Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

'Yaptıgın (hayır)la başa kalkma!'ayeti kerime (1 Kullanıcı)

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Karabacak

Hz. Peygemaber’in (as) insanlığı ilahî vahye açıktan davet göreviyle görevlendirirliğinde rabbinden aldığı ilk ölçülerden biri yazıma başlık yaptığım ayettir.
Müddessir suresi 6. ayet–i kerimesinde Allah, elçisine, insanlığa yapacağın bu ilahî davet, dünya ve içindekilerden daha değerli, daha yüce olsa da, ey Habibim, sen yine de bu yüce görev yüzünden başa kalkma buyurur.
Bir insanı yada top yekun bütün insanlığı o küfür ve inkar bataklığından tevhidin iki cihan mutluluğuna kavuşturmaktan daha büyük bir iyilik tasavvur etmek mümkün değildir.
Bunu bile yaparken başa kalkmamak gerekirse, dünyevi bir iyiliğin karşısında ben yaptım, ben ettim, ben eyledim diye insanların başına kalkmak asla doğru değildir.
Bu ilahî ölçü, peygamberin şahsından bütün müminler için de bir ölçüdür. O yüce insanın yaptıklarının yanında bizim bir kardeşimizin sıkıntısını gidermemizi bir “başa kalkma” haline dönüştürmemiz O yüce peygamberin ümmetine hiç yakışır mı?
Böyle davranmamızın en kötü tarafı ise şudur. Sabredip yaptığımız o küçük iyiliğin ecr–ü mükafatını Allah’tan almamız gerekirken, başa kalkıp hem Allah’ın o emrine muhalefet ediyoruz, hem de yaptığımız iyilik buharlaşıp sevap olmadan kayboluyor.
Aslında “Mu’tıy/veren” Allah’tır. Kul, bir ihsanda bulunarak, –yine Allah’a ait olan İlim/bilmek, Kelam/konuşmak, Cemal/hoşluk sıfatlarıyla sıfatlandığı gibi– Mu’tıy/veren ilahî sıfatıyla muttasıf/sıfatlanmış olmuyor mu?
Düşünen bir insan için ne büyük bir şereftir Allah’ın sıfatıyla muttasıf olmak.
Tabii ki bu ilahî sıfatların kula yansıma nispeti ummandan kadre oranında bile değildir.
Allah’ın kullarına verdikleriyle, bizim bir insana verdiklerimiz hiç mukayese edilir mi?
Böylesi bir halde kula düşen; “Ey Rabbim sana sonsuz şükürler olsun ki, beni isteyen değil de veren el yaptın” deyip şükretmesi gerekmez mi?
Servet sahibi kula düşen, Allah’ın, “MUĞNÎ/Zenginlik verip tatmin eden” olduğu gibi; MÂNİ’/Dilemediği şeyin gerçekleşmesine müsaade etmeyen; DÂR/Zarar veren… sıfatlarının da olduğunu hiç ama hiç aklından çıkarmamasıdır.
Şu küre–i arzda zenginlikleri dillere destan olmuş niceler gelip göçtü.
Hazinesinin anahtarlarını ancak kırk, bir rivayete göre altmış kişinin taşıdığı Karun ibretlik bir misaldir.
Tercih edilen görüşe göre Karun, Hz. Musa’nın amcazâdesidir. Önce Hz. Musa’ya iman etmiş, fakat hırsı ve kıskançlığı yüzünden münafıklığa yeltenmişti. Bir taraftan servetiyle, bir taraftan da ilmiyle övünüp, şımarıyordu. Rivayete göre İsrailoğulları içinde Tevrat’ı en iyi okuyan kimse o idi. Kimya ve ticaret sahalarında da çok bilgili olduğuna dair kayıtlar vardır. Ne var ki, sonunda, gerek ilmi gerekse serveti ona yâr olmamış, inançsızlığı ve azgınlığı yüzünden helâk olup gitmiştir.
Kur’an bu olayı şöyle haber verir.
“Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü–kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.
Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.
Karun ise: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir).
Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: Keşke Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı! dediler.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.
Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi (Kasas, 28/76–81).
Yine Kur’anî beyana göre Allah “bu örnekleri bize ibret almamız için haber veriyor” (Haşr,59/21).
Ayette geçen; “Dünyadan da nasibini unutma” tavsiyesi, İslâm’ın dünyaya ait çalışmaya ne kadar önem verdiğini gösteren bir başka ölçüdür. Bununla birlikte Kur’an, daha sonraki âyetlerde, büsbütün dünyaya dalmanın getireceği felâketleri de canlı bir şekilde gözler önüne sererek, dünya ve ahireti dengeleyen mutedil bir yol tutulmasını tavsiye etmektedir.
Karun’un özgeçmişine bir daha bakıp bitirelim;
Hz. Musa’nın amcazâdesidir.
Önce Hz. Musa’ya iman etmişti.
Fakat hırsı ve kıskançlığı yüzünden münafıklığa yeltendi.
Zalimlik ve taşkınlık etti.
Bir taraftan servetiyle, bir taraftan da ilmiyle övünüp şımardı.
İsrailoğulları içinde Tevrat’ı en iyi okuyan kimse o idi.
Kimya ve ticaret sahalarında da çok bilgili olduğuna dair kayıtlar vardır.
Sonuç: İnançsızlığı ve azgınlığı yüzünden helâk olup gitmek.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt