sahîfenin ve kitâbın tesâdüfen belli bir konusu bulunacağını zan eden kimseye akllı denilebilir mi?

Cismler yok oluyor. Bunlardan, başka cismler meydâna geliyor. Ancak, son kimyâ bilgimize göre, yüzbeş madde hiç yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor. Radioaktif hâdiseler elementlerin ve hattâ atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü haber vermekdedir. Hattâ Einstein adındaki Alman fizikçisi, bu tehavvülün matematik formülünü ortaya koymuşdur.

Cismlerin durmadan tehavvül etmeleri, birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuzdan gelmiş değildir. Böyle gelmiş, böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır ve hiçbir şey yok iken, hepsi yokdan yaratılmışdır demekdir. İlk, birinci olarak maddeler yokdan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lâzımdı. Çünki, âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu meydâna getiren maddelerin dahâ önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lâzım olacakdır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa, sonraki de var olmıyacakdır. Sonsuz önce demek, bir başlangıcı yok demekdir. Sonsuz öncelerde var olmak demek, ilk, ya’nî başlangıç olan bir varlık yok demekdir. İlk, birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Herşeyin her zemân yok olması lâzım gelir.Her birinin var olması için, bir öncekinin var olması lâzım olan sonsuz sayıda varlıklar silsilesi olamaz. Hepsinin yok olmaları lâzım olur.

Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yokdan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekde olduğu anlaşıldı. Âlemin yokdan var edilmiş olduğuna, o ilk mahlûkdan hâsıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğuna inanmak îcâb eder.

Bir hâlıkın mevcûd olduğunu inkâr ederek her şeyin tabî’at tarafından kendi kendine meydâna geldiğini iddiâ edenler, (Bütün din kitâblarında dünyânın altı günde yaratıldığı yazılıdır. Hâlbuki bugün yapılan araşdırmalar, bilhâssa radyoizotoplar ile yapılan çok ince hesâblar, dünyânın milyarlarca sene evvel meydâna geldiğini göstermekdedir) demekdedirler. Dünyânın milyarlarca sene evvel meydâna gelmesi, ne kadar zemânda yaratıldığı hakkında bilgi vermiyor ki, bu sözlerinin bir kıymeti olsun. Mukaddes kitâblarda yazılı olan altı günün bugünkü 24 sâatlik gün ile ne alâkası olabilir?24 sâatlik gün, insanlar tarafından kullanılan bir zemândır. Mukaddes kitâbların bahs etdiği günün uzunluğunun ne kadar olduğunu biz bilmiyoruz. Bu altı günden her biri, bizim kabûl etdiğimiz zemânlara göre çok uzun asrlar süren jeolojik periyotlar olabilir. Secde sûresinin beşinci âyetinde meâlen, “Allah indinde bir gün mikdârı, sizin sayınızdan bin sene eder” buyuruldu. Kitâb-ı mukaddesin Ahd-i cedîd kısmında, Petrusun ikinci mektûbunun üçüncü bâbının sekizinci âyetinde, (Şunu unutmayın ki, Rabbin indinde bir gün, bin yıl gibidir) denilmekdedir.

İlk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselâmın ne zemân yaratıldığını biz bilemeyiz. İnsanın dünyâ kurulduğu ilk günden i’tibâren dünyâda bulunduğunu iddi’â edemeyiz. İnsan, Allahü teâlânın emri ve yaratması ile dünyâya gelmişdir. Darwinin (Tekâmül) nazariyesine göre, ilk insan olarak kabûl edilen Neandertaların, yavaş yavaş bugünkü insan hâline geldiğini kabûl etmek mümkin değildir.Hele ba’zılarının iddi’â etdiği gibi, insanın evvelâ dört ayağı üzerinde yürüdüğünü ve birçok asrlar sonra ayağa kalkdığını ileri sürmek, hiçbir zemân ilme ve mantığa uymaz. Çünki, bu kadar ibtidâî olan bir mahlûkun bugünkü mükemmelliğe ulaşması mümkin değildir. O hâlde, dört ayak üzerinde yürüyen türün, insan olmadığını, başka bir mahlûk olması gerekdiğini ve diğer birçok eski mahlûklarla birlikde yok olduğunu kabûl etmemiz gerekir. Bütün din kitâbları, ilk insanın (homo sapien), ya’nî iki ayak üzerinde yürüyen ve düşünebilen bir mahlûk olduğunu bildirmekdedirler ve hakîkaten yukarıda söylediğimiz gibi, dört ayak üzerinde yürüyen ve bir hayvandan farkı olmıyan bir varlığın bugünkü insana dönüşebileceğini Darwin bile isbât edememişdir.

Bütün din kitâbları, ilk insan olarak Âdem aleyhisselâmı bildirmişlerdir. Âdem “aleyhisselâm” için, (Öküzü sabana koşduğu, buğday ekdiği, kendine ev yapdığı, kendisine on suhuf [forma, kitâb] verildiği)ni bildirmekdedirler. Sığırı ehlileşdirmek, mağarada yaşamak yerine kendine ev yapmak, buğday ekmek ve onu hasad etmek ve (vahy almak) meziyyeti olan ilk insanın, dünyânın oldukça tekâmül etdiği bir zemânda yaratılmış olduğu, dört ayağı üzerinde yürüyen, inlerde yaşıyan mahlûklarla hiç bir alâkasının olmadığı anlaşılmakdadır.

Müslimân, ilk olarak, Allahü teâlânın varlığına, büyüklüğüne, birliğine, doğmadığına, doğurmadığına, dâim ve değişmez olduğuna bütün kalbi ile îmân eder. Bu inanış, İslâmın ilk şartıdır.
http://kitap.hakikatkitabevi.com/cgi-bin/cgi.exe/hlziman/query=*/doc/{t0,60664}?
 

DİLEK-HİLAL

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Şub 2009
Mesajlar
194
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Allah’ın varlığı ve birliği elbette ispata gerek duyulmayacak kadar aşikâr. Belki de Allah’ın ispatını istemek balıkların suyun ispatını istemeleri gibi bir şey.
Var olanlar sadece görülenlerden ibaret değildir elbette. Hem insan sadece görme yeteneğine sahip değil. Akıl mantık vicdan ve hisler de var insanda. Şu durumda akıl edebilen her insan için Allah’ın varlığını anlamak çok kolay. Çünkü yapılan bir iş ya da bir san’at onu yapanı ispat eder hem tarif eder. Mesela bir mektup düşünün. Yazanı görmesek de kâtibi olduğunu bilir ve o mektuptan onun mesleğini mevkiini isteklerini karakterini anlayabiliriz.
Selimiye Camii’nin bir yapanı olduğunu tarih kitaplarında yazdığı için mi biliyoruz yani? Bir ustası olduğunu aklımızla idrak etmiyor muyuz? Şu an yeryüzünde Mimar Sinan’ı kimse görmüyor. Fakat hiç kimse Selimiye Camii’nin kendi kendine olduğunu düşünmediği gibi onun aklını mimari dehasını ve san’at ruhunu eserleriyle görebiliyor.
Kâinat da Allah’ı bizlere tanıtan mektup ve san’atlardan ibarettir. Her biri birer mûcize olan varlıklar Allah’ı tarif ederken aklı ve gözü olan ve biraz da dikkatle bakan herkese “Allah vardır ve birdir” diye ilan ediyor. Akıllarını nefislerinin karanlık dehlizlerinden çıkarıp kâinata bakanlar Allah’ı apaçık bir şekilde görecek hatta O’nun şiddet-i zuhurundan gizlendiğini anlayabileceklerdir.
“Acaba onlar herhangi bir yaratıcısız (boşluktan) mı yaratıldılar? Yoksa kendileri yaratıcı mıdırlar?”[
“Ey insanlar. Allahın size olan nimetini hatırlayın. Allahtan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? Ondan başka ilâh yoktur. Nasıl oluyor da (tevhidden küfre) çevriliyor sunuz?”
“Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O’dur. O’ndan başka ilâh yoktur.”[
“Eğer,yerde ve gökte Allahtan başka ilahlar bulunsaydı,yer ve gök (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti.”
Andolsun ki onlara,-gökleri ve yeri yaratan,güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?-diye sorsan,mutlaka –Allah-derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar? Andolsun ki onlara,-gökten su indirip,onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?-diye sorsan mutlaka,-Allah-derler. Deki: (öyleyse) Hamd'de Allaha mahsustur. Fakat çokları akıllarını kullanmazlar.”
“Hiçbir şey yok,ölü iken dirilten,her şeyi yaratan elbette Allahtır.”
İnsanları seçilmiş kılan,gökten yağmur indiren,bahçeler bitiren,yeryüzünü,nehirleri,dağları yaratan,tatlı su ile tuzlu su arasına katılmalarını engelleyen perdeler koyan,sıkıntılının sıkıntısını gideren,insanları yer yüzünün hakimi kılan,rüzgarları yağmura müjdeci kılan,devamlı yaratıp rızıklandıran Allah mı hayırlıdır,tekdir,ortağı yoktur,yoksa ona koştukları ortak mı vardır?...
 

hemisferland

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Mar 2009
Mesajlar
4
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
aslında ben de bir yaratıcının olması gerektiğini düşünüyorum ama bazen kafam almıyor. nasılla başlayan sorular adeta beynimi kemiriyor ve aynı noktada dönüp duruyorum. Yaratıcı kavramını kafamda oturtamıyorum. verdiğiniz örneklerde var olan herşeyi yapan birileri olduğunu yazmışsınız. onları görememiz onların var olmuş olduğu gerçeğini değiştirmez demişsiniz, buraya kadar sorun yok ama o kişileride var eden birileri vardı. yani kafam çok karışık. Allah'ın hep var olması kavramı zihnime tam olarak oturmuyor. Allah nedir sorusu kafamı yiyip bitiriyor...
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
aslında ben de bir yaratıcının olması gerektiğini düşünüyorum ama bazen kafam almıyor. nasılla başlayan sorular adeta beynimi kemiriyor ve aynı noktada dönüp duruyorum. Yaratıcı kavramını kafamda oturtamıyorum. verdiğiniz örneklerde var olan herşeyi yapan birileri olduğunu yazmışsınız. onları görememiz onların var olmuş olduğu gerçeğini değiştirmez demişsiniz, buraya kadar sorun yok ama o kişileride var eden birileri vardı. yani kafam çok karışık. Allah'ın hep var olması kavramı zihnime tam olarak oturmuyor. Allah nedir sorusu kafamı yiyip bitiriyor...

İhlas suresinin mealinde De ki O Allah birdir.Doğmamıştır ve doğurulmamıştır.Deniliyor sizin için yeterli olması gerekir.O'nu anlamak anlayamayacağını anlamaktır kardeşim.Aşağıdaki bilgileri okumanızı istirham ederim kardeşim sonra yine yardımcı olmaya çalışalım..
Allah’ın sıfatları hangileridir?
CEVAP
Allahü teâlânın Sıfat-ı zatiyye’si altıdır:

1- Vücûd: Allahü teâlâ vardır. Varlığı ezelidir. Vacib-ül vücûddür, yani varlığı lazımdır.

2- Kıdem: Allahü teâlânın varlığının evveli, başlangıcı yoktur.

3- Bekâ: Allahü teâlânın varlığının âhiri, sonu yoktur. Hiç yok olmaz. Ortağı olmak muhal olduğu gibi, zat ve sıfatları için de yokluk muhaldir.

4- Vahdaniyyet: Allahü teâlânın zatında, sıfatlarında ve işlerinde ortağı, benzeri yoktur.

5- Muhalefetün-lilhavadis: Allahü teâlâ, zatında ve sıfatlarında hiçbir mahlûkun zat ve sıfatlarına benzemez.

6- Kıyâm bi-nefsihi: Allahü teâlâ zatı ile kâimdir. Mekana muhtaç değildir. Madde ve mekan yok iken O var idi. Zira her ihtiyaçtan münezzehtir. Bu kâinatı yokluktan varlığa getirmeden önce, zatı nasıl idi ise, sonsuz olarak, hep öyledir.

Allahü teâlânın Sıfat-ı sübûtiyye’si sekizdir.

1- Hayat: Allahü teâlâ diridir. Hayatı, mahlûkların hayatına benzemeyip, zatına layık ve mahsus olan hayat, ezeli ve ebedidir.

2- İlm: Allahü teâlâ her şeyi bilir. Bilmesi mahlûkatın bilmesi gibi değildir. Karanlık gecede, karıncanın, kara taş üzerinde yürüdüğünü görür ve bilir. İnsanların kalbinden geçen düşüncelerini, niyetlerini bilir. Bilmesinde değişiklik olmaz. Ezeli ve ebedidir.

3- Sem’: Allahü teâlâ işitir. Vasıtasız, cihetsiz işitir. İşitmesi, kulların işitmesine benzemez. Bu sıfatı da, her sıfatı gibi ezeli ve ebedidir.

4- Basar: Allahü teâlâ görür. Âletsiz ve şartsız görür. Görmesi göz ile değildir.

5- İrade: Allahü teâlânın dilemesi vardır. Dilediğini yaratır. Her şey Onun dilemesi ile var olur. İradesine engel olacak hiçbir kuvvet yoktur.

6- Kudret: Allahü teâlâ, her şeye gücü yeticidir. Hiçbir şey Ona güç gelmez.

7- Kelam: Allahü teâlâ söyleyicidir. Söylemesi alet, harfler, sesler ve dil ile değildir.

8- Tekvîn: Allahü teâlâ yaratıcıdır. Ondan başka yaratıcı yoktur. Her şeyi O yaratır. Allahü teâlâdan başkası için yaratıcı dememelidir.

Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesi de, sıfat-ı zatiyyesi gibi kadimdir. Bu sıfatları da, zatından ayrılmazlar. Yani sıfatları zatının, kendinin aynı da değildirler, gayrı da değildirler.

Allahü teâlânın sıfatlarının hakikatlerini anlamak da muhaldir. Hiçbir kimse ve hiçbir şey Allahü teâlânın sıfatlarına ortak ve benzer olamaz.
 

DİLEK-HİLAL

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Şub 2009
Mesajlar
194
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Sen allah c.c'u allah c.c dan dinle ve oku
kuranı kerimden
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Allah’ı kim yarattı denemez


Sual: (Allah’ı kim yarattı) diyenler oluyor. Yaratıcı yaratık olur mu hiç?
CEVAP
Elbette yaratan yaratılmış olmaz; çünkü yaratıcı, varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, var olmak ve varlıkta durmak için kimseye muhtaç olmayan, demektir. Onu kim yarattı diye sorulursa, bunun sonu gelmez, sonsuza kadar gider. Bu da mümkün olmaz. Hâşâ, Allah’ı birisi yarattı denirse, Allah yaratıcı değil, yaratık yani yaratılmış olur. Yaratık, yani yaratılmış olan ise, yaratıcı olmaz. Bunun için, varlığı kendiliğinden olan ve varlığının başlangıcı olmayan tek bir yaratıcı bulunması gerekir, o da Allahü teâlâdır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:

(Şeytan, "seni kim yarattı" diye vesvese verince, "Allah yarattı" denirse, "Onu kim yarattı" diye, vesvese verir. Kendisine, böyle vesvese gelen kimse, “Ben Allah ve Resulüne iman ettim” desin.) [Buhari]

(Allah’ın yarattığı şeyleri tefekkür edin, ama zâtını tefekkür etmeyin.) [Ebuşşeyh]

Allah’ın yaratma gücünü anlamak için
Sual: Allah’ın varlığına inanmayan bazı kimseler, (Allah her şeye gücü yetiyorsa, kendisi gibi bir ilah veya kaldıramayacağı bir taş yaratabilir mi?) gibi sorular soruyorlar. Cevap verir misiniz?
CEVAP
Bunlar gibi sorular sorarak güya Müslümanları zor duruma sokmaya çalışıyorlar. Aklı ve ilmi olan kimse için bu soruların cevapları çok basittir.

Kur'an-ı kerimde iki ilah olursa, yerin göğün nizamının bozulacağı bildirilmektedir. (Enbiya 22)

Her şeyi yaratmaya gücü yetenin, ikinci bir ilaha ihtiyacı olmaz. İki veya daha çok ilah olunca arada anlaşmazlıklar çıkar. İki başlı idare yürümez. İki amir olmaz. İnsanlar bile tecrübeleriyle bunu tespit edip, veciz sözlerle itiraf etmişlerdir. Bu konudaki atasözlerinden bazıları şöyledir:

Bir küllükte bir horoz olur.
Bir gemide iki kaptan olmaz.
Bir gemiyi iki kaptan batırır.
Bir tahta iki padişah sığışmaz.
İki karılı ev süpürülmeden kalır.
İki aslan bir posta sığmaz.
İki cambaz bir ipte oynamaz.
Dokuz derviş bir kilimde uyur da, iki padişah bir iklime sığmaz.

Allah’ın yaratma gücünü anlamak için Allahü teâlâyı ve bütün sıfatlarını iyi bilmek gerekir. Allahü teâlânın kıdem sıfatı da vardır. Yani evveli yoktur, yaratık, yani mahlûk değildir. Allah’ın yarattığı her şey mahlûk olur. (Allah, evveli olmayan, yani kıdem sıfatlı bir varlık, yani bir ilah yaratabilir mi?) demek tenakuz [çelişki] olur. Yaratılan şey yaratıktır, mahlûktur. (Bir şey yarat ki, mahlûk olmasın!) denmez. Çünkü yaratılan şey mahlûk olur. Mahlûk olan şey de yaratıcı olmaz. Onun için, (Allah kendisi gibi yaratıcı olan bir ilah yaratabilir mi?) sözü, mantıksız, çelişkili bir sözdür.

Her yaratık, bir yaratıcı tarafından yaratıldı gerçeği kabul edilmezse, inanmayan da bu işe cevap veremez. Mesela bir kimse, ben nereden geldim dese, bu sırası ile Hazret-i Âdem’e kadar gider. Ondan sonra, Onun topraktan yaratıldığı, toprağı da Allah’ın yarattığı anlaşılır. İnanmayanların dediği gibi, Allah’ı da başka bir ilah yarattı denirse, bu çok yanlış olur, çünkü bu sefer de onu kim yarattı denir. Onu da bir başkası yarattı denirse, bu sefer peki onu kim yarattı denir. Bu sonsuza kadar böyle sürüp gider, bir netice alınamaz. Her şeyin bir sebebi vardır. Bu sebepleri kendisinin sebebi ve başlangıcı olmayan biri yaratabilir o da Allah’tır.

Allah’ı cisim gibi, insan gibi düşünenler, (Allah kaldıramayacağı taş yaratabilir mi?) diye soruyorlar. Bütün kâinatı bir anda yok edebilir. Hepsini de bir anda yaratabilir. Kur’an-ı kerimde mealen, (Ol dememiz kâfidir) buyuruluyor. Bir taşa ağırlık veren, yer çekimi kuvvetini yaratan Odur. Yer çekimini yaratmasa idi, ağırlık da olmazdı. Yarattığı her şeye hâkimdir, gücünün yetmeyeceği bir şey olmaz. Yarattığı her şeye gücü yeter. Her şeye gücü yetenin gücü yetmediği şey olmaz. Gücü yetmediği bir şey, kaldıramadığı bir taş yaratabilir mi demek mantıksızlık olur.
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Allah'ın varlığı
Sual: Allah'ın varlığının kendinden olduğu, sonradan var olmadığı nasıl ispat edilir?
CEVAP
Ahmed Asım Efendi buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, hâşâ kadim [ezeli] olmasaydı, hâdis yani sonradan var olsaydı, Onu yaratan bir yaratıcı bulunurdu. Bu yaratıcı kadimse, Allah odur. Hâdis ise, onu da yaratan biri lazım olur. Böylece, kadim olmayan yaratıcılar zinciri mevcut olur. Bu zincire, teselsül denir. Teselsül ise, muhal yani imkânsızdır. Şöyle ki: Bir şeyin sonsuz yaratıcılarını, birinciden başlayarak, sonsuz olarak, yan yana dizelim. İkinci yaratıcıdan başlayarak, ikinci bir sıra daha düşünelim. Sonsuza giden ikinci sıra, birinci sıradan bir noksan olduğu için, kısadır. Kısa olana sonsuz denilemez. İkinci sıra, sonsuz olamadığı için, bundan bir fazla olan birinci sıra da, sonsuz olamaz. Yani, bir ucu sonsuza giden yarım doğru düşünülebilir; fakat böyle bir şey mevcut olamaz. Teselsül olamaz. Sonsuz sayıda yaratıcılar olamaz. Sonsuz var olan bir yaratıcı olur. Bu tek yaratıcı, ezelidir, ebedidir, sonsuz olarak vardır. Varlığı kendindendir, başkasından değildir. (Emali kasidesi şerhi)
 

hemisferland

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Mar 2009
Mesajlar
4
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
dediklerinizde belki haklısınız ama kafamdaki ön yargılar ve sorular yüzünden, yazdıklarınız benim bakışımı yönlendiremiyor. Allah'ın varlığını anlamlandırmaya çalışıyorum. yani sıfatlarını yada isimlerini bilmek bakışımı değiştirmiyor. Neden Allah olmalı yada Allah neden bizi yarattı anlamak istiyorum.
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
dediklerinizde belki haklısınız ama kafamdaki ön yargılar ve sorular yüzünden, yazdıklarınız benim bakışımı yönlendiremiyor. Allah'ın varlığını anlamlandırmaya çalışıyorum. yani sıfatlarını yada isimlerini bilmek bakışımı değiştirmiyor. Neden Allah olmalı yada Allah neden bizi yarattı anlamak istiyorum.

Anladım kardeşim.Neden Allah(Celle Celaluh)olmalı değil de neden biz varız bunu düşünmek daha doğru olmalı.Allahü teala'nın bize bildirdiği ne için yaratıldığımız sorusunun cevabı aşşağıdadır.
Sual:
Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoksa ne diye insanları, cinleri, melekleri ve canlı cansız mahlukları yarattı? Bizim ibadetimizin ona bir faydası, günahlarımızın da ona bir zararı olmadığı halde, ne diye ibadet etmeyip isyan edenleri Cehenneme atıyor?
CEVAP
Hadis-i kudside, (İnsanları, beni tanımakla şereflenmeleri için yarattım) buyuruldu.
Bu şerefe kavuşup kavuşmama tercihini de kullarına bıraktı. Ateistlerin, (Biz Allah’a inanmıyoruz, Allah’ı tanımakla şereflenmediğimize göre, Allah’ın maksadı hasıl olmadı) demeleri yanlıştır. Çünkü, çok kimse, belli bir yaşa gelince, Allahü teâlâyı tanımaya başlıyor. Kâfir kalıp hiç tanımasa bile, zaten tercih kullara bırakılmıştı. Kâfirler de, ahirete gidince tanıyacaklar. Tanımayan hiç kimse kalmayacaktır.

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Cin ve insanları ancak, beni bilip itaat, ibadet etmeleri için yarattım.) [Zariyat 56]
Bu âyet-i kerime gösteriyor ki, cin ve insanların yaratılması, Allahü teâlâyı tanımaları içindir ki, bunlar için şeref ve saadettir. Yoksa, Onun bir şey kazanması için değildir. Hadis-i kudside, (Tanınmak için her şeyi yarattım) buyurması, (Onların beni tanımakla şereflenmesi için) demektir. Yoksa, (Tanınayım ve onların tanıması ile kemal bulayım) demek değildir. Bu mana, Allahü teâlâya layık değildir. (Mektubat-ı Rabbani 266)

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Yerde olan her şeyi sizin için yarattım.) [Bekara 29]

İki hadis-i kudside buyuruluyor ki:
(Seni kendim için yarattım. Başka şeylerle oyalanma!) [İslam Ahlakı]

(Ey Âdem oğlu, sizi kendim için yarattım. Her şeyi de sizin için yarattım. Senin için yarattıklarım, seni, kendim için yaratılmış olduğundan alıkoyup gâfil ve meşgul etmesin.) [İslam Ahlakı]

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Sizi abes olarak, oyuncak olarak mı yarattım? Bize döndürülmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz?) [Müminun 115]

(Bizim ibadetimize Allah’ın ihtiyacı yoktur, günahlarımız da ona zarar vermez) diyen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Doktor bu hastaya, perhiz tavsiye etse, bazı ilaçlar verse, bu hasta da, “Perhiz yapmazsam, ilaçları almasam doktora hiç zararı olmaz, perhiz yapmamın ve ilaçları almamın ona bir faydası olmaz” diyerek, perhiz yapmasa ve ilaçları kullanmasa, elbette doktora zararı olmaz, ama kendine zarar verir. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını, ilaç kullanmasını tavsiye ediyor. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa bulur, uymazsa, hastalığı artarak ölür gider. Tabibin bundan hiç zararı olmaz. (İşlediğim günahların Allah’a zararı olmaz, ibadetlerimin de faydası olmaz) diyerek Allahü teâlâya isyan edip ibadet etmekten kaçanlar da Cehenneme gider.
 

buğday tanesi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Eyl 2008
Mesajlar
28
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
http://video.google.com/videoplay?docid=-2829267874131222228bu videoyu izle bi istersen ben çok etkilendim
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt